Call of the Deep || Sekai

נכתב על ידי Wu_GalaxyHun

1.7K 237 350

Bir basketbolcuya ne yakışır? Bir amigo! Ama amigonun, derinliklerde bir sırrı var. ××× Tür: Fantastik, Hayra... עוד

Giriş: 1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
6. Bölüm

5. Bölüm

211 37 88
נכתב על ידי Wu_GalaxyHun

"Hadi ben tembelim de sınıfta kaldım. Ya siz? Dünya üzerinde siz üçünüz kadar aptalı olduğunu sanmıyorum." Matematik dersinde olduğumuz için Bay Kim'in tahtaya yazdığı altı sorudan bir tanesini bile yapamayan Kyungsoo'ydu bu cümlelerin sahibi.

Kyungsoo ve ben dördüncü sırada, Dongwook ve Sangbum hemen önümüzdeki sırada oturuyordu. Sangbum, duvara dayalı sırtıyla üçümüzle de iletişim hâlindeydi. Daha çok da arkasındaki Kyungsoo'yla.

"Ne var oğlum, Junmeyon güzelini görüyoruz işte fena mı?"

"Senin Junmeyon'una da, sana da..." Gerisini getirmemek için en son birinci sınıfta kullandığım tahta kalemi dişlerinin arasına alıp ısırdı. Geri çıkardığında kalemin beli sallandığı için kendimi tutamayıp güldüm.

"Şu permalı saçlarına bak Kyungsoo. İnsan bunu bebek niyetine sever." Wook.

"Vicdanlı bir insan, şu pembe gömleğinin hürmetine bu adama gıcık olamaz." Kendi aramızda fısır fısır konuştuğumuz için arada dönüp bize bakan Junmeyon için söyledi Sangbum.

"Sende karar ver. Baekhyun mu, Junmyeon mu?" Birkaç gündür durmadan bu ikiliden bahsettiği için takıldım.

"Baekhyun'un dediği gibi, eğer bir haremim olursa ikisini de gözdem yapacağım." Hülyalı hülyalı gülümseyerek söyledi.

"Ben ne diyorum, siz ne diyorsunuz hâlâ..." Bir elini alnında siper yaparak bize hayretle bakıyordu. "Bakın, ben zaten sınıfta kaldığım için sizin de kalmanızdan, beni yalnız bırakmamanızdan şikayetçi değilim. Bu konuda gerçekten mutluyum ama yine de salak olduğunuz gerçeğini değiştirmiyor. Kim, bir sene daha okul çekmek ister ya?!" Kyungsoo, hayatımda gördüğüm, okuldan en nefret eden insandı. Buraya kadar gelmiş olması bile büyük mucize. "Eğer siz üçünüz notlarınız sebebiyle sınıfta kalsaydınız ve bana sende kal diye yalvarsaydınız, gözünüzün yaşına bile bakmazdım... Gözümde, beynini kullanmak istemeyen üç tane salaksınız!"

"Matematiğin bütün sinirini bizden çıkarıyorsun bebeğim, farkında mısın?" Sangbum, arkadaşımızın omzunu okşayarak konuşuyordu. "Öğle arasında bir rahatlama masajı yapayım sana, ne dersin?" Kyungsoo'nun siniri yanında bu kadar rahat olup gülmemiz onu daha da çileden çıkartıyordu. Ağzını açıp hayretle önündeki rahat adama bakmasından anlaşılıyordu. Bense duvardaki saati kontrol edip duruyordum.

Ellerini yüzüne kapatıp sessizce bağırdı.
"Beyni olmayan üç salak! Tanrım, gerizekalılar ya, gerizekalı!"

Diğer üçümüz ise sıraya yatıp yüzümüzü kapatarak güldük.

"Çocuklar, bu kadar yeterli değil mi?" Görevinin ilk yılında bize denk gelen ve bize çocuklar diye seslenen, bizden altı yaş büyük, naif sesli öğretmenimiz Junmyeon'du.

"Kusura bakmayın Bay Kim? Tuvalete gidebilir miyim?"

Kırk beş dakikalık öğle arasında vakit kaybetmemek için dersin bitmesine beş dakika kala, tuvalet izni alıp sınıftan çıktım ve koşa koşa kantine gittim. İsteğim iki tane çikolata almaktı ama ya beğenmediği bir şey alırsam düşüncesiyle, dört kat aşağı koşarak indiğim için nefes nefese konuştum.
"Sanırım birkaç tane çikolata alacağım." Tek tek, parmağımla işaret edip adlarını da söyleyerek çikolataları aldığımda Kai için yedi tane almıştım. Öyle umuyordum ki, bisküvi yiyen deniz erkeğim çikolataya da aşina ve seviyordur. Küçük poşette ki çikolataları aldığım sırada teneffüs zili çaldı ve ben kantin koridorundaki kapıdan dışarı çıkarak bir kamelya kaptım. Buralar genelde kızların yeridir.

Gözlerim okulun çıkış kapısında kızıl saçlı bir esmeri bekliyordum ki, kapıya koşarak gelen bedenle gülümsedim. Tıpkı benim gibi heyecanlı davranmasına sevindim o an.

Pazar günü görüşmemizin ardından her gün heyecanla buluşmuştuk. Pazartesi günü sadece öğle arasında görüşsek de çarşamba ve perşembe günlerinde bütün teneffüslerde birlikteydik. Genelde ben onun şubesine gidiyor ve Baekhyun'u iterek on dakika boyunca yanında oturuyordum. Baekhyun da bazen, Sangbum ve Kyungsoo'nun yanına gidiyordu.

Şu sıralar Kyungsoo'nun itici gücüne çekiliyormuş gibi bir hava bıraktığından Sangbum kıskançlıktan ölüyordu. Ancak o üçü arasını düzeltecek durumda değildim, zaten Kyungsoo, Baekhyun'un her gelişinde ölü taklidi yaptığını iddia ediyordu.

Durup kıstığı gözleriyle baktığı kapıdan beni görünce gülümseyerek, seke seke geldi yanıma. Kamelyadan, inci gibi bembeyaz dişlerini göstererek içeri girdiğinde bende gülüşüme engel olamıyordum.

"Merhaba!" Rahatlatıcı sesini duyduğumda karşılık verdim "merhaba." Bugün her zamankinden farklıydı. Onu hep amigoluk yaparken gördüğüm için eteklerine, kısa giyinmesine ve bacaklarını görmeye alışmıştım. Şimdiyse okul pantolonu ve okul tişörtüyle önümdeydi. Yine de öyle bir erkeksilik katmamış, her zamanki gibi narin ve güzel gözüküyordu.

Gelip bir çırpıda yanıma oturduğunda diğer yanımdaki poşeti alıp ona uzattım.

"Umarım çikolata da seviyorsundur." Gülümseyerek söylediğime karşı gözleri parladı.

"Bayılırım! Hepsi benim için mi?!" Heyecanla poşeti göğsüne bastırdığında başımı salladım. "İki tane aynı çikolatadan var, biri benim geri kalanı senin. Hangisini seversin bilemediğim için bir sürü aldım."

Babamın parasını seveyim. Eve gidince o zeki aklını sevmek için alnını öpeceğim.

"Çok teşekkür ederim!" Heyecanla tam boynuma atlayacaktı ki durdu. Neden?! Bunu istiyordum...

"Sorun ne?"

"Şey... Buradakiler yakınlığımızı bilmese iyi olur." Söylediğiyle birlikte kaşlarımı çatarken "neden?" diye sordum.

"İnsanlara güvenmiyorum... Zaten bir buçuk ay sonra ikimizinde okulu bitiyor, biraz sabredelim. Okulda arkadaş gibi görünelim, dışarıda istediğimizi yapalım." Gülümseyerek istediğine karşılık kaşlarımı anlamamazlıkla çattım. Ancak onun gülüşü bulaşıcıydı, aynı zamanda bende gülümsüyordum.

"Bu okulda böyle şeyler sorun edilmez."

"Onun için demiyorum... Senin gizli hayranların var, başıma dert olsunlar istemem." Ve bu dediği şey küçük, şaşkın bir kahkaha atmama neden oldu.

"Peki, nasıl istiyorsan öyle olsun."

Bir süre elindeki çikolatasını iştahla ve zevkle yerken onu izledim, bende kendi çikolatamı yavaş yavaş yiyordum. Bir paketi, tadını çıkara çıkara bitirdikten sonra hemen bir diğer paketi açtı. Sonra yüzünü bana dönüp hiç sönmemiş gülüşünü daha da büyüttü.

"Sehun, cumartesi maç çıkışı kayalıklara gelir misin?"

Yüzündeki utangaç ifadeyle dalga mı geçiyorsun, koşa koşa gelirim hem de.

"Tabiki gelirim ama pazar günü buluşmayacak mıydık?"

"O planımızı da bozmayalım. Pazar günü de buluşalım, bana ateş yakmanı izlemek istiyorum." Söylediği şeyle heyecanlanırken kocaman gülüşü bana mutluluk veriyordu. Sanırım onu gerçekten heyecanlandırıyor ve mutlu edebiliyordum. "Ama cumartesi günü de gelmeni istiyorum."

"Kumsala değil, kayalıklara gelmemi istiyorsun öyle mi?" Sorumla başını salladı. "Evet, yasaklı bölgeden geçebileceksin. Ben ayarlayacağım tamam mı?"

"Tamam."

Bir yandan neden kayalıklara çağrıldığımı düşünürken bana göstereceği şeylerin ne olduğu ihtimalini düşünürken bir an önce cumartesi günü gelsin diye heyecanlanmıştım.

Bir süre sadece ikimiz oturup onun güzelliğine mehdiye düzdüm, teşekkür edip o da benim güzlliğimi övdü. Susmak istemesek de ne denileceğini bilmediğimiz için sustuk. Sonra arkadaşlarımızda gelmişti. Hiç bitmesini istemediğim kırk beş dakikalık öğle arası beş dakika da bitmiş gibi tekrar sınıflara dağıldık.





























Çantamı önüme almış, büyük mücevherat tutuyor gibi dikkatlice yürüyordum.

Bugün maç çıkışında Jongdae, arkadaşı Chanyeol'le bir kese göndermişti ve anladığım kadarıyla bu uzunun da bir şeyden haberi yoktu. Çünkü bana neler olduğunu sorup durmuştu ama elbette bir şey diyemezdim. Ona bunu imâ ettiğimde kafası karışık bir şekilde ayrıldı yanımdan. Bu arada onların takımını yendiğimiz için Jongdae ekstra sinirliydi. İlk iki çeyrekte onlar önde olduğu için bana takımıyla birlikte ergence 'yeniyoruz' hareketleri yapmasını son iki çeyrekte bir güzel yedirmiştim açıkçası. Çünkü, müstakbel sevgilimin eski sevgilisi söz konusuyken kaybetmek ihtimal dahilinde olamazdı.

Okul binasından ayrı, spor salonundan çıktığımda eve uğramayı hiç düşünmedim, gidip formalarımı bile değiştiremedim. Maç bittiği gibi almam gerekeni alıp çantamı kaparak kayalıklara koştum. Gerçekten koştum, yoruldukça yer yer yürüdüm ama ailesinin lunaparka götürdüğü bir çocuk gibi heyecanla koşup koya geldim.

Yasaklı bölge, görüş açıma girdiği gibi daha dün gördüğüm bedenin beni buraya çağırmasına duyduğum heyecanla, oldukça beride çıkardım ayakkabılarımı. Sonra seke seke, hâlime gülerek gittim tellerin berisine.

Ayaklarım suya değdiği andan beri sular, gittikçe hem gözle görünür derecede hem de fark edilmeyecek bir hızda çekiliyordu.

Sinirle yürüdüğüm o ilk gecede, hava karanlık olduğu için ne kadar aşağı indiğimi bile fark edemediğimi şimdi anlıyorum. Geriye dönüp baktığımda bir insan boyu mesafesi kadar yol gelmiş olmam çok korkutucuydu. Hâlâ daha, o gece hangi cesaretle, hangi akılla buralara kadar yürüdüğümü düşünüyorum.

Birkaç metre açılmış ıslak kumlara ve benimle birlikte geriye çekilen sulara hayranlıkla, şaşkınlıkla bakıyordum. Aslında hayranlık çok geride kalıyordu, çünkü şoke olmuşluğum bunu örseliyordu. Bunu Kai mi yapıyordu acaba?

Günler öncesinde ulaşmak istediğim ama tam olarak gördüğüm şeye ulaşmak için sular içinde kaldığım noktadaydım hemen hemen. Bu olanları çekmek isterdim ama deniz erkeğimin güveninin sarsılmasını istemediğimden, ellerim kaygılı bir şekilde önümdeki çantayı tutarken yürüyordum. Birkaç metre kalmış kayalığa bir an önce çıkmak istediğimden koşasım vardı ama koskoca okyanusun beni yutmaması için dikkatlice yürüdüm bir süre daha ve sonunda ayağımın altındaki taşlardan kayalık parçasına attım kendimi. Oyuntulara basarak kayalığın yayvan olan gövdesine çıktım. Kıyıdan gözüktüğü gibi büyük bir taş parçası gibi değildi, sadece kıyıdan gözüken yer kayalığın arkasıymış. Dik ve ince, arka parçanın önünde uzunca alçak bölüm vardı. Ufak tefek çukurlu tümsekli yerler olsa da burası oturmak için gayet makûldü. Sırtıma aldığım çantayı yanımda bir yere bıraktığımda küçük tepeceğin yanları gittikçe suyla dolmaya başladı. Çekilen sular tekrar yerine dolmaya başlamış olmalıydı.

Etrafıma bakınırken açıkça hissettiğim duygu korkuydu. Çünkü bu yaşananlar hayatın doğal akışına uygun değildi ki, böyle bir şeyi ne ben ne de herhangi bir kişi görmemiştik. Diğer insanlara böyle şeyler gördüğümü söylesem bilimsel bir açıklama yaparlar, bana inanmazlardı. Ben bile, etrafımdan hızla yerine dolan sulara şaşkınlıkla bakıyordum.

Kai'nin gelmesi lazımdı, çünkü biraz tırsıyor ve yalnız hissediyordum. Bu uçsuz bucaksız okyanustan onu da çağıramazdım ki, sadece bekleyecektim.

Ayağa kalktım, etrafta gözlerimi gezdirirken nerede olabileceğini, nereden çıkabileceğini düşünüyordum ama tek başıma okyanusun ortasında(!) olmak canımı sıkmıştı.

Bu kadar heyecanla geldiğim yolu geri dönmeyi düşünmedim değil, tam bu sıralardaydı engin suların içinden bir şey fırladı. Yüzüme, gözlerime gelen suyla göz kapaklarımı yumup ellerimle temizlerken biraz olsun geri çekildim ve oyuntulara takılarak düştüm de. Ama gördüğüm şeyi biliyordum, suyun içinden fırlayan benim güzeller güzeli kızılımdı.

Gözlerimi tekrar açıp baktığımda tekrar suya dalmış deniz erkeğim yine gün yüzüne çıkıp biraz olsun yukarı fırlamıştı. Tıpkı bir yunus balığı gibi.

"Aman Tanrım!" Şaşkınlığımı tutamadığımdan oturduğum yerde dikeldim ve açtığım ağzım, güler yüzümle baktım dalıp çıkan deniz erkeğine.

Islak pulları her gün yüzüne çıktığında güneşte öyle ihtişamlı parlıyordu ki, bir an kimin bana ne gösterdiğini düşündüm. Kuyruğu o kadar güzeldi ki, gece gördüğümden çok daha büyüleyici duruyordu. Kısa bir an özel hissettiğim doğru fakat bu kadar güzel bir yaratığın yanında sönük kaldığım da bir gerçek.

Kuyruğunun ucu, klâsik balık kuyruğu gibi değil kat kat, tül tül, yuvarlak, uzun bir yüzgeçti. Koyu sarı renk kuyruk ucu, bacaklarının olduğu kısma doğru geldikçe pembe mor ve ana gövdede mavi renkleri vardı. Kuyruğunun, belinde biten kısmı ise maviden, sarıya doğru yine sıralanmıştı.

Bana kısaca el sallayan kuyruklu insan tekrar suyun içinde kaybolduğunda, nereye gittiğine bakmak için dizlerim üzerinde hızla kayalığın kıyısına geldim ve suyun içinden tanıdığım bir baş fırlayıp yanaklarımı tuttu.

"Baekhyun!"

"Selam, yakışıklı kaptanım!" Hâlâ yanaklarımı tutan, yüzümün biraz ötesinde duran sarı saçlı çocuk, ışıltılı gülüşüyle birlikte göz kırptığında yanımızda beliren Kai, arkadaşını elleriyle itti.

"Baekhyun! Bunu ben yapacaktım!" İttirilen Baekhyun gülerek geri çekildiğinde, onun yerini Kai almış ve yanaklarımın kaybolmamış sıcaklığını da yine elleriyle kapatmıştı. Bana kısa bir süre tatlı, güzel gülüşüyle baktıktan sonra arkasında konuşan arkadaşına döndü.

"Ne var? Biraz bende eğlenebilirim. Kuyruğunla gösteri sergileyeceğine yerimi alsaydın." Çıplak, beyaz tenli omuzlarını silkip tekrar gülerek bana baktığında fark ettiğim ayrıntıyla, onun gözlerinin de mavi olduğunu gördüğümden şaşkınlıkla açtım ağzımı.

"Bazen anlık yapılanlar yanlış şeyler doğurabilir Baekhyun."

"Ah, lütfen Kai. Sadece şaka yaptım, bunaltma beni."

"Bir saniyede çıkıp yanaklarını tuttun!" Arkadaşına hâlâ daha kızması, hem de bu kadarcık bir olaydan... çok şaşırtmıştı doğrusu. Hâlâ elleri yanaklarımı tutuyor ve onun yüzünden köpek pozisyonunda, dizlerimi acıtan kayada dururken onları dinliyordum.

"Ne var bunda bu kadar büyütülecek?" Baekhyun'un kaşları şimdi çatılmıştı.

"Ya anlık dalgınlıkla seni ben sanıp öpseydi?!"

Vay canına...

Sesi oldukça kıskanç ve kızgın çıkıyordu kızıl bebeğimin.

"Ne?! Kıskanınca tamamen farklı biri oluyorsun Kai! Söylediklerin utanç verici!"

"Hey! Sakin olun, lütfen." İkisinin arası oldukça kızışmışken aralarına girmeden edemedim. Tekrar yüzünü bana dönmüş, çıplak göğüslerinden aşağısı suda olan bebeğime hitaben sakince konuştum. "Sonuçta böyle bir şey olmadı, bunu uzatıp arkadaşının kalbini kırma bence."

"Hah!" Sinirlenmiş ve kırılmış gözüken Baekhyun başka bir şey demeden hızla suya daldı ve kayboldu.

"Ah... gitti..." Nedense bu duruma ben sebep olmuşum gibi hissettiğimden gerilmiştim. Kai ise... yüzünden ne düşündüğü anlaşılmıyordu.

"Ne o? Gittiğine üzüldün mü?"

"Birinin kırılması üzücü bir durum değil mi?" Kurumaya durmuş nemli yüzünde, yanağını avucum arasına alıp sakinlikle okşadım. Bu sırada dizlerim üzerinde durmaktan yorulduğum için uzanmıştım. Belliki, kıskançlık yapmaya başlamıştı ve onu daha fazla huzursuz etmek yerine rahatlatabilirdim.

"Evet... Üzücü." Neyseki kıskanç bakışlarının yerini üzüntü almıştı. Bir süre aşağılarda bir yere hüzünle düşünerek baktıktan sonra tekrar çattığı kaşlarıyla gözlerini bana çevirdi. "Ama erkek arkadaşlarımı ne kadar kıskandığımı biliyor, bunu yapmamalıydı."

Erkek arkadaşlarım?

Yerimde doğrulup oturdum. O hâlâ oldukça aşağımdaydı ve bağdaş kurduğum bacaklarıma kollarımı yaslayarak eğildim ona.

"Erkek arkadaşlarım? Senin kaç tane erkek arkadaşın oldu öyle?"

Şimdi kıskançlık sırası bendeydi. Bu ihtimali hiç düşünmemiştim.

"Ama kızma..." Ellerini dayadığı kayalıktan çekip göğsünün üzerinde birleştirirken masum masum bakıyordu bana. Maksimum ergen ilişkisi yaşıyorduk işte.

"Ne kızması Kai?... Sadece ilkin olmamak can sıkıcı... Kaç tane demiştim." Sorumu tekrar hatırlattığımda parmaklarıyla üç işareti yaptı.

"Üç erkek arkadaşın mı oldu? Yani ben dördüncü müyüm?" Sesim elimde olmadan, şaşkınlıktan ve kıskançlıktan dolayı yüksek çıktı.

"Evet, sen dördüncüsün..." Elleriyle yüzünü kapattığında gülüyordu. Ama ben hiç gülmüyorum... Gözüm falan seğiriyor.

"İnanmıyorum! Sana masum diyordum ama masum olan benmişim." Kıskançlık, sinirle ancak böyle hissettirilebilirdi. "Bende düşünüyordum ki, hadi ben öptüm ama yeni ve korkunç bir ilişkiden çıkan bu çocuk neden karşılık verdi ki?.. Sen bildiğin deneyimliymişsin." Bildiğimiz ona trip atıyordum.

"Sehun~" ismimi uzatarak, alçaltmış olduğu ses tonuyla söyledi. "Senin olmadı mı?"

"Senden önce bir tane olmuştu. Ama çok garip hissettiğim için sadece bir hafta sürmüştü!" Evet, Kai benim ilk ciddi ilişkimdi. Elbette resmi bir şey yoktu aramızda, kimse birbirini sevdiğinden bahsetmemişti ama yine de bir ilişki içindeydik işte.

"Yine de olmuş bir tane sevgilin!" Şimdi o mu sinirlendi yani? Eliyle suya hızla vurup biraz olsun üstüme sıçratması ve ses tonu öyle gösteriyor.

"Hayır, on beş yaşındaydım tamam mı? Bir haftanın sonunda ayrılığı ilan ettiğimizde çok rahatlamıştım, o bir hafta içinde el ele bile tutuşmadık!"

"Kız mıydı?" Dedi hafif yan döndüğü bedeniyle, sözde bir de bana bakmıyordu. Yüzünü çevirmiş, kıskançlığını yaşıyora benziyordu.

"Evet."
Bir dakika, konu nasıl bana döndü ki?

"Benden güzel miydi yoksa?" Ağız hareketlerinden anlaşıldığı üzere yanak içini ve dudaklarının içini ısırıyordu hızlı hızlı. Ancak sorduğu sorunun cevabı için onu bir süzdüğümde hülyalı hülyalı gülümsedim tekrar. "Hayır... Senden daha güzel kimseyi görmedim."

Yan dönmüş bedenini tekrar bana döndürmesede memnun olmuşça, tatmin olmuşça gülümsedi. Bir süre onun kendini beğenmiş gülüşünü izleyip keyiflendim, sonra da gülüşü büyüyüp kıkırtılada dönerken bende kocaman gülümsedim.

"Benim de senin gibi. İlk ikisinde küçüktüm, ne yapabilirdik ki?" Doğru ama o an hemen bunu düşünememiştim.

"İlk defa seni öptüm." Dedim birdenbire ve gözlerinden bir parıltı geçti. Aynı şeyi ondan bekliyordum ama sadece bakıştık. Sonra anladım.

"Ah, hadi ama!" Göz kontağını bozup biraz arkaya gerilediğimde rahatça oturdum. Bugün pek yıldızlarımızın uyuştuğu bir gün değildi anlaşılan. Ya da bugün Kai, diğer günlerdeki gibi utangaç değildi. Duygularını daha çok belli ettiği, rahat bir zamanındaydı. Bu tarafını tanımadığım için ayak uydurmaya çalışıyordum. Ah, bir de ikimizin de kıskanç olduğu ortadaydı.

"Sehun! Özür dilerim..."

Sen alt dudağını büzüp bana düşürdüğün kaşların altından yeşil yeşil bakarken sana nasıl daha fazla kızabilirdim ki?

Ağzımdan sıkıntılı bir nefes çıkarırken yanımdaki çantamı aldım elime can sıkıntısıyla. Fermuarını açıp içindeki siyah keseyi çıkarttığımda ne yaptığıma merakla bakan güzel deniz erkeğime baktım.

"Senin ilk herifinin(!)" vurgulamadan edemedim. "Senden çaldığını da aldım."

Keseyi uzandığım yerden ona uzatırken iyice yaklaştığında hafifçe attım ona.

"Eksiği olup olmadığına bak." O kadar şaşkın bakıyordu ki bana, sanki ona uzattığım kesede bahsettiğimiz şeyi bulamayacak gibi bir hâli vardı. Kesenin ağzını açtığında içinde gördükleriyle ağzını da gözlerini de kocaman açıp bana döndü.

"Sehun... Sen... Ah..." Bana doğru hamle yaptığında sarılacağını bildiğim için bende ona uzandım. Suyun içindeki bedenle, karadaki bedenim kavuştu bir süre. Sonra geri çekildi. "Çok teşekkür ederim... Bunu hiç beklemiyordum. Ayrıca içindekiler tam! Bunu... Bunu nasıl yaptın?"

Hâlâ ağzı açık bana bakıyordu şaşkın şaşkın. Bense omuz silktim. Daha fazla onun eski sevgilisiyle alâkalı herhangi bir şey konuşmak istemediğim için bacaklarımı onun iki yanından aşağıya uzatarak ona iyice yaklaştım.

"Kuyruğuna bakabilir miyim?" İlgiyle, merakla sorduğuma karşılık minnettar bir gülüş bıraktı önce. Sonra yanından doğru sarkıttığım bacaklarıma ellerini koyup güç alarak kendini yukarıya çıkardı. Bacaklarıma abanmıyordu ama az önce tamamiyle suyun içinde olan kuyruğunun büyük bir çoğunluğunu önüme serdiğinde şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim. Az önceye nazaran, dokunabilecek kadar yakınımda olması başımı döndürüyordu.

"Çok güzel... " Dedim sakince.

Bedeninin büyük çoğunluğu yukarıda olduğu için, ne kadar elleriyle bacaklarıma tutunup kendine destek yapsada arada sendeliyordu. Bende düşeceğini düşündüğüm için bir kolumu refleksle sardım beline...

Elimin altındaki şey... tüylerim diken diken oldu.

Kaygan, tıpkı bir balığınki gibi kaygan pulları elimin altında hissettiğimde yüzümdeki tek bir mimik dahi hareketini durdurdu, dondu ve derince yutkundum.

Onun kuyruğuna dokunduğumu sahibi elbette hissettiği için tepkime bakıyordu. Ama donmuş tepkimi yanlış anlamış olacak ki, yanakları kızardı önce. Ardından dolan gözlerini aşağıya çevirip bacaklarıma tutunduğu ellerini serbest bıraktığında neredeyse kayıp gidiyordu kolum ve bacaklarım arasından. Fakat bırakmadım. İki kolumla da sımsıkı sardım birden. Şaşkınlıkla, uzun, ıslanmış kirpiklerini çevirdi bana.

"Sadece... çok şaşkınım... üzgünüm." Diyebildim. iyi ki bu kadar açıklamayı da yapabilmiştim, çünkü boynuma sımsıkı dolanan kollara sebep olmuştum.

"Ah, bir an korktum!" Dedi bütün samimi endişesiyle. Minicik burnunu ve hatta ıslak kirpiklerini boyun girintimde hissediyordum. Hâlâ şaşkındım ama dokunmaya çekindiğim pullarına, elimi açarak sardım. Bir elimi de yukarı çıkarıp kızıl saçlarını okşadım.

"Sorun yok Kai, sen çok özelsin."

Kim bilir nasıl hakaretler duymuştu.

Ah, ilk öpücüğünü öyle bir şerefsize verdiği için, bunu düşünen beynimi kesesim var!

Başını tekrar geri çektiğinde ellerini yeniden bacaklarıma koydu ve dokunduğum yeri bir de görmek istediğim için belinde olan bir elimi çekip karnındaki sarı pullara dokundum nazikçe. Tamamen göz alıcı bir renkti. Gözlerim kuyruğundaydı ama Kai'nin arada, okşadığım yerden gözlerini çekip bana baktığını anlayabiliyordum. Sonra elimi biraz daha aşağılara indirip pembe renklere dokunmak istedim. Ancak sarı pullardan elimi kaydırarak indiğim pembe pullara geldiğinde, avucumu değdirdiğim yerle birlikte Kai, kendini refleksle geri çekti. Anlamamazlıkla baktım ona. Pembeleşen yanaklarıyla gülüyordu.

"Oralara ellemesen iyi olur." Kaşlarımı çattım ilk saniyede ama sonradan belden aşağısının nereye denk geldiğini anlayarak gözlerimi büyüttüm. Zaten elimin altındaki doku içine doğru hafifçe kasıldığında hemen anlamalıydım. Havada asılı kalan elimi hemen çekerek "özür dilerim, bilemedim" dedim bir çırpıda. Yakınımda olan bedenin bakışları beni bulduğunda sakince, yavaşça tek omzunu silkti. "Sen olduğun için, önemli değil..." Dedi sakin bir tonla.

Gülümseyerek tekrar ellerimi beline doladım. O da kollarını boynumda tutmaya devam etti.

"Yanımda oturabilir misin?"

Başını salladığında ona yardım ettim ve sudan çıkıp öncelikle yanıma uzanmasını sağladım. Belindeki zincir takılı olduğu için tül gibi ve kat kat olan yuvarlak yüzgeçleri de sudan çıktığında onlara dokunmama zaman kalmadan kuyruğu hızla kurumaya başladı. Bütün o ışıltılı pullar kayalığa dökülürken şaşkınlıkla bu büyülü ânı izledim. Büyük taşın üstünde duran pullar da hızla kuruyup toz olduğunda kaldırdığım kaşlarımla yanımdaki deniz erkeğine döndüm.

"Gözlerini kapatır mısın Sehun?"

Dirsekleri üzerinde geriye doğru uzanırken, ortaya çıkan bacaklarıyla birlikte daha nerelerinin açıkta kalacağını anladığım için gözlerimi kapatmak yerine başımı okyanusa çevirdim. Birkaç saniye sonra, tamamiyle insan anatomisine kavuşmuş olacak ki bacaklarını kendine çekip hareketlendi.

"Buraya eşya getirmemiştim, ne yapacağım?" Sesinde hafif bir panik havası vardı.

Sahiden, nerede giyiniyorlardı ki?

"Üst formamı verebilirim?" Teklif gibi söylesem de Kai'nin cevabını duymadan formamın üstünü çıkardım ve yanımdakinin çıplak olduğunu umursamadan -belki de biraz da meraktan- ona dönerek formamı verdim.

Benden tarafta olan bacağını, dizini kaldırdığı için mahrem bölgelerini görmüyordum. Ancak yan tarafında, başından ayağına kadar çıplak gözükmesi bir an dengemi bozdu. Neredeyse, bir elimi yere yasladığım hâlde, düşecektim ki bakışlarımı zorla çektim yanımdaki güzellikten. Hiç beklemediğim bir kıkırtı kulaklarımı doldururken çoktan elimden çektiği kıyafetimi giyiyordu. Bende, yanımdaki bedenden yarı çıplak bedenime gelen erotik havayı engin sulara bakarak dağıtmaya çalışıyordum.

"Bana bakmayı seviyorsun?" Sorudan ziyade bir yargı gibiydi. Ayrıca emin olduğu bu durumdan çok hoşlanmış olmasına şaşırıyordum. Masum bakışlarının, tavırlarının arkasında tam bir cilve abidesi yatıyordu anlaşılan.

"Neredeyse bayılıyordum." Dedim, hâlâ kendimde olmayan sesimle. Sonra yanımda bir hareketlilik hissettim ve arka yanımdan boynuma dolanan, göğsümde duran ellerle kalbim felç geçirircesine çırpınmaya başladı. Formamı giydiği bedenini sırtıma yaslarken avucuyla hafif kaslı göğsümü okşuyordu. Sporcu olmak için heveslenip bir sporcuya yakışırcasına kas çalıştığım için kendimle gurur duydum o an.

"Bende sana bakmaya bayılıyorum." Başımın yanına, omzumun üstünden bana eğildiğinde söylediğiyle, aynı zamanda dokunuşlarıyla mest olmuştum. Dizlerinin üstünde durmaya devam ettiği için bir bacağını da yan tarafımdan ortaya çıkardı. Dizi yukarda, ayağı yerdeydi, bacağını da göğsümün yanına sürtüyordu.

Kesinlikle cilveli hareketleriyle beni baştan çıkarmak istediğine inanacaktım.

Başımı yan tarafımdaki bana dönük yüzüne çevirip dudaklarına bir öpücük kondurdum.

"Bana bu kadar tensel temasta bulunursan..." Devamında ne diyeceğimi düşünmek için sustum. Kai ise parlak gözleriyle ne diyeceğime merakla bakıyordu. Bana bu kadar tensel temasta bulunursan azarım, mı diyecektim? Biraz edepsizce duruyordu ama şu an çok da edepli bir durumda değildik.

"Hoşuna gitmiyor mu?" Öyle hissetmediğimi bildiği, güler yüzünden belliydi. O yüzden telaşlanmadan "hayır, bu kadar yakın olman ayak parmaklarıma kadar hoşuma gidiyor." Dedim.

"O zaman kucağına oturabilir miyim?"

Sorduğu soru anında beynimin boşalmasına neden oldu. Ne sorduğunun ve bunun beni nasıl etkileyeceğinin farkında mıydı acaba? İlişkimiz bu kadar çabuk ilerliyorken, umarım bunları sadece bana demiştir diye düşündüm. Hemen kabul etmek istiyordum onu ama zaten tenim cayır cayır yanarken bir de kucağıma oturursa burnum kanayacaktı!

"Bana bu kadar tensel temasta bulunursan fena etkilenirim." Artık açık açık bunları söylemekten başka çare bulamadım. Kızıl saçlı deniz erkeğimse küçük bir kahkaha attı. Ardından gülümsemeye devam ederek bedenimden geriye çekildi ve yanıma gelerek yönünü bana dönüp oturdu. Benim yüzüm maviliklere dönükken; onun sırtı okyanusa, yüzü bana dönüktü.

"Olsun, sana bu kadar tensel temasta bulunurken bende çok etkileniyorum." Benim üzerimde zaten uzun duran formam onun dizlerinin biraz üstünde bitiyordu. Bacaklarını kendine çekip formayı da, kalçalarını göstermeyecek şekilde ayarladıktan sonra kollarını dizlerine bağlarken söyledi. Bu kadar açık olması beni endişelendiriyordu. İki haftalık bir, birliktelik söz konusuydu. Hatta birlikteliğimizin adı bile yokken bu kadar hızlı davranıyorsak, aylardır Jongdae'nin yanında ne yaptığını düşünmek içimi kemiriyor!

"Belki de bir şeyleri deneyimlemeliyiz." Kızaran yanaklarıyla sessizce söyledi. Böylelikle içimi kemiren soruna karşılık sakince bir soru sordum.

"Deneyimlemek... acaba... Bir şeyleri sadece benimle mi deneyeceksin?" Eğer sorumun cevabı olumsuzsa kafayı yiyebilirdim. Çünkü ben onunla ilklerimi paylaşıyordum.

Samimi bir şekilde gülümsedi. "Jongdae ile bu kadar tensel temasta bulunmadım. Daha üç, dört ay önce reşit oldum ve o zamanlarda benim açımdan aramız kötüydü. Suyun altında reşitlik kavramı geçerli değil ama sizin dünyanıza ayak uydurmuş biri olarak reşit olmak benim için de önemli oldu sanırım. Bu yüzden onunla olduğum zamanlar kendimi çocuk gibi gördüğüm için fazla yaklaşmıyorduk birbirmize... Yani ben fazla izin vermiyordum... Her neyse bunu düşünme tamam mı? Seninle deneyimleyebileceğim bir sürü şey var. Benim hakkımda bu kadar kötü düşünme." Son cümlesiyle dudaklarını büzüp yalandan üzülmüş numarası yaptı.

O, kızıl saçları, pürüzsüz esmer teni, yemyeşil bakan gözleri ve büzdüğü, pembe, parlak, dolgun dudaklarıyla bu kadar tatlı dururken içimdeki katılığın erimesi iki saniye bile almamıştı. Şu an ona dokunmak, onu sevmek istiyorum. O yüzden dizlerine bağladığı kollarını tutup kendime çektim. Hemen ayak uydurdu, bedenini bana doğru ittirip kolumun altındaki yerini aldı. Çıplak bacaklarını da bacaklarım üstünden diğer tarafa atmıştı.

"Üzgünüm. Kötü düşünmüyorum, sadece öğrenmek istemiştim ama bundan sonra bahsetmeyeceğim böyle şeylerden." Aslında kötü düşünmüş sayılabilirim ama bunu bilmesine gerek yoktu. Nasıl olsa açıklaması güzeldi ve ona inanmayı tercih ediyorum. Söylediğim şeylerden sonra gülerek bana sokulması, bir elini çıplak göğsüme koyup önümde küçülmesiyle çok uyumlu olduğumuzu düşünmeye başladım.

Kai'yi geçenki gibi bacaklarım arasına almak isterdim ancak şu an libidom tavanlarda seyrettiği için sadece göğsüme doğru yaslanmış bedenini iki kolumla sardım. Bir süre ben onu izleyerek saçlarını ve formadan açıktan kalan yumuşacık, pamuk gibi omzunu okşadım nazikçe. Güzel deniz erkeğimse uzunca bir süre tebessümünü bozmadan elini çekmeden, gözleri kapalı göğsümde dinlendi.

Romantik biri olabileceğimi veya olduğumu bilmezdim. Genel de insanlara karşı güzel duygular besleyen biri değilimdir, hatta en yakın arkadaşım dahi olsa okulda yeterince takıldığımızı düşünür evde kendi başıma kalmak isterdim. Kyungsoo, Bum ve Wook birlikte bir şeyler yaptığında genelde yanlarına gitmeyip evde telefonumla takılırdım. Yani, insanları yanımda istemekten çok kendi kendime kalmayı daha çok severdim. Arkadaşlarım yardım istediğinde bile çok zorunda kalmadıktan sonra kimseye yardım etmek de istemezdim. Hatta, kimse bana yardım etmesin ki bende kimseye yardım etmekle uğraşmayım üşengeçliğindeydim. Yani annem ve babama saygı duymaktan, onları inlemekten başka ebeveynlerime bile yardımda üşenirdim. Her zaman kendimi, isteklerimi daha çok düşünürdüm. Ne istediğim ve keyfim, başkalarının ne istediğinden daha önemliydi. Ancak ilk defa birini kendimden önde tutasım vardı.

Kollarım arasındaki beden için, şu ana kadar kimse için duymadığım hisler dolanıyordu içimde. Şu an bir şey istese kalkıp yapacak kadar heyecanlı hissediyorum, sürekli evde kalıp yatağında yuvarlanan ben bütün vaktimi Kai'ye harcamak istiyorum. Benden bir şey istediğinde oflayacak değilim, hemen yaparım.

Bilemiyorum... Bir şekilde kendimi bu önümdeki güzel çocuğa adamak istiyordum. Şu an, bir süredir onu izlerken içimde belirmeye başlayan ve gittikçe hararetlenen duygu bu şekildeydi. Kimseye beslemediğim ama Kai'ye beslediğim bu duygu sevgi olabilir miydi? Kendime bu soruyu sorarken o kadar doğru hissettim ki, dolayısıyla kabul ettim. Hoşlantım kendini aşmış ve gerçek bir sevgiye dönüşmüştü bence... yani galiba... neredeyse eminim.

"Sana bizimke alâkalı bir şeyler daha paylaşmamı ister misin?" Başını yavaşça kaldırıp bana bakarken sordu. Onu izlemeye o kadar dalmıştım ki, ne dediğini bir süre sonra anladım.

"Tabii, lütfen." Açıkçası aşağıda ne olduğu bilmek de istiyordum ancak şimdilik anlattıklarıyla yetinmem lazımdı.

"Herkesin bildiği gibi deniz kızı veya deniz erkeği olarak adlandırmıyoruz kendimizi, tıpkı sizin Koreli olmanız gibi, kendinize Koreli demeniz gibi, bizim ismimiz de Haugizu."

"Bir millet isminiz mi var?" Şaşkınlıkla konuştum.

"Evet, bir millet ismimiz var ve manası; Hau su demek, gizu kelimesinin kökü ise insan anlamına geliyor. Ayrıca bizim kökenimiz de sizin gibi Asyalı ya da Avustralyalı..." Sonra heyecanla yerinden doğrulup kocaman gülüşüyle baktı bana. "yani binlerce yıl önce atalarımzı aynı bile denilebilir."

"Vay canına..." Düşünmediğim bir ihtimal değildi ama ikimizinde bunun farkında olması sanki ortak bir yönümüzü bulmak gibiydi.

"Babam demişti ki, Afrika açıklarında da Wajinrular varmış."

Verdiği isim, hiç tanıdık değildi.

"O da bir deniz halkı mı?"

"Evet, onlar da Afrika kökenli." Başımı salladım.

"Peki, sizin halkınız büyük mü? Baekhyun'la yakınlık dereceniz ne?" Merak ettiğim iki soruydu.

"Binlerce kişilik bir halkımız var. Sizler gibi nüfus sayımımız yok ama babam bu aralar bunu da düşünüyor. Nüfusu parmakla saymaktan bahsediyor." Babasının fikri komikmiş gibi bir elini alnına vurarak güldü. "Bu açıklıktan kilometrelerce ötede, en derinliklerde yaşıyoruz. Ancak suyun altında çok hızlı yüzdüğümüz için kısa sürede kıyıya ulaşabiliyorum." Yüzüme bakarak anlattığına başımı salladım. Hâlâ daha kollarım arasındaydı ve ona oldukça yakından bakıyordum.

"Baekhyun annemin ilk oğlu. Annem ona hamileyken babası ölmüş ve Haugizuların yöneticisi, yani babam..." babasının bir yönetici olduğunu öğrendiğim için kaşlarımı kaldırıp şaşkınlıkla baktım ona "annem o kadar güzelmiş ki, babam hemen onunla evlenmiş." Kısaca, sesli bir şekilde güldü.

"Babam biraz... fena biri." Kendi söylediğine gülmeye devam ediyordu. Bense, denizin altında bile babaların aynı halt olduğunun şaşkınlığıyla gülüyordum. "Annem onu pek istememiş ama babam zar zor ikna etmiş. Şimdiyse birbirlerini oldukça seviyorlar. Ayrıca Baekhyun'la aramda bir yaş bile yok, sadece on bir ay var. O yüzden aynı sınıfa gidiyoruz." Son olarak, bu şekilde der gibi omuz silkti.

"İki kardeş misiniz?" Soruma başını iki yana sallayarak güldü.

"Baekhyun'un haricinde benden küçük on kardeşim daha var." Verdiği bilgiyle resmen çığlık atmıştım. Şaşkınca, ufak çaplı birkaç çığlık. Kai ise tepkime yüzünü kapatarak güldü.

"Ne?!"

"Evet..." Gülmeye devam ederken, çok önemli bir şeyden bahseder gibi dikkatini vererek anlatmaya başladı. "Bizden iki yaş küçük üçüz kardeşlerim var. Sonra beş yaş küçük ikiz kardeşlerim var. Sekiz yaş küçük bir daha ikiz kardeşlerim var. On yaş küçük ikiz kardeşim daha var. Bir de bebek kardeşim var~~" en iyi anladığım şey, bebek kardeşinden bahsederken dudaklarını büzüp elleriyle yanaklarını tutması. Haricinde kafam karışmıştı.

"Sehun! O kadar tatlı bir şey ki, kuyruğu daha çok şeffaf ve içindeki bacakları bile gözüküyor. Çok şişko ve tatlı bir bebek." Kardeşinin tatlılığını anlatırken kendi tatlılığından haberi var mıydı acaba?
"Peki sen kaç kardeşsin?" Diye devam etti bana söz bırakmadan. Bense kolayca omuz silktim.

"Ben tekim."

Ben onların çok olmasına nasıl şaşırdıysam o da benim tek olmama o kadar şaşırmıştı.

"İkiz ve üçüz olmak size özel mi? Yoksa hep mi böylesiniz?" Kuyrukları olan yaratıklar oldukları için türlerine has fazla çoğalabildiklerini düşünmüştüm.

"Balıkların bir tane doğurduğu nerede görülmüş?" Dedi düşüncemi doğrulayarak.

"Kai, biraz daha suyun altında kalırsanız birkaç nesil sonra tamamen balık olacaksınız! Acilen yüzeye çıkmanız gerekiyor." Şakayla karışık bir ciddiyetle söylediğimde o da gülmüş, bir de omuz atmıştı bedenime.

"Oysaki seni aşağıya indirme planlarım vardı." Yanaklarında olan ellerini benim yanaklarıma çıkardı.

"Gerçekten mi?"

"Evet, o saf mücevherleri getirdikten sonra sana gerçekten güvenebileceğime karar verdim."

Bacağım üzerinden kalçasını kaydırıp istemediğim pozisyonu gerçekleştirdiğinde yine bacaklarım arasına yerleşti. Öncekinden tek farkı: kumsalda bacaklarım arasında cenin pozisyonunda dururken şimdi bacaklarını belimin iki tarafından arkaya doğru uzatmıştı. Tamamiyle kucak kucağa duruyorduk ve benim kalbim kulaklarımda atıyordu.

Belini sarmalı mıydım?

Bir kızın ki kadar güzel elleri hâlâ yanaklarımı tutarken kolları, dirsekleri omuzlarıma, gövdeme değiyordu.

Tanrım, yanıyorum...

"Sehun, neden böyle duruyorsun?" Tebessüm ediyordu.

"Nasıl duruyorum?"

"Öpsem bayılacak gibi."

Bu kadar mı belli ediyorum?

"Çünkü libidom çok yüksek, bayılabilirim..." Onun bu kadar açık olmasına karşılık bende açıkça konuştum. Kai ise güzel bir kahkaha atıp kollarını boynuma sardı.

"Bu kadar yükseklerde olup bayılmak isteyeni de ilk defa görüyorum." Bedenini bana oldukça yaklaştırırken, yüzü yüzüme bu kadar yakınken erotik bir ses tonu kullanması gerçekten güneylerimi harekete geçiriyordu.

Kendimi sapık olarak nitelendirirken ergen olan sevgili adayım benden daha iyi bir sapıktı.

"Kendimi tutmak istediğim için bayılabilirim güzelim." Kollarımı beline sımsıkı sararken sarsılarak yapıştı gövdeme. Hoşuna gitmişti ki gülümsüyordu.

Ensemdeki saçlarımla oynarken "düşünüyorum da..." önce göremediği ensemde gezinen ellerindeyken gözleri, gözlerime dikti bakışlarını. "...herhangi bir yasak yokken, neden tutuyoruz kendimizi?" Gülümseyen yüzündeki emin ifadeye tezatlık oluşturan kızaran yanaklarıyla sorduğu soruyu düşündüm.

Bilmem... Benim çocukluktan çıkalı bir sene olduğu için olabilir mi? Ki hâlâ arasında çocukların olduğu bir yerde okuyordum.

"Derin sularda yüzüyorsun..." Ne dediğimi, dedikten sonra fark ettim ki "derin sularda yaşıyorum" diyerek cevabımı vermişti.

"Kendimizi tutmayalım diyorsun öyle mi?" Alt dudağını sarkıtıp omuz silkti.

"O zaman..." Etrafa bakıp güldüm "...tutmayalım."

Burnumun ucunda olan yüzünü an kadar kısa bir sürede yaklaştırıp dudaklarımızı birbirine karıştırdık. Gittikçe daha güzel öpüştüğümüz bir gerçekti.

Başını hafifçe yan tarafa eğerken çıplak bacağından tutup daha çok kendime yapıştırdım bedenini. Şimdi bacak arası ve bacak aram birbirine değiyordu ama belli bir kalınlık hissetmemek kafamı karıştırmıştı. Yine de kısa süreli karışıklığa rağmen bedenini kara parçasına yatırıp üstüne çıkmak isteyen hevesli tarafım ağır bastığı için ona pozisyon vermek istedim. Ancak o benden önce davranıp narin gözüken kollarının büyük gücüyle, kendisiyle birlikte sulara gömdü beni.

İlk an da duyduğum büyük su sesinden sonra beni bırakmadı, ikimizide birlikte hemen yüzeye çıkardı.

Yüzlerimiz birbirinden ayrılırken ağzıma giren suları yan tarafa püskürtüp ıslanmış saçlarımı alnımdan çektim.

"Hey!" Verebildiğim tepki buydu. Kai ise tekrar kuyruğuna kavuşmuş olacak ki, rahatça yüzerken bana tekrar yaklaştı ve ona bırakmadan, baskınlığı ele alarak kayalıkla arama sıkıştırdım güzel bedenini.

"Sen de baban gibi çok fenasın değil mi?" Yaptığım şakaya kadife sesiyle gülerken "öyle olabilirim" diyerek tekrar kollarını boynuma doladı.

Ellerim, arkasındaki kayalığa yaslıydı. Sonra dudaklarımız uzunca bir süre yeniden birleşti. Dolgun mu dolgun, hafif tuzlu dudaklarını tatmak benim morfinim hâline gelmişti artık. Bundan sonra onun dudaklarını hep arayacaktım, özleyecektim. Ya bedeni peki? Bedenini tadarsam onu da özleyeceğim kesin.

Kayalıklardaki elimi birazı pul olan beline indirdiğimde tuzlu suyla uğraşmadan ayakta durmak ve onun mahalinde öpüşmek güzeldi. Ağzının içindeki diliyle dilim defalarca buluşurken hafif birkaç inilti bırakmasıyla kutsanıyordum. Ancak bir süre sonra ayrıldı dudaklarımdan. Elleri çıplak sırtımı okşarken baktı yeşil gözleriyle benim siyahlıklara.

"Ah, Sehun... Ben senden çok fena hoşlanıyorum. Seni bilmem ama ben bayılacağım sanırım..."

Bayılacakmış gibi nefes nefese konuşurken tuttum güzel yüzünü. Tekrar bir öpüşmenin içine çekilmeden önce bende itirafımı yaptım.

"Bende çok hoşlanıyorum Kai ve hatta daha fazlasını hissediyorum senin için bebeğim."












Jongdae'yi yenen Sehun.


Güzel bebeğimizin kuyruğu işte böyle

Güzel boyadım benc🤧🤧🥺🥺🥺🥺

Bölümleri o kadar uzun yazıyorum ki günlerce sürüyor, sonra da dönüp kontrol etmek kadar zoru yok.
Hikâyenin gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi paylaşın benimle♥️♥️

המשך קריאה

You'll Also Like

285K 28K 40
jeon: içtiğim boktan sigaraların seni bana getireceğini biliyor olsaydım, çoktan ciğerlerime siktiri çekmiştim. for ne jupiter.
38.3K 4.2K 21
"MİNHO EZ BENİ"
34.4K 1.9K 12
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
51.4K 7.7K 30
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.