DEHARİR

By melisyazafir

1.4M 69.7K 43K

Kaşları derinden çatılmışken dudakları üst dudağımı kavrayıp ısırdı. Elleri kazağımın altından sırtımı okşadı... More

•DEHARİR ~Zamanın Şiddetleri~|| TANITIM
EPİSODE 1
EPİSODE 2
EPİSODE 3
EPİSODE 4
EPİSODE 5
EPİSODE 6
EPİSODE 7
EPİSODE 8
EPİSODE 9
EPİSODE 10
EPİSODE 11
EPİSODE 12
EPİSODE 13
EPİSODE 14
EPİSODE 15
EPİSODE 16
EPİSODE 17
EPİSODE 18
EPİSODE 19
EPİSODE 20
EPİSODE 21
EPİSODE 22
03.01.2019, Saltuk Alpay.
EPİSODE 23
EPİSODE 24
EPİSODE 25
EPİSODE 26
EPİSODE 27
EPİSODE 28
EPİSODE 29
EPİSODE 30
10.03.2019, Alev Yaltır.
EPİSODE 31
EPİSODE 32
EPİSODE 33

26.12.2018, Arslan Ateşbar.

26.8K 1.4K 704
By melisyazafir

İntizar, Büyük İnsan.
Ahmet Kaya, Arka Mahalle.


Bir adamı çocukluğu sakat bırakır.

Adam büyür ve büyüdüğü beden, büyüyemediği ruhunu öldürür.

Ve sonra...

Zaman yaşadıklarından, yaşıyor olduğun andan ve yaşayacaklarından ayrı ayrı vururdu.

Öyle bir vururdu ki hiçbir düşüş bu kadar kanlı yazılmamışken bir o kadar da kana susamazdı.

Bu Tanrı'nın en büyük vurgunuydu.

Aralık'ın geçmişin yüzünü giyindiği bir geceydi. Alev mutfakta televizyondan yükselen mızıkanın sesi eşliğinde tahta üzerinde biberleri doğruyordu. Yalnız akşamına en iyi giden şey mızıkaydı. Tüm gün barodaki kazandığı yorgunluğu bu melodiler siliyordu.

Mızıka ona maziyi anımsattı. Küçükken Arslan'ın mızıka çaldığı günler düştü hatırına. Hiçkimseyle konuşmayan çocuk, güneşli bahçede ağacın dalına tırmanıp kurulurdu ve mızıkayla hiç konuşamadıklarını haykırır gibi çalmaya başlardı.

Alev o zamanlar küçük aklıyla o ağacın altında kafasını kaldırıp hayran hayran ona bakar, gülümserdi.

Herkes güneşli havada koştururken Alev o suskun çocuğun gölgesini yakalamak için çırpınırdı.

Gölgesi eviyken güneş de nesi?

Birden parmağındaki acıyla bıçağı lavabonun içine fırlattı. Parmağı ucundan kesilmişti.

"Kahretsin," diye mırıldanıp tezgâhtaki bezi alırken belli belirsiz duyduğu patırtı ile mutfaktan çıkıp salona girdi.

Ardı ardına var gücüyle vurulan kapı ile hızla orta sehpadaki kumandayı alıp ekranı durdururken, "Alev," dediğini duydu yıllardır gölgesinde aşkıyla saklandığı adamın. "Alev..."

Alev'in kalbi aslanın ağzına bırakılan ekmekti sanki. Göğsüne dolan nefes toprak gibi aktı içine. Çelik kapıya kadar gelip önünde durduğunda Arslan'ın her daim dağlarda yankı uyandıracak kadar gür sesi şimdi kendine duyurmaya bile acizdi.

Uyuşuk ve çaresiz...

Bir eli duvara tutunurken yavaşça kapıyı açtı ve aralamaya başladı. O aralığın içine zemheri sızdı, birbirine sırt dönmüş ruhlar göğüs göğüse çarpıştı.

Arslan alnını kapının pervazına yaslamış zorlukla ayakta duruyordu. Tenine sinen alkol, parfümü ve sigara kokusuyla karışmıştı. Bu adam bitikleri oynuyordu...

"Arslan?"

Alev'in yakıcı dudaklarından dökülen ismi ile Arslan içmekten kızarmış ela harelerini kaldırıp yutkunarak ona baktı.

"Ben," dedi nefesi dudaklarının arasından dökülürken. "...nereye giderim bilemedim. Tek başıma nefes nasıl alınır öğrenemedim." Gözleri sulanırken güçsüzce ellerini iki yana açtı. "O kadar kimsesizim ki, kimsem ol diye geldim."

Dilinden dökülen kelimeler yangına atılan çıralardan ibaretti. Onu içinde dağ kadar var eden bir kadına böyle konuşması, o dağın volkanını harekete geçirir, yedi cihanı birbirine kata kata yakardı. Alev o volkanın dibinde fokurdamalar hissederken kaşlarını çattı.

Tanıdığı Arslan bu değildi, böyle değildi. Düşene el uzatan adam şimdi düştüğü yerde ona el uzatılmasını bekliyordu.

"Bir şey söyle," diye yalvarırcasına konuştu Arslan. "Ya dur karşımda, dök içini ya da bırak ben döküleyim içine. Ama bir şey söyle artık bana."

Alev sızlayan kirpik diplerine inat gözleri dolmasın diye kıstığı gözleriyle karşısındaki adama baktı. Böyle konuşsun istemedi. Karşısında böyle çaresiz, aciz olsun asla ama asla istemedi. "Arslan..." dedi boğazı düğüm düğüm olurken.

"Yok," dedi Arslan birden kaşlarını çatarak. "İstemezsen giderim. Hiç gelmemiş gibi çekip giderim ama sen yine de git deme bana." Arslan bir şey diyecek gibi oldu ama araladığı dudakları arasından dökülecek olan kelimeye dili varmadı sanki. Göğsü hızla şişerken, "Annemin mezarına gidecek yüzü bulamadım," dedi sonunda boğuk sesiyle konuştuğunda. O an sol gözünde biriken yaş yanağına dümdüz bir çizgi indirdi. "Ama sana tüm yüzsüzlüğümle geldim."

Alev birden Arslan'ın ceketinin yakalarından tutup göğüslerinin birbirine çarpmasına neden oldu. Eli ensesine giderken sıkı sıkıya, birbirine dikilmiş ten gibi sarıldı. Aralarına giren zaman için zamana inat kalbinde sakladığı hâr, güzün üşüttüğü hatta buz tutturduğu tenlerini kavurmaya başladı.

Kırmızı ojeli parmakları adamın ensesinden içeri kayarken diğer eli göğsüne tutunmaya devam etti. "Konuşma böyle," diye fısıldadı Alev, dudakları Arslan'ın boynuna değdiğinde ikisi de irkildi. "Konuşma bir daha..."

"Yapamıyorum lan, yapamıyorum böyle."

Sesi o kadar boğuktu ki Alev adı gibi yanıp küllere bürünecek sandı kendini. "Olmuyor, olduramıyorum. Neyi tutsam elimse kalıyor. Neye dokundam mahvediyorum."

Arslan ellerini yumruk yaptı. Öyle ki, parmak boğumları bembeyaz oldu. Aniden Alev'den uzaklaşırken yumruğunu açık olan kapıya geçirdi ve kapı büyük bir kuvvetle çarparak kapandı.

Alev irkilerek gözlerini kıstığında Arslan ellerini havaya kaldırdı. "Bana..." dedi Arslan, zihni uğuldamaya başladı. Tenha bir sokağın içinde birdenbire koca bir kargaşa vardı sanki. Nefes nefese sırtını kapıya verdiğinde dağ gibi adamın gözyaşları sicimle indi yeni yeni çıkmaya başlayan sakallarına. Sırtı boyunca kapı yüzeyinden aşağı kayıp yere çökerken Allah içine kan diye zulüm doldurdu sandı.

"Hayır, hayır..." dedi deli gibi kafasını iki yana sallayarak. Ayakta tıpkı onun gibi yaşlı gözlerle bakan Alev'e çocuk gibi baktı. "Kirliyim diye mi? Beni... Beni kirlettiler diye mi?"

Geçmişin azılı dişleri bir kapan gibi ruhları sivrilikleri arasına aldığında Alev o geçmişin arasından geçmemiş yaraların varlığını duyumsadı. Tek bir lafa on kurşun yarasını hissetti teninde.

Ne demekti?

Beni kirlettiler... Ne demekti?

"Arslan... Sen ne..."

Arslan gözlerini sımsıkı yumarken alamadığı nefesin hakkına girenlerin günahı altında ezildi,  eziyet yedi, zulme boyun eğdi.

Zaman geçti ve rüzgâr o zamanın şiddetiyle geçmişten bir ânın içine esti.

Adaletin terazisini kırdığı bir geceydi. Terazi o kadar dengesizdi ki bu adaletsizliği tartamayıp kırılmış, önüne geçilmeyen kaderi  önünde boyun eğmişti.

Evde kopan hır gür içinde buz gibi odada ders çalışan kız elindeki kalemi kırık masanın üzerine bıraktı. Aile dedikleri altı boş kavramın ağırlığı altında ezildi.  Kalbi korkuyla yoklanırken hemen arkasında küçük kardeşine baktı.

Arslan uykusundan uyanmış, korkulu gözlerle ablasına bakıyordu. Ela hareleri ardına kadar açılmıştı.

O an çabalamaktan vazgeçmeyeceğine dair söz verdi kendi kendine. Üniversiteyi kazanacak ve aile kavramının içini boşaltan adamdan kurtulacaktı. Sadece kendisi değil, annesi ve kardeşi de bu zulümden sıyrılacaktı.

"Ablacığım," dedi Lerzan derin bir nefes verirken. Koca yüreklilikle kardeşinin yanına geldi ve hemen önünde diz çöktü. "Uyandın mı sen?"

Arslan altı yaşında olmasına rağmen her şeyin farkındaydı. Babası yine annesine bağırıp çağırıyordu. Ki biliyordu. Bu kavganın sonunda odayı çınlatan tokadı yiyen de annesi oluyordu.

"Kadın, elimde kalacaksın! Öldürürüm seni de senden çıkan o veletleri de!"

"Allah belanı versin!"

"Allah senin belanı versin!"

Arslan bomboş gözlerle kapalı kapının ardına bakarken ablası sesleri duymaması için kulaklarını kapatmıştı ki kendini geriye çekerek, "Kapatma Lerzan," diye konuştu. "Öyle yapsan da duyuyorum."

Lerzan oturduğu yere iyice sindi. Kendini korkusunu yenememişken bir de kardeşini bu korkudan alıkoymak istiyordu ama babası çok bağırıyordu. O kadar çok bağırıyordu ki o korku içinde soğuk bir yuva yapmıştı.

"Siktir git lan evimden! Baban kabullenmez seni! O kapı dışarı etmiş, ben mi bakacağım sürtüğüne?"

"Sus, Allah kahretsin sus... Çocuklar duyacak..."

"Doğurmasaydın lan!"

Vicdansızlık bu olsa gerekti. Sanki çocuğu yapan tek kadınmış gibi konuşuyordu.

Arslan hışımla yataktan kalkıp salona giderken ablası onu tutmak istedi ama o yaşına rağmen öyle kuvvetli itti ki Lerzan kalçasının üzerine düştü.

"Kemiklerini kırarım! Bana bir daha karşı gel bakayım, ağzını burnunu kırarım!"

Çenesini tuttuğu Kamelya acı içinde inlerken yüzüne tokat yiyecekti ki Arslan koşarak babasının bacağına atıldı ve tekmeler atmaya başladı.

Babası afallayarak ona baktı. Bacak kadar çocuğu gelmiş ona vurmaya çalışıyordu. Kamelya'nın sımsıkı tuttuğu çenesinden geriye ittikten sonra bacağına yapışan oğluna tekme atarak geriye savurdu.

"Lan orospu çocuğu, adam mı oldun başıma?"

Kamelya yere boylu boyunca uzanan küçük oğluna çığlık atarak atılacaktı ki kocası olacak hayvan tekrar geriye itti onu.

"Hep sen böyle alıştırıyorsun bu çocukları! Hepinizi öldürürüm lan! Dinden imandan çıkarmayın beni. Kemiklerinizi kırarım itler!"

Yerde yatan Arslan'ın karnına gelişigüzel bir tekme daha attığında öyle acıyla bağırdı ki, yer yarılsa içinden cehennem ateşi büyür, şeytanın dölünü kuruturdu.

"Artık beleş aş yok lan sana! Berber İsmail'in yanında çalışacaksın. Eve ekmek getirmezsen yemek de yiyemezsin. Bok yeyin nankörler!"

"Daha çocuk o, çocuk! Görmüyor musun? Allah'tan kork biraz..."

Korkmadı. Bir an olsun düşünmedi. Yerde yatan küçücük çocuğu ağzından burnundan kan gelene kadar dövdü ama ilahi adalet işlemek için henüz bu adama dokunmadı.

Arslan çöktüğü yerden kalkarken gözlerinde karanlık lekeler düşmeye, damarlarında akan kanın baskısını hissetmeye başladı. Kendini kaybetmeye ramak kala durduracaktı içini, içindeki hissini. Fakat geçmiş ne içini içinde bıraktı ne de geçmişi geçmişte.

Hayat acımasızdı. Ama en çok da büyümelerine izin vermediği çocuklara karşı...

Bir çocuk altı yaşındayken parkta oyun oynardı, sokakta top koşturur, evde oyuncak arabasını gezdirirdi.

Ama bir çocuk altı yaşında zulümkârca, başını eze eze boyundan büyük işlerde çalıştırılmazdı.

Çalıştırılmamalıydı.

Fakat insanoğlunun vicdanı, bir köpeğin yavrularına olan vicdanı kadar bile mert değildi.

Arslan altı yaşında o çocuk parkının karşısındaki berberin içinde mahkûmdan farksızdı.

Elinde beyaz, kirli havlu ile iş yerinin camından o çocuk parkına bakıyordu. Hemen önünde pamuk şeker satan kırmızı bisikletli adam ve süt mısır arabası vardı.

Çocuklar kahkahalar eşliğinde o süt mısırları yiyor, kaydıraktan kayıyor, salıncakta havaya doğru sallanıyorlardı.

Arslan buğulanan camı küçük avuç içiyle silip küçük görüş açısı sağladı kendine. Camın soğukluğu avuç içine bulaşırken bu hissin babasını hatırlattığını fark etti ve anında elini geri çekti.

O sırada siyah koltukta oturan adam biten tıraşı ile ayağa kalktı. Parasını ödediğinde İsmail amcası son müşterisini gönderiyordu.

Adam berberden çıktıktan sonra karşıya geçti ve çocuk parkında oynayan oğlunun başını okşayıp kucağına aldı. Arslan gözlerini kaçırdı. Biraz kıskanmıştı ve bu kıskançlık zoruna gitmişti.

Yanaklarının içini havayla şişirdiğinde sevinebileceği tek şey artık eve gitme vaktinin gelmiş olmasıydı. Elini havlu ile kuruladığında İsmal amcası berberin kapısını kapattı ve yüzünde anlam veremediği bir gülüşle ona baktı.

"Bir şey mi oldu İsmail amca?"

Arslan çekingence ona bakarken adam kafasını iki yana salladı. "Yok oğlum."

"Niye gülüyorsun o zaman?"

İsmail amcası başını okşadı. O an Arslan Tanrı'nın uzanamadığı eline dokunmuş gibi hissetti. Öyle çok mutlu oldu ki ela hareleri parladı. Bir kez başı okşanmamış, gönlü hoş olmamıştı ama İsmail amcası bunu yapmıştı.

Utandı Arslan. Böyle çok sevinmeye bile utandı.

"Gel sen böyle, bir şey göstereceğim sana."

Arslan önce İsmail amcaya sonra ona uzattığı eline baktı. Arkada bir şey yoktu ki? Ne gösterecekti?  Yüzündeki mutluluk yavaş yavaş soldu. Kesin yine ağır iş yaptıracaktı. Pek istemese de o eli tuttu. Eğer karşı gelse babasına söylerdi. Çok kızardı babası, ölümüne kızardı. O kadar çok kızardı ki sadece onu değil annesini de öldüresiye döverdi.

İsmail amca ile arka tarafa geldiklerinde malzeme odasının içine girdiler. Burada traş malzemeleri, havlular dışında bir şey yoktu.

Arslan etrafı inceledikten sonra arkasına döndüğünde İsmail amcanın kapıyı kapatıp kilitlediğini gördü. Elini kemerine götürdüğünde artık İsmail amcanın gülümsemesi artık ona hiç de güzel gelmiyordu.

"Beni dövecek misin İsmail amca?" dedi Arslan korku içinde. Küçük ellerini iki yana açtı. "Ama ben bir şey yapmadım ki?"

İsmal amcası içindeki kötülüğün içinde boğulması gereken rezil bir herifti. Sapık zihni kiçücük çocuğa göz dikecek kadar alçak, adi ve haysiyetsizdi.

"Olur mu öyle şey oğlum?" dedi çözdüğü kemerini kenara asarken. "Dövmem ben hiç seni. Seveceğim biraz. Seni seveyim ister misin oğlum?"

Arslan korkuyla inip kalkan göğsüyle ona bakarken gözleri doldu ama ağlayamadı. Ela harelerinin cellatına baktığını bilmeden nefeslendi.

Bilseydi bir daha ömrü boyunca nefessiz kalacağını, bilseydi eğer canını aslında ilk o zaman vereceğini ne nefes alırdı ne de canını canında sağ bırakırdı.

O gün kopması gereken kıyamet kopmadı, yanması gereken yanmadı ve günah parçalanarak toprağa kan gibi dökülmeye başladı.

Bir çocuk, masumiyetini lekeleyenler altında kaldı.

Bir çocuk...

Ölümü dilenen çocukluğuna hıyanet etti ve altısında öldü diye kandırdığı kendini altmış altı kez öldürdü.

Ela gözlerin bebeğine oturan kanın sebebi geçmişti.

Geçmiş, ama geçmemişti.

Arslan altı yaşından beri içinde büyüttüğü utançla nefes aldığı her an ölüyordu ama toprak bir türlü gömüsünü kabullenmiyordu.

"Yapma dedim," dedi boğuk, ağlamaklı sesiyle. Gözyaşı çölü ucu bucağı olmayan bir nehire dönüştürürdü. "Yapma İsmail amca, dokunma. Olmaz dedim. Bak gelme üstüme, yeter gelme."

Alev gerçeklerin kirinde boğulurken göğsüne kadar dolduğunu hissetti. Hıçkırarak geriye sendelediğinde duyduğu itirafların altında yok olmaya, hiçliğe sürüklenmeye başladı.

Arslan geçireceği nöbetin eşiğindeyken ensesinden yakalaya  geçmişe yenildi. O nöbete teslim oldu. Kararan gözleri sarsakça geriye doğru püskürmesine neden olduğunda lambader gürültüyle yere düştü.

"Dokunma! Dokunma! Hayır, hayır vurma!" Deli gibi titreyen elleriyle hemen yanında masaya tutunmak istedi ama eline değen minyatürler geçiremediği geçmişin kirli elleri hissiyatını verdi. "Yalvarırım... Utanıyorum, yalvarırım."

Alev artık kendi sıkmayı bırakıp küçük bir çocuk gibi ağladığında karşısında kendinden geçen adamın varlığı ile kahır yedi, o kahrı yuttu. Yuta yuta taş oldu.

Her zerresi titrerken ortalığı yangın yerine çeviren adama, o yangının ortasında el uzattı.

"Arslan yapma... Kurban olayım dur, tamam..."

Omzuna dokunmuştu ki Arslan hızla kafasını iki yana salladı. "Dedim, dedim... Yalvarırım dedim, yapma yapma ne olursun yapma!"

"Arslan..."

"Dedim Alev. Yemin ederim dedim..."

"Arslan!"

Alev boğazına kadar yangınla dolmuştu ama sonunda o yangının içinden kendini çekip Arslan'a sesini duyurmuştu.

Nefes nefese elleri boşlukta savrulan Arslan'ın önünde durdu. Titreyen elleriyle genç adamın yüzünü avuçladığında alnını, alnına yasladı. "Bak..." diye fısıldadı gözyaşları dudaklarına akarken. "Ben burdayım. Yanında.."

Arslan hıçkırarak geriye çekilecekti ki Alev daha sıkı kavrayıp ona sokuldu. "Şşh, tamam..."

"Dokunma bana," diye fısıldadı Arslan. Belki de en son böyle güçsüz hissettiği an o altı yaşında olduğu zamandı. "Kirlenme sen de."

Alev dişlerini sıkarak hıçkırığını içine gömerken kafasını iki yana salladı ve bir an bile düşünmeden gözyaşlarıyla ıslanmış dudaklarını adamın dudakları üzerine bastırdı.

Arslan bu öpüşün altından ömür billah kalkamazdı. Kirliyim dediği hâlde kirinden öpen güzelin güzelliğinde ezilirken kafasını iki yana sallayarak elinin tersiyle alnını sildi. Güçsüzce arkasındaki kanepeye devrilirken, "Ah.." diye iç çekti. "Ah benim yangınımın alevi.. Beni bitirdiler, ölüme terk etmediler, ölümden beter ettiler."

Kafası koltuğun arkasına düşerken nefes nefese  boşluğa baktı. O boşluğun içinde kendinden izler gördü, izleri benliği yaptı.

Boşluk, onun varoluşunu anımsatıyordu.

Alev dizlerinin üzerine çökerek Arslan'ın ellerini tuttu. Kıyamadığı bu buz tutmuş elleri öpmeye yeltendi. Bu dokunuş genç adamın arkaya devirdiği kafasını kaldırıp ona bakmasına neden oldu.

"Öpme," dedi acılar içinde. Birkaç saat önce Feza'nın dediği sözler kulağında gür yankılar uyandırdı.

Kendi aileni ellerinle yakmışsın.

"Öpme, öpme..." dedi ellerini göğsüne çekip boğuk sesini bastırmaya çalışırken. "Ben bu ellerle... Kirli ellerimle..." Gözlerini sımsıkı yumduğu anda gözyaşları birbirini takip etti. "Bu ellerle vurdum Ferimah'a, bu ellerle yaktım lan ailemi!" Alev duyduğu cümle ile yerinde sıçradığında Arslan dur durak bilmedi. Havaya kaldırdığı ellerine bakıp haykırdı. "Korktum. Beni kirlettiler, onu da kirletmesinler istedim. Ben öldüm, onu da öldürmesinler..." Hıçkırdı. "Bu eller sonum oldu, bu eller bitirdi her şeyimi!"

Hızla yutkunup Alev'e bakarken nefessizce baktı ona. "Sorun ellerim mi? Söylesene, ellerim mi sorun? Ellerim.... Evet, evet ellerim!" Hiç düşünmeden, gözlerindeki karaltı bir an bile geçmeden önündeki orta sehpada duran bardağa avuç içiyle sertçe çarptı. Diklemesine çarpması ile cam parçalanarak yerlere dökülürken Alev'in dudakları arasından kopan çığlık geçmişi ve geleceği ayrı ayrı inletti.

Arslan kan revan içinde kalan ellerine baktığı an göğsündeki şişlik yavaş yavaş inmeye başladı.

Fiziksel acı, sancıyan ruhunun kefareti gibiydi. Bunu ödedikçe rahatladığını hissediyordu. O hisse teslim olurken gözyaşlarına rağmen dudaklarında gülümseme belirdi. Acıdan zevk ala ala...

"Bunu kendine yapamazsın," diye inledi Alev. Dizlerinin üzerine durup Arslan'ın yüzünü avuçladı tekrar. "Kendini geç, bana yapamazsın. Ellerine.." dedi kanlı eline içi gide gide dokunurken. "...uzanamadığım ellerine kıyamazsın."

"Senin uzanamam dediğine çok fena kıydılar..." Kanlı elleriyle Alev'in bembeyaz kesilmiş yanaklarına tutundu. "Ben bize bile kıydım ama... Sana kıyamadım. Sana dokunmadım sırf sende yok olma, bu kirli eller seni de yok etmesin diye."

Geçmiş ikisinin boynuna bir vebal gibi dolandı.

"On sekizinin gecesinde bana teslim oldun, ben o teslimiyeti boyun eğe eğe kabullendim." Çenesine kadar akan yaş kanlı eline düştüğünde dayanamıyor gibi gözlerini kıstı. "Alev... Ben hiç öyle duygulu sevişmedim. Ben  bir daha o gece kadar temizlenmedim."

Alev asıl yarasından vurulduğu an nefessiz kaldı. Titremesi şiddetlendiğinde, "O yüzden mi bir daha dokunmadın bana?" diye inledi isyan edercesine. "On sekizimin gecesinde her şeyi silip atıp sırt döndün bana? O yüzden mi Arslan?"

Kızıl saçları ıslanan yanaklarına yapışmış, açık yeşil gözleri buğulu buğulu ama isyan etmeye bile kıyamayarak bakıyordu.

Arslan bir kez daha lanet etti var olduğu ana. Kanlı elleriyle kızın ıslak yanaklarını silmeye çalışsa bu kez kan bulaştı. "Utandığımdan Alev, utandığımdan bebeğim." Sıcak nefesini verirken Alev'ın ıslak dudaklarına kendi dudaklarını bastırdı. "Kimseye diyemedim bu yaşıma kadar. Ben o utançla her Allah'ın günü öldüm, seni de öldürmeyi göze alamadım."

Alev alnıyla Arslan'ın alnına vururken, "Nasıl yaptın bunu," diye fısıldadı. "Nasıl yaşadın böyle içinde? Off... Off Arslan, of..."

Kollarını birden boynuna doladı ve daha önce cesaret bile edemediği kadar çok sarıldı boynuna. Sıcaklığı... Ateşin hüznünden aldığı o eşsiz sıcaklığı...

Boynuna dudaklarını bastırdığı an Arslan inleyerek sıcak gözyaşlarını kirpikleri arasından sıkıştırdığı mahzenden serbest bıraktı. Kendini geriye yaslarken Alev'i de kendi kucağına çekerek çenesini öptü. Yetmedi, dudaklarını öptü. Titrek bedenler eşliğinde gözyaşının tadını aldıkları dudakları hınca hınç öptüler.

Arslan kanlı eliyle Alev'in ensesini tutup onu kendine bastırırken dili ağzının içine sızdı. Islak, unutulmuş viranede kendi yel değirmenini inşa etti. Rüzgâr esti, yel değirmeni döndü. Değirmen döndükçe içindeki ateşler harlandı ve kora döndü. Nefes nefese birbirlerinden ayrıldıklarında Arslan güçsüzce kafasını kanepenin arkasına devirdi.

Göğsü şiddetle inip kalkarken sertçe yutkundu ve adem elması belirgin bir kavis çizdi. Kapanan kirpikleri ile Alev eğildi ve adem elmasından öptü. Bu öpüş Arslan'ın huylanarak geri çekilmesine neden olduğunda Alev gülümsemeye çabaladı ve parmak uçları Arslan'ın kumral saçlarının arasına sızdı.

"Affet beni Alev," diye fısıldadı Arslan Ateşbar. Adı gibi yakan sözleri birer yalvarıştan ibaretti. "Kimsenin affedemediği kadar... Tanrı'nın bile bağışlamayı kabullenmeyeceği kadar affet. Öldürdükleri kadar toprak at, göm beni. Gömüleyim içine, yanayım yakılayım kalbine."

Alev sustu ama dökeceği her kelime uğruna bir bir öptü adamın yara izleriyle dolu yüzünü. Bir vatan uğruna feda ettiği bedeninde taşıdığı, üstüne kazıdığı her ize tuz akıttı, akıttığı tuzla öptü bir bir. Çenesini, elmacık kemiklerini, gözlerini... Kan bulaşmış dudaklarını.

Arslan Ateşbar ilk teslimiyetini üzerine kefen diye dikerken sızlayan dudaklarından kaç kere vurulduysa o kadar ölmüş adam gibi arafta kalmışcasına fısıldadı.

"Benim alevden yakanım..."

•••

Bölüm sonu...

Özel bölüm hakkındaki düşünceleriniz ve hissettikleriniz neler oldu?

Aslında hemen paylaşmayı düşünmüyordum ama Arslan üzerinden bana çok eleştiriler geldi. Artık kaldıramadım ve erkene çektim.

Ben hiçbir karakteri boşa yazmam ve hiçbir karakterimin arkasında boş yere durmam. Onları bu evrende yaratan benim ve geçmişi ile geleceğini ben inşa ediyorum. Her şeyini biliyorum.

Hiçbir karakterimin yaptığı yanlışı savunmam ama bunu neden yapmış dönüp bir bakalım derim. Çünkü o karakteri her şeyiyle açıklamam benim boynumun borcu. Onları yazdığım kadar varlar ve ben yazdığım kadar konuşuyorlar.

Deharir'i baştan beri ele aldığımda toplumun kesin yargılarını eleştireceğimi söyledim. Aksak zihinlerin yaptığını gösterip bak siz böylesiniz ve bu yanlış, bunun doğrusu bu demeyi amaçladım ve anlattım.

Toplumun ahlâkiyeti adı altında her şeye burun sokmasını eleştirdim. Yeri geldi Çakır önyargılı oldu. Yeri geldi Arslan ve yine yeri geldi, Ferimah yakındığı şeyi yapıp önyargı ile yaklaştı.

Bir kurguyu okudukça anlarsın ve aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını öğrenirsin. Kurgunun son sözü yazılmayana kadar da hiçbir şey henüz belli değildir.

Ben size bunları anlatmaya çabalıyorum. Ama siz aksine eleştirmek istediğim şeyi bana yapıyorsunuz. Bunu yapmayın. Artık Arslan gibi bağırıp GELME ÜSTÜME YETER GELME diyorum. Lütfen artık beni eleştiri adı altında hakaretlere boğmayın.

Beni anlayın. Anlamıyorsanız okumayın. Çünkü bu yaptığınız en az yazdıklarınız kadar hastalıklı. Siz özgürsünüz evet. Ama bir başkasının sınırlarına dahil olmadığınız müddetçe.

Bu bölümü de atıp artık sözlerinizle vurmayın beni diyorum bir nevi. Ve bu bölümle beraber vizelerimden dolayı hem de kafamı toplamam gerektiğini düşünerek ara veriyorum. Döndüğümde beni anlayanlar kalır sadece ve onlarla yoluma devam ederim.

Yokluğum uzun sürmeyecek ama bu kısa sürede her gün buraya gelip tek kelime de olsa bir şeyler yazarsanız varlığınızı hissederim. Bu beni  gücüm olur çünkü siz benim güç kaynağımsınız burada.

Gücümü sömürenlere bir şey diyemiyorum.

Umarım kalbinizin ekmeğini yersiniz. İyi akşamlar.

İnstagram: melisyazafir

Twitter: meliszafir

Continue Reading

You'll Also Like

2.9M 157K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
DİLVAN By Helin

General Fiction

3.8M 188K 56
Tek davası okumak olan Avin Mirşad. Bin derdin dermanı olan Maran Mirşad. "Mardin şahidim Maran yüreğimin güneşisin. Dışımı aydınlatırken yüreğimi...
3.4M 210K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
724K 41.4K 35
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...