Stjernestøv | Yizhan

By Sibylvanea

48K 4.9K 16.1K

Norveç'e okumak için giden Wang Yibo, Stavanger Üniversitesinde hayatını tamamen değiştirecek kişi olan Xiao... More

En kinesisk gutt i Norge
Lukten av rødt skjerf
Noen som venter foran huset
Å være en lagkamerat
Hva skjedde i går kveld?
Jeg blir vel vant til deg
Du sa at det var viktig
Hvorfor gjorde du noe slikt?
Oslo
På en betingelse
Stjernestøv
Vinterens Gåte
Jeg har en som jeg liker
Du unngår meg, ikke stikk av
Hvis du er personen jeg liker, hva vil du gjøre?
Jeg er forelsket i et eventyr
En uventet snøstorm
Å være noens stjernestøv
Jeg kommer ikke til hybelen i kveld
Jeg Elsker Deg
Vi blir fulgt
Hvilken by skal vi til?
Bergen
Vil du se hvor dyktig jeg er?
FİNAL - Hele himmelen, alle stjernene vitner
🎄 Yılbaşı Özel Bölüm: Bjørns hemmelige mappe 🎄
🎂 Özel bölüm son: Wang Yibos drøm gikk i oppfyllelse

Stavanger

3.9K 244 438
By Sibylvanea

|Stavanger, Norveç'in güneybatı kesimindeki Rogaland ilinin merkezi kent ve liman. Şehir, yüksek eğitim standartları ve kentin göbeğinde bulunan Stavanger Üniversitesiyle bilinir.|

-
Wang Yibo ani bir kararla üniversiteyi yurtdışında okuyacağını söylediğinde annesiyle babası birbirine bakarak iç geçirip biricik oğullarının kendilerinden sıkıldığını düşünmüşlerdi. Fakat tam tersine; Wang Yibo kendisinden, kendi ruhundan sıkılmıştı. Bu şehirde, Bu ülkede durmak ruhunu paramparça ediyor, sanki arayıp da bulamadığı içindeki o boşluğu doldurmak için çırpınıp duruyordu. 

 Annesi ve babası oğullarının taze bir gül gibi solmasını dehşetle izlerken daha fazla dayanamamış, Yibonun isteğini kabul etmişlerdi. Nereye gitmek istediğini genç adama sorduklarında ikinci kez dehşete düşseler de ses çıkarmadılar. Çünkü biricik oğulları çok kararlı bir sesle "Norveç'e gitmek istiyorum." demişti.

Aslında bu kararı bir anda vermemişti Yibo. Daha öncesinde birçok ülkeyi babası sayesinde gezse de hiçbir şekilde Norveç'e yolu düşmemişti. Hatta liseden mezun olduktan sonra kışı orada geçirmek isteyen Yibo ile annesi iki kez iptal olan uçuşları yüzünden vazgeçmek zorunda kalmışlardı. Girişimleri olumsuzlukla sonuçlanırken Yibo bu sefer pes etmeden oraya gitmek istiyordu. Onu bu soğuk, uzak ülkeye çeken bir şeyler vardı. 

Ailesini ikna ettikten sonra uzunca düşünüp kaydını Stavanger şehrindeki Stavanger Üniversitesine yaptı. Babası her ne kadar Norveç'in başkenti olan Oslo'daki Oslo Üniversitesini ya da  İskoçya'daki Edinburgh Üniversitesinin kendisi için daha iyi olacağını söylese de Yibo'nun düşüncelerini değiştirmek oldukça zordu.

Bu karardan memnun olmasalar da biricik oğullarının kararına saygı duymaları gerektiğini düşünüp bu süreçte oldukça sessiz kaldılar. Bu esnada Yibo oraya gittiğinde neler yapabileceğini düşünüyordu. Lisede bölümünden dolayı aldığı ileri seviye İngilizcenin kendisine oldukça yararının olacağı kesindi. Fakat Norveççe de öğrenmesi gerekiyordu. Orada tanıyabileceği kimse yoktu. İngilizce bilmeyen biriyle karşılaştığında en azından temel cümleleri öğrenmeliydi.

Kayıt sürecinden sonraki ayları dil çalışarak geçirmişti. Annesi bu süreçte hava durumlarını öğrenip Yibo için çok fazla eşya aldı. Babasının oraya giden iş arkadaşları Yibo'nun kaybolmaması için üniversite civarını aklına kodlayabileceği şekilde anlatıp durmuşlardı. Ancak bunların hiçbiri gerekli olmayacaktı. Çünkü Yibo'nun pusulası onu Norveçte bekliyordu. O an hiçbiri bunu bilmiyordu.

Tatilin bitmesine yakın, okulların açılmaya hazırlandığı dönemde annesiyle babası kendisiyle beraber gelmek için ısrar etmesine rağmen Yibo tek başına gitmek istedi. Ayaklarının üstünde durup yalnız kalmak istiyordu. Yapacağı yanlışlara, öğreneceği doğrulara kendisinin verdiği kararlarla ulaşmak istiyordu. Bunun için Çin'e oldukça uzak olan o ülkeye gidiyordu zaten. Orada kendisini tanıyabilecek kimse yoktu. Böylelikle uzun bir süre düşünebilecek zamanı olabilirdi. 

Çin'de kaldığı son gün annesi çok fazla ağlamış onun ağlamasına dayanamayan genç adam da hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Yibo kimsenin yanında kolay kolay ağlamazdı. Zaten içinde fırtınalar kopsa da dışında kimseye belli etmezdi. Ya hafifçe gülümser ya da yüzüne mütevazi bir tavır takınırdı. Oysa kendisini paramparça eden o kasırgalar asla dinmezdi. Gece, odasında yalnız kaldığında bu kasırgalar gün yüzüne çıkar; Yibo'nun sabaha dek gözleri şişene kadar ağlamasına sebep olurdu. Yorganı ve yastığı göz çukurlarından intihar eden o gözyaşlarının tek tanıklarıydı. Başka da kimse bilmezdi. Ama bir gün Yibo öyle birisiyle tanışacaktı ki, o kişi Yibo'nun gözyaşlarını, gözlerinden düşmeden öperek onların intihar etmesini engelleyecekti.
Wang Yibo ise bunu bilmeden başka kaçacak bir limanının olmayışıyla yakınıp durmuştu.

Annesinin başında bekleyerek sabaha kadar onunla kaldığı gecenin sonunda güneş tüm ihtişamıyla doğup Yibo'nun odasına yavaşça süzüldü. Her şeyi çoktan hazırlamıştı babası. Genç oğlana düşen tek şey sağlam bir şekilde kahvaltısını yapıp en zorlandığı, asla gelmemesini istediği veda kısmına gelip verdiği kararla içten içe çatışmadan uçağa binip üniversitesinin olduğu şehre, O soğuk, gizemli ülkeye gitmekti. Wang Yibo böyle bir gençti. Başkalarının karar verme sürecindeyken kaç kez düşündüğü bir kararı hiç düşünmeden onaylar ardındansa kendisini sorgular dururdu. Ama şunu biliyordu ki Çin'de daha fazla kalırsa kafasındaki düşünceler onu yiyip bitirecekti. 

Annesinin saçlarını şefkatle okşarken yaptığı kahvaltıda babası gururla kendisini izliyor, kendi ayaklarının üstünde durmayı kendisi istediği için oğluna güveniyor, ilk günlerde kabullenmekte zorlandığı bu yurtdışı fikrine alışmış görünüyordu.

Kahvaltıdan sonra Yibo'nun Stavanger Üniversitesine oldukça yakın olan dairesine tüm eşyalar gönderildiği için elinde duran küçük çantayla aşağı indi. Annesi, gözlerinin kenarındaki kızarıklıkları belli etmemeye çalışarak kendisine gülümseyip ellerini birbirine kenetledi. Babası önden gidip arabayı çalıştırmış, onları bekliyordu. Arabaya bindikten sonra güneşli havaya baktı Yibo. Eylül ayı için oldukça güzel bir meltem esiyordu. Ara tatile kadar son kez göreceği olan sokaklara iç geçirerek bakmıştı. Bir yandan hüzünlüyken diğer yandan buradan başka bir gökyüzünü göreceği için heyecanlıydı. 

Havaalanına geldiklerinde uçuşuna oldukça az bir zaman kalmıştı. Babası yine oraya gittiğinde yakın arkadaşlarından birinin ona yardım edeceğini söyleyip Yibo rahat olsa bile onu rahatlatmaya çalışıp durdu. Annesinin yersiz endişelerinden sonra anonsla birlikte ailesine boğazından atamadığı büyük bir yumruyla sıkı sıkı sarılıp uçağa bineceği yer için check-in işlemlerinin olduğu kısma gitti. Sorunsuzca işlemleri hallettikten sonra açılan kapıyla uçağa bindi. Bu dakikadan sonra yalnızdı. 

9 saat 15 dakikanın sonunda kendisini başka bir yerde bambaşka bir olay örgüsünün içinde bulacaktı.

----

Uçaktan indiğinde eline aldığı küçük çantasıyla hızlı bir şekilde güvenlik kısmından çıktıktan sonra havaalanından çıktı. Hava yeni yeni kararıyordu. Oysa Çin'de saat çoktan gece yarısını geçmiş olmalıydı. Dışarıya adımını attığı an buz gibi hava, vücuduna çarpıp bir yaprak gibi Yibo'yu titreterek geçmişti. 

Etrafına baktığında birçok yabancı hızlı adımlarla bu büyülü ülkeye adım atıyor, onları bekleyenleri daha fazla bekletmemek adına adımlarını hızlandırıp havaalanından ayrılıyorlardı. Böyle bir havada lapa lapa kar yağması kaçınılmazdı. Yibo en çok kışı severdi. Böyle güzel bir kente şuan kar yağsa ne kadar üşürse üşüsün gıkı çıkmazdı. Fakat annesini endişelendirmemek adına elindeki küçük çantadan kalın paltosunu çıkarıp giydi. Üstündeki ince kazağa daha fazla rüzgar çarpıp ince vücudunu titretmesin diye önünü sıkıca ilikledi. Bu sırada dışarı çıktığından beri onu uzaktan izleyen bedeni sonunda fark etmiş, hafifçe kaşlarını çatarak kendisinden çok az uzun olan gencin ona yaklaşmasını izlemişti.

Genç adam mütevazı bir şekilde gülümseyerek kendisine el sallayıp yanına doğru geldi. Üstünde Yibonunkine benzer bir palto vardı. Boynunda olan buz mavisi hırkasını boynuna sıkı sıkı sarmış, beyaz yüzüne yakışan inci gibi dişlerini hafifçe göstermişti.

"Sen Wang amcanın oğlu Yibo'sun değil mi?"

Yibo hala çatık olan kaşlarıyla karşısındaki genci başını sallayarak onayladı. Babasının bahsettiği arkadaşının bu kadar genç olacağını tahmin etmemişti. Fakat etrafına pozitif enerji yayan bu adam hafifçe yeniden gülümseyip Yibo'ya elini uzattı.

"Babam seni almak için gönderdi beni. Ah... Ben Liu Haikuan. Ailem Oslo'da yaşıyor. Ben de Stavanger Üniversitesinde okuyorum. Fakat fakültelerimiz birbirinden biraz uzak maalesef. Yine de elimden geldiğince zorlandığın konularda sana yardımcı olmaya çalışacağım."

Yibo ona uzatılan yumuşak elleri hafifçe sıktı. Haikuan kendisinden büyük olmalıydı. Keskin bir yüz hattına sahip oluşu onu oldukça olgun gösteriyordu. Normalde yeni tanıştığı insanlara karşı oldukça soğuk bir mizaca bürünürdü. Herkese kolayca güvenmekten korktuğu için bu durumu oldukça yanlış anlaşılmıştı fakat hiçbir zaman umursamadı. Lakin, Haikuan'a karşı bu tutumu kumdan kaleyi yıkan bir deniz gibi dalgasıyla savurup gitmişti. 

"Ben de Wang Yibo."

Kısa bir selamlaşma sonrası Haikuan'ın arabasına bindiler. Üniversitenin olduğu yerleşkeye giderlerken Yibo şehrin içinden geçtikleri süre boyunca camdan gözlerini ayırmadı. Çin'den oldukça farklı bir havaya ev sahipliği yapıyordu bu ülke. Sokakları Luoyang'ın sokakları kadar kalabalık ve karmaşık değildi. Evler kahverengi ve krem tonlarında estetik bir görünüm katıyordu Sonbaharı yaşayan Stavanger sokaklarına. Liman kenti olduğu için binaların arasında gözüken masmavi denizle Yibo bugün görebileceği en güzel manzaraları tek bir bakışta tadarken Haikuan sessizce yanındaki çocuğa bakış atıp arabanın hızını azalttı. Yibo'nun Şehrin güzelliklerini yavaş yavaş tadını çıkara çıkara görmesini istiyordu büyük olan.

Kısa bir süre sonra üniversiteye yakın olan Yibo'nun evinin önünde durduklarında Haikuan önden inerek arka koltukta olan birkaç eşyayı çıkardı. Burası Yibo'nun yalnız başına kalacağı ilk yerdi. Bu özel anı bozmak istemeyen mavi atkılı adam evin anahtarını Yibo'ya uzattı. Yibo karşısındaki gence hafifçe gülümseyip anahtarı yuvasına sokarak kapıyı açmıştı.  

Evi çok büyük değildi. Tam da Yibo'nun kalabileceği şekilde ayarlamıştı babası. Etrafına göz gezdirirken yorgunca esneyip kollarını kaldırarak gerindi. Haikuan arka koltukta Yibo için getirdiği yemekleri mutfağa bıraktıktan sonra kendisinin daha fazla kalamayacağını söyleyip kapıyı açtı. Yibo minnettar bakışlarla Haikuan'a gülümsemişti.

"Fakülten buraya oldukça yakın. Her ihtimale karşı konumunu mesaj olarak attım. Maalesef benim fakültem buraya oldukça uzak olduğu için sık sık gelemesem de ihtiyacın olduğunda gelmeye çalışırım."

Yibo teşekkür ederek Haikuan'ı gönderdikten sonra üstündeki kıyafetleri hızlıca çıkarıp sıcak bir duşun altına girdi.

----

Norveç'e gelişinin üstünden bir hafta geçmişti. Bu esnada kendisinden beklemediği üstün bir çabayla kampüsün içini gezmiş, bir çok yeri öğrenmişti. Bir yandan şehirde gidebileceği yerleri öğrenirken diğer yandan alacağı dersler için hazırlık yapıyordu. Haikuan gerçekten de dediği gibi fırsat buldukça Yibo'nun yanına gelip bir eksiği olup olmadığını öğreniyor, diğer konularda yüzeysel bilgisi olsa da yardımcı olmaya çalışıyordu. Aslında Haikuan yüksek bir puanla Oslo Üniversitesini kazanmıştı. Fakat bir süre sonra Stavanger'e geçiş yaptı. Matematik bölümünü okuduğu için fakültesi ana kampüse uzaktı. Ve Yibo'dan 3 yaş büyüktü. Çok fazla bilgisi olmasa da ana kampüste zaman geçirmişti. 

Yarın resmi olarak okul başlıyordu ve Yibo birçok farklı ırktan insanların bulunacağı bir ortamda olacağı için gergindi. O gece zar zor uyusa da sabahında oldukça erken kalkıp hazırlandı. Annesinin aldığı kalın kazaklardan birini giyerek soğuk olan kentin sokaklarına bıraktı kendisini.

Botlarının sesi sokakta hafifçe yankılanırken karşı yoldan gelen yaşlı kadının beyaz köpeği hafifçe dilini çıkarıp kuyruğunu sallamıştı. Yibo köpeğin bu hareketine gülümseyerek yaşlı kadına başıyla selam verip sokağın ilerisinde olan kampüsüne doğru yürüdü.

Her yer çok sessizdi. Esen rüzgarın sesi, ağaçların hışırtısından başka bir ses yoktu. Dün gece yağan yağmurdan dolayı ıslanmış asfaltın üzerinde su birikmişti. Bazı birikintilerin üstünde ağaçtan düşen kahverengi yapraklar yüzüyordu. Yibo etrafını sakince inceleyerek yürürken kalabalıklaşan ortama bakınca ana kampüse girdiğini anladı. Fakültesi girişe oldukça yakındı. Fakültenin önüne geldiğinde zaman kaybetmeden içeri girdi. 

İlk dersinin hangi derslikte olacağını bildiği için adımlarını yavaşlatarak zemin katta oturan karışık topluluğa baktı. Herkes birbirini tanıyor, az da olsa anladığı Norveççe ve genel olarak İngilizce sohbet ediyorlardı. Kenarda bir köşede durup gözlerini etrafında gezdirdiğinde geldiğinden beri yüksek sesle sohbet eden büyük gruba çevirdi bakışlarını.

Grup kalabalık olmasa da kendisine arkası dönük olan öğrencinin biri yüksek sesle konuşuyor, kahkahalar atarak etrafındakileri güldürüyordu. Kulağına gelen kalın sesten çıkan güzel bir Norveç aksanı Yibo'nun tüm dikkatini o çocuğa vermesini sağladı. Oturmasına rağmen boyu uzun olduğu belliydi. Arkadan gözüken sırtı güldüğü için arada kasılıp gevşiyordu. Teni hafif esmerdi. Krem kazağının üstüne bağladığı kırmızı atkısının uçları güldükçe sağa sola doğru sallanıyordu.

Arkadaşları bir şey anlatırken baktığı o öğrenci ayağa kalkmış karşısındaki çocuğa vurmak için hınzırca gülümsemişti. Yibo o an donakaldı. 

Çünkü, karşısında gözleri kısılmış, tüm dişlerini göstererek sevimli bir şekilde gülümseyen o çocuk asyalıydı. Badem gibi parlayan kahve irisleri, yanındakilerle bağırarak şakalaşırken açılıp kapanan ince dudakları ve yüzüne oldukça yakışan sinsi gülümsemesiyle Yibo'yu olduğu yere mıhlamıştı. Onun yumruklarından kaçmaya çalışan sarı saçlı Norveçli olduğu belli olan çocuk, kızgınmış gibi davranmıştı.

"Sean Xiao son kez uyarıyorum seni."

Yibo duyduğu isimle gözleri daha da açılırken, az önce Çinli olduğunu öğrendiği çocuk yanında uğraştığı Norveçliyi çoktan bırakmış, Yibo'yla göz göze gelmişti.

Bu sefer şaşıran tek kişi Yibo değildi. Çünkü göz göze geldikleri an Çinli çocuğun gözleri şaşkınlıkla açılmış, yanındakileri umursamadan eşyalarını masanın üstünden alarak Yibo'ya doğru yürümeye başlamıştı.

----

Selamlar efendim! Yizhan yazmanın hayalini yaşarken baya içime dert olan, üzüldüğüm bir konuyu yazmak istedim, olay şöyle;

Şimdi ben kazanamam bari deneyeyeyim diyerek Erasmus sınavına girdim. Bir baktım baya yüksek almışım ve istediğim ülkelerle üniversitemin exchange programları, anlaşmaları var. Puanım neredeyse anlaşmalı olan tüm ünilere yetiyor ve bunların içinde Norveç de dahil. Fakat virüs ve hibe yüzünden tüm hayallerim suya düştü Norveç hayaliyle tutuşan ben tabiri yerindeyse mal gibi kaldım. Zaten Çin'e Yizhan'ı da görmeye gidemiyorum. 😭

Olay böyle olunca yahu ben Norveç'e gidemiyorum bari bizim oğlanları oraya göndereyim de sıcacık bir aşk hikayesi yazayım dedim. 🤣😆

Ve sonra böyle bir şey ortaya çıktı. Umarım beğenirsiniz. 💙

Lütfen fikirlerinizi ve yorumlarınızı eksik etmeyin🦋 ✨

Diğer bölümde görüşmek üzere 🌼
----

Continue Reading

You'll Also Like

1.7K 184 18
Park Chanyeol, halkının hayatını ve refahını korumak zorunda olan düşünceli bir prensti. Byun Baekhyun ise, insanların kanıyla beslenen ve hatta k...
399K 40.8K 46
Okulun en güçlü alfası Kim Taehyung'un kurdu okula gelen yüzyılın deltasıyla birlikte tuhaf davranmaya başlamıştı. Okula gelen Delta'nın amacı ise ço...
15.5K 1.9K 38
Hayatını kendi elleriyle mahvetmiş, uyuşturucu bağımlısı bir genç adamdı Baekhyun. Bir gece evine geldiğinde salonunda oturmuş onu bekleyen adamla, h...
48.7K 3.3K 20
O benim ruh eşimdi, her türlü onundum. O da benim. ×Wang Yibo & Xiao Zhan.