NOKSAN | ✓

By celestial_bones

404K 15.1K 2.6K

O, bir kraliçeydi; hayran kaldığım ancak asla ulaşamadığım. Güzeller güzeli, fakat acımasız olan, beni gidişi... More

[ Bölüm Bir: Kâğıtlar]
[ Bölüm İki: Paranoyak ]
[ Bölüm Üç: Aslan ]
[ Bölüm Dört: Hız ]
[ Bölüm Beş: Tesadüf ]
[ Bölüm Altı: Güller ]
[ Bölüm Yedi: Zebani ]
[ Bölüm Sekiz: Rubik Küp ]
[ Bölüm Dokuz: Alevler ]
[ Bölüm On: Yabancı ]
[ Bölüm On İki: Salıncak ]
[ Bölüm On Üç: Sitrin ]
[ Bölüm On Dört: Karanlık ]
[ Bölüm On Beş: Bulutlar ]
[ Bölüm On Altı: Düşman ]
[ Bölüm On Yedi: Kibir ]
[ Bölüm On Sekiz: Bay Resmiyet ]
[ Bölüm On Dokuz: Yapmacık ]
[ Bölüm Yirmi: Kural Tanımaz ]
[ Bölüm Yirmi Bir: Küçük Kalp ]
[ Bölüm Yirmi İki: Gerçekdışı ]
[ Bölüm Yirmi Üç: Pembe Dizi ]
[ Bölüm Yirmi Dört: Kireç ]
[ Bölüm Yirmi Beş: Minnettar ]
[ Bölüm Yirmi Altı: Bilmece ]
[ Bölüm Yirmi Yedi: Şenlik ]
[ Bölüm Yirmi Sekiz: Paha Biçilmez ]
[ Bölüm Yirmi Dokuz: Yoldaş ]
[ Bölüm Otuz: Söz ]
[ Bölüm Otuz Bir: Büyü ]
[ Bölüm Otuz İki: Baskı ]
[ Bölüm Otuz Üç: Gazap ]
[ Bölüm Otuz Dört: Strateji ]
[ Bölüm Otuz Beş: Büyük Gün ]
[ Bölüm Otuz Altı: Cevher ]
[ Bölüm Otuz Yedi: Panik ]
[ Bölüm Otuz Sekiz: İyi ]
[ Bölüm Otuz Dokuz: Çilek ]
[ Bölüm Kırk: Teklif ]
[ Bölüm Kırk Bir: Takdire Şayan ]
[ Bölüm Kırk İki: Şehrin Soytarısı ]
[ Bölüm Kırk Üç: Kist ]
[ Bölüm Kırk Dört: Şehrin Prensesi ]
[ Bölüm Kırk Beş: Soysuz ]
[ Bölüm Kırk Altı: Affedilmez ]
[ Bölüm Kırk Yedi: Başkaldırı ]
[[FİNAL] Bölüm Kırk Sekiz: Cadı Avı ]
[ YAZARDAN FİNAL NOTU ve İKİNCİ HİKÂYE BİLDİRİSİ ]
[ Şarkı Listesi ]

[ Bölüm On Bir: Düş ]

10.3K 449 24
By celestial_bones

Şarkı: IAMX- Quiet The Mind

[ Bölüm On Bir: Düş ]

Hafızalara kazınmak ve yıllar sonra adımın tekrar konuşulması, benim için kalp dondurucu bir düşünceydi. Aldığım nefesi buz kristalleri halinde bana geri veriyordu bu fikir; soluklarımı yavaşlatıyor, zihnimin ardına bulanık bir perde çekiyordu.

Başarısız bir filmdi izlediğimiz hâlbuki. Kendimi ana karakterle kıyaslamak yanlış, absürt bir hareketti; çocukça bir hevesti belki de.

"Ne filmdi! Oldukça uzundu ve ana karakterin hareketleri... Çok havalıydı," diyen Oktay'ın neşeli sesi kulaklarımı doldurduğunda ona döndüm.

"Güzeldi," diye mırıldandım. Filmi beğenmediğimi belli etmemeye çalışıyor, başımı öne eğiyordum.  

Durup kahverengi gözlerini üzerimde gezdirmeye başlayınca ona tuhaf bir bakış atıp hafifçe gülümsedim. Her şey yolundaymış gibi davranmak Oktay'a karşı zor değildi; insanların yüzünü asla sorgulamıyor, hemen oltaya geliyordu.

"Ecrin, beğeneceğinden adım gibi emindim. Hem sen eskiden de bu tür filmleri seviyordun, kahramanlı, dövüşlü, unutulmaz..." Oktay tüm şatafatlı lafları ardı arkasına sıralarken ben, tek kelime bile etmiyordum.

Önceden bu tür filmleri sevdiğim, ölüp bittiğim doğruydu. Ancak şu sıralar bu çeşit filmleri izlemek eskisi kadar zevk vermiyordu; sinirleniyordum en basitinden. Karakterin yerine kendimi koymaya çalışıyor, ancak beceremiyordum; yapay, bol efektli bir görüntü yumağından ibaretti izlediğimiz film.

"Ne dersin Ecrin, bir yerlere gidelim mi yoksa buralarda gezinelim mi?" dedi Oktay. Bu soruyla beraber alışveriş merkezinin floresan ışığı altında duran saatine kaydı gözlerim. Saat öğleden sonra dört buçuğu gösteriyordu; iki buçuk saattir buralardaydık ve zamanın nasıl geçtiği dikkatimi çekmemişti.

Ailemle yaşadığım bir sabah kavgasından sonra hışımla evi terk edince beni sinemada bekleyen Oktay'a gitmek haricinde başka şansım kalmamıştı ve neyse ki yetişebilmiştim. Bir süredir ortalıkta olmadığım göz önüne alındığında annemin aklına gelen senaryoları kafamda canlandırabiliyordum ve eve dönme düşüncesi bile beni saf strese sokuyordu. Hesap soracağı, acıyan kolumla yerleri silip süpüreceğim gerçeği, parlak fayansların üzerine net bir şekilde yansıtılıyordu.

Riske atamazdım; biraz daha oyalanırsam sonum, tahmin ettiğimden çok daha kötü olabilirdi. 

"Oktay buraya gelebilmek benim için çok zordu," diyebildim. "Kalamam, üzgünüm," diye açıkladım gözlerimi ondan kaçırarak.

"Bir saat daha gezemez miyiz?" diye hayıflandı Oktay, ancak başımı iki yana sallayarak onu reddettim.  

"O zaman seni evine bırakayım?" diye önerdiğinde deminkine göre daha hızlı bir şekilde başımı olumsuz anlamda hareket ettirdim. Yaşadığım yeri görüp evimin kül olduğunu öğrenmesi bugünü daha fazla berbat ederdi ve bu bilgi şehirdeki tüm deliklere dolardı.

"Hiç zahmet etmene gerek yok," gibisinden naziklik akan cümleleri ardı arkasına sıraladım ve bununla beraber Oktay hüzünlü bir surat ifadesine büründü.

"O halde sonra görüşürüz," dedi sıkıntılı sıkıntılı. 

Veda niteliğinde başımı sallayarak "Görüşürüz," dedim ve yürüyen merdivenlere yöneldim.

Eğer ona karşı en ufak bir şey hissedebilseydim emindim, bir saat daha fazla yanında kalırdım. Fakat görüşmek istemiyordum Oktay'la. Belki onun için değil ama benim için en sağlıklı olanı, arkadaş olarak kalmaktı; bir daha böyle bir işe girmeyeceğim konusunda kendi kendime söz verdim.

Ben bunları düşünürken yürüyen merdivenden inmiş, başka bir merdivene gitmek üzere birkaç mağazanın önünden geçmekteydim fakat kafamda çizdiğim kroki, birinin cam kırığı batan kolumu tutmasıyla buruşup kayboldu. Yerini sızlayan kolumun acısına ve beni çeken kişinin kim olduğu konusunda oluşan meraka bıraktı.

İlk başta Oktay olduğunu varsaysam da siyah kapüşonunun altından gözlerinin üzerine düşen kızıl saç tutamlarını görmemle Amas olduğunu anladım. 

"Amas, bıraksana kolumu," diye silkindim.

Arkaya doğru uzanan koridoru gördüğümde kimsenin gelip geçmediği iki mağazanın arasında olduğumuzu çözdüm, fakat Amas'ın karşısındaki bir noktaya odaklanmış, kıpırdamaksızın önümde durmasına herhangi bir anlam yükleyemedim.

Baktığı tarafa doğru dönmeye çalıştığımda omuzlarımdan tutarak bana engel oldu. "Oradalar," diye fısıldadı.

"Kimler?" dedim, ses tonumu alçaltarak.

Yeşil gözleri benim arkamı gösterirken "Sence kim olabilir?" diye huysuzlandı ve o tarafa bakmam için beni asabice itekledi.

Alışveriş merkezinin tüm ışıkları siyah saçlı oğlanın beyaz teninde, gülümseyen suratındaki gamzelerinde birikmiş, geriye kalan herkesi çizmişti; yalnız o vardı, o ve onun yaptıkları. Yanındaki kızıl saçlı kız net değildi benim için, Amas'ın kazağımı çekiştirmesini bile hissetmiyordum.

Hışımla Amas'a döndüğümde "Öyle mi?" dedim alayla karışık öfkeyle.

Kaşlarını çatarak "Ne öyle mi?" diye sordu.

"Paranoyaksın, öyle mi?" diye tekrarladım.

Sabırsızca gözlerini tavanda gezdirip bana baktı, tavrım karşısında sinirlendiği, kız kardeşiyle Caner'i bir arada görmesiyle gerildiği belliydi. "Beni ruh ikizin olarak ilan edeceksen hiç durma," diye tersledi beni.

"Ruh ikizi diye bir şey olsaydı açıkta kalan bir ben olurdum galiba," diye homurdandım.

Amas bana Caner'in şehirde olduğunu hafta başlarında, basketbol maçı sırasında söylemişti ve o andan sonra o kadar fazla şey araya girmişti ki, bu bilgi kafamın en arka noktasında kalmıştı. Midem kasılıyordu Caner'i gördükçe; hava gittikçe basıklaşıyor, soluk almak bile onun sayesinde zorlaşıyordu.

"Herif mülteci gibi eve kuruldu," diye sitem eden Amas da benim gibi öfke doluydu. Ama düşündüğüm gibi harekete geçmiyordu; yerinde kalıyor, onları uzaktan gözetlemeyi seçiyordu.

Basketbol maçı esnasında yaptığı gibi kollarımı göğsümde birleştirdim. "Kız kardeşin kendi başının çaresine bakamaz mı sence?" diye sordum.

Alt dudağını dişleyerek bana aksi bir bakış gönderdi. "Şimdiye panik yapman gerekmiyor muydu senin?" dedi.

Her ne kadar dışarıdan belli etmesem de, vücudumun kontrolünün artık elimde olduğunu sanmıyordum; endişe, şiddetli rüzgârda esen kum taneleri gibi ellerime, ayaklarıma, gözlerime doluyor, tenime sayısız tane çatal saplanırken öfkenin dalgaları boy atıyor, artık normalden daha büyük bir şeye, tsunamiye dönüşüyordu. Koşmak, dalgaların büyümesine sebep olan kişiye doğru gitmeyi delicesine istiyordum ama okyanusun dalgaları beni alıkoyuyordu.

Sesimden beni ele verebilecek duyguları ayırdım ve Amas'ın kıstığı yeşil gözlerine, sıktığı parmaklarına döndürdüm bakışlarımı. "Niye her şeyi akışına bırakmayı denemiyorsun?" dedim.

Duvara yaslanıp dikkatlice yüzümü inceledi; bir şey öğrenmek, neden böylesine laflar ettiğimi anlamak istiyor gibi bir hale bürünmüştü. "Şu tavırlarından ne zaman kurtulmayı düşünüyorsun?" diye söylendi, kapüşonlusunun kollarını çekiştirerek.

Kaç gündür ona kaçamak cevaplar verdiğimin, bir şekilde elinin altından kurtularak kendi yoluma koyulduğumun canlı kanıtı belirgin bir şekilde önümde bana sorular soruyor, bir bulmacaymışım gibi üzerime dikiyordu gözlerini. Eline bir kalem versem alnıma bir şeyler sakladığımı, ona karşı hiç olmadığı kadar soğuk olduğumu yazabilir, karoların arasını doldurarak gerçek yüzümün diplerde bir yerlerde olduğu konusunda bir roman çıkarabilirdi.

Her şeye rağmen, "Normal davranıyorum," diye karşı çıktım ona.

"Normal Ecrin bundan çok geride kaldı, haberin vardır umarım," dedi.

Ben, aynı bedende can bulmuş farklı bir kişiliktim; yaptıklarından pişman, kendisiyle barışık olamayan biriydim ve bazen bunu kabul etmek zor gelse dahi eski benliğime ulaşmanın mümkün olmayacağını biliyordum ve bunu yapmaktan sakınırken Amas'a cevap vermiyordum. 

Amas dinlemediğim halde bir şeylerden bahsederken her şeyin ağır çekimde gerçekleştiği an, ellerimin acısının yavaş yavaş her hücremde hissettiğim, Amas'ın artık düzgün olmayacak olan burnundan kanın aktığını gördüğüm andı. Ayaklarım benden bağımsız bir şekilde hareket ediyor, zeminde çıkardığım gıcırtılı sesi bir başkasının kulaklarından duyuyor, koşarken aldığım görüntü benim gözlerimden değil de başka birinin gözlerinden yansıyordu.

Caner'le en son ne zaman konuştuğumu bile hatırlamıyordum. Caner'e, öfkemin ana kaynağına yakınlaşırken okyanusun içinde boğuluyormuş gibi nefeslerim kesikleşiyordu. Dalgalar büyüyor, bütün olanların hesabını sorma isteğim ağzıma dolan kumlara bile karşı geliyordu; soluklanmak, oksijen almak için vakit yoktu; hiçbir zaman da olmamıştı.

Su yüzeyine çıkmaya gönüllü değildim, burada boğulmayı bile göze alabilirdim fakat biri beni arkaya doğru çekip olduğum yerde sabitleyince kafamdaki tüm plan durdu; bir an ciğerlerim alışveriş merkezindeki boğuk hava ile doldu. Hırkasının kolunu burnuna dayamış olan Amas'la karşı karşıyaydım bir kez daha; öfkeli, yorgun bakışlarla sitem ediyordu bana.

"Niye her bir şeye karışmak zorundasın!" diye tısladım öfkeyle. Bacaklarım ve ellerim yanıyordu, oysa daha koşmamış sayılırdım fakat arkaya çekilmem zannettiğimden de güçlü bir hamle olmuştu benim için. 

"Ne düşünüyordun acaba? 'Amas'a vurayım da Caner'in peşine takılayım' mı? Ne kadar zekice!" Burnu kanadığından sesi boğuk bir öfkeyle çıkıyordu ve benim taklidimi yapmayı denedikçe de komik bir görüntü oluşuyordu.

"Amas anlamıyorsun. Caner burada ve onunla konuşmak için tek şansım bu. Her seferinde kaçıyor ve bu sefer ona engel olan sensin!" diye öfkelenince Amas yine o boğuk sesiyle araya girdi.

"Demin sakin sakin laf atıyordun..."

"Hayır, bunun sakinlikle alakası yoktu, körsün sen..."

"Ergen kızlar gibi düşünmeden hareket..."

"Engel oluyorsun her konuda..."

"Burnuma yumruk attın! Kes, bak hala..."

"Amma kıymetli burnun varmış..." diye devam ediyordum ki bu durumun saçmalığı karşısında kendimi tutamadan gülmeye başladım. Küçük çocuklar gibi laf dalaşına girmiştik ve Caner'e karşı içimde biriktirdiğim öfke tanelerini teker teker Amas'a fırlatıyor, gereksiz yere ona zarar verirken kendi kendimi de hırpalıyordum.

"Gül sen, gül," diye huysuzlandığında gülümsememi bastıramayarak tekrar güldüm. İstemsizce olan bu hareketim karşısında o daha çok homurdanmaya başlayınca cebimde bulduğum ve temiz olduğunu umduğum peçeteyi ona uzattım.

Bir an gözleri peçeteden koluma kayınca atılan dikişlerin bu loş ışıkta bile belli olduğunu gördüm, hızla kazağımı çeksem de çoktan görmüştü ve sormaktan da geri durmadı. Elimdeki peçeteyi alırken, "Koluna ne oldu?" diye sordu.

"Cam kırığı," diye yanıtladım onu ve fazla üstünde durmadan kolumu arkaya sakladım.

Burnun çevresinde birikmiş olan kanlı yerlere peçeteyi tutarken işaret parmağıyla kendi burnunun çevresini ve bir de benim kolumu işaret etti. "Benimkinden beter olduğu kesin," dedi ve "Ne zaman oldu?" diye de ekledi.

"Birkaç gün önce," dedim. Amas'la bu konu hakkında konuşmayı, evimin yandığından ve artık tuhaf bir yerde yaşadığımdan bahsetmeyi istememekle beraber artık alışveriş merkezinden çıkmayı düşünüyordum.

Kolum hakkında daha fazla soru soracakken "Amas benim gitmem gerekiyor," diye bildirdim ona. Medeni bir şekilde konuşuyor gibi görünsek de, içten içe ikimiz de öyle olmadığını biliyorduk. Amas'ın öfkesi çabuk dinen öfkelerden değildi, her fırsatta aynı konuyu dönüp dolaşır, bir şekilde açar, kavgayı alevlendirmek hoşuna giderdi genellikle.

"Burnuma yumruk at, sonra git," diye sinirlendi.

"Sana da hoşça kal," cinsinden veda kelimeleri kurarak yanından ayrıldım, çıkış kapısına doğru aceleci adımlarla yürümeye başladım.

Caner'le Amber'i takip edebilir, onları gözetleyebilirdim fakat günün yorgunluğu kilolar halinde üzerime binmişti. Üşenmemem gerekiyordu, özellikle bu konularda daha azimli, istekli, meraklı olmalıydım ama yapamıyordum; beni ayakta tutan öfke dinmişti ve sahildeki tüm kumlar sakince ayaklarımın altını ısıtmaya başlamıştı. Üstelik Amas'a bir özür borçlu olduğumu biliyordum; düşünmeden hareket etmiş, gereksiz yere burnuna vurmuştum.

"Bekleseydin keşke," diyen Amas'ı duyduğumda yürümeyi kestim ve arkamı döndüm.

Şaşırmış bir şekilde ona baktım, peşimden geleceğini düşünmüyordum. "Gizli takibine devam etmeyecek misin?" diye sordum. Artık burnu kanamasa bile arada sırada hırkasını burnuna götürüp burnunu kontrol etmeye devam ediyordu. 

"Bu halde mi? Hayır," dedi ve başını iki yana sallayarak dağınık olan kızıl saçlarını biraz daha dağıttı.

"Kız kardeşin?"

Omuz silkti ve "Akışına bırakmalıyım galiba," dedi alaycı bir gülümsemeyle.

Öyle bir şey yapmayacağını biliyordum. "Eve mi gideceksin?" diye sormakla kaldım.

"Başka nereye gitmemi bekliyorsun?" 

Amasların eviyle yeni evim arasında hatırı sayılır bir uzaklık vardı, fakat onunla aynı otobüse binmeye karar verdim; yanan evime gidiyor gibi görünecektim, zira arkadaşlarım haricinde başkalarına nerede yaşadığım hakkında bilgi vermeye gönüllü değildim.

"Hiç," diyerek omuz silktim ve alışveriş merkezinden çıktım.

Havada gri yağmur bulutları belirmiş, çevre yağmur yağacakken ortaya çıkan o güzel kokuyla sarıp sarmalanmıştı ve şehir, bulunduğum yerden bakılınca ağlamaklı görünüyordu. Zaten gri olan arabalar sanki bir ton daha grileşmiş, farları mutsuzca alış-veriş merkezinin etrafındaki binaları aydınlatırken sıvalı duvarlar bir damlada çatlayacakmış gibi bir izlenim vermeye başlamıştı. Küçücük bir damlanın bile tüm şehrin şeklini değiştirmesi oldukça büyüleyiciydi.

Duraktayken Amas, "Oktay'la buluşacağını bana söylediklerinden sonra düşünmüyordum," dedi.

Ona asıl nedenimi söylemeyeceğimden "Bir şans daha vermem gerektiğine karar verdim," dedim.

"Doğrusu, burada seni beklemiyordum," diye karşılık verdi hafifçe burnunu çekerek.

"Bende seni ve kız kardeşini."

"Hesapta olmayan bir şeydi zaten," dediğinde "Nasıl yani?" diye sordum. 

"Bir an senin söylediğin zımbırtılar aklıma gelince hızla evden çıktım ve burada onları takip ederken sana rastladım," dedi.

Ona bir laf sokmayı planlıyordum ancak söyleyeceklerimin esnasında otobüsün gelmesi beni sessiz bıraktı. İkimiz de açılan kapılardan içeri girdik; Amas benden önce yer seçtiği için ona ayak uydurdum ve cam kenarındaki yerinin hemen soluna geçtim.

Yüzünde alaycı bir ifade belirdiğinde gerginlikle onun ışıltıyla bakan yeşil gözlerine çevirdim bakışlarımı. Bu haline bir anlam veremeyerek, "N'oldu?" diye sordum.

"Burnumu dağıtıp bu kadar apar topar gitmene bakılırsa Oktay'la buluşmanın iyi yönde gitmediğine inanıyorum," dedi.

Haksız sayılmazdı ancak bunu ona anlatma zahmetine girmek istemiyordum. Düzgün bir bahane bulmaya çalıştım ancak yalnızca, "Şey..." dedim ve devamını getiremedim.

"Şey ne?" diye güldü. "Bir insanın Oktay'a nasıl katlanabildiğini anlamıyorum. Bazen ağzını yüzünü dağıtasım geliyor; hayvan herif sinirlerimi bozuyor. Sen de dürüst olabilirsin Ecrin, itiraf et ondan hoşlanmadığını."

Camdaki yansımam, yüzümün gözümün bembeyaz olduğunu gösteriyor, Amas ise konuşmaya devam ettiği gibi art arda söylediklerinden bir kule inşa ederek beni o kulenin en tepesine yerleştiriyordu. Otobüsün sert koltuğu, etrafımdaki insanların olağan gürültüsü bile zaman içinde yok olmaya başlamıştı; kulenin içinde Amas'ın pasif agresif ses tonu ve Oktay'a gönderdiği küfürler yankılanıyordu sadece.

"Kendini kandırmak, bana sorarsan içlerinden en kötüsü. Yalanların birer rüya olmaktan çıkar ve kendi gerçekliğine sahip olur," dedi ve bana doğru biraz daha yaklaştı.

Sesi kulaklarımda çınlarken ukala tavrı yüzünü bir perde gibi örtmüştü; penceredeki manzaranın yalnızca ona özel olduğunu kast ediyordu ve kaçındığım gözlerine bakma isteği doğmuştu içimde, belki de ilk defa.

"Söylesene Ecrin, sence şu an bir rüyadan, sadece bir tıkırtı sesiyle uyanabileceğin bir düşten mi ibaret?"

Gözlerinin doğrudan içine baktım ve keskin bir dille "Değil, sence?" dedim.

"Biri seni uyandırmadığı sürece asla bilemezsin," dedi ve sanki beni uyandırmak istiyormuşçasına burnumun üzerine hafifçe dokundu. 

Continue Reading

You'll Also Like

1M 25.5K 49
2 senedir kıza takıntılı olan mafya sonunda kızı yanına almıştır peki kız bu durum karşısında ne yapacak ...
6K 1K 33
Tüm hayatını annesinin sevgisizliğiyle geçirmiş ve yalnızlıktan korkan ama yalnızlığa muhtaç bırakılan Dünya bu korkusuyla doğum gününde yüzleşmek zo...
Son Tehdit By Kadriye

Mystery / Thriller

205K 2K 5
Büyük bir yangınla son buldu fakat şimdi dalga dalga geri dönüyor. Unutulan her şey bir kıvılcımla yeniden alevlenir. Damla, Savaş, Beyza, Metin, Ard...
172K 2.8K 42
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...