TARDU

By seydnrk_

2.9K 956 8.1K

Bu Kitabın Yaş Sınırı +16 Eski Türkçe'de "Tardu" kelimesi "Armağan-Hediye" anlamlarına gelmektedir. Bu hika... More

🔻TARDU'YA GİRİŞ YAPMADAN EVVEL🔺
1) SÜRÜCÜ ➿
2) KERAMET ➿
3) LAŞE ➿
4) KEŞMEKEŞ ➿
5) TAROT ➿
6) ANÇMAY ➿
7) ALACALI ➿
8) LYPOPHRENİA ➿
9) GİZ ➿
11) İM ➿
12) İM, GEÇMİŞTEN GELECEĞE ➿

10) KÜKLER ➿

92 51 120
By seydnrk_

- KEYİFLİ OKUMALAR -

Kükler:

Eski Türkçe bir kelimedir. Müneccim, yıldız falcısı anlamlarına gelmektedir.

"Burada ne işin var, diye bir daha sormak istemiyorum Alacalı!"

Yüzünde silik bir tebessüm belirdi. Düşünceleri, bir sis bulutu ardına saklanmış ve küçük bir çocuk gibi bağdaş kurarak oyun oynuyordu. O ise, en çok sevdiği şeyi yapıyor ve seçtiği kartları açarak etrafındakilere sunuyordu.

Sıkılmıştı. Her şeyi koca bir karanlık ormanın içerisinde giz olarak bırakmaktan. Sandalyesinde ardına yaslandı.

"Size yardım etmeye geldim elbette Komiser," dediğinde alayla güldü Efken.

Elinde bulunan poşetleri masanın üzerine koydu. Ona ve onun çevresinde bulunan her şeye fazlasıyla öfkeliydi. Öyle ki, öfkesi volkanik bir dağ olan, Hasandağı olsa patlar ve etrafında bulunan her şeyi tarumar ederdi. Ha keza, onun da öyle olduğunu biliyordu. Ancak şu an karşısında sanki hiçbir şey olmamış gibi duruyor ve ona tebessümünde gizli olan hüzün ile bakıyordu.

İmre'nin tam karşısında bulunan sandalyeyi çekti ve oturdu. Sandalyesine iyice yayılırken, "Söyle bakalım Alacalı, hangimizi öldüreceksin?" diye sordu acımasızca.

"Açıkçası, ilk başta seni öldürmeyi düşünüyorum Komiser," dedi tıpkı onun gibi sandalyesine yayılırken.

"Pekâlâ, önce bir izin ver de karnımı doyurayım. Sonra birbirimizi öldürürüz!" dediğinde İmre şen dolu bir kahkaha attı. Bu adamın rahat tavırlarını fazlasıyla sevmeye başlamıştı.

Necati ve Beyge ise onların arasında geçen konuşmalardan hiçbir şey anlamıyor, sadece kelimelerin ustaca perde görevi gördüğü cümleleri işitiyorlardı. Belki de bundan kaynaklı idi köşelerinde sessizliklerini koruyor olmaları.

"Sen ye lütfen, yemeğini. Ben de kaçırdığınız yerleri sizlere sunayım." Ayağa kalktı ve kapının sol tarafında duran dikdörtgen şeklindeki tahtaya ilerledi. Tahtanın üzerinde maktûllerin fotoğrafları, adları ve olay yeri ile ilgili bilgiler bulunmaktaydı. İmre, önce orada bulunan bilgilere dikkat kesildi. Daha sonra eline kırmızı tahta kalemini aldı ve bir isim yazdı.

Sima Cenek.

Pilav üstü nohudundan bir kaşık alıp ağzına atmış olan Efken, tahtaya yazılmış olan ismi görünce kaşlarını çattı. Cinayetler bitmişti. Bu kimin ismiydi? Yeni bir cinayet mi olacaktı?

"Bu kim," diye sordu merak dolu bir sesle. Onun sorusunu görmezden gelen İmre, masaya doğru yürüdü ve tekrar onun karşısına oturdu.

"Size birkaç şey anlatacağım. Bana inanır mısınız bilmiyorum. Ancak anlatacaklarımın bu odada kalacağını ve hepinizin giz dolu olaylara adım atacağınızı belirtmeliyim."

Gözleri Efken'in üzerindeydi. Ondan onay bekliyordu anlatmak için. Merakı bir akrep misali etrafında gezen Efken, göz kapaklarını bir perde misali indirdi ve tekrar açtı kehribarla dolu pencerelerinin.

"Benim ailem, şaman soyundan geliyor. Bunu hepinizin bildiğini biliyorum. Bundan dolayı açıklama gereksinimini duymuyorum. Ancak bilmediğiniz pek çok giz var ve ben, artık bu cinayetlerin son bulmasını isteyen biri olarak bunları sizinle paylaşmak, en azından omuzlarımın üzerinde yatan ölü bedenleri def ederek toprağa gömmek istiyorum."

Siyah çantasının büyük gözünü açtı ve içerisinden ajandayı çıkardı. Ajandanın iple sarılmış olan düğümünü çözdü. Onların suratına bakmaktan itinayla kaçındı ve bildiklerini anlatmaya başladı.

"Bu kasabaya taşındığımız zamanlarda atalarım bir anlaşma yapmışlar. Onlar bu kasabayı koruyacak ve karşılığında da bu kasabaya kötülük hüküm sürmeyecek. Benlikleri için hiçbir şey istememişler ta ki bin dokuz seksen dört yılında büyük büyük teyzem, bu anlaşmayı bozana kadar..."

Yutkunmak yüreğine zor gelmişti. Gerçekler dilinden döküldükçe kalbinin ağırlaştığını, nefes almanın zorlaştığını fark etti. Ancak bunlar önemli değildi. Şu an öleceğini bilse bile her şeyi açığa vurmak istiyordu.

"Büyük teyzem, bencil bir kadındı. Bunu anam da söyler dururdu zaten." Sağ elini gelişigüzel salladı. "Her neyse. Büyük teyzem, ormana gitmiş."

"Dermek Ormanı?"

İmre, başını salladı Necati'nin sormuş olduğu bu soruya ve dudaklarını yaladı. Kelimeler bir dağ oluyor ve sanki boğazını sıkıyordu çıkıp birer cümle oluşturmamak için.

"Ormanda belirli yerleri işaretlemiş. O işaretleri bulmam senelerimi aldı benim ve bulduğumda kesinlikle emin oldum; atalarım, ormanı lanetlemiş!"

"Nasıl lanetlemiş?" Efken, bunu beklemiyordu. Zaten kendisi lanetliydi. Şimdi bir de onun ailesi mi ormanı lanetlemişti? Kafası iyice karışmış, düşünceleri bir kap su iken okyanus olmuştu.

"Büyük teyzem, sırf bir adama aşık olduğu ve atalarımız buna izin vermediği için öfkelenmiş! Öfkesi o kadar büyümüş ki içinde doğru düşünme yetisini tamamen kaybetmiş! Çıldırmış! Aptal kadın!"

İmre öfkeliydi ona! Onun yüzünden başlamıştı her şey ve şu an olanları tek başına düzeltemiyor, daha beter hâle getiriyordu. Zaten burada olanlara gerçekleri anlatmasının en büyük sebebi de buydu ya!

"Büyük teyzem, ormanda belirli ağaçlara efsunlar yapmış. Bununla da yetinmeyip ormanın en tenha bölgesinde bulunan kuyuyu lanetlemiş!"

"Peki, bu lanet nasıl bir lanet?"

İmre, başını kaldırdı ve onun kehribarlarına baktı. Her zaman sakin kalıyor ve doğru olan soruları soruyordu. İmre sırf bu yüzden belki de bu adama güveniyordu.

"Önce büyük büyük dedemi, yani kendi babasını bir gece yarısı yatağında uyku halindeyken öldürmüş. Kanını akıtmış. Akan kanı ise o kuyuya dökmüş. Hah! Bununla yetinmeyip ormanın toprağına, suyuna, ağaçlarına kendi kanıyla bir lanet efsunu yapmış. Bu lanet..."

Harelerinde olan en büyük gizi serbest bıraktı. Bir damla sağ gözünden aktı ve belirli bir yolu izleyerek ajandanın üzerine damladı.

"Gerçek aşkı bulan bir Ançmay, kalbine sığdırdığı ile hem ruhen hem de bedenen birleşene kadar devam edecekti. Orman, kaosla beslenecek ve kan hiçbir zaman durmayacaktı."

Boğazına bir şeylerin takıldığını hissetti. Onun cümleleri beyninde dolanıyor, yüreğine dokunuyordu. Her halükarda öleceğini düşündü onun. İlk karı göremeden ölecekti. Derin bir nefes aldı. Burnunu çekti ve en iyi bildiği şeyi yaptı; umursamaz davranıp boş bakışlarla baktı ona.

"Her halükarda öleceksin yani Alacalı! Peki, madem öleceksin o zaman yardım et bize de çözelim şu bilmeceyi."

İmre, onun zehrini yüreğine aldı ve tebessüm ederek başını salladı. Amacı da tam olarak buydu; onlara yardım etmek.

"Pekâlâ o zaman, hadi başlayalım!" dedikten sonra kendi bilgilerini sunmaya başladı onlara.

"İlk dört cinayet, kartlarla uyum içinde ancak son iki cinayet öyle değil. Özellikle de beşinci cinayet." Küçümseyici bakışlarını onların üzerinde sabitledi ve umursamaz bir sesle, "Daha doğrusu siz öyle düşünüyorsunuz. Ama öyle değil. Yani..." diye söylediğinde merakla öne atılan Efken, onun sözünü kesti.

"Nasıl, öyle değil?"

"Çok basit Komiser, siz kartları tek tek ele alıyorsunuz. Ancak hiçbir şey tek başına bir şey ifade etmez. Her şey bütün olunca bir anlam ifade eder. Bir insan, tek başına bir işi yapabilir, ancak birçok insan birleşirse pek çok şey yapabilir."

Ayağa kalktı ve tahtaya doğru yürüdü. Eline kırmızı tahta kalemini aldı. Ölen maktûllerin fotoğraflarını yuvarlak içerisine aldı.

"Hepsinin aileleriyle onları sevenlerle ya da nefret edenlerle konuştunuz değil mi? Ancak hiçbir şey elde edemediniz! Edemezsiniz de!" Gözleri odanın içerisindeki gözlerle saniyelik de olsa buluştu. Ne anlatmak istediğini, anlamış olup olmadıklarına baktı. Ve anladıklarını gördü. Yüzünde bir tebessüm oluştu.

"Hiç kimse, hiçbir şey ve asla! Duymadım, görmedim ve konuşmadım! Bu üçleme asla değişmez! Gerçekler insana ağır gelir ve o ağırlığın altında kalmamak için bu üç olguya sığınır."

"Peki, son cinayet?"

"Maktûl, sizi ilgilendirir Komiser. Ben mesajla ilgileniyorum. Tarot kartını buldunuz değil mi?"

"Evet, saçına zımbalanmıştı," dedi yüzünde bulunan tiksinme ile. Düşündükçe midesi bulanıyordu Necati'nin. Otopsiye gittiğinde, Feza'nın söylemiş olduklarıyla midesi bulanmıştı. Cesede yapılanlar, gördükleri cesetten daha kötüydü. Saç telleri kopartılmış ve sonra zımba ile yapıştırılmıştı, tıpkı Tarot kartı gibi.

"Çıkan kart Kılıçların Onlusu idi değil mi?" diye sorduğunda başını salladı.

{Kılıçların Onlusu kartının sembolik resmi}

"Sona yaklaştığımızın haberini veriyor bize. Ortalığın karışacağını ve bu kasabanın yerle yeksan olacağını söylüyor. Hırs, intikam ve kinle beslenmiş bir ormanın içerisinde sakladıklarının açığa çıkacağını belirtiyor aslında. Bütün kartlar birleşince..." dedi ve öne doğru eğilerek masaya koydu ellerini. "Vakit tamamlandı. Bu ormanın laneti hepimize sıçrayacak!"

"Ne lanetmiş arkadaş! Alacalı, artık şu ismi açıklasan mı?"

Başını salladı. "Elbette! Yeni kurbanınıza "Merhaba," deyin! Yakın bir tarihte cesediyle karşılaşırsınız, diye düşünüyorum."

Efken, onun bu rahat tavrına öfkelenmişti. Sağ elini masanın üzerine koydu ve vurdu! Odada bulunan herkes bu ani hareketle sıçrarken İmre, ona boş gözlerle baktı.

"Rahat tavırların, ölümden ya da cesetten sanki normal bir şeymiş gibi bahsetmen! Sıkılmadın mı artık!" Ayağa kalktı.

Adımları ona olan öfkesini bağırıyor, kalbinin ritmi ona yaklaştıkça değişiyordu. Sağ kolunu kaldırdı ve onun sol kolunu avucu içerisine aldı. Yüzünü ona yaklaştırdı. Nefesleri birbirine karışıyor, kalpleri aynı anda, aynı ritimle çarpıyordu.

"Sıkılmadın mı artık oyun oynamaktan? Kartlarını açıkmış gibi tutup kapalı hâlde bize sunmaktan?" Eğildi ve sol kulağına, "İkimizde gerçeği biliyoruz Alacalı. İkimizde geçmişi biliyoruz. Kartlarını açmak için neyi bekliyorsun daha?" dedi ve geri çekildi. Hırsla kapıyı açtı ve kapıyı çarparak çıktı odadan. Ardında bir enkaz, ruhu ölmüş bir kadının cesedini bırakarak.

〽️

Efken ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Çıldırmak üzereydi. İmre'nin umursamaz tavırlarından, kapalı olan kartları açık olarak göstermesinden yorulmuştu. Üstelik bunları son olanlardan sonra hâlâ yapıyor olmasına akıl sır erdiremiyordu. Penceresi olmayan, karanlık bir odanın içerisinde yatağın altına korkudan saklanmış küçük bir kız çocuğu gibiydi.

Ellerini yüzüne götürdü ve yüzünü ovuşturdu. Arabasından çıktı ve evine doğru hızlı sayılmayacak adımlarla yürüdü. Kısa bir süre sonra apartmanının önündeydi ve merdivenleri çıkarak evinin olduğu kata geldi. Evinin çelik kapısını açarak ayakkabılarını çıkardı ve hole adım attı. Kapıyı aheste bir hareketle kapattı. Ceketini çıkararak vestiyere astı. Odasına girdi ve kıyafetlerini çıkardı. Banyoya girerek soğuk suyu açtı. Soğuk suyun altında huzur dilendi.

Soğuk su, fıskiyeden akarken gözlerini açtı. Karşısında bulunan duvara baktı. Bir kurt sembolü vardı. Hayır, bir kurt vardı. Şaşkınlıkla bakakaldı. Ellerini yüzüne götürdü ve avuçlarını gözlerine bastırarak ovuşturdu.

"Tövbe!" dedi ve tekrar baktı aynı duvara. Bomboştu.

"Hayal dünyan gelişti resmen Efken! Hepsi o, Alacalı yüzünden!" diye söylendi. Soğuk suyu kapattı ve duşa kabinden çıktı. Havluyu beline sardıktan sonra saçlarını da bir diğer havluyla kuruttu. Aynadaki yansımasına bakmak için aynayı sol elini kaldırarak sildi.

Uzun sayılmayacak bir süre baktı aynaya. Gözlerini çekeceği sırada tam arkasında gördü onu. Kurt, ona bakıyordu. Yutkundu. "Gerçek misin," diye sorduğunda kurdun başını salladığını gördü.

Kalbi anın verdiği heyecanla hızlı hızlı çarpıyor, dudakları kuruduğunun emaresini veriyordu. Ancak şimdi duramazdı. Durursa eğer bir şeyler eksik kalacak ve asla cevabı bulamayacakmış gibi hissediyordu.

"Ne istiyorsun benden?" diye sordu ve daha sonra yan bir şekilde gülümsedi. "Gerçi nasıl cevap vereceksin ki bana," demişti ki kafasının içinde bir ses yankılandı.

"Koruyucusun. Ançmay'ın koruyucusu. Onu korumazsan ölecek. Lanet büyüyor ve büyüdükçe kötülük hükmedecek."

"Hadi be!" dedi ilk tepki olarak. Daha sonra onun söylediklerini algıladı. Kaşlarını kaldırdı ve şaşkınlık dolu hareleriyle baktı.

"Koruyucu? Ançmay da aynı şeyi söylemişti. Lanet ve koruyucu?" dedi hiçbir şey algılayamadığını belli eden sesiyle.

"Koruyucu, kehribarlarında gezen merakı at. Ançmay'ın sana ihtiyacı var. Ormanın her yeri lanetlerle dolu, o lanetleri yok et ve onu koru. Geç kalınmış bir hayat, hayat değil lanettir."

"Onu nasıl koruyacağım?"

"Sevgiyle ve inançla."

Kurt, aynadaki yansımasından bir toz bulutuyla kayboldu. Banyonun lavabosundan destek alan elleri titredi, irisleri korkuyla büyüdü. Kalbi, ritmini bozarak çarpıyordu. Aynadaki yansımasına bakmaktan alıkoydu kendisini ve banyodan çıktı. Odasına gitti ve dolabından kıyafetlerini alarak üzerine giydi. Daha sonra yatağına sırtüstü yattı ve kollarını başının altına koydu. Göz kapaklarını bir perde misali kapattı, kehribarları üzerine.

İmre'nin hayatına adım atmasıyla beraber doğru bildikleri yanlış, yanlış bildikleri doğru olmuştu. İnanmadıkları inançlarıyla bütünleşmişti. Kalbinin ritmi bozulmuş, hayal dünyasını süsleyen her şey gerçekle bütünleşmişti.

Onun sureti belirdi, kapalı olan gözlerinin sunduğu hayal dünyasında. Ama bu sefer farklıydı. Mavi ve beyaz ile harmanlanmış olan elbisesi yırtıklar ve pisliklerle doluydu. Elleri kanla boyanmış, yüzü kesiklerle bezenmişti. Gözleri... O alacalı gözlerinin feri gitmiş, irisleri, tıpkı bedeni gibi titriyordu.

Efken, gördüğü bu görüntüye daha fazla dayanamadı ve sımsıkı kapatmış olduğu göz kapaklarını hızla açtı. Kehribarları beyaza boyanmış tavanla kesiştiğinde göz kapaklarının titrediğini, yüreğine bir ağırlığın çöktüğünü hissetti. Bir hışımla kalktı yataktan. Hızla eline dizüstü bilgisayarını ve not defterini aldı. Komodinin üzerinde bulunan telefonunu aldı ve Necati'yi aradı.

"Komiserim?"

"Necati, sana bir isim vereceğim, bana o kişinin bilgilerini bulman gerekiyor beş dakika içerisinde. Merkez'desin değil mi?" diye sorduğunda Necati, "Evet, Komiserim," dedi hemen.

"Tamamdır. Sima Cenek. Beş dakikan var," dedi ve kapattı telefonu Necati'ye söz hakkı tanımadan.

Efken, dizüstü bilgisayarında interneti açtı ve arama butonuna Dermek Ormanı yazdı. Açılan sayfada haberlerin yazılı olduğu bir makaleye tıkladı. Çıkanlar ile şaşkınlığını gizleyemedi. Bütün haberlerde cesetler, semboller ve kan vardı.

"Bu ne lan!" dedi hırsla ve şaşkınlıkla.

Fotoğrafları gördükçe midesi bulanmıştı. Bir fotoğrafta, bir adamın sağ eli oyulmuş ve içerisine adamın kendi gözleri koyulmuştu. Bir diğer fotoğrafta, genç bir kadının saçları gelişigüzel kesilmiş ve kesilen saçları yine onun bedenine dikilmişti. Bir diğer fotoğrafa geçti daha fazla dayanamayarak. Fotoğrafta bir adamın bedeni ağaca bağlanmış ve adamın bedenine kanla semboller yazılmıştı. Sembolleri incelerken dizüstü bilgisayara doğru eğildi ve görmemesi gereken bir şey gördü. Adamın dudakları dikilmişti.

Efken gördüklerine daha fazla dayanamadı ve hızla banyoya koştu. Tuvalete eğildi ve içerisinde bulunan her şeyi çıkardı. Bir müddet orada öylece durduktan sonra kalktı ve lavaboda elini yüzünü yıkadı. Telefonunun melodisini duyduğunda ellerini ve yüzünü kuruladıktan sonra odasına geçerek telefonu eline aldı ve aramayı cevapladı.

"Komiserim, Sima Cenek, otuz iki yaşında. Zengin bir ailenin ilk evladı. Fazlasıyla zengin bir ailenin üstelik. Neyse, bu ailesiyle büyük bir tartışma yaşamış ve rest çekerek kendi işini kurmuş. Bir sevgilisi var. Sevgilisiyle birlikte yaşıyor. İşin garip yanı, sevgilisini ailesi istememiş ve o yüzden tartışmışlar. Daha sonra sevgilisiyle birlikte çalışıp çabalayıp kendi işlerini kurmuşlar ve şu an kız, ailesiyle yarışır bir parayla oynuyor. Kadın fazla egoist ve kibirli. Ama sevgilisi tam tersi. Geçen sene bir barda taşkınlık çıkarmış ve bu yüzden tutuklanmış. Sevgilisi avukat olduğu için o çıkarmış onu. Her neyse, sevgilisi otuz beş yaşında ve onunla birlikte olduğu zamanda okuyup avukat olmuş. Çok garip bir ilişkileri var sanırım. Ben anlamadım."

"Tamam Necati, sağ olasın," dedi çatlamış sesiyle.

"Komiserim, bir sorun mu var?" diye soran Necati'ye cevaben, "Necati, ormanda bulunan kanlardan biri acaba bizden birilerine ait midir ki?" diye sordu.

Necati, onun söylemiş olduklarından hiçbir şey anlamamıştı. Bir şeyler oluyordu ancak sanırım onun çözemeyeceği kadar derin ya da onun bilmemesi gereken bir mevzuydu. O yüzden sormaktan çekindi ve sadece onun sormuş olduğu soruya cevap verdi.

"Eğer bize ait kanlar olsaydı, burada olur muyduk Komiserim," dedi üzgün bir sesle.

"Ben de öyle düşünmüştüm kardeşim," dedi ve telefonu kapattı.

Necati, ondan duymuş olduğu kelimeyle yüzünde bir tebessüm oluşmasına engel olamadı ve şaşkınlıkla kapatmış olduğu telefona bakakaldı.

Necati, ebleh ebleh telefona bakarken Efken, gözünden akan bir damla yaşı sildi. Babasını, büyük annesi ve büyük babasını vahşice kaybetmişti. Annesini bir salgında kaybetmişti. Kardeşini... Kardeşini ise bu lanetlerle dolu kasabada, bu kanla bezenmiş ormanda kaybetmiş ve cesedini dahi bulamamıştı...

Giysi dolabının kapağında bulunan aynaya baktı. Kafasını sağ omuzu üzerine koydu ve alt dudağını ısırdı. Yutkundu. Sol gözünden akan bir damla yaşta takılı kaldı hareleri.

"Neden, sen yaşıyorsun ki? Neden sen, o gün evde değildin ki?" diye bağırdı ve yumruk yaptığı sağ elini vurdu aynaya.

Ayna paramparça olurken elinin boğumlarına giren cam parçalarından akan kanlara baktı. Daha sonra bir daha vurdu aynaya. Bir daha vurdu. Hırsı, öfkesi, kini her duygusu iç içe girmişti. Bağırdı hırsla.

"Neden sen hayattasın ki! Neden ailen o şerefsiz yüzünden ölmüşken kardeşin o şerefsiz yüzünden kaybolmuşken sen nasıl yaşıyorsun hâlâ! Neden geberip gitmiyorsun!"

Öfkesi dinmiyor, yüreği ateşe atılmış bir odun gibi çatırdıyordu. Kalbi bin bir parçaydı. Öfkeyle bağırdı. Diz kapakları büküldü ve yere düştü. Ellerinden akan kanlar odayı çevrelerken onun yüreği gizli kalmış acılarıyla büyük bir savaş içerisine girmişti.

〽️

Artık yaşanılanları, gizli kalmış gerçekleri kaldıramıyordu genç kadın. Yorulmuştu. Sürekli kötü sözleri yüreğiyle hissetmekten acılarını, yalanlarını sineye çekmekten artık fazlasıyla usanmıştı. Her şey artık onun bir yumruk sıkımı kadar olan yüreğine fazla geliyordu. Derin bir nefes aldı. Yüzüne mutluluk maskesini taktı ve odasının kapısını açarak oturma odasına geçti.

"Ana, ne ediyon?" diye sordu elinde bulunan bıçakla kırmızı bir sıvıyı tabağın üzerinde bulunan papatyalara damlatan anneannesine.

"Evimizi kutsuyorum guzum," dedi umursamaz ses tonuyla.

Ona doğru yürüdü ve "Ana, kanla ev mi kutsanır? Sen ne yapıyorsun Yaradan aşkına!" dedi şaşkınlıkla.

Anneannesi onu duymamazlıktan geldi ve mırıldanarak bir şeyler söylemeye başladı. Bir yandan da kanı, papatyaların üzerine damlatmaya devam ediyordu.

İmre, öfkeyle anneannesinin elinde bulunan bıçağı aldı. Hareleri yeşilden sarıya dönmüştü. Göğsü hissettiği hiddetle inip kalkıyordu. Elindeki bıçağı anneannesine doğrulttu. Çağırmamasına rağmen Ölüm Adderi yamacında belirmiş ve anneannesine doğru tıslıyordu.

"İmre," dedi uyarıcı ses tonuyla. Ancak İmre, onu duyamayacak kadar öfkeyle doluydu.

"Yetmedi mi artık yaptığınız lanetler! Ana, görmüyor musun annem gibi ölüp gideceğim ben! Söylediğin yalanlar, yapmış olduğun büyüler... Her şey ama her şey elimize ayağımıza dolanıyor!" Bir adım attı ona doğru ve bağırarak, "Dur artık! Bırak artık da lanetimizi bitireyim!" dedi.

Gözünden akan yaşlar, görme yetisini kaybettirirken o hırsla sildi gözyaşlarını sol koluyla.

"Koruyucumla arama girme! O aptal ormandan medet umma! Ona en büyük desteği sen veriyorsun! Geçmişimi yalanlarla boyuyor, benim gözümü köreltiyorsun! Yeter artık! Uzak dur bu olaydan!"

Son sözlerini söyledikten sonra İmre, elinde bulunan bıçağı elini açarak yere düşürdü. Gözünden akan yaşı sildi ve burnunu çekti. Daha sonra ardına döndü ve odasına gitti. Giysi dolabına yöneldi ve dolabın üzerindeki bordo renkteki bavulunu alarak yatağının üzerine koydu. İmre, bir yandan ağlıyor bir yandan da gelişigüzel kıyafetlerini bavula koyuyordu.

İmre, odasında asıl benliğine doğru ilk adımını atarken oturma odasındaki anneannesi kapıyı açarak dışarıya çıktı. Evin arka tarafında bulunan kuyuya doğru yürüdü. Kuyunun önüne geldiğinde durdu. Sol elinde bulunan bıçağı, sağ elinin avucuna koydu ve bastırdı. Bıçağın keskin tarafı kesmişti avucunu ve kanlar oluk oluk akıyordu. Yüzünde sadist bir gülümseme belirdi ve kanını kuyuya akıtmaya başladı. Her damlayan kanda bir kelime söylüyordu. Her kelime ise bir lanete gebeydi.

"Karşısına çık. Onun kanını akıt. Aralarını boz. Kalplerine kinle hükmet. Onları yok et." Sözlerini bitirdikten sonra bedenini kuyuya attı.

〽️

Karanlık mı insanları korkunç yapıyordu, yoksa insanlar mı karanlığı korkunç yapıyordu? İnsanlar mı gaddardı yoksa karanlık mı? Bu soruların cevapları belki bilinmezdi ama ne oluyorsa hep karanlık, gökyüzüne hüküm sürdüğü vakit oluyordu.

Gecenin karanlığı, gökyüzünde ağlayan bulutlara ev sahipliği yapıyor, yeryüzünde bulunan bedenler dört duvar arasında saklanıyordu, bir kişi hariç.

Genç kadın, gözlerinden ardı arkası kesilmeyen yaşlarla ağlayan bulutlara uyuyor, toprak zemini arşınlayan arabasıyla gidiyordu, nereye gittiğini bilmeden. Yolun, onu nereye götürdüğü belliydi belki de o, yüreğine bunu söyletemiyordu. Arabasını, apartmanın önüne geldiğinde durdurdu ve indi. Arka koltukta bulunan bavulunu aldı eline ve kapısını kapattı.

Gökyüzüne çevirdi bakışını. Ağlayan bulutlar gibiydi; kasvetle ve gözyaşlarıyla doluydu ruhu. Derin bir nefes aldı. Sırılsıklam olmuştu, tıpkı bedeni gibi ruhu da. Eline aldığı bavuluyla apartmana girdi. Merdivenleri zorla da olsa çıktı ve istediği yere geldiğini anlayınca durdu. Sağ elini kaldırdı ve yumruk yaparak kapıya vurdu iki defa. Bekledi... Evdeydi biliyordu. Onun ruhunu hissedebiliyordu. Gözünden akan yaşı sildi sol avuç içiyle ve tekrar yumruk yaparak vurdu kapıya bir kez daha. Yutkundu. Ona gelen mesajı reddettiğini düşündü. Omuzları çökmüş, yüreği harap olmuştu.

Yine yalnızsın kükler. Bir ançmay olamayacak kadar güçsüzünsün, dedi bir fısıltıyla. Yere koymuş olduğu bavulunu aldı ve arkasına döndü. Ağlamak istemiyordu ama gözyaşları ona danışmadan akıyor ve onun daha güçsüz hissetmesine vesile oluyordu. Sinirle çekti burnunu. Seni kimse istememiş, o niye istesin ki, dedi yüreğinde bulunan kırıklarla.

Kapı açılmıştı. Ancak bunu fark edemeyecek kadar kendinde değildi genç kadın. Onun bu umutsuz sözlerini duymuş olan genç adam, yüreğinin bin bir parçaya bölündüğünü hissetti. Boğazını temizledi. Bu kadın benim umudum, ben ise onun sevgisiyim, diye düşündü.

"Ançmay," diye seslendi. Onun sesini duyan genç kadın ardına döndü ve onu görünce tebessümüne engel olamadı. Damlayan gözyaşlarıyla baktı ona. Hızla adımladı aralarındaki mesafeyi ve kapattı.

"Koruyucum," dedi sesinin tınısına yansıyan endişeyle. Titreyen elini ona doğru uzattı ve yanağına koydu. Genç adam, kehribarlarını gizledi perdelerinin ardına ve yutkundu. Dokunuşunda huzur varmış gibi hissetti.

"Ruhum sana bağlanmışken bedenimi de kabul eder misin Koruyucu?" diye sordu çatlayan sesiyle.

Yanağında olan eli, sağ avucunun içerisine aldı. Başını hafifçe salladı ve onun içeriye girmesi için kapıyı iyice açtı. Genç kadın içeriye girerken o, dışarıda duran bavulu alarak onun peşinden gitti salona.

Bavulu salonun kapısının yanındaki duvarın önüne koydu ve ayakta bekleyen genç kadına doğru yürüdü. Onun üzerinde olan yağmurluğu çıkardı ve tekli koltuğun üzerine koydu. Ne yapması gerektiği konusunda hiçbir fikri yoktu. Bundan dolayıdır ki, fazlasıyla gergindi.

Genç kadın, ona doğru döndü. Ellerini uzattı ve onun, tıpkı kalbi gibi kesiklerle ve kanla dolu olan elini, avuçları üzerine hapsetti.

"Bu kadar yaralı olduğumuz için mi bizim kaderimiz bir yazılmış Komiser?" diye sorduğunda elini çekti onun avuç içlerinden ve yüzüne dokundu. Gözyaşlarını başparmağı ile sildi.

"Kaderimiz bir olduğu için yaralarımız bu kadar çok Alacalı," dedi ve dudaklarını bir perde misali örttü onun dudaklarına.

Ruhları birleşmiş olan iki yaratılmış, ilk günahın bedeli olan şehvetle bezendi ve birleştirdi bedenlerini. Birbirlerine dokundukları her anda yaraları kabuk bağlamaya hacet duymadan iyileşiyor, sevgi tohumları yüreklerinde kendilerine yer buluyordu. Buseleri naifçe sevgilerini yansıtırken ruhları kasvetin ardına gizlenmiş olan bulutlarda gezintiye çıkıyordu. Şehvetleri harlanıyor, kalpleri ritimlerini kaybediyordu. Odanın duvarlarına çarparak kulaklarında son bulan sesleri, onları gerçeklikten soyutluyor ve hayal âleminde umut ve mutlulukla dolu bir şekilde özgürce gezdiriyordu...

Ruhları gibi birleşen iki beden, artık geçmişin acı dolu izlerini silecek ve kendilerine yeni bir gelecek yaratabilecek miydi? Yoksa her şey bulutların ardında saklanan kasvete esir mi olacaktı? Adsız, oyunun kurallarını değiştirmiş olabilir miydi? Orman bir büyüyle daha lanetlenmiş olabilir miydi? O gerçekten bir ançmay mıydı yoksa basit bir kükler miydi?

〽️

ARMAĞANLARINIZA İYİ BAKMANIZ DİLEĞİYLE...

💥

Continue Reading

You'll Also Like

GÜZ YARASI By Emine

Mystery / Thriller

27.9K 7.8K 29
Elindeki suyu tepesine bir dikiște bitirdi ve su șișesini hızla evlerinin geniş bahçesine savurdu. Onu her sabah böyle izlemek akıl kârı değildi ama...
38.8K 2.9K 51
# Gençkurgu-- Fantastik # # 1. Akademi # 1. Efsane # 1. Ejderha # 2. Savaş # 1. Büyü - Düşünsene, sen büyünün her şey olduğu bir dünyada, zerre ka...
3.4M 138K 74
Pera, arkadaş grubuyla kış kampına katılırken, içinde tarifsiz bir huzursuzluk kol geziyordu. Avrupa'nın en yüksek dağı Mont Blanc'un karlı etekler...
Tacın Bedeli By Zey

Historical Fiction

49.5K 3.9K 60
1530, İngiltere. O kanlı geceden tam beş yıl sonrası... Bütün Avrupa, dört bir yanda kasırga misali başlayan reform hareketlerinin rüzgârlarına kapıl...