TARDU

By seydnrk_

2.8K 956 8.1K

Bu Kitabın Yaş Sınırı +16 Eski Türkçe'de "Tardu" kelimesi "Armağan-Hediye" anlamlarına gelmektedir. Bu hika... More

🔻TARDU'YA GİRİŞ YAPMADAN EVVEL🔺
1) SÜRÜCÜ ➿
2) KERAMET ➿
3) LAŞE ➿
4) KEŞMEKEŞ ➿
5) TAROT ➿
7) ALACALI ➿
8) LYPOPHRENİA ➿
9) GİZ ➿
10) KÜKLER ➿
11) İM ➿
12) İM, GEÇMİŞTEN GELECEĞE ➿

6) ANÇMAY ➿

124 63 263
By seydnrk_

- KEYİFLİ OKUMALAR -

Ançmay:

Parıltılı. Bilgisiyle etraftakileri etkileyen kadın.

Charles Bukowski der ki; dibe vurduğunu zannedip, bir dip daha olduğunu keşfedebilir insan. Her dakika hatta saniye, insan hata yapabilir; yaptığı o hatanın içerisinde debeleneceğini ve öleceğini bilir. Ancak tekrar ve tekrar hata yapmaktan kendini asla alıkoyamaz. Sanırım bunun sebebi kibirden ya da meraktan kaynaklanıyor.

Dün çok büyük bir hata yapmıştı genç kadın. Tekrar. Kafasını duvarlara vurmak, bedenini yerden yere sürüklemek istiyordu. Ruhunu tamamen erk hayvanlarına teslim etmek ve bedeninin hükmünü onlara vermek istiyordu. Kehribar gözler kalbine nüfuz etmiş, bir kuşun kanadından düşen bir tüy misali rüzgârda savrulmuştu. Öfkeyle elinde bulunan yastığa yüzünü koydu ve avazı çıktığı kadar bağırdı. Sesini duyan anneannesi hızla odasının kapısını açtı. Telaşlı hâli yüzünün her bir kırışıklığında kendine yer edinmişti.

"Bir şey yaptın!"

Çaresizce baktı karşısında duran hayat ağacına*. Aheste bir hareketle başını aşağı yukarı salladı. Pembe dolgun dudaklarını, alt ve üst ön dişleri arasına hapsetti.

"Yaptım!"

Derin bir nefes aldı. Ağacın dallarının sallandığına şahit oldu, genç kız. Ancak rüzgâra karşı geldiğini, dimdik duracağına ant içtiğini gördü hayat ağacının. Kapının kulpunda duran sol elini çekti.

"Oturma odasında seni beklerim, gel, konuşalım."

Genç kız, oturduğu sütlü kahve tonlarındaki tekli koltuktan kalktı, odadan çıkan anneannesinin ardından o da çıktı. Gri ev terlikleri ayağında, eşofmanları üzerinde, omuzları çökmüş, başı yere eğilmiş bir suçlu edasıyla girdi oturma odasına.

"Nördün guzum? Kime, ne ettin? Metellerin -masalların- anlattığına mı kandın?"

Başını iki yana salladı. Bu hareketiyle uzun beyaz saçlarının bir parçası, emanet duran tokasından özgürlüğüne koştu.

"Yapmam gerekeni yaptım ana -anneanne-!"

"O vakit ne diye suçlarsın kendini?"

Odanın ortasında duran küçük, koyu kahve tonlarındaki sehpanın üzerinde duran, kırmızı kapaklı sürahiye uzandı. Bir bardak su doldurdu ve uzun zamandır ağzına su koymamış bir bedevi misali içti.

"Sırrımı paylaştım! Keramet bana ne demişse onu yaptım! Ama olmuyor! Ana, kerametler hata yapmama neden oluyor! Bir adama... Bir adama tutulu kalmamı istiyorlar!"

Kaşlarını çattı. Sevda? Böyle bir ortamda küçük yavru kurdunun yapmaması gereken bir şeydi. Onu hataya sürükler, sürüklediği hatalarda boğulmasına vesile olurdu. Derin bir nefes aldı. Göğsü yaşadığı endişe ile yandı. Kızının başına gelenin, biricik emanetine olmasını istemiyordu.

"Geriye dön. En başa geç. Teker teker elekten geçir. Anlat hele, yaşlı hayat ağacına."

"Habil ile Kabil! Yaradılış ve yok oluş! Ana, her şey baştan başlıyor! Kalem oynuyor ve defter karalanıyor!"

Hızla başını iki yana salladı. Ellerini kucağında yumruk yaptı. Birbirine kenetlenmiş olan dişleri arasından bir yılan misali tısladı.

"Asla! Evvela beni gebertmesi gerek!"

Genç kızın gözlerinden bir damla yaş aktı. Yaş, yolunu çizdi ve genç kızın çenesinden boynuna doğru aktı da gitti. Dudaklarını yaladı.

"Son bir cinayet kaldı. Ancak tek başıma bulamıyorum onu. Bana birini gönderdiler. Ana, kehribar gözleri kalbimi delecek kadar güçlü. Tanrı Kayrakan*, hem kalbime hükümetsin hem de aklımda hayat bulsun istiyor!"

Yaşlı ağaç ayağa kalktı. Adımlarını dış kapıya yöneltti. Dış kapıyı açarak dışarıya çıktı. Eskiden tuvalet olan ancak tuvaletin içeriye alınmasıyla birlikte yıktırıp küçük bir oda yaptıkları taşlı odanın tahta kapısını açtı. Odanın içerisine girerek, yerde duran büyük şekilsiz taşı -büyük bir güç sarf etme gereksinimi duymadan- sola doğru çekti. Üst üste dizilmiş olan defterleri çıkardı. Aradığı defteri bulduğunda, tekrar yerlerine yerleştirdi defterleri ve taşı. Ellerini dizlerine koyarak ayağa kalktı. Kapıyı ardından kapattı ve ipli kilidi yan tarafa sararak kilitledi. Dikkatli adımlarıyla evin içerisine girdi. Oturma odasına girdiğinde torununun orta sehpanın üzerini boşalttığını gördü.

"Bana bir kalem getiresin guzum," dedikten sonra sehpanın yanına, yere bağdaş kurarak oturdu. Genç kız, ayağa kalkarak odasına gitti.

İmre, odasında bulunan kapının sol tarafındaki çalışma masasına ilerledi. Masanın üzerinde bulunan kalemliği eline aldı ve kurşun kalemi alarak içeriye geçti.

Vakit kaybetmekten hoşlanmayan yaşlı ağaç, torununun ona uzatmış olduğu kalemi aldı. Mutfaktan getirmiş olduğu mumu, kibrit yardımıyla yaktı. O sırada İmre, lambayı kapatmış ve karanlık odayı bir tek mumdan yükselen ateş aydınlatır olmuştu. Tıpkı gecenin karanlığında insanlara gülümseyen Ay misali.

Ortada duran mumun etrafına iki tane eğik paralel çizgi çekti. Çizgiler bir köşede birleşirken en alt kısmı ise yine bir çizgi çekerek birleştirdi. Üçgen ortaya çıkarken, yaşlı ağaç vakit kaybetmeden üç köşeye de sembolleri çizdi. En üst köşeye; C harfi çizdi. Harfin içine ve dışına ters bir şekilde nokta koydu. Alt sol köşeye; yarım ay çizdi. Ayın içerisine bir nokta koydu. Alt sağ köşeye; bir çember çizdi. Çemberin iki yanına nokta koyarken ortasına bir yıldız çizdi.


Sembolleri çizmeyi bırakan yaşlı ağaç, torununa döndürdü yeşil yapraklarını. Açıklama yapmak adına dudaklarını araladı.

"Her harfin, her şeklin bir anlamı vardır. İlk başta çizmiş olduğum üçgen -∆- evimizi temsil ediyor. Ortasında yanan mumsa bizim zekamızı ve kalbimizi temsil ediyor. En baş köşede bulunan işaret Enerjiyi; sol köşede bulunan işaret Yaşamı; sağ köşede bulunan işaret ise; Bitmeyen Bağlılığı temsil ediyor. Enerji, bize güç-kuvvet verecek; Yaşam, bizi ayin sırasında bu dünyada tutacak. Bitmeyen Bağlılık, bizim onlara olan sadakatimizi temsil ediyor."

Genç kız anladığını belirtmek istercesine başını aşağı yukarı salladı. Yaşlı ağaç, ellerini iki yana açtı. Avucunu tavana doğru açarken, başını yukarıya kaldırdı.

"𐰀𐰘 𐰏𐰇𐰔𐰠𐰼𐰃𐰢𐰃 𐰀𐰲𐰣 𐰋𐰇𐰼𐰚𐰇𐱅 𐰀𐱃 𐰉𐰣𐰀 𐱁𐰢𐰣 𐰆𐰞𐰢𐰀 𐰀𐰺𐰢𐰍𐰣𐰃𐰣𐰃 𐰽𐰆𐰣𐰣 𐰴𐰺𐱃𐰞 𐰀𐱃 𐰲𐰍𐰺𐰃𐰢𐰀 𐰴𐰆𐰞𐰴 𐰋𐰼𐰾𐰃𐰤 𐰾𐰤𐰃𐰤 𐰖𐰺𐰑𐰃𐰢𐰲𐰃𐰣 𐰆𐰞𐰣 𐰋𐰃𐰔𐰠𐰼𐰀 𐰓𐰾𐱅𐰚 𐰋𐰼𐰾𐰃𐰤.
-Ey gözlerimi açan Bürküt Ata! Bana şaman olma armağanını sunan Kartal Ata! Çağrıma kulak veresin! Senin yardımcın olan bizlere destek veresin!-"

Orta sehpa bir zelzeleye şahit olurmuşçasına sallanmaya başladı. Mumun ateşi, penceresi açık olmayan evin içerisindeki rüzgârla çetin bir harbin içerisine girmişti ve kazananın kendisi olmasını istiyordu.

Bir kuşun kanatlarını çırpma sesi kulaklarda can buldu. Gözler bembeyaz bir ışığın, karanlıkta parlayışına şahit oldu. Yaşlı ağaç ve genç kız aynı cümleleri tekrar etmeye başladı. İkisinin sesi bir olmuş, bir melodiye ev sahipliği yapıyordu.

"𐰀𐰺𐰢𐰍𐰣𐰞𐰺𐰃𐰢𐰃𐰣 𐰽𐰚𐰃𐰋𐰃 𐰾𐰾𐰃𐰢𐰀 𐰾𐰾 𐰆𐰞𐰽𐰃𐰣 𐰴𐰞𐰋𐰃𐰢𐰀 𐰼𐰚𐰋𐰼𐰠𐰃𐰚 𐰀𐰓𐰾𐰃𐰤
-Armağanlarımın sahibi! Sesime ses olasın! Kalbime rehberlik edesin!-"

Ve sesleri duyuldu! Bürküt Ata*, ışığın arasından beyaz kanatlarıyla yokluğunu, varlığa çevirdi. Siyah gözleri, karşısında duran iki şamana değdi.

"Kutlu sözlerin mi beni buraya getirdi? Yoksa kalbinde bulunan korku mu?"

Yaşlı ağaç, iki dalını dikleştirdi. Gövdesini karşısında bulunan, güzelliklerin sahibi, Şamanizm'in varlığı olan kadına doğru çevirdi. Göğsü heyecan ile inip kalkıyor, yeşil dalları parlıyordu.

"Her ikisi de!"

Memnuniyetle gülümsedi, Kartal Tanrıça. Ucunda kartal bulunan asasını yere indirdi. Beyaz kanatları görsel bir şölene ev sahipliği yaparken, asasını yere vurdu iki defa. Bu bir seslenişti!

"Erkler! Vakit sizin emrinizdedir!" Onun bu sözleriyle birlikte sağ tarafında beyaz bir kurt, sol tarafında ise Ölüm Adderi belirdi.

Kurt uludu.

Ölüm Adderi tısladı.

"Tardu, sana ivaz mı olacak Genç Şaman? Kalbin aklına mı hükmedecek? Yoksa tam tersi mi olacak? Onu bul! Sana verilen görevi yerine getir! Aksi halde..."

Ellerini iki yana açtı. Gözlerini kapatan kartal figürlü maskesi ve şapkası yere düştü. Kahverenginin her tonuna ev sahipliği yapan elbisesi değişti. Asıl benliğini karşısında bulunan şamanlara gösterdi. O bir savaşçıydı! Şamanlar ise onun ardında savaşan askerler!

"Savaş başlar! Savaş başlarsa Erlik bu dünyaya iner! Dengeyi koru! Kehribar, senin yol gösterenin! O, senin en büyük armağanın!"

Kanatlarını çırptı. Erk hayvanları, ona doğru gelirken genç kız olduğu yerde onlara baktı. Kurt ve Ölüm Adderi, ona bir keramet getirdi. Ama bu keramet ona verilen en büyük armağandı! Tanrı Kayrakan son uyarısını Bürküt Ata ile yaptı. Artık vakit tamamlanmıştı. Gerçekler gün yüzünü çıkacak ve o, görevini tamamlayarak bu dünyadan ayrılacaktı.

"Bana geldin Genç Şaman! Sana istediğini verdim! Görevini tamamla! Onu bul! Bu dünyaya ait olmayanı bul! Bize getir! Seçilmiş olansın. Sen bir ançmaysın! Bilgilerim, bilgilerin! Gücüm gücün! Ve bende olmayan kalp, senin! Gözlerini kapatma! Armağanları gör! İvazın seni yok etmesine izin verme!"

Sözler bitmiş, görev verilmişti. Bir kanat sesi doldurdu kulakları. Asıl benliği yok oldu Kartal Tanrıça'nın. Gözlerini kapattı kartal figürlü maske, üzerinde kahve tonlarında, diz kapaklarında biten düz bir elbise yer aldı. Açık kahve tonlarındaki çizmeleri eşlik etti elbisesine. Vurdu yere asasını ve yok oluverdi ortadan.

İki şaman kaldı başbaşa. Hüküm verilmişti! Ne bir çıkış vardı ne de başka bir şey. Okyanusun ortasında kalmış gibiydiler; ne kulaç atacak güçleri vardı ne de onları gören bir gemi. Kehribar, o okyanusa dalmak ve onları biçare hallerinden kurtarmak zorundaydı. Aksi mi? Olamazdı!

Omuzları çökmüş, gözlerinin feri gitmişti. Yaşlı ağaç, yeşil iki dalını çevirdi ona. Hâlini görünce kalbinin bir aslan sürüsü tarafından yenilip, yutulduğunu hissetti. Derin bir nefes aldı. Almış olduğu bu nefes, sanki yemek borusundan aşağıya inmiş ve onu parçalara ayırmış gibiydi. Yutkundu.

"Hadi, benim guzum! Hüküm verilmiştir. Artık gerekeni yapma vaktidir."

Genç kız belli belirsiz başını salladı. Yüzüne bir tebessüm yerleştirdi. Bu tebessüm öyle eğreti duruyordu ki bunu gören yaşlı ağaç, gövdesine bir balta yemiş gibi hissetti.

"Bugün izin ver bana hayat ağacım. Dinleneyim, kafamı toplayayım. Yarın zaten o bana gelecek. O zaman başlatırım oyunu."

Torununun yanağına bir öpücük kondurdu. Bu öpücük sihirliydi. Güven, destek, sevgi, mutluluk ve daha nice duyguya ev sahipliği yapan, her şeyi kendinde gizleyen sihirli bir buseydi.

Genç kız ayağa kalktı ve odasına girdi. Ev terliklerini çıkararak, başını yastığına koydu. Ellerini göğsünde birleştirdi ve göz kapaklarını indirerek, yeşillerin arasına karışmış olan sarılarını sakladı. Keramet gün yüzüne çıktı. Kendini sakladığı koca ormanda ardına bile bakmadan koştu ve genç kızın yüreğinde kendine bir yer buldu...

〽️

İkinci Birim'in ışıkları yanıyor, içerisinde birini ya da birilerini sakladığını fısıldıyordu. Belki de insanlara bu hayat üzerinde hiçbir şeyin saklı kalamayacağını göstermek istiyordu. Kim bilir?

Genç adam üzerinde bulunan oduncu gömleğini çıkarmış, masanın üzerine koymuştu. Altında bulunan siyah tişörtünün sol tarafındaki sancının sebebiyetini arıyor, lakin bir türlü bulamıyordu. Her şeye bir cevabı bulunan, hazırcevap oluşuyla ve dobralığıyla tanınan Efken Alpagut, yerle bir olmuştu o beyaz saçlı kadının karşısında. Hele onun gözleri... Sarı ve yeşil öyle bir harmanlanmıştı ki o gözlerde, bakan birinin o harelerde kaybolmaması imkânsızdı. Beyaz saçlarıysa ufacık bir rüzgar karşısında dağılmaya hazır ve ilgi çekiciliğiyle insanı kendisine hayran bırakacak kadar güçlüydü.

Öfkeyle elinde bulunan kalemi masanın üzerine fırlattı. Ellerini yüzüne kapatarak, yüzünü ovuşturdu. Onun bu halini gören Necati tek kaşını kaldırmış, şaşkınlıkla ne olduğunu algılamaya çalışıyordu. Elinde bulunan kahveleri masanın üzerine koydu.

"Komiserim, ne oldu diye soracağım ama korkuyorum vereceğiniz cevaptan."

Ellerini yüzünden çekti ve yan yan ona baktı. Yüzüne serseri gülümsemesini koydu.

"O muhteşem Amirin değilim oğlum ben!" Sandalyesini döndürdü ve tek kaşını kaldırarak ona baktı. "Ancak bana kimse yokken Komiserim, dersen diğer yüzümle karşılaşırsın! Uyarayım!" dedi.

"Valla demem!" diyerek ellerini omuz hizasında kaldırdı. Mavi harelerini göstermek istercesine gözlerini büyüttü. Harelerinde gizli olan korkuyu gören Efken, ona gülümsedi ve sol elini uzatarak omzunu sıktı.

"Neyse, soruya gelelim mi Efken Abi?"

"Hah! Sorunun cevabını ben de bilmiyorum!"

"Ben biliyorum," diyen Necati, anlam yüklü gülümsemesini sergiledi.

"Neymiş peki?"

"İmre CANEL?"

Efken okkalı bir küfür savurdu ortaya. Onun bu halini gören Necati keyifli bir kahkaha attı.

"Efken abi, kabul etmelisin bence. Kadından fazla etkilendin. Sürekli konuşması, seninle zıtlaşması, üstelik sana randevu tarihi ve saati bile verdi!"

"Kes lan!" demesine rağmen bıyık altından gülümsemek, deyimini yaşatmak istercesine tebessüm ediyordu.

İki genç adam, bir yandan kahvelerini yudumlarken bir yandan da derin bir sohbet içerisine girmişlerdi. Necati ile konuştukça rahatladığını ve bazı durumların beyninin içerisinde ve sol yanında netleştiğini fark ediyordu Efken. Belki bundan çok uzun bir süredir başka bir kişiyle oturup, laflamadığındandı. Biriyle konuşmayı unutmuş olduğunu fark etti. Aklından geçenleri birine dökmediğini, birinin yanında rahatça hareket etmediğini her bir uzvunda hissetti.

Telsizden gelen anons, konuşmalarını bir akrebin sinsice yaklaşıp, zehrini akıtması misali kesti. İki adamın hareleri birleşti. Son cinayetti bu! İkisi de yanlış düşündüklerini varsaymak istiyorlardı. Peki öyle miydi?

Cinayetin anonsu tekrar verildi.

"Baksı Kasabası, Dermek Ormanı'nda bir ceset bulunmuştur. En yakın ekibin intikal etmesi bekleniyor!"

Efken, telsizi eline aldı ve düğmesini koydu işaret parmağını. "İkinci Ekip olay yerine intikal ediyor," dedi ve telsizin düğmesinden çekti elini. İki genç adam, ayağa kalkarak, adımlarını çıkışa yönelttiler.

"Son cinayet!" Necati'nin bu sözü karanlığın çökmüş olduğu bu an'ı, güneşin önüne geçen ve havayı bozan bir karabulut misali kaplamıştı. Olduğu yerde durdu ve hemen sol tarafında bulunan gence döndürdü bakışlarını. Boş gözleri, gencin korkusuna ev sahipliği yapan harelere odaklandı.

"Korkun seni bir gün yok eder. İşte bu yüzden her şeyi unutmalı ve sanki yokmuş gibi davranmayı öğrenmelisin!"

"Ya unutamıyorsam?"

Yüzünde bir tebessüm belirdi. Ama ne tebessüm! Her duyguya ev sahipliği yapan, her an, her şeyi yapabilecek kadar tehlikeli bir tebessüm! Gence doğru yaklaştı. Tebessümünü bozmadan:

"O zaman duyguların baskın gelir ve artık sen, sen olmaktan çıkarsın Çaylak!" dedi bir yılanın tıslaması misali.

Yutkundu. Başını aşağı yukarı salladı ve derin bir nefes aldı. Evet, artık geçmişin parmak kadar toz kaplamış olan yerini söküp, atmalı ya da bir ateşe esir etmeliydi. Aksi halde zekâsına hayran olduğu karşısındaki adam gibi olması imkansızdı.

Merkez'in kapısından çıktılar ve arabaya bindiler. Bu duruma eş zamanlı olarak çalan telefonu ile kaşlarını çattı genç adam. Arayan numaraya baktığında kayıtlı olmadığını gördü. Kaşları çatık ve ağzına geleni söylemeye hazır olan haliyle onayladı aramayı ve telefonu kulağına tuttu.

"Efendim?"

"Ben İmre! Bir cinayet daha oldu. Kime... Kime haber verebileceğimi bilemedim. Bu seferki çok kötü. Acımasızlığına ev sahipliği yapıyor ve hâlâ orada! Seni izliyor olacak!"

Algılayamadı. Kim? Ne cinayeti? Şimdi yola çıktıkları cinayetten mi bahsediyordu? Yoksa farklı bir cinayet mi? Kim oradaydı?

"Ne diyorsun sen? Gece gece kafan mı güzel?"

"Kafam güzel olsa senin gibi birini mi ararım ben!" Genç kızın öfkeli çıkan sesi ile gözlerini devirdi.

"O zaman düzgün anlat!"

"Dernek Ormanı'nda! Ağaca bağlı bir ceset! Katil orada! Sizi izliyor olacak!"

"Kapat telefonu!" dedikten sonra genç kızın kapatmasına olanak vermeden kapattı telefonu. Sürücü koltuğunda oturan Necati'ye döndürdü başını.

"Öyle bir hızla git ki yarım saatlik yol, on dakikaya insin!"

Ve bastı gaza Çaylak. Telefon konuşmasını çok net duymuştu. Cesedi pas geçebilirdi belki ancak katil? Onun da orada olduğunu kulaklarıyla duymuştu. Kim, ne demiş olursa olsun Necati, o kadına inanıyordu.

Araba, otobandan sağa doğru döndü. Taşlı yol üzerinde zikzaklar çizerek ilerlemeye başladı. Mavi gözler, arabadan çıkan ışık sayesinde etrafı tarıyor, herhangi bir mahlukatın varlığını görmeye çalışıyordu. Ancak bu çabası nafileydi! Öyle bir yere gizlenmişti ki aradığı kişi, onu bulabilmesi için ormanın içerisindeki en uzun ağaca tırmanması ve gözlerinin bir Şahin misali keskin olması gerekiyordu.

Belirli bir topluluğun olduğu yere doğru geldiklerinde durdurdular arabayı. Elinde not defteri ile çıktı arabadan. Cebinde bulunan naneli sakızı ağzına attı ve bir tanesini de yanında duran genç adama uzattı. Temkinli adımları ile yaklaştılar cesede. Gördükleri manazara... Bir felâketin habercisiydi!

Bir kayın ağacı! Onun bir dalına bağlanmış, genç olduğu belli olan bir adam! Sol ayak bileği bir şey ile ağaca bağlanmıştı. Bu şey... Bu şey bir bağırsaktı! Efken gördüğü görüntüye daha fazla dayanamadı. Naneli sakızın bir işe yaramadığı artık aşikârdı! Olduğu yerden uzaklaşmaya çalışarak en büyük hatasını yaptı ve yaklaşık olarak bir saat önce midesine büyük bir zevkle indirmiş olduğu, kurufasulye-pilav ikilisi artık toprak zemindeydi.

"Ah, lanet olsun Efken abi!" demesinin üzerinden sadece bir dakika geçmişti ki, Necati'de koşar adımlarla uzaklaştı o bölgeden ve bulmuş olduğu bir alana midesinde bulunanları boşalttı.

Elinde bulunan su şişesi ile ağzını ikinci kez çalkaladı. Neden, her ceset gördüğünde böyle olduğunu bilmiyordu. Lakin bu cesedin de insanın midesini altüst etmemesi olanaksızdı! Yani aslında şu an ağzından boşaltım yapmasının suçu, kesinlikle cesetteydi. Ancak bir şey vardı! O bir cinayet polisiydi ve her fırsatta böyle vakalarla karşılaşıyordu! Kısacası her şeye alışmış olması gerekiyordu!

Kendine sövmeyi bırakarak, cesede doğru bir adım attı. Olay Yeri İnceleme Ekibi, etrafı ışıklandırmalarla donatmış ve görüş açılarının genişlemesini sağlamıştı. Ceset, adeta başlı başına bir mesaj niteliği taşıyordu. Bacağından kayın ağacına, bağırsaklarıyla bağlanmıştı. Kolları iki yana açılmış ve bileklerinden omzuna değin derin bir kesiğe ev sahipliği yapıyordu. Ha keza, iki bacağında da aynı kesikler bulunuyordu. Alnında bir tarot kartı vardı. Efken, derin bir nefes aldı. Gördüğü her şeyi not almıştı defterine. Ancak bakmalıydı. Bakmalı ve görmeliydi o tarot kartını.

Temkinli adımları toprakta iz bırakıyor, fısıltı halinde öfkesini yayıyordu. Eline, kimden aldığını hatırlamadığı, eldivenleri geçirdi. Dizleri üzerine çöktü. Gözlerini, avını bulmuş avcı misali kıstı. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Beklediği mesaj gelmişti. Tarotçu kız haklıydı!

Ellerini dizlerine koydu ve oradan aldığı destekle ayağa kalktı. İki adam, harelerini birleştirerek konuştular. Omuzları dik, zihinleri berrak ve hâlâ mideleri bulanır halde aheste bir hareketle başlarını, aşağı yukarı salladılar. Toprak, onların atmış olduğu adımlarla bir eğilip bir bükülür hale gelmişti. Belki o bile hissediyordu onların duygularını.

"Abi..." Konuşmamalıydılar. Onları duyabilecek kadar yakınlarında olma ihtimali vardı.

Sağ işaret parmağını dudakları üzerine koydu ve karşısında bulunan adamı susturdu. Ellerini bir açıp bir kapattı ve onun ardından gelmesi gerektiğini belli etti. Necati, sessiz adımlarıyla takip etmeye başladı onu. Kesinlikle bu gece gökyüzü ve toprak, bir şeylere şahit olacaktı!

Adımları dur durak bilmedi. Ne hızlı ne de yavaştı. Ne sakin ne de öfkeliydi. Ne duygusuz ne de pek çok duyguya ev sahipliği yapıyordu. Sanki boş boş yürüyor gibiydiler. Genç kız ne demişti? Sizi izliyor olacak! Evet, adı kadar emindi artık Efken bundan. Kesinlikle buradaydı ve onları izliyordu. Peki, neredeydi?

Efken, adımlarını durdurdu. Gözleri Şahin kadar keskin değildi. Ya da ormanın içerisindeki en büyük ağacı bulabilecek kadar zamanı yoktu. Ancak onun, hisleri vardı. Zaten bu hisler sayesinde şu anda olduğu konumda değil miydi? Ani bir hareketle sola doğru döndü. Onun varlığını hissediyordu. Buradaydı! Adımları boşluğu tekmelemiyordu artık. Bir akrep misali tehlikeli, bir yılan misali sinsiydi.

Yutkundu. Ona yaklaştığını biliyordu. Gövdesi asaletini belli eden çınar ağacının yanına geldi. Kehribarlarını sakladı. Üç defa nefesini, burnundan aldı ve ağzından verdi. Bir anda açılan gözleriyle sola doğru hızla koşmaya başladı. İşte o an emin oldu, buradaydı! Hızını arttırdı. Koştukça ağaçların dallarından gelen hışırtıları işitti kulakları. Karanlığın hüküm sürdüğü bu orman, ona sanki benliğini gösteriyordu. Her şeyi net görüyordu sanki. Necati'nin sesini işitiyordu kulakları ancak cevap vermeye cesaret edemiyordu. Aklında bir soru: Dengem yönünü şaşır mı?

Hızla atılan adımları işitti kulakları. Tam önündeydi. Sadece hızını, biraz daha arttırması gerekiyordu. Belinde, kabzasında duran silahını sağ eline aldı. Ne olur ne olmaz, diye düşünmüştü. Belki bir an bulur ve onu vururdu!

Onun hızına biçare yetişmeye çalışıyordu Necati. Ancak onun içinde yatan yangının ve eksikliğin farkındaydı. O tarot kartının ne anlama geldiğini biliyordu. Oyun bitmişti! Eğer bu gece onu yakalayamazlarsa altı yıl daha bekleyeceklerdi. Bu olmamalıydı! Ona ait herhangi bir şey bu gece ellerine geçmeliydi! Hızını biraz daha arttırdı. Hemen önünde, avını bulmuş bir aslan misali koşan adamı gördü. Ona yakındı, onu görüyordu. Evet, o artık yalnız değildi. Ona sırdaş olacak olan, onu koruyacak olan kendisi, hemen arkasındaydı artık! Kardeşi, onunlaydı artık!

Nefesleri sıklaşmış, bacakları yorulduğunun emaresini taşır olmuştu. Öfkeyle durdu. Ormanın ortalarındaydılar. Kocaman bir açık alan! Hemen önünde duran adam! Evet, şimdi... Şimdi tam sırasıydı! Sağ elinde sıkı sıkıya tuttuğu silahı, önünde durana doğrulttu. Sırtına nişan aldı. Onu şu an, burada, kimsenin olmadığı bu ortamda gözünü bile kırpmadan öldürebilirdi. Ki yapacaktı da!

"Yönünü bana dön! Ellerini havaya kaldır!" Karşısında duran kişinin put gibi durduğunu gördü. Silahını havaya kaldırdı ve bir ateş açtı, kara gökyüzüne.

"Bu bir uyarı atışıydı. Son ikazım! Yönünü... Bana... Dön!" Yavaş yavaş hareket etti o kişi. Ellerini, omuz hizasında havaya kaldırdı. İki hare birleşti.

Ve söylenen sözler anlamını yitirdi! Çünkü yazgı yazılmıştı. Katil ve koruyucu aynı anda varlıklarını ispatlamıştı. Ançmay, aralarındaki bağı kurabilecek miydi? Görevi tamamlayarak koruyucunun yaşamasını sağlayabilecek miydi? Kendi dünyasından vazgeçip, "Adsız"a bir ad koyabilecek miydi?

〽️

DİPNOTLAR

Hayat Ağacı:

Uluğ Kayın. Doğumun ve ölümün, yokluğun ve varlığın simgesidir. Eski Türklerde ya da Şamanizm inancına göre; Dünya, "Göğün göbeği" ile bu ağaç sayesinde irtibat halinde olur ve bu ağaç ile beslenir. Anne rahmindeki bir bebek için göbek kordonu nasıl yaşamsal bir öneme sahipse yeryüzü için de bu irtibat kanalı aynı derecede öneme sahip bulunmaktadır. Yani, Tanrı ile insan arasındaki en büyük bağdır.

Kayrakan/Kayra Han:

Eski Türklerde Yaratıcı Tanrı. Diğer bir deyişle Gök Tengri. Bütün Tanrıları ve insanları o yaratmıştır. Evrenin yazgısını belirler. İyilik yönü ağır basar. Yeryüzünü yarattıktan sonra dokuz dallı bir ağaç dikmiştir.İnsanların atası olan dokuz kişi bu ağacın dallarından türemiş ve dokuz boy -dokuz ırk- bu kişilerin soyundan ortaya çıkmıştır.

Bürküt Ata:

Kartal Ata. Güneş'in sembolüdür. Yeniden doğuşu, ebedi yaşamı, ölümsüzlüğü simgeler. Ateşi, sıcaklığı ve hasat mevsimini çağrıştırır. Şamanların atasıdır. Bir şamanın kendinden geçerek yapmış olduğu yolculuktan yol gösterici olur. Onun bir parçası olan kuş, o şamanın yardımcısı olur.

〽️

ARMAĞANLARINIZA İYİ BAKMANIZ DİLEĞİYLE...

💥

Continue Reading

You'll Also Like

266K 6.8K 34
Caterina Sforza'nın mutlu çocukluk günleri, babasının bir kilisede suikasta uğramasıyla son bulur. Suikastı azmettirenlerden biriyle evlenmek zorunda...
42.3K 3.3K 39
2019 Wattys Ödülleri - Tarihi Kurgu Kazananı Kimsenin gözlerinde göremediğim pişmanlığı onun gözlerinde görebiliyordum, onu anlıyordum. Ona güvendim...
540K 57K 53
Finalden sonra kaldırılacak...
147K 14.7K 33
AYKIRI SERİSİ'NİN SON KİTABIDIR! *** Bir, İki, Üç... Sıfır. Beria bir zamanlar terk etmek zorunda kaldığı küçük dünyasına geri döndü. Fakat artık hiç...