The Chariot • Bucky Barnes

By CikolataliUykum

14.1K 1.7K 2.8K

"Ölmek istemiyorsun, içindeki şeyi öldürmek istiyorsun." "Karanlıktan değil, karanlıktan çıkacak şeyden korku... More

Dark Horse
Castle In the Snow
I Did Something Bad
Brooklyn Baby
Spirits
Survivor
Mademoiselle Noir
No Darkness
Nothing Breaks Like A Heart

Warrior

1.2K 175 220
By CikolataliUykum

Bölüm Şarkısı:
Demi Lovato - Warrior
Medyadan açarak dinleyebilirsiniz.

Abertha'nın tüm hayatını okumaya hazır mıyız? Çünkü Bucky dinlemek için oldukça hazır.
👌🏻🖤
Lütfen rahat bir pozisyona geçelim. Uzun bir konuşma olacak.

The Falcon and The Winter Soldier'ın 5.bölümünde Sam ve Bucky arasında geçen diyaloğa benzer bir sahneyi bu bölüm için yazmıştım. İzlerken sanki The Chariot sahnesi izlermiş gibi oldum...🥺
Eğer benzerliği fark ederseniz diye bilmenizi istedim. İzlemeden günler önce ben yazmıştım zaten💖

╰☆╮

Bu benim asla
anlatmadığım bir hikaye.
Kurtulmak için,
içimden çıkarıp atacağım.

Ölümün rengi nedir? Kırmızı mı? Yoksa siyah mı? Belki de beyazdır. Ölüm korkutucu gibi dursada sonuç olarak huzura kavuşmak demek değil midir? Abertha ölümden korktuğunu düşünmüyordu. Onun korkusu, başkalarını ölüme sürüklemekti.

Sürekli gücünü kullanmasını istiyorlardı. Testler yapmak, ne kadar kontrol altında tutabileceğini öğrenmek istiyorlardı. Bu ilk başlarda kolaydı. Abertha şaşırtıcı şekilde çabuk kavramıştı.

Ama işler sonradan ters gitmişti.

Gücü, içindeki öfkesini ortaya çıkartıyordu. Ve ne kadar öfkelenirse o kadar karanlık bir güç çıkıyordu. Kontrol edemiyor, ve edemediğinde istemediği şeyler yapmak zorunda kalıyordu. Sanki içinden bir başkası çıkıyor ve gücünü kullanarak etrafa zarar veriyordu.

Ölümün kollarına doğru attığı bedenler etrafa saçılmıştı. Tek istediği yalnız kalmaktı. Üstüne gelmelerini istemiyordu. Rahat bırakılmak istiyordu sadece. Ama izin vermiyorlardı.

Yine test için onu odasından almışlardı. Camlı bir odaya konmuş, gücünü kullanmasını istiyorlardı. Abertha bunu yapmamak için yalvarıyordu. Kontrol edemeyeceğini, kötü şeyler olacağını dile getiriyordu. Ama onu dinlemedikleri o kadar belliydi ki...

Mecburen gücünü ortaya çıkarıyor, ve ardından geleceklere engel olamıyordu. Kapının önünde dikilen birkaç HYDRA ajanını anında öldürmüş, onu durdurması için içeriye yollanan diğer ekip ajanları da etrafa fırlatmıştı.

Kalbi deli gibi çarpıyor, adrenalin dolu hissediyordu. Ve bu hisse içten içe bayılıyordu. Öldürdüğü insanların acı çığlıkları, kemiklerinin kırılırken çıkardığı seslerden haz duyuyordu.

HYDRA'dan kaçtığında, önüne çıkan tüm masum insanları da aynı o hazla öldürmüştü. Yalvarışlarını dinlememiş, sadece öldürmenin verdiği o gerçeklik hissin tadını çıkarmıştı.

Tüm acı ve gerçekleri,
bir savaş yarası
gibi giyindim.

Abertha Russell derin nefesler alarak gözlerini açtığında yatağında doğruldu. Nefes alamadığını hissetti. Üstündeki yorganı kaldırarak hızlı adımlarla lavaboya gitti. Boğuluyordu sanki.

Soğuk suyu açıp yüzüne, boynuna ve kollarına tuttu. Suyun yarattığı rahatlama hissiyatı ile kendine geldiğini hissetti.

Uyuyabilmek için içtiği uyku ilacı bile uyanmamasına engel olamamıştı.

Kafasını kaldırıp aynaya baktığında, mavi gözleri yerine siyahlık gördü. Korkuyla titrediğinde geri çekildi. Elleriyle yüzünü kapattı. Kendine sakin olmasını tekrarlayıp durdu. Elleri titrerken yavaşça yüzünden indirdi. Gerginlikle aynaya tekrar baktığında gözlerini normal haliyle gördü. Yine mavilerdi.

Geri geri gidip lavabosunun soğuk beyaz fayanslarına yaslandı. Yavaşça yere oturduğunda dizlerini kendine çekti.

"Lanet olası James Buchanan Barnes." diye kendi kendine mırıldandı.

Geçen akşam konserinde verilen molada, odasında üstünü başını kontrol ederken kapısında Kış Askerini ve Falcon'ı görmeyi elbette beklemiyordu.

Abertha, kapıda onu gördüğünde tüm içi korkuyla dolmuştu. Korkusu elbette Bucky için değildi. Ondan korkmuyordu. Korktuğu şey geçmişiydi. Geçmişi onun için bir mezarlıktı. Tüm her şeyi o mezara gömmüş, üstünü kapatmıştı.

Ama Bucky Barnes ona gelerek yıllardır kapalı olan mezarı açmıştı.

Korkusunu ve endişesini belli etmeden ikisine anlamamazlıktan gelmeyi başarmıştı. Bucky'nin üstelemesine izin vermeden konseri bahane edip odadan kaçarcasına çıkabilmesi büyük şanstı. Onu durduramamıştı.

Ama Abertha, geçmişine dair bir ize rastladığı için tüm o kötü anılar zihnine teker teker geri dolmaya başlamıştı. Bucky ona bir nevi yardım etmişti. Kaçmasına izin verip durdurmamış, belki de hayatını kurtarmıştı. Ama yine de görmeyi isteyeceği son insanlardan biriydi.

Neden gelmişti ki? 15 sene sonra niye karşısına çıkmıştı?

Abertha tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordu. HYDRA'yı ve diğer her şeyi kafasından silip atması yıllarını almıştı. Şimdi ise sadece Bucky'i görmüş ve her şey de onunla birlikte geri dönmüştü. Hemen rüyalarına girmişti bile. Öldürdüğü insanların acı dolu feryat çığlıkları hâlâ kulaklarında yankılanıyordu.

Bucky'nin peşini bırakmayacağından emindi. Bir şey yapmalıydı. Belki de gitmeliydi. Onu bulamayacağı bir yere kaçmalıydı.

Evet, kesinlikle bunu yapmalıydı.

╰☆╮

Zırhım çelikten yapılma,
ben bir savaşçıyım.

"Onun... bir çeşit cadı olduğunu mu düşünüyorsun?"

Bucky inanamaz bir ses tonuyla konuşurken Sam omuz silkti. The Chariot ile ilgili yazan şeyler bunları işaret ediyordu. Başka bir seçenek aklına gelmiyordu. Bucky ise asla böyle bir şeye inanmıyordu.

"Cadı değilse bile... cadıların gücüne falan sahip olabilir." dedi Sam. "Ve anlattığın kadar tehlikeliyse... belki de durdurulması gerekebilir."

Bucky sıkıntıyla oflarken ne yapacağını şaşırmıştı.

"Neden onu gitmesi için bırakmıştın ki?"

"Gözlerindeki korkuyu görmüştüm Sam. Kendinden çok korkuyordu. Gücünü kullanmamak için yalvarmıştı. Bunu yapmak istemiyordu." Sam, Bucky'e baktı. Gözlerindeki acıyı fark edebiliyordu. "Tıpkı benim gibiydi. Ben de yapmak istemiyordum. O an duygularımla hareket edip gitmesi için bıraktım. Ama şimdi ne kadar tehlikeli olduğunu düşünüyorum ve bıraktığım için pişmanlık duyuyorum."

"Ama kendin söylüyorsun Bucky." Sam kelimelerini doğru seçmeye dikkat etti. "Tıpkı benim gibiydi, yapmak istemiyordu diyorsun. Eskisi gibi olmayabilir, düzelmiştir. Tıpkı senin gibi. Zaten yeterince intikam alınmadı mı? Belki isminin çizilmesi yerine sadece yardıma ihtiyacı vardır.''

Bucky, oluşturduğu listedeki herkesin üstünü çizmek için kendini o kadar kasmıştı ki, Sam gibi düşünememişti. Haklı olabilirdi.

''Ama ilk önce tehlikeli olmadığına dair emin olmalıyız, tamam mı?''

Bucky, Sam'in söyledikleriyle sessiz kaldı. Sam'de bu sessizliği evet olarak algılayarak başka bir şey söylemedi.

Abertha gördüğü rüyadan sonra sabaha kadar uyuyamamış, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte konser işleriyle ilgilenen menajerini arayıp bir dahaki ay olacak olan konseri iptal etmesini söylemişti. Kendisinin acilen Fransa'ya uçmak zorunda olduğunu anlatıp bir uçak bileti ayarlamıştı.

En erken uçağı da gece yarısına bulabilmişlerdi. O da akşama kadar eşyalarını toplayıp bavullarını hazırlamıştı.

Hava kararıp uçak saati yaklaşırken çantalarını kapının girişine indirmişti. Etrafta son bir kontrol yapmak için mutfağa girdiğinde, bahçeye açılan kapıda dikilen adamı gördü.

Ben hayatta kalanım ve
her zaman öyleyim,
bunu biliyorsun.

Yerinden sıçrarken kalbi anlık korkuyla çarptı.

"Yolculuk nereye?" diye sordu Bucky, kollarını göğsünde birleştirirken. Sesinde hesap sorarcasına bir ton vardı.

"B-burada ne arıyorsun?"

"Konuşmamız gerek... Dark Horse."

Abertha, bu sefer salağa yatarak kaçamayacağını biliyordu. Bucky Barnes evini bulmuş, içeriye kadar girmiş ve kendinden oldukça emin konuşuyordu.

"Bana öyle seslenme." Abertha yüzünü buruşturdu. Dark Horse lakabından nefret ediyordu. Çünkü o Dark Horse değildi. Öyle anıldığı zamanlar, kendisi gibi davranmıyordu. Bu yüzden asla kabul etmiyordu.

Bucky, kapı girişinden çekilmek için hareket ettiğinde Abertha bundan korktu ve tezgahtaki bıçaklardan birini kaptı.

"Sana zarar vermeyeceğim." Bucky güven verircesine konuşmaya çalıştı ama kadın elinden bıçağı bırakmıyordu.

"Ne zamandır... kendindesin?" diye sordu Abertha.

"Uzun süredir." diye yanıtladı Bucky. "Gerçi Blip'de geçen 5 seneyi de buna katacak olursak."

"Blip'de... toz mu olmuştun?" Abertha'nın diğer sorusuyla birlikte, Bucky kafasını olumlu anlamda salladı. Kadın, elindeki bıçağı yavaşça indirdi. "Neden buradasın, James?"

"Vicdanımı susturmam gerekiyor."

Abertha onun ne demek istediğini anlamayarak kaşlarını çattı.

"Bana anlatman gerek."

"Neyi?"

"Yaşadıklarını."

"Yapamam." Abertha bıçağı aldığı yere geri bıraktı. "Her şeyi geride bırakıp unutmak için çok uğraştım."

"Masum olduğunu bilmeliyim." Bucky ısrarla devam ederken Abertha onun gözlerine dikkatle baktı.

"Masum biri değilim, James." Dürüstçe konuştu. "Sadece bir kurbanım. Aynı senin gibi."

"O zaman anlat." Bucky mutfakta yürüyerek tam onun karşısında durdu. "Bir hata yapmadığımı bileyim."

"Bu neden bu kadar önemli ki?" Abertha sırtını dik tuttu. "Dark Horse değilim artık. Gücümü yıllardır asla kullanmıyorum."

"Evet, bunu gücünle değil de bıçakla kendini korumaya çalıştığında fark ettim." Bucky'nin ufak alay tınısı ile Abertha mutfak masasındaki sandalyelerden birini çekip oturdu. Eğer konuşmazsa peşini bırakmayacağı belliydi.

Bucky'de onun karşısına oturduğunda, Abertha terleyen avuç içlerini pantolonuna sildi.

"Ne bilmek istiyorsun?"

"Her şeyi. Eğer eskiden biliyorsam bile... bazı şeyleri hatırlamıyor olabilirim." dedi Bucky.

Abertha gözlerini yumdu ve hayatının en başını düşündü. Mutlu bir çocukluk bile geçirmemişti. Tüm hayatı felaketlerle doluydu. Tanrı ondan nefret ediyor olmalıydı.

Dudaklarının arasından bir nefes verirken kendini hazır hissetmeye çalıştı. Gerginlikten boynu ağrımaya şimdiden başlamıştı bile.

"Babamı hiç tanımadım. Annemle Fransa'da tanışmışlar. Hamile kaldığında kendi ailesi onu reddetmiş ve babamla Amerika'ya kaçmış. Babam bir kazada ölmüş." Gözlerini aralarken sonunda konuşmaya başlayabilmişti. "Annem de ben 9 yaşındayken hastalanıp öldü. Kimsemiz yoktu. Bir çocuk yurduna yerleştirildim. Bir sene boyunca orada kaldım. Bir gün... birileri geldi." Abertha'nın bakışları masada bir noktaya kenetlenmiş, o günleri anımsıyordu. "Tüm çocukları alıp götürdüler. Hepimiz 18 yaşından küçüktük. Ne olduğunu anlamıyorduk. Bizi... HYDRA'ya götürdüler."

Bucky kollarını masaya yaslarken onu daha dikkatli dinlemek için eğilmişti. Abertha'nın bakışlarında az önceki gibi sertlik ya da ciddilik yoktu. Aslında şu an yüzüne baktığında tam olarak nasıl bir ifade de olduğu anlaşılmıyordu bile.

"Götürüldükten sonra... bir daha çocuklardan hiçbirini göremedim. Bir odaya kapatılmıştım. Çok... çok gerçek bir odaydı. Bir ev gibiydi. Duvarda tablolar, halılar, minik bir mutfağı, yatağım vardı. Dışarıdan... normal sesler gelirdi. Özellikle kuş sesleri. Camlar açık olduğunda içeri rüzgar eserdi. Ama hiçbiri gerçek değildi. Dışarısı diye bir şey yoktu. Kuşlar yoktu. Rüzgar yoktu. Hepsi sahteydi. Kendimce hayaller kurardım. Oranın... gerçek bir oda olduğunu düşünüp dururdum. Kendi kendimi böyle kandırırdım. Bir süre sonra ise... kendimi o kadar fazla kandırdım ki, artık gerçek ve sahteyi ayırt edemez hale gelmiştim."

Bucky, ne kadar güçlü çıkmasını sağlamaya çalışsa da, ara sıra sesi titreyen kadına karşı yutkundu. Kurumuş dudaklarından çıkan her söz mutsuzluk doluydu.

"Tam 6 yıl sadece o odada tıkılı kaldım. Çıkardıklarında... testler yapmaya başladılar. Deneye hazır olduğumu söyleyip duruyorlardı. Engel olmak, bunu yapmamaları için çırpınmak istedim. Ama sürekli ilaçlar veriyorlardı ve... hissiz gibiydim. Hiçbir şey yapamadım. HYDRA'ya girdiğim an zaten onların bir deneği olmuştum. Sadece bunu fark etmem zaman aldı." Abertha sonunda gözlerini oynattığında onu merakla dinleyen Bucky'nin gözlerine baktı.

"Deneyi yaptılar. İstedikleri gibi başarılı oldu. Bana... güç vermişlerdi. Ve bunu kullanmamı istiyorlardı. İlk başta kolaydı. Gücümü keşfedip kavramam hiç zor olmamıştı. Ama öfkem arttı. Kontrol edememeye başladım. Gücüm ortaya çıktığında... ben artık ben değildim. O Dark Horse'du. Engel olamıyordum." Abertha gözlerinin dolmaması için çabalasa bile buna da engel olamamıştı. Mavi gözlerine yaşlar dolmuştu ve ışığın altında parlıyorlardı.

"Dark Horse olarak kaçtığımda insanları öldürüp durdum. Artık gücüm çekildiğinde kendime gelebilmiştim. Kaçmaya devam ettim. Birçok kez yakalanma tehlikesi yaşadım. Bu sırada seninle bir kez dövüşmek zorunda kaldım. Ve sonraki karşılaşmamız da ise... sen beni bıraktın. Böylece ben de her şeyi ardımda bıraktım. Unutmaya çalıştım. İzimi kaybettirdim. HYDRA beni bir daha asla bulamadı. Ama birçok cinayet işlediğim için artık sadece HYDRA'nın radarında değildim. Devlette beni arıyordu. 2016'da... yakalandım. Tehlikeli seri katil olarak bir yere kapatıldım. Direndim ama... engel olamadım. Gücümü kullanarak tekrar kaçabilirdim ama yapamadım. Eğer kullanırsam yine masum insanları öldürürdüm. Birkaç yıl sonra Blip'de... ortalık kaos alanına dönmüştü. Tutulduğum yerdeki tüm gardiyanlar toz olmuştu. Ben de kaçtım. Ama kaçmadan önce... devletteki tüm veri tabanından kendimi sildim. Bir hayalete dönüştüm. Herkes beni unuttu. Yeni bir başlangıç için büyük bir fırsattı. Bir mekanda piyano çalmaya başlamıştım. İnsanlar sevmişti. Birileri tarafından keşfedildim ve küçük konserler vermeye başladım. Ve gitgide büyüdüler."

Abertha farkında olmadan sıktığı yumruklarını fark etti. Tırnakları etine batmış ve canını yakmıştı.

"Ve sonra sen karşıma çıktın. Yıllarca kendime zorla unutturduğum her şeyi bana geri hatırlattırdın." Kadın omuz silkti. ''Umarım artık vicdanın susmuştur Barnes. Çünkü benimki tekrar konuşmaya başladı."

Geri getiremeyeceğim bir parçam var.
O küçük kız çok hızlı büyüdü.
Hepsi bir kez oldu,
bir daha asla aynı olmayacağım.

╰☆╮

Continue Reading

You'll Also Like

63.9K 4.8K 28
İlkin geçmişte yaşanan tatsız durumları bir daha yaşamayacaktı. Gelecek sefer Barış Alper'in yanından dahi geçmeyecekti.
68.7K 5.7K 23
nasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaş...
11.6K 1.5K 28
"Olmuyor, yapamıyorum sensiz. Aklımı karıştırıyorsun."
25.5K 2.8K 14
ve zamanı gelince herkes çabasından vazgeçer.