SİYAH RUHLAR BALESİ +18

By _gamzecelik

82.7K 4.7K 2.6K

| O Benim'deki Arya Tunalı'nın hikayesidir. | Çoğumuz pembe masalların içinde büyütülürdük. Kötü kalpli cadıl... More

TANITIM
SRB | KARAKTERLER
ALINTI 1
1. BÖLÜM| FISILTI
2. BÖLÜM | BALERİNLER DE AĞLAR
Bölüm 3 | BALERİNLER DE YALANCIDIR

BÖLÜM 4| KAVGA

5.5K 409 264
By _gamzecelik

Herkese yeni bir bölümden merhaba. Bu defa arayı biraz açtığımın farkındayım ama biliyorsunuz ki Amenta isimli kitabımın çıkış tarihiyle çakışıyordu ve dikkatimi onun üzerine yoğunlaştırmam gerekiyordu. Ama artık tekrar döndüğüme göre bölümlere devam edebiliriz.

Görüşemediğimiz süre boyunca nasıldınız? Her şey yolunda mı, okul nasıl gidiyor?

Son bölümde Cesur'dan kötü şeyler duyan Arya bakalım neler yapacak? Hazırsanız bölüme geçelim hemen ❤️

Çocukken babamın bana aldığı içi hava dolu bir balonum vardı. Rengi kan kırmızısıydı. Kocamandı ve o büyük balonun gökyüzüyle kavuşmasını engelleyen şey benim tuttuğum ince ipti. Ne garip diye düşünmüştüm o zamanlar. Şu koskoca balonu bu incecik ip tutuyor. Çok kolay diye düşünmüştüm. Elimde balonla yürürken babam bana dönmüş ve bir elime bir de bana bakmıştı. "Balonu çok sevdin. İstersen senin için ben tutabilirim. Hem böylece eve gidene kadar kaybolmaz," demişti. O zamanlar sinirlenmiştim. "Ne yani, basit bir ipi mi tutamayacağım?" demiştim.

Tutamamıştım.

Çok beğenerek aldırdığım kırmızı balonum bir anda parmaklarımın arasından sıyrılmıştı ve ben peşinden gidememiştim. Boyum yetmemişti.

Babamdan yeni bir kırmızı balon istediğimde ise satıcı aynısından kalmadığını söylemişti.

O anki üzüntümü çok iyi anlıyordum. Hüsranla yere çöktüğümde babam da benim gibi yere eğilmiş, yanaklarımı avcunun içine almıştı.

"O ipi sanki hayatınmış gibi tutman gerekiyor Arya. Ben sana aynı balondan bir tane daha bulurum. Hatta yüzlercesini bile bulurum ama bazen kaybettiğimizde elde edemeyeceğimiz şeyler var. Bir şeyin kıymetini her seferinde kaybettiğinde anlayamazsın. Geri döndürülemez şeyler var. Her zaman elindekilerinin değerini bileceksin. Kolay zor, az çok demeden aynı şekilde tutacaksın. Hayatın o ipe bağlı gibi davranırsan her şeyi kontrol edersin."

Sanırım ben hayatımın ipini de avuçlarımın arasından kaçırmıştım.

Hayatım ne yöne savruluyordu bilmiyordum ve bilmediğim bir şeyin de peşinden koşturamıyordum.

Arama yüzüme kapandığında ne yapacağımı bilemeyerek denize bakakaldım. Her zaman beni sakinleştiren mavilik şu an neden bir işe yaramıyordu? Cesur daha önce hiç ayrılık lafı etmemişti. Her ilişkideki gibi kavgalarımız olmuştu tabii ama hiç ayrılığın esamesi okunmamıştı aramızda. Ses tonundaki ciddiyet beni şaşkına uğratırken telefonu kulağımdan çektim ve aynı anda bir başka aramanın geldiğini gördüm. Annemin telefonunu açarken "Arya neredesin kızım?" deyişi yankılandı.

"Provadaydım. Telefonum kapalıydı," diye mırıldandım üzgünce. Ne düşüneceğimi ve ne yapacağımı bilemiyordum. Anneme belli etmem yanlıştı ama şu an toparlanamayacakmışım gibi geliyordu.

"Arya! Bugün Cesurlara davetli olduğumuzu biliyordun. Nasıl unutursun?" diyen annem beni bu hayatta en iyi tanıyanlardan biri olduğunu yine belli etmişti. Telefonum kapalı bahanesine inanmadığını, unutmadığımı söylüyordu. Ve eksikleri olsa da, Karan ile yemeğe gelmem gibi, haklıydı.

Yine de kendimi savunmak adına, "Aklım yerinde değildi. Belgin hoca sabahtan beri kafamda dikiliyor, bir nefes aldırmadı," dedim. Ki bu doğruydu. Sabahtan akşama kadar çalışmıştım.

Annemin derin bir nefes aldığını duydum. Ardından sitem dolu tınıyla konuşmaya devam etti. "Her neyse. Hemen Cesurlara gel. Akşam yemeği için gideceğiz. Ben tüm işlerimi bu davet için ayarlıyorum. Babanı erkenden şirketten çıkartıyorum ve sen unutuyorsun. Ne diyeyim ki kızım ben sana?" Arkadan babamın sesi geldiğinde bu defa daha kısık bir sesle konuştu. "Bir an önce orada ol Arya. Bugün başka bir vukuat istemiyorum. Anladın mı?"

Anneme tam Cesur'un ayrılık kararından bahsedecektim ki bir çift kahverengi gözün benim üzerimde olduğunu fark ederek vazgeçtim. Onun yerine "Tamam," dedikten sonra telefonu kapattım. Meraklı bakışlarıyla benden bir açıklama beklediğinde yanağımın içini ısırdım.

"Bugün Cesur'un ailesiyle bir yemeğe gitmem gerekiyordu ama aklımdan çıkmış. Benim acilen oraya gitmem lazım," dediğimde başını salladı. Yere bıraktığı siyah deri ceketini giydikten sonra çantamdan bir taksi kartı çıkardım. Kartı uzattığımda anlamayarak baktı. "Şuradaki numarayı arayıp iki taksi çağırır mısın? Ben de hesabı ödeyip geliyorum," dediğimde kaşlarını itiraz etmek için çattığında elimi kaldırdım. "Hiç boşuna nefesini tüketme. Seni buraya ben davet ettim. Ayağın alışsın diye hesabı ben ödüyorum," dedim ve hızla içeri girdim.

Hesabı ödeyip dışarı çıktığımda Karan'ı taksilerden birinin önünde bulmuştum. Çok iyi diye geçirdim içimden. Ne kadar hızlı gidersem o kadar iyiydi. Karan'a "Daha sonra görüşürüz," dedikten sonra daha fazla vakit kaybetmeden taksiye bindim ve şoföre Damla'nın Nişantaşı'ndaki butiğinin adresini verdim.

Damla, Yekta amcamın ve Banu teyzemin kızıydı. Aynı yaşta olduğum arkadaşım üniversitede moda tasarımı bölümünü okumuştu. Mezuniyetinde amcam ona güzel bir yerde, cadde üzerinde modaevi açmıştı. Hem annem hem de teyzem çevrelerini Damla'ya yönelttiği için markası şimdiden sıkça tercih edilen bir isimdi.

Sahildeyken elbisem kirlendiği için bu şekilde gidemezdim. Normal planım okuldan sonra eve uğramak ve dünden hazırladığım bir elbiseyi giymekti fakat aniden gelişen şartlar yüzünden artık mümkün değildi. Bu yüzden de şu an beni kurtaracak tek kişi Damla'ydı.

Başımı geriye atıp modaevine ulaşmayı beklerken diğer yandan da Cesur'u düşünüyordum. Aynısını o bana yapsaydı tepki vereceğimi çok iyi biliyordum. Tıpkı ayrılık lafını söylerken ciddi olmadığını bildiğim gibi. Sadece sinirlenmişti ve o yüzden söylemişti. Aklında benden ayrılmak gibi bir şeyin olmadığını çok iyi biliyordum. Hatalıydım ve hatamı da telafi etmek zorundaydım.

Cadde üzerinde taksiden indikten sonra doğruca modaevine girdim. Karşılamadaki kız beni tanıdığı için direkt "Damla hanım en üst katta odasında," dedi. Merdivenle vakit kaybetmek istemediğim için asansöre bindim ve hızla Damla'nın odasına girdim. Üzerinde siyah deri kısa bir elbise vardı. Omuz hizasındaki sarı saçlarını maşalayıp salık bırakmıştı. Ayağındaki bordo topuklu stilettoları sallayıp duruyordu. Ve tamamen önündeki çizim kâğıtlarına odaklanmış haldeydi.

Epey ses çıkarmış olmalıyım ki başını kaldırdığında beni gördü. Gülümserken hızla ayağa kalktı ve yanıma gelip sarıldı. "Hoş geldin bebeğim," derken gergince gülümsedim.

"Damla çok acil yardımına ihtiyacım var. Serra teyzeye akşam yemeğine gitmem gerekiyor. Beni kurtaracak bir kombin yapmalıyız hemen."

Mavi gözlerini devirdi ve elini koluma koydu. "Öncelikle sakin ol. Bu şekilde bana derdini anlatamazsın."

Elimi havaya kaldırıp salladım. "Sakin olacak bir şey yok. Çok geç kaldım ve inan bana şu an her ne kadar dedikodu yapmaya ihtiyacım olsa da zamanım yok. Hemen bana o gösterişli sofranın hakkını verecek bir kombin yapmalısın," dedim. Elinden tutup daha günlük ama şık kıyafetlerin yer aldığını bildiğim bir alt kata doğru çekiştirdiğimde kaşlarını çattı.

"Arya yemin ederim çığlık atacağım şimdi. Hayatım, bebeğim biraz sakin ol. Nasıl bir yemek olduğunu anlat bana. Nerede yiyeceksiniz, evde mi? Kimler olacak?"

"Tüm aile orada olacağız ve evet, Serra teyze bizi ultra lüks yalısına davet etti. Şık olmam gerekiyor. Ha birde çok göze batmasam iyi olur," diye mırıldandım. "Buradayım ama aynı zamanda görünmezim diyen bir kıyafetin varsa çıkarmanın tam zamanı," dedim.

Damla büyük bir kahkaha atarken kırmızı rujlu dudağını dişledi. Bugün her zamankinden ağır makyaj yaptığını fark ettiğimde kaşlarımı çattım ama bir şey demedim. Daha önemli işlerim vardı.

Bir alt kata indiğimizde Damla doğruca siyah, uzun kollu ama kısa bir elbise çıkardı. Saten kumaşlı elbisenin yaka dekoltesinden itibaren ufak düğmeleri vardı. Kolları balon biçimindeydi ve tam olarak kalçamın hemen altında bitiyordu. Elbiseyi askısıyla beraber elime tutuşturdu. Ardından 37 numara olan bir çift bordo stilettoyu da verdi. Siyah saten bir çanta ve yine siyah uzun bir palto hazırladığında yanağına büyük bir öpücük bırakarak soyunma kabinine girdim.

"Yemeği unuttum derken neyi kast ettin?" diye sorduğunda bir yandan üzerimdekileri çıkarıyor, diğer yandan da Damla'ya cevap veriyordum.

"Sana dün telefonda anlattığım adam vardı ya. Tanay'ın aldığı baterist. Meğer bizim gösterideki canlı grup için de başvurmuş. Son seçme için akademiye geldi. Çıkışta da birlikte yemek yemeye, benim mantıcıya gittik. Ama bu sırada telefonumu kapalı unutmuşum. Cesur da bana ulaşamayınca haklı olarak çıldırmış. Görmen lazımdı Damla. O kadar sinirliydi ki..." dedim elbiseyi giydikten sonra. Ayakkabıları da giydikten sonra kabinden çıktım ve aynadan kendime baktım. Siyah elbise üzerime tam olmuştu ve gerçekten de çok zarif görünüyordu.

Damla yanıma gelip elbiseyi düzeltirken "Oldu bence," dedi. "Seni çok güzel kurtarır. Odama çıkalım da şu saçını ve tipini düzeltelim biraz. Sen de anlatmaya devam et."

"Ve senden iki tane güzel şal istiyorum. Hem Serra teyzeye hem de Cesur'un ablasına vereyim. Annem zaten Londra'dan getirdiğim hediyeleri götürüyordur ama bugünü telafi etmek için biraz rüşvet iyi olur."

"Tamam hallederim ben," dedikten sonra yeniden üst kata odasına çıktık. Damla saçlarımı düzleştirirken ben de makyaj yapıyordum. Bir yandan da olanları anlatıyordum.

"Cesur o sinirle ayrıldığımızı söyledi," dediğimde Damla'nın gözleri fal taşı gibi açıldı. Şokla bana bakarken "Cesur mu dedi bunu?" diye sordu. O da benim gibi inanamıyordu.

Dudağımı ısırdım. "Evet. Şaşırtıcı değil mi?"

Bir süre sessizlik olunca "Asıl şaşırtıcı olan ayrıldık demesine rağmen senin o eve gitmek için hazırlanman ve seni sevmeyen kayınvaliden ve görümcen için hediye alman," dedi. Yüzündeki inanamazlığın davranışlarımdan kaynaklandığına emindim.

"Cesur'un böyle bir şeyi içten söylemediğini çok iyi biliyorsun değil mi? Ayrılmayı gerçekten düşünüyor olsaydı çoktan farklı yollarla evine gitmiş olurdum. Ayrıca o hediyeleri de Cesur'a verirdim ama farklı şekillerle," diyerek ima ettiğim şeyle çirkinleştiğimde Damla sırıttı.

"Söylediklerinde ciddi değilse de bunu yapabilirsin."

Homurdanarak "Ara sıra Cesur'u sevmeye ne dersin?" diye sordum. Babamın, Sarp'ın ve Damla'nın ona neden bu şekilde yaklaştığını asla anlamıyordum. Babama bir yere kadar hak verebilirdim ama diğer ikisi? İşte bunu bir türlü anlayamıyordum.

"Kusura bakma tatlım ama Cesur benim hayatımda sadece senin sevgilin olduğu için var. Tek başına Cesur Aksel sıfatıyla hayatımda yer alacak tipte bir insan değil. Ayrıca hazır bir ayrılık lafı geçmişken ayrılmayı düşünebilirsin biliyorsun değil mi? Eğer bu kadar mantıklı bir insan olmasaydın sen de sinirlenirdin ve ayrılırdınız. Ama sen şu an alttan alarak Cesur'a hak veriyorsun." İrkilerek yüzünü ekşitti. "Bundan hoşlanmadım."

Konuyu geçiştirmek için elimi salladım. Zaten gergindim ve üzerine biraz daha sıkıntı eklemeye niyetim yoktu. "Onu bırak da sabah başıma neler geldiğini dinle. İlayda yine rahat durmadı. Sahte hesaptan beni takip etmiş ve Londra'ya gittiğimi Belgin hocaya yetiştirmiş. Babamı araya sokmasam az daha gösteri elimden gidiyordu."

"Bu kızın derdi ne gerçekten anlayamıyorum. Hayır, bazen rezil olmaktan keyif mi alıyor diye düşünmeden edemiyorum."

"Başka açıklaması yok ki," dedim allığı yanağıma yaydırırken.

Damla, "Rezillik arsızı," diyerek hayatındaki en güzel tespiti yapmıştı.

Hazır olduğuma kanaat getirdikten sonra ayağa kalktım. "Her şey için teşekkür ederim. Yarın gösteri elbisemin provası için erkenden geleceğim," dedim ve arkadaşımın yanağından öptüm.

Damla samimi bir tavırla gülümsedikten sonra "Bekliyorum. Ve unutmadan... Serra hanım için iyi şanslar," dedi.

"Sağ ol."

Modaevinden çıktığım gibi yeniden bir taksiye bindim ve Cesur'un ev adresini verdim. Aynı zamanda ona mesaj attım ve geleceğimi, ulaştığımda beni karşılamasını söyledim. Bu bize konuşmak için gerekli vakti vermezdi belki ama en azından Serra teyzenin oklarını üzerimden çekerdi.

Müstakbel kayınvalidemin bana kasıtlı bir nefreti yoktu. Sadece biricik oğluna çok düşkündü ve benim de onu oğlundan ayıracağımı düşünüyordu. Onun için gelini mükemmel olmalıydı. Oturmasını kalkmasını bilmeli, sıkça gittiği derneklerde yanında boy göstermeli ve tabii sözünden de çıkmamalıydı. Ama şimdiden üzgünüm Serra teyze. Ben o tarz bir gelin olmayacağım, diye geçirdim içimden. Aslında o da bunu çok iyi biliyordu ve bana olan tüm garezi de bu yüzdendi. Yoksa uzun zamandır aile dostumuz olmasından dolayı beni severdi.

Cesur'un evinin geniş bahçesine girdiğimde taksi ücretini ödeyip aşağıya indim. Kapının önünde beni bekleyen Cesur'un yanına ulaştığımda başımı dikleştirdim. "Sen her ne kadar ayrıldığımızı söylesen de böyle bir günde ortalığı karıştırmaya gerek duymuyorum. O yüzden şu yemeği atlattıktan sonra ayrılık kararını gözden geçiririz." Yanından geçip gidecekken durdum ve omzumun üzerinden baktım. "Gerçi gözden geçirilecek bir durum yok. Ayrıldık. Birkaç gün içinde ailelere durumu açıklarız. Ve tabii arkadaşlarımıza da."

Cesur pişmanlıkla dudağını dişledi. Ela gözlerinde pişmanlık kıpırtıları oluşurken tek kaşımı kaldırdım ve içeri girdim. Ayrılmadığımızı düşündüğüm için buraya gelmiş olabilirdim ama Cesur'a bunu belli etmeye hiç niyetim yoktu. Bana bağırmasının ve tabii ki ayrılmayı düşünmenin cezası olacaktı. O da kendi payına düşeni kabullenip oturacaktı.

Paltomu asarken oyalanarak, içeri girmek için Cesur'u bekledim. Yanıma geldiğinde hediyeleri de aldım ve birlikte içeri geçtik. Abim Uras hariç ailenin tüm üyeleri buradaydı. Anlaşılan o ki, evin büyük ve başı buyruk çocuğu aile yemeğinden kaçmak için kendine geçerli bir bahane bulmuştu. Keşke o bahaneyi ben de bulabilseydim...

"Merhabalar," diye gülümseyerek içeriye girdiğimde Serra Hanım'ın mavi gözleri kısıldı ve baştan aşağı beni süzdü.

Kinayeyle "Hoş geldin," dediğinde dudağımı ısırdım.

"Hoş bulduk Serra Hanım." Sarılmak için hareketlendiğimde aniden elini önüme uzatmasıyla anlık bir duraksama yaşadım fakat bozuntuya vermedim. Elini öptükten sonra "Nasılsınız?" dediğimde kuru kuru "İyiyim," cevabını verdi.

Gülümsemekle yetindikten sonra Ercüment Bey ve Cesur'un ablası Ender'le selamlaştım. Ender, bizden dört yaş büyüktü. Simsiyah saçları ve annesinin tıpa tıp aynısı olan mavi gözleri vardı. Gözleri gibi huyları da birbirine çok benziyordu.

Yemek masasına geçtiğimizde servisler yapılırken Serra Hanım bana bir bakış attı. "Kusura bakma Rüyacığım. Ben sizi beş çayında ağırlamak istediğim için akşam yemeğine biraz hazırlıksız yakalandım. O yüzden sofranın kusuruna bakmayın lütfen. Son anda emrivaki yapıldı."

Yerimde gergince kıpırdandım. Annem bana bir bakış attıktan sonra yeniden Serra Hanım'a döndü. "Ne kusuru hayatım. Olur mu öyle şey? Her şey enfes görünüyor," dedi kibarca.

"Arya eğer unutmasaydı çok daha enfes şeyleri tadacaktınız ama..." derken Cesur aniden lafa atladı.

"Anneciğim bu ertelenmenin Arya'yla hiçbir ilgisi yok. Sana dedim ya provalar uzun sürdü. Bu yüzden yetişemeyecektim," dedi gözlerini çaktırmadan belerterek. Annesini her ne kadar durdurmak istese de ne Serra teyzenin ne de ablası Ender'in duracağı yoktu. Bu yüzden Ender de söze atıldı.

"Ablacığım sen hiçbir yere geç kalmazsın. Çok iyi tanıyorum seni."

"Hiç öyle deme abla. Kaç kez Arya'yı ağaç ettim."

"Sevgilin değil mi, tabii ki bekleyecek."

Cesur ablasına cevap vermeyip Sarp'a okulla alakalı bir şeyler sorduğunda konu dağılmış, herkes bir nebze olsun normale dönmüştü. Yemeğin geri kalanı sakin geçmişti. Sonrasında da bir kahve içmiştik. Gitme vakti geldiğinde herkesle vedalaşıp dışarı çıktık.

Anneme, "Siz önden gidin. Ben geleceğim," dedim.

Babam bana tersçe baksa da annemin iteklemesiyle arabaya binip uzaklaştığında Cesur'a döndüm.

Tek kaşımı kaldırıp söze girmesini beklerken o beni şaşırtarak "Nasıl bu kadar sorumsuz davranabilirsin Arya?" dedi. Alttan alacağını düşünmüştüm ama görünen o ki tam tersi gibi davranmaya devam edecekti.

"Kendi adıma özür diliyorum. Haklısın böyle bir günde telefonumu kapatmam yanlıştı ama bilmediğin şeyler var. Sabahtan beri nelerle uğraştığımı bilmeden üzerime geliyorsun. Geç kaldığım için üzgünüm ama bana bu kadar yüklenmen doğru değil."

Cesur ifadesizce "Nelerle uğraşıyorsun? Belgin hocanın bitmek bilmeyen kaprisleriyle mi?" diye sordu. Dikkatlice bana bakarken sessiz kalışımla elini salladı. "Evet seni dinliyorum."

"Sabah beni baş balerinlikten aldı," dediğimde Cesur'un kaşları çatıldı. Yüzüne şaşkınlık yerleşirken "Ne diyorsun sen?" dedi.

"İlayda sahte hesaptan beni takip ediyormuş. Londra'daki fotoğraflarımı Belgin hocaya göstermiş. O da yalan söylediğim için beni cezalandırmak istedi ve bana gösteride basit bir rol verdi. Yerime de İlayda'yı getirdiğini söyledi. Ne dersem diyeyim ikna olmadı. Bu yüzden babamı araya katmak zorunda kaldım. Belgin hoca mecburen fikrinden caydı ama tüm gün canımı çıkardı. Nefes bile almadan tüm gün çalıştırdı. Bu esnada da davet aklımdan çıktı. Özür dilerim," dediğimde Cesur başını öne eğerek ensesini kaşıdı. Söyledikleri yüzünden pişman olmuş gibiydi.

"Ben bilmiyordum. Bu kadar şeyle uğraştığını bilseydim inan bana üzerine gelmezdim." Ellerime uzandı ve elimi büyük avuçlarının arasına alıp okşadı. Dudaklarını şakağıma bastırıp öperken "Senden ayrılmayı tek bir an bile düşünmedim. O kelime tamamen sinirlendiğim için çıktı dudaklarımdan."

Kendimi dokunuşlarına bırakıp yelkenleri suya indirmeden önce söylemek istediğim bir şey daha vardı. Her ne kadar eve girmeden önce Cesur'a çektireceğim desem de sevdiklerime karşı hep böyleydim işte. Hayatımdaki insanlara asla kızgın kalamazdım. Haksızlığa uğrasam dahi kindarlık yapamazdım. Tek bir özürle her şeyi koyverirdim. Her ne kadar dışarıdan salak gibi görünsem de affetmenin bana verilen büyük bir hediye olduğuna inanıyordum.

Gururlu bir insandım ama sevdiklerime karşı değil. Hiçbir zaman gururumun sevgimin önüne geçmesine izin vermezdim. Her defasında gururumu delik deşik eder, sonra da gardımı indirerek teslim olurdum. Kimi insanlar kendi kendinin katiliydi. Ben ise affedişlerimin esiriydim.

"Bir de... Provadan sonra Belgin hoca gösteride çıkacak canlı grubun seçmelerinde benim de olmamı istedi. Karan sizden başka bir grupla daha çalışıyormuş sanırım. Gösteri gecesi onlar çalacak. Seçmeden sonra yemeğe gidecektim ve Karan da bana eşlik etti," dedim yalan söylemek istemediğim için. Bugüne dek Cesur'dan hiçbir şey saklamamıştım ve şu an da saklayamazdım. Yalan söylemek hayatımda yer almazdı.

"Anlayamadım..." dedi duraksarken. "Sen hem annemin davetini unuttum hem de dün tanıştığın bir adamla yemeğe mi gittin?" Ellerimi bırakıp geri çekildiğinde kendimi savunmak için dudaklarımı araladım. Fakat Cesur başını iki yana sallayarak mani oldu.

"Sana gerçekten inanamıyorum Arya. Karan'ı tanımıyoruz. Hiç tanımadığımız bir adama nasıl güvenip yemeğe gidiyorsun? Hem de bana haber vermeden?"

"Cesur..." diyerek ona uzanmaya çalıştığımda arkasını döndü ve "Birkaç gün görüşmesek iyi olacak," dedi. Ardından içeri girdiğinde peşinden bakakalmıştım.

Birkaç dakika orada dikildikten sonra güvenliğe bir taksi çağırmasını söylemiştim. Taksi geldiğinde evin adresini vermek yerine abim Uras'ın adresini verdim ve ona geleceğimi belirten bir mesaj attım. Şu an eve gitsem annemin laf edeceğini çok iyi biliyordum. Bu yüzden en azından bu geceyi abimde geçirebilirdim.

Uzun bir yolculuktan sonra abimin Kadıköy'deki dairesine geldiğimde taksiden indim. Abim birkaç sene önce bizim yanımızdan taşınıp bir apartman dairesine yerleşmişti. Her ne kadar annem başta ondan ayrılmak istemeyip yanında tutmak için bahaneler üretse de sonunda o da ikna olmuştu. Abimin zamanında kendi kaçışını bulduğu ev şimdi benim kaçış noktam olmuştu.

Zili çaldığımda çok geçmeden kapı açıldı ve abim göründü. "Gel güzelim," deyip beni içeri çektiğinde bez bebek gibi davranmasına izin verdim. Ev 4+1 daireydi. Bir yatak odası, çizimlerini ve mücevherlerini yapabilmesi için çalışma odası vardı.

Doğruca salona geçip koltuğa oturduğumda abim de karşımdaki yerini aldı. Endişeyle "Neyin var Arya?" diye sordu. Ona böyle çat kapı gelmelerime alışık değildi. Bu yüzden şaşırmıştı.

Kollarımı göğsümde birleştirip omuzlarımı silktim. "Cesur ile kavga ettim."

Abim dilini dudağında gezdirdi. Başını sallarken "Bu çok şaşırtıcı değil bence. Her sevgili zaman zaman tartışır, anlaşmazlık yaşar ve kavga eder. Bu normal bir durum," dedi.

Her ne kadar sakin kalmak için çabalasam da sürekli aklımda dönüp dolaşan laflar öfkemi taze tutuyordu. "Evet, ama her sevgili kavgada ayrılalım lafı duymuyor ya da sorumsuzsun sen diye üstüne gelinmiyor."

Kaşlarını çatan abim anlattıklarımı aklında birleştiremiyor gibiydi. "Bana düzgünce anlatır mısın şu olayı," dediğinde tüm gün yaşananları birer birer anlattım. Anlatırken bir yandan da ağlamamı engelleyememiştim. Her seferinde aynı şey başıma geliyordu. Ne zaman sinirlensem kendimi tutamayarak ağlamaya başlıyordum.

Abim stresle soludu. Mavi gözleri kızgın bakıyordu. "Ağlamayı bırakmazsan o Cesur'u gidip döveceğim."

Omuz silktim. "Döv bana ne? Hak etti."

Abim ayağa kalktı ve ada mutfaktaki tezgahtan bir peçete aldı. Yeniden yanıma otururken peçeteyi de elime tutuşturdu. "Tamam, bir gün dövmeyi aklıma kazıyorum ama kendine gel. Böyle bir kavga için kendini üzmeye değmez."

Peçeteyi alıp yüzümü sildim. Ancak yaşlara her saniye bir yenisi ekleniyordu. "Üzüldüğüm için değil, sinirlendiğim için ağlıyorum. Bazen Cesur'un abartılı kıskançlıklarıyla başa çıkamıyorum."

"Bu olaya kıskançlık gözüyle bakmamaya ne dersin?"

"Nereden bakacağım, pardon? Basbayağı Karan ile yemeğe gitmemi kıskandı."

Abim yanlış düşünüyorsun dercesine başını salladı. Aramızdaki yaş farkından ötürü bana hep koruyucu ve kollayıcı yaklaşmıştı. Şimdi de aynısını yapıyordu. "Hayır. Sadece yemeğe gitmen kavganın tuzu biberi oldu. Her zaman senin yanındayım ama bu demek değil ki her şeyde haklısın diyeceğim. Ben senin abinim ve Cesur hakkındaki düşüncemi de biliyorsun. Kötü biri değil. Sana iyi geliyor ve sorumsuzluk kısmında söylediklerinde haklı. Cesur'un annesi zaten zor kadın. Sürekli gözü üzerinde ve anlattığın kadarıyla tüm gece de üzerine gelmiş. Cesur'un annesinin karşısında seni nasıl savunacağını bilememesi normal. Provalar yüzünden daveti unutmanı hoş karşılayabilirim ama hiç tanımadığın biriyle yemeğe gitmen... Bunu ben de hoş karşılamıyorum. Daha dün hayatına giren bir adamla yalnız kalman ne kadar güvenli sence?"

Gözlerimi devirdim. "Ben kendimi koruyabilirim," dediğimde kaşlarını kaldırdı.

"Ya koruyamazsan ne olacak Arya? Huyunu suyunu bilmediğimiz bir adam karşısında ne kadar şansın var sence? Yaşadığımız dünyanın sadece iyi yönleriyle karşılaştın bugüne kadar. Annem ve babam, hatta ben de, seni altın bir kafesin içinde her şeyden korumaya çalıştık. Bugüne dek iyiliklerle karşılaşmış olman kötülükleri hayatımızdan silmiyor. Dikkatli olup, kendini korumak zorundasın."

"Abi," dedim gözlerimi belerterek.

"Hiç bana öyle bakma küçük hanım. Kendi ayaklarının üzerinde duracaksın ve kötülüklerin farkında olarak yaşayacaksın. Her şeyi tozpembe gördüğün sürece arkandan gelen karanlık seni içine çeker. Dikkat et."

"Peki abiciğim."

"Adam ol böyle. Lafımı dinle tamam mı abisi?" dediğinde onu ciddiye almak yerine gözlerimi salonda gezdirdim. Ve köşedeki çam ağacını gördüm.

"Bu ağaç neden hala burada? Yılbaşı geçeli neredeyse iki ay oldu."

"Bilmem. Kaldırmaya pek vaktim olmadı aslında."

"Üşendin desek daha doğru olabilir," dediğimde dudağını büzüp başını salladı. Güldükten sonra ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkardım ve ayağa kalktım. "Ben üzerimi değiştireyim, sonra kaldırırız. Sen de bu arada bize yiyecek bir şeyler söylesen çok güzel olur."

"Dışarıdan söylemek mi? Burada benim gibi harika bir aşçı varken gerçekten dışarıdan yemek mi söyleyeceğiz?" Ayağa kalkıp ellerini ovuşturdu. "Şimdi sana harika bir..." duraksadı ve "Makarna yapacağım," dedi.

"Ve evet... Meşhur aşçı Uras şef sahalarda," diyerek dalga geçtim ve abimin benim için ayırdığı odaya geçtim. Bu oda sadece bana özeldi. Evine sıkça kalmaya geldiğim için kendime ait bir odam olmasını istemiştim. Ufak dolabımdan rahat şeyler seçtim ve ıvır zıvır dolabından bir koli alıp yeniden salona geçtim. Bu sırada abim de hala yemekle uğraşıyordu.

"Umarım salçalı yapmıyorsundur ," dedim gözlerimi kısarak.

"Hayır. Kremalı, mantarlı yapıyorum. Sen seversin."

"Hem de ne sevmek. Bayılırım!"

Ağacın üzerindeki kırmızı süsleri bir bir çıkarırken abim "Çocukken süsleme yaptığımız zamanları hatırlıyor musun?" diye sordu.

"Hatırlamaz olur muyum hiç?" dediğimde bir anının zihnimde canlanmasıyla gülümsedim.

"Arya kalk hadi."

Uras sinirle kız kardeşin uyandırmaya çalışırken bitmek bilmeyen sabrının sonlarına gelmiş gibiydi. Bu kaçıncı seslenmesiydi ama küçük kız uyanmıyordu.

"Kalksana kızım ya. Söz verdin erkenden yapacağız diye."

"Ihhh. Git başımdayn."

Arya mırıltılar eşliğinde arkasını dönüp yastığa sarıldı ve uykusuna kaldığı yerden devam etmeyi amaçladı ancak Uras buna izin vermeyecek gibiydi.

"Uyan dedim artık."

"Hayıyy. Uyanmayacağım."

"Ağaç süsleyeceğiz Arya."

Arya ağaç lafını duyduğu an sıkı sıkıya yumduğu gözlerini araladı ve yorgandan kurtulmak için büyük bir uğraş sergiledi. Annesi ve babası uyanmadan ağaç süsleyeceğiz diye konuşmuşlardı ancak uykusu daha tatlı gelmişti.

"Unuttum ben onu. Koşş!"

Minik ayaklarını yere bastığı an koşmak için hareketlendi ancak abisi yerinden oynamamıştı.

"Koşsana oğlum. Uyanacaklar şimdi."

"Şimdi de ben gelmiyorum. İlk çağırdığımda kalksaydın."

Arya dudaklarını büzdü. Belli ki abisini kızdırmıştı. Paytak adımlarla onun yanına koştu ve elini kıvırcık kumral saçlarının içine geçirdi. "Abicim özüy dileyim. Hadi gidelim, ne oluysun."

Uras bu sevimli cadının tatlı bakışlarına daha fazla kayıtsız kalamazdı.

"Tamam gidelim madem."

Eğilip küçük kızı kucağına aldı ve evin içinde iki hayalet gibi dolaşıp salondaki süslenmeyen ağacın yanına geldiler.

"Hangi renk yapacağız?" diye soran Uras kız kardeşine gülümseyerek bakıyordu. Bu tatlılık abidesi her an muhteşemdi. Henüz 3.5 yaşındaydı ancak şimdiden Uras'ın abilik damarlarını kaynatıyordu.

"Kiymizi tabi ki."

Uras başını iki yana salladı. "Şaşırdık mı? Hayır. Topları alalım ve asalım tamam mı?"

"Tamam."

Arya Uras'ın kucağından yere atladı ve koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı. Ellerini çenesinin altına koydu, "Yap hadi," dedi.

"Tek başıma mı yapacağım ben?"

"Kötü olursa suçu sana atıcam. O yüzden, evet. Sen yapacaksın."

Bilmiş hali karşısında Uras derince iç çekti ve "Cadı," diye fısıldadı.

"Hadi abi, annemler uyanacak."

Uras kendince ağacı süslemeyi bitirdiğinde Arya'yı camın önünde hayran bakışlarla dışarıyı seyrederken buldu.

"Ne yapıyorsun güzelim?"

"Bak, kar yağıyor." Arya heyecanla ona dönüp gördüğü güzelliği ona anlatma çabasına girişti. "Çok güzeller."

"Evet, öyle. Yukarı çıkıp annemleri uyandıralım."

Arya camdan çıktı ve abisinin dediği gibi merdivenlere yöneldi. "Tamam."

"Şimdi de en az küçüklüğündeki kadar cadısın."

"Hiç de bile," dediğimde abim tek kaşını kaldırarak imayla baktı. Pekala, olabilirdim ama bunu onun bilmesine gerek yoktu bence.

Kısa süre içinde abim yemeği hazırlarken ben de ağacı kaldırmıştım. Salona yeniden döndüğümde koltuğun kenarına düşen şalı gördüğümde merakla eğilip elime aldım. Haki yeşili, siyah karışımı şal oldukça güzel görünüyordu. Parmağımın ucuna takıp havaya kaldırdım ve "Bu kimin?" diye sordum.

Abimin gözlerinden ufak bir şaşkınlık geçerken "Bilmem. Arkadaşlarımdan birinindir sanırım," dedi.

"Emin misin," diyerek üstüne gittiğimde şalı elimden aldı ve gözüme dik dik baktı.

"Evet."

Olayı daha fazla kurcalayıp bir sonuca ulaşmak istesem de ciddiyeti beni durdurdu. Bu yüzden omuz silkmekle yetindim. "Öyle olsun."

***

Sabah uyandığımda öylesine yorgun hissediyordum ki dersleri ekme pahasına yeniden uyumayı tercih etmiştim. Son dönemim olduğu için hocalar rahat davranıyorlardı. Devam mecburiyetim olmadığı için rahattım. Leyla'ya bugünkü derslere gelmeyeceğimi belirten bir mesaj atmış, sonraysa uyumaya devam etmiştim. Öğlene doğru yeniden kalktığımda gerindim ve telefonumu alıp mesajlarımı kontrol ettim.

Yılan Akademisi

Emre: Günaydın güzel grubumun sinsi yılanları

Leyla: Birileri yine tavandaki aynaya bakarak uyanmış sanırım

Emre: Ah yoksa... Gece yanıma gelen kızıl sen miydin?

Leyla: Pis sapık! Benimle ilgili iğrenç düşüncelerini kendine sakla

Emre: Seve seve kızıl afetim benim

Tanay: N'oluyo kardeşim ne bu tantana?

Leyla: Ben kampüsteyim. Okulda olan var mı?

Ecrin: Bennn... Banklarda oturuyorum.

Leyla: Seni daha kolay bulmam için bana bir ipucu ver bebeğim. Üstünde ne var?

Emre: Tanay?

Ecrin: Pisliksin Emre.

Leyla: Öğk!

Tanay: Kişi kendinden bilir işi. Eh bir de pozisyon bilgisinin sadece üstte olmakla sınırlı kaldığını düşünürsek kızmayın çocuğa

Cesur: HASVHJBAKX

Leyla: Ahahahahhahaha

Ecrin: Sevgilim vurdu ve gol oldu

Cesur: Dokuz ay sonra yanımıza gelirsin Emre

Emre: Espri seviyen yerlerde yine hayatım. Arya, bebeğim! Ne zaman şu çocuğu bırakıp kollarıma koşacaksın?

Emre'nin bana laf atmasıyla birlikte gülerek mesajı yanıtladım.

Arya: Tanay'ın soktuğu lafın altından kalktığın gün

Tanay: Çıkmaz ayın son çarşambası yani...

Leyla: Çıkmaz demişken bugün de gidecek miyiz Mahşer'e?

Arya: Benim işlerim var. Gelemem sanırım. Bensiz takılın.

Leyla: Okula da gelmedin zaten? Bir sorun mu var?

Arya: Hayır. Damla'ya elbise provasına gideceğim. Sonrasında da birkaç işim var onları halledeceğim.

Telefonu komodinin üzerine bıraktıktan sonra yataktan çıktım ve hızlıca hazırlanmaya başladım. Hafta sonu Cesur'un doğum günü vardı. Serra teyzenin şimdiden hummalı bir hazırlığa giriştiğini çok iyi biliyordum. Ve henüz hediyemi seçmemiştim. Damla'nın yanından çıktıktan sonra Cesur'a hediye bakmaya gidecektim. Uzun sürecek mağaza gezme deneyimi yaşayacağım için üzerime rahat şeyler giymeye karar verdim. Havuç kesim krem renkli bir pantolon, siyah boğazlı crop ve dünkü siyah kabanda karar kıldım. Saçlarımı ensemde topladıktan sonra ayağıma siyah spor ayakkabılarımı da geçirdim. Takılarımı da taktıktan sonra odadan çıktım.

Abim erkenden işe gittiği için ev boştu. Daha fazla oyalanmadan evden ayrıldım ve taksiyle Damla'nın butiğine geçtim. Cadde üzerindeki simitçiden yiyecek bir şeyler aldım ve içeri geçtim. Çalışanlara selam verdikten sonra orta katta bir müşteriyle ilgilendiğini öğrendiğim Damla'nın yanına çıktım.

Prova salonuna girdiğimde Damla'nın müşterisine bakarak "Merhaba," dedim.

Siyah saçlı, orta yaşlı kadın da gülümseyerek "Merhaba," dediğinde Damla'yı öptüm.

"Hoş geldin," dediğinde "Hoş buldum," diye karşılık verdim.

"Beni bu davete çok güzel hazırlamalısın Damlacığım."

"Tabii Ayten Hanım. Hiç merak etmeyin. Çok önemli bir davet sanırım sizin için."

Kadın siyah saçlarını eliyle toplayıp kalın askılı elbiseyi inceledi. "Her davet önemlidir ama bu davetin ayrı bir önemi var benim için."

"Öyle mi? Nedir?"

"Kocamın metresi düzenliyor. Kadın gelmeyeceğimi düşünerek davet etti. Benim ortamımda rahatça fink atabileceğini sanıyor ama yok öyle bir dünya! Böylelerin pabuç bırakmayacaksın şekerim. Sevgiline de kocana da sahip çıkacaksın. Aman Damlacığım çok dikkatli ol. Erkek milleti bu. Neyi nerede nasıl yapar asla bilemeyiz."

Damla ile müşterisinin sohbetlerini dinlemeyi bırakıp arkadaşıma göz kırptım ve geniş odadaki koltuğa geçip oturdum. Simit poşetini açarken çalışanlardan kahve istedim. Damla işini halledene dek özensiz kahvaltımı etmiştim ve aynı zamanda sosyal medya hesaplarımı kontrol etmiştim. Arkadaşlarımın storylerini sırayla izlerken vakit geçirmiştim. Kadının gidişiyle Damla bana döndü ve "Ee nasıl geçti gecen?" diye sordu.

"Tahmin ettiğinden çok daha kötü ama şu an bunları konuşup sinirimi bozamayacağım. Direkt provaya başlasak nasıl olur?"

"Tamam sen nasıl istersen. Çizim burada," deyip bir kâğıdı uzattığında elime aldım ve inceledim.

Tütü elbisesinin geniş bir göğüs dekoltesi vardı. İnce askısından kollarıma dökülen taşları ve göğüs kısmında yine taşlı işlemeleri vardı.

"Ne diyorsun?" diye soran Damla'ya ışıl ışıl gözlerle baktığımda cevabını aldı. Gururla gülümserken "Ölçülerin vardı bende. Ona göre bir astar oluşturdum. Ama istersen önce kumaş ve diğer detayları halledelim," dedi.

"Olur," deyip ayağa kalktığımda önüme geçti ve modaevinin kumaşlarının bulunduğu odaya girdik. Kırmızı kumaşların olduğu reyona ilerlerken "İstediğin gibi kırmızı üzerinden gideceğiz ama son sahnedeki o karmaşık halini yansıtması için siyah da ekleyelim diyorum. Üstü siyah, altı kırmızı. Böylece kuğunun sondaki karanlığa bulaşmasını daha iyi yansıtırız. Kalbinin tam üzerine siyah bir broş güzel gider dedim." Damla bir yandan siyah kumaş çıkarıp, diğer yandan da kırmızının tonlarından önüme koyarken "Hangisi olsun?" diye sordu.

"Bu nasıl?" deyip açık kırmızı olanı gösterdiğimde dudağını büzdü.

"Çok açık. Geçişi sert olur."

"Bordo?"

"Çok koyu. Kırmızı kendini belli etmez."

"O halde kan kırmızısı?" dediğimde gülümsedi.

"İşte benim kızım," dedikten sonra kumaşları eline aldı ve yandaki tezgaha geçti.

Bu tezgahın üstü camdı ve içinde bir sürü taş mevcuttu. "İşlemeler için yedi farklı taş seçmemiz gerekiyor. Gümüş, siyah ve kırmızı olacak. Üst kısımlarda daha büyük kırmızı taşlar kullanacağım. Alttaysa siyah ve arada renk olsun diye de gümüş rengi. İstersen bunu altın sarısına da çevirebilirim?"

"Hayır, gümüş iyi. Altın rengini sevmiyorum."

"Tamam öyleyse," deyip tezgahın cam kısmını kaldırdı ve farklı boyutlardaki taşları kumaşın üzerine koyarak seçmeye başladı.

"Maske takacak mısın? Birkaç Kuğu Gölü balesinde maske takıldığını görmüştüm."

"Hayır. Onun yerine çok ağır makyaj yapacağım."

Damla başını taşlardan kaldırıp bana baktı. "O gün her şey çok güzel olacak," dedi beni teskin etmek istercesine.

"Biliyorum," dedim başımı sallarken. Gözüm taşlara dalarken yeniden mırıldandım. "Her şey güzel olacak."

***

Modaevindeki işlerimi hallettikten sonra Cesur'un hediyesini almak için büyük bir alışveriş merkezine geçtim. Dünyaca ünlü bir saat markasına girdiğimde içeride gördüğüm kadınla duraksadım. Serra teyze danışmanın ona gösterdiği saatlere bakarak düşünceli bir tavra bürünmüştü. Dün geceden sonra karşılaşıp karşılaşmama konusunda emin olamadığım için kaçmak adına bir yol bakındım. Fakat o esnada Serra hanımla ilgilenen görevli "Hoş geldiniz efendim," dediğinde bakışları bana dönmüştü.

Bu kötü tesadüften kurtulamayacağımı anladığımda kocaman bir gülümsemeyle "Merhaba Serra teyze," dedim ve ona yaklaştım. "Nasılsınız?" deyip karşısına oturduğumda dudaklarına sahte bir gülüş yerleştirdi.

"İyiyim Arya. Peki ya sen?" dedikten sonra gözlerini kıstı ve bana imkan vermeden konuştu. "Gerçi iyi olmayacağın bir şey yok. Dün akşam oğlumun asık suratlı halinden sonra senin de kötü olmanı beklemek yanlış olur. Ortada bir kavga varsa, üzülen de yalnızca bir taraf oluyor. Dünkü kavgazede de Cesurdu anlaşılan."

İğneleyerek, gözümün içine baka baka laflarını sıralarken sakin tavrımın sonuna yaklaştığımı hissediyordum. Nitekim son sözleriyle içimde yükselen öfke ateşini körükledi.

"Umarım oğlumu kıracak şeyler yapıp beni de üzmezsin. Dünkü tavrını bana yapılmış bir saygısızlık olsa kabul ederdim ama oğluma yapamazsın. Bu kabul edebileceğim bir şey değil"

"Oğlunuzla aramda yaşanan tartışma adı üzerinde, bizim aramızda. Ailelerimizin ya da herhangi birinin aramıza girip olayları saptırmasını istemiyoruz. İyiliğimizi istiyorsunuz biliyorum. Sonuçta ben sizin müstakbel gelininizim. Her seferinde Cesur'a bırakacağınızı söylediğiniz o görkemli hayatın sizden sonraki sahibesi olacağım. Bu yüzden ilginizi anlıyorum ama dediğim gibi üçüncü şahısları ilişkime sokmayı tercih etmiyorum. Ki Cesur da böyle düşünüyor."

Serra teyze tam dudaklarını aralayıp bana cevap verecekti ki, yanımıza gelen görevli bana hitaben "Siz ne bakıyorsunuz efendim?" dedi.

Kibarca gülümsedim ve görevliye "Erkek arkadaşım için hediye alacağım. Saat koleksiyonunuzu getirir misiniz?" dedim.

"Tabii efendim. Serra Hanım'a da koleksiyonumuzu çıkarıyordum zaten."

Serra teyze ayağa kalktı ve delici bakışlarını benim üzerimde sabitleyerek yanıt verdi. "Gerek kalmadı. Saat almaktan vazgeçtim. Böyle basit bir hediye basit insanların seçeceği şeyler. Oğlum çok daha iyilerini hak ediyor."

Serra hanım, sizin gibi kaynana düşman başına...

Cesur'u ne kadar sevmiyorsanız ailesini de o kadar sevmediniz değil mi? 😂

Continue Reading

You'll Also Like

2.7M 143K 16
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
3.6M 225K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
794K 46.9K 67
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

49.9K 2.5K 10
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?