Fotoğrafta Duru ve Ulaş var.
Feridun Düzağaç - Alev Alev
İyi okumalar...
Ulaş: Reis hayırdır bir görüşemedik ya
Ulaş: Okulda hiç göremedim seni
Ulaş: Tamam, okulda konuşmuyoruz ama
Ulaş: Hiç bakamayacak mıyım sana?
Duru: Öyle oldu, değil mi?
Duru: Ben de göremedim seni hiç
Duru: Denk gelemedik demek ki
Ulaş: Hiç sınıftan çıkmamışsın, Asena söyledi
Ulaş: Ne oldu? Bir şey mi oldu?
Duru: Yok, bir şey olduğundan değil
Duru: Sınıftan çıkasım gelmedi pek
Ulaş: Sen utanma diye ben de gelemedim sınıfa
Duru: Her teneffüs Asena'yı yollamışsın zaten
Ulaş: Buna rağmen hiçbir şey öğrenemedim :(
Ulaş: Bir şeyin mi var kurban olduğum neden hiç çıkmadın bugün?
Duru: Keyfim yoktu sadece
Duru: Ne bileyim ya
Ulaş: Biliyorsun, biliyorsun
Ulaş: Var bir derdin senin
Ulaş: Anlat hadi güzelim
Ulaş: Ben dinlemek için varım
Duru: Her zamankinden farklı bir şey yok
Duru: Annem ve babamın boşanmaya karar verdiğini biliyorsun
Duru: Buna canım sıkılıyor işte
Duru: Geçen babam kalan birkaç eşyasını almak için geldi
Duru: İlk kez kavga etmediler, birbirlerine bakamadılar bile
Duru: İkisi de çok kırgın ve barışmayı istiyorlar
Duru: Ama inatlarından adım atmıyorlar
Ulaş: Boşanmaya karar verdiklerini biliyorum
Ulaş: İşi resmiyete döktüler mi?
Ulaş: Dava açıldı mı?
Duru: Annem babama sen aç diyor, babam da anneme sen aç diyor
Ulaş: Boşanmaktan kaçıyorlar
Duru: Evet
Duru: Oturup iki yetişkin gibi konuşsalar, gerçekten ne istediklerini söyleseler sorun kalmayacak
Duru: Ama çocuk gibi davranıyorlar
Ulaş: Bu konuda bir şey yapmamız lazım
Duru: Hayır, cidden seni bu konuya karıştırmak istemiyorum
Duru: Etrafındaki olaylardan çok çabuk etkileniyorsun ve benim yüzümden huzursuz olman en son istediğim şey
Ulaş: Evet, etrafımdaki olaylardan çok çabuk etkileniyorum
Ulaş: Ama senden de etkileniyorum
Ulaş: Senin kötü ruh hallerinden, somurtmandan, ağlamandan etkileniyorum
Ulaş: Aynı şekilde gülümsemenden, kahkaha atmandan, gözlerindeki mutluluk parıltısından da etkileniyorum
Ulaş: Tabii ki senden her zaman mutlu olmanı bekleyemem, bunu kimse yapamaz
Ulaş: Ama sen kötü bir ruh halindeyken ve ben yardım edebilecekken müdahale etmemem iyi bir sevgilinin yapacağı şey değil
Ulaş: Ay kız son cümlemi tekrar okudum da
Ulaş: Ben senin sevgilindim, değil mi?
Ulaş: İçim bir hoş oldu
Duru: Delisin ya
Ulaş: Şimdi, ne yapabileceğimizi konuşmak için yüz yüze görüşsek olur mu?
Ulaş: Bu önemli konuyu yüz yüze konuşarak fikir üretmemiz gerektiğini düşündüğüm için valla
Ulaş: Yoksa gün boyu seni göremediğim için hasretinden geberiyor olmamdan değil
Ulaş: Yüzünü unutmaya başlamamdan da değil
Duru: Abart iyice abart
Ulaş: Aşağıya inebilecek misin?
Duru: Nasıl?
Duru: Şimdi mi?
Ulaş: 10 dakikaya orada olurum diye tahmin ediyorum
Ulaş: Eğer evet dersen telefonu kapatıp koşarak gelirim ve 5 dakikaya indiririm
Duru: Hava çok soğuk
Duru: Bir kafeye geçsek ve sen de üşümesen?
Ulaş: OLMAZ
Duru: Niye olmaz?
Ulaş: Seni öpmeyi planlıyorum
Ulaş: Bunu insanların olduğu bir yerde yapmam
Ulaş: O yüzden seni tenha köşelerde sıkıştıracağım
Duru: İnsanların ortasında da yanağımdan öpebilirsin, o kadar yadırgayacaklarını sanmam
Ulaş: Sen salağa yatmaya devam et Duru Deniz Hanım
Ulaş: Göreceğim ben seni
Ulaş: Şimdi çıkıyorum, yolun kalanını koşarak geleceğim
Ulaş: Öptüm
Ulaş: Ay, pardon
Ulaş: Öpeceğim ♥
Duru: Deli
***
Duru
Odamda bir aşağı bir yukarı doğru yürürken hiç alışkanlığım olmadığı halde tırnak etlerimi yiyor ve gerginliğimi azaltmaya çalışıyordum. Böyle yapması hiç adil değildi. Öpmeye niyeti varsa bunu bana söylememesi gerekiyordu. Doğaçlama bir şekilde bana yaklaşacak ve öyle öpecekti, en azından böyle olması benim için daha iyi olurdu. Ama Ulaş, beni öpeceğini dakikalar önce söylemiş ve bana dakikalardır işkence çektirmeyi tercih etmişti. Doğrusu intikamını çok güzel alıyordu.
"Duru, başım döndü."
Gözlerimi ablama çevirip gergince ona baktım. "Sen de gelsene bizle."
"Oldu canım, sonra Ulaş benden hayatının sonuna kadar nefret etsin, öyle mi? Tamam, benden biraz korkmasını istiyorum ama bu korku sevgiden kaynaklansın. Hem sen niye bu kadar gerginsin?"
Yüzüm ısınırken telefonumdan saate baktım. Ulaş, geldiği zaman beni arardı herhalde. Yatağıma oturup bakışlarımı ablama çevirdim ve utana sıkıla konuyu ona açtım. "Şimdi biliyorsun, benim hiç sevgilim olmadı."
"Biliyorum."
"Sevgililer bazı şeyler yapar."
"Evet." diyerek devam etmemi beklediğinde yanaklarımı şişirip nefesimi dışarıya üfledim ve gözlerimi odada gezdirmeye başladım. Aslında ablama bu konuyu açmak beni rahatlatabilirdi ancak bir türlü dilimin ucuna gelenleri söyleyemiyordum.
"Duru, dilini mi yuttun? Anlatsana."
"Biz Ulaş'la hiç öpüşmedik." dediğimde ablam, düz bir surat ifadesiyle bana bakmaya devam ediyordu. Bir an önce anlatıp bitirmem için beni bölmemeyi tercih etmiş olmalıydı. "Sevgili olduğumuzda Ulaş'ın dudağı yaralıydı, çocuk yemek bile yiyemiyordu. Şimdi iyileşti."
"Yani hem yemeği hem de seni yiyebilecek durumda."
"Abla!"
"Tamam, tamam." deyip elini dudaklarının üzerine kapattı ve gülüşünü bastırmaya çalıştı. Sinirden ve utançtan kıpkırmızı olmuş suratımla konuşmaya devam ettim. "Birazdan buraya gelecek, ben de aşağıya ineceğim. Beni öpeceğini söyledi. Bunu söylemese, hazırlıksız yakalasa beni bu kadar gergin olmazdım. Olayın akışına bırakırdım kendimi, daha rahat hissederdim. Ama beni öpme niyetinde olduğunu söylediği için şimdi gerginlikten kafayı yemek üzereyim."
"Güzel bir fikrim var."
"Öyle mi? Ne?" diye sordum hevesle. Şu an her türlü fikre ihtiyacım vardı doğrusu.
"O seni öpemeden sen onu öp. Nasıl fikir?"
"Harika." diye homurdandım. Ablam, sırıtmayı bırakıp tekerlekli sandalyesiyle önüme geldi ve uzanıp ellerimi tuttu. "Eğer hazır değilsen bunu ona söyleyebilirsin. Eminim ki seni anlayışla karşılayacaktır. İstemediğin hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin."
"İstiyorum ama." dedim ağzımın içinde mırıldanarak. Ablam, çenemi sıkıp gülümsedi. "O zaman o an geldiğinde eminim ki hiç gergin olmayacaksın. Şimdi, derin bir nefes al."
Ablamın sözünü dinleyip derin bir nefes aldım. Kendimi biraz daha rahat hissediyordum. O esnada telefonum çalmaya başladığında yatağımdan kalkıp telefonumu elime aldım. Tahmin ettiğim gibi, Ulaş arıyordu.
Aramayı reddedip montumu giydim ve ablamın yanağından öpüp evden çıktım. Apartmanın kapısından dışarıya çıktığımda Ulaş'ı biraz ileride, soğuktan donmak üzereyken görmüştüm. Kafasında onu kesinlikle çok tatlı gösteren bir bere, boynunda ise ona ilk karşılaşmamızda üşüyen elleri için verdiğim atkı vardı. Onun boynunda kendi atkımı görmek fazlasıyla hoşuma gitmişti.
Sonunda görüş açısına girdiğimde Ulaş, ellerini cebinden çıkarıp kollarını iki yana açmıştı. Gülümseyerek başımı göğsüne yasladığımda kollarını sıkıca bana sarmıştı.
"Bu soğukta ellerimi sadece sana sarılmak için cebimden çıkarırım, değerini bil."
"Biliyorum." dedim gülerek. Gözlerim onun sarılmasındaki sıcaklıkla kapanırken iç geçirdim. Bu sarılmaya ne kadar ihtiyacım olduğunu şu an anlamam belki de benim yararımaydı. Ona böyle sarılmadan önce bilsem ne yapardım bilmiyordum.
"İyi misin?"
"Daha iyiyim." diye mırıldandım. Yalan yoktu, şu an çok daha iyiydim. Daha önce onun üzerimdeki etkisine nasıl bu kadar kör kalabilmiştim bilmiyordum. Her şeyin farkında olup kabullenmememden kaynaklanıyordu.
Ulaş, benim olmak istediğim gibi bir insandı. Benim gözümde mükemmeldi. Ve ben kendi kişiliğimden, kendimden başta pek hoşlanmıyordum. Bu yüzden Ulaş gibi ideal bulduğum kişiliğe sahip birinin beni o anlamda seveceğine ihtimal vermemiştim. Ama onunla geçirdiğim onca vakitten sonra öğrenmiştim ki ben sevilmeyecek biri değildim. Onu güldürünce, onun yanında olunca, onu anlayınca, o bana değer verince fark etmiştim bunu.
"Annenle baban konusunda yapabileceğimiz bir şeyler olmalı. Boşanmak istemediklerini söyledin."
Kafamı onaylarcasına salladığımda Ulaş, devam etti. "Belki anılarını canlandırmamız gerekiyordur. Araları bozulmadan önce nasıl bir ilişkileri olduğunu onlara hatırlatırsak..."
"O ilişki için savaşırlar." diye tamamladım cümlesini. Ulaş, başını salladığında biraz daha rahatladığımı hissediyordum. Bu gerçekten işe yarayabilirdi.
Ulaş, elimi tutup kenetlenmiş ellerimizi montunun geniş cebine soktuğunda yürümeye başlamıştık. Gülümsedim, her ne kadar benim için soğuğa katlansa da bu soğuk havalardan ne kadar nefret ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. Zaten ben de üşümesini istemezdim.
"Diğer elini montunun cebine sokacak mısın yoksa onu da kendi cebime mi alayım?"
Aklıma gelen görüntüyle gülmeye başlarken Ulaş, çok ciddi bir şekilde bana bakıyordu. "Senin için üşümek komik mi?"
"Üşümüyorum ki."
"Üşümüyor musun? Elin kıpkırmızı olmuş. Nasıl üşümemek bu?"
Omuzlarımı silktiğimde Ulaş, tüm ciddiyetiyle bana bakmaya devam ediyordu. Şu an belki de tanıştığımız andan itibaren onu ciddi gördüğüm en uzun süreydi. Aslında gıcıklığına bu süreyi daha da uzatmak isterdim ancak sinirlenmesini istemiyordum. Elimi montumun cebine sokup 'oldu mu' der gibi Ulaş'a baktım. Gülümseyip kafasını salladı.
"Madem bu kadar üşüyorsun, neden eldiven de takmıyorsun?" dedikten sonra beresini çenemle işaret ettim. Ulaş, gülümseyip kafasını yana doğru çevirdi ve gözlerime baktı.
"O zaman elinle arama eldivenin kumaşı giriyor. Sevmiyorum o hissi."
Diyecek bir şey bulamayıp kafamı diğer yöne çevirdim ve onun yanındayken sürekli güldüğüm için ağrıyan elmacık kemiklerime rağmen gülüşümü genişlettim. 10 dakikalık bir yürüyüşten sonra Ulaş, adımlarını durdurduğunda ondan hemen sonra ben de durdurmuştum.
Ulaş, bir sağına bir soluna baktıktan sonra yüzünü bana doğru çevirmiş ve gözlerime bakmıştı. Kalbim o anda hızlanmaya başlarken aramızdaki mesafeyi usul usul kapatıp bir süre parıldayan gözleriyle yüzümü inceledi.
"Sana daha önce ne kadar güzel olduğunu söylemediğimi fark ettim. Yaptığım bu eşeklik affedilemez."
"Önemli değil." diye mırıldandım. Şu anda çıkarabildiğim en yüksek ses bir mırıltıdan öteye gidemiyordu.
"Önemli olmalı. Ne kadar güzel olduğunu önce sen hissetmelisin, sonra benden bunu sık sık duymalısın." Parmaklarını çeneme sarıp yüzümü kaldırdığında suratıma doğru hafifçe eğilmişti. Gözleri dudaklarıma inerken dudaklarındaki ufak tebessüm beni yakıyordu.
"Çok güzelsin." diye fısıldadı. Gözleri yavaşça kapanırken dudaklarıma doğru eğilmeye başlamıştı. İçime titrek bir nefes çekip gözlerimi kapatırken dudaklarımdaki dokunuşunu heyecanla bekliyordum. Öyle ki kaşınmaya başlamıştım.
Hayır, hayır. Kaşınan burnumdu. Ve boğazım, ve gözlerim...
Ellerimi aceleyle Ulaş'ın omzuna koyup onu geriye doğru ittirdim ve yana dönüp hiç de nazik olmayan bir şekilde hapşırdım. Tekrardan bana şaşkınlıkla bakan Ulaş'a döndüğümde burnumun kaşıntısı devam ediyordu. O sırada ayağıma sürtünen kediyi fark etmiştim.
"Alerji..." dedikten sonra sulanan gözlerimi kırpıştırdım ve yeniden hapşırdım. "Kedilere alerjim var."
Ulaş'ın her ne kadar bir cani olmadığını bilsem de ayağıma sürtünen kediden hiç hoşlanmadığını bakışlarıyla yeterince belli etmişti. Kedilerle genelde aynı ortamda bulunmazdım ancak anın heyecanından bu kedinin bu kadar yakınıma girdiğini fark etmemiştim bile. Kedilere olan alerjim bir kere kendini gösterdiğinde en az bir saat boyunca kendimi toparlayamazdım.
"Anladım." diye mırıldandıktan sonra ayağıma dolanan kediyi kucağına aldı ve benden uzaklaştırdı. Kediyi karşı kaldırıma bırakıp yanıma geldiğinde az önce kucağına aldığı kedinin tüyleri montuna bulaştığı için gözlerimdeki yanma, burnumdaki ve boğazımdaki kaşıntı kaldığı yerden devam ediyordu.
Ulaş, sinirle gülümseyip aramızdaki mesafeyi birkaç adım açtı ve homurdanarak konuştu.
"İşte bu yüzden köpekleri daha çok seviyorum."
"Onlara da alerjim var."
"O zaman en çok balıkları seviyorum."
Kendimi tutamayıp bir kahkaha attığımda Ulaş, benim kadar eğlenmediğini fazlasıyla belli ediyordu. Elimi karnıma bastırıp gülüşümü durdurdum ve Ulaş'ın somurtan suratına baktım. İleriye uzanıp yanaklarını sıkmış, ardından hemen geri çekilmiştim.
"Seni çok seviyorum ama senden uzak durmak zorundayım. Hoşça kal..." Dramatik bir ses tonuyla söylediklerimden sonra Ulaş'ın gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Somurtan suratında resmen güller açıyordu. Heyecanla sordu. "Ne dedin sen?"
"Senden uzak durmam lazım dedim, montunda kedinin tüyleri kalmış. O yüzden..."
"Hayır, beni sevdiğini söyledin."
"Evet, onu da söyledim." dedim bakışlarımı kaçırmadan. Kendimi hep utangaç olarak tanımlamıştım ancak Ulaş'a olan duygularımı dile getirirken hiç de utanmamıştım. Onun yanında olduğum kişiyi en az Ulaş'ı sevdiğim kadar seviyordum. Belki de ona bu kadar çok bağlanmamın, onu bu kadar çok sevmemin nedeni buydu.
"Montumda kedi tüyü olmasa sana sarılırdım." O bunu söylediğinde kollarımı iki yana açtım, aynısını o da yapmıştı. Gerçekten sarılmamıştık ancak sarılmanın sıcaklığını taşıyan bir andı. Yavaşça gülümsedim.
Hiçbir kelime bu çocuğu ne kadar sevdiğimi anlatmaya yetmeyecekti.
Çok sevdim bu bölümü :"
İyi günler, 'gü'lerim! ♥