Yıldız Kayarken Dilek Tutulmaz

Oleh EmineCann

25.6K 2.9K 2.9K

Esin, 24 yaşında bir sarışın. Sırf 'en çok yağış alan bölge neresi' sorusu geldiğinde gözlerim diyebilmek içi... Lebih Banyak

•Tanıtım•
En Uzun Gece
Umut Hırsızı
Yıldız Tozu
Perili Köy
Birinci Yalan
Tabut ve Yıldızlar
Otogar Soğuğu
Bir Kitabın İlk Sayfası
Boş Sayfada Tutan Kir
Tutuklu Olmak
Ölü Toprağa Düşen Yağmur
Kendimden Kaçarken
İstiyorum/İstemiyorum
Kül
Vedalar
Yaralar
Sağanak Gökyüzü
Nadasa Bırakılmış Hayatlar

Babil Kanunları

1.3K 185 133
Oleh EmineCann

Aptal kafam yüzünden Bay A ile ilgili kurduğum tüm hayallerin paralel evren versiyonunu yaşıyor gibiydim.

"Balayı suiti seçmen ne hoş."

Cidden tüm bunların olduğuna inanamıyordum. Dört basamaklı bir rakamın bizi kalpli bir balayı suitine getireceğini beklemezdim. Ek olarak bu gece olan şeyleri 24 yıllık hayatımın hiçbir saniyesinde aklımdan geçirmezdim. Şu an eksik olan tek şey kaçak bir şekilde otelde kaldığımız için polis tarafından kovalanmaktı ve bunun da olması an meselesiydi. Sıradanlıkla geçen tüm yıllarıma tek bir gece meydan okuyordu ve bu durumdan hiç hoşnut değildim. Bu deliyle bir yola çıkmak kesinlikle bir akıllının yapacağı bir şey değildi ve anlaşmasını sessizce onayladığımda ondan farkım olmadığını anlamıştım.

Belki de bu şizofrenik bir rüyaydı, ya da kâbus...

"Yarın nasıl çıkacağımızı da düşündün mü?"

Ona seslendiğimde camdan dışarıyı izliyordu.

"Gece uzun, düşünürüz ama önce lambaları kapatmanı rica edeceğim. Ben de bu esnada birkaç mum yakarım."

Perdeleri çekip mumlara yöneldiğinde donuk bakışlarımı ondan ayırmıyordum. "Ne?" dedi sabırlı bir ifadeyle. "Dikkat çekmemeliyiz, seninle balayımızı romantikleştirmek için yakmıyorum mumları."

Başımı olumlu anlamda sallayarak dediğini yaptım ve lambaları kapattım. İçimden bir ses bu mumlarla yangın çıkarırsınız diyordu ama o sesi olabildiğince uzağa ittim.

"Bay A," diyerek ona seslendiğimde bana döndü. "Sana cidden Bay A mı diyeyim yani, bir ismin yok mu?"

Ela gözlerindeki yangın bakışlar bana döndü ve bir süre üzerimde durarak yaktı beni. "Bana neden Bay A lakabını taktın. Lokantaya gelen herkese bir isim takıp gözlemliyor muydun?"

"Hayır, sana özeldi dememi istiyor musun?"

Dudakları keyifli bir ifadeyle kıvrıldığında kendine has mimiklerini daha net görebiliyordum. "Mahalledeki en yakışıklı ben olduğum için bana özel olmasını doğal karşılayabilirim sanırım."

"Sana özeldi," diye itiraf ettim. "Ama bir sor, neden sana özeldi."

Kendini sırtüstü yatağa bıraktığında derin bir iç çekti. "Neden?"

Gözlerimi ondan ayırmadan camın kenarındaki kanepeye oturdum. "Yalancı herifin tekiydin çünkü."

"Ovv bu ağırdı işte."

"Miyop numarası yaptığına inanamıyorum! İnsanlara tiksinir gibi bakıyordun. Kabaydın, asosyaldin. Sana Bay A diyorum çünkü... Asosyal angutu daha kibar bir şekilde kısaltamazdım."

Kısık sesli bir kahkaha atarken tavana bakıyordu. "Başka ne biliyorsun hakkımda?"

"Her gün aynı saatte kedileri beslediğini."

"Başka?"

"Kadınlarla çok haşır neşir olduğunu."

Hafifçe doğrulup bana baktı. "Ee yuh ama kızım, sen baya sapık gibi beni takip mi ediyordun."

Bakışlarımı kaçırmadım. "Öyle denk geldi."

Şüpheli bir bakış attı. "Bu hikâyede çok fazla tesadüf var. Nedense tam şu an benim uyumamı bekleyip kaçacaksın gibi hissediyorum. Böyle bir düşüncen varsa söyleyeyim geceleri uyumuyorum."

Alaycı bir gülüşle karşılık verdim. "Neden? Vicdanın uyutmuyor mu?"

"Oradan bakınca böyle takıntıları olan bir adama mı benziyorum."

Bilmiyorum der gibi bir ifade takındığımda elini uzattı. "Çantanı uzatır mısın? İçine birkaç eşya koydum."

Kendim için koyduğum eşofmanı çıkarıp çantayı ona uzattıktan sonra eşofmanımı giymek için banyoya geçtim. Koridora doğru daha da karanlık olduğu için banyoya girdiğimde elimle yoklayarak ışığı açmıştım. Banyonun ışığından da yakalanmazdık herhalde. Önce aynanın karşısına geçtim ve musluğu açtıktan sonra yüzüme birkaç kez soğuk su çarptım. Hızlıca üstümdeki elbiseden kurtulup eşofmanlarımı giydiğimde hazırdım.

Geri döndüğümde neyle karşılaşacağımı tahmin bile edemezdim iyi ki de etmemişim... Çantama attığı şeyin kelepçe olduğuna inanamıyordum. Bu adam gerçekten sorunlu herifin tekiydi.

"Sen ciddi olamazsın?" dedim ona doğru ilerlerken.

Yüzünde muzip bir ifade vardı, hoş bu muziplik bir an olsun silinmiyordu. Her an herkese yalan söylemeye hazır gibiydi. "Sana güvenemem."

"Ben de sana güvenemem. O kelepçeyi takmana izin vermeyeceğim." Sinirle gerilen yüz hatlarıma oranla sakin duruyordu.

"Eğer uyumak istiyorsan," dedi elini havaya kaldırarak. Kelepçenin tekini koluna geçirmişti. "Diğer yarısını senin bileğine takacağım ve öyle uyuyacaksın."

"Hayır, uyumayacağım şimdi o kelepçeyi nerene takıyorsan tak."

"Senin ağzın çok bozuk yalnız, gözümden kaçmadı sanma."

"Hayallerini süsleyen masum kız değil miyim yoksa?"

Alaycı ifadem hoşuna gitmiş gibiydi. Kaşlarını yukarıya kaldırıp olumsuz bir mimik kullandı. "Hiçbir kriterimi karşılamıyorsun. Sarışın sevmem."

"Sahte sarışınım."

Dirseğini başının altına alıp bana bakmaya devam etti. "Anlaşılan senin hayallerini süsleyen adam benmişim."

"Değilsin."

"Merak etme, sana iyi bir yalancı olmayı öğreteceğim."

Aylardır hayallerimi süsleyen bu adamdı ve tam bir aptallık örneği sergileyerek kendimi ele vermiştim. Her konuda bu kadar düz olmak zorunda mıydım? Aylardır Jülide'ye anlattığım ipsiz sapsız hatta fazlasıyla ıssız olan bu manyak adamla otelin birinde kaçak bir şekilde konaklıyordum ve Jülide bunları duysa net bir şekilde delirdiğimi söylerdi. "Uyumamakta kararlı mısın?"

Başımı salladım. "Gittiği yere kadar."

Telefonu titrediğinde cebine yöneldi ve bekletmeden açtı. "Yarın sabah seni takip etmediklerinden emin olduğunda gel. Peşine başka birini de takma."

Hemen ardından telefonu kapatmıştı. Bana sırtını döndü, yüzüstü yattı ve ellerini yastığın altına koydu. "Sadece hayatımdan biraz olsun uzaklaşmak ve dinlenmek istiyorum. Beni yoracak bir şey yapma olur mu hep böyle uslu ol." Mırıldanarak kendi kendine konuşuyor gibiydi.

"Yarın biri mi gelecek?"

"Hı hı, Baran gelecek şimdi sus."

"Kaba herif," diye mırıldanarak kollarımı kavuşturdum ve ayaklarımı kanepeye uzattım.

"İstersen yatağa gelebilirsin, çok rahat."

"Sen kalkarsan neden olmasın?"

"Rahatına düşkün piçin tekiyim asla kalkmam."

"Kimsin sen? Aylardır mahallede olmana rağmen neden bir isim bile yok ben de? Böyle gizemli kalabilmeyi nasıl başardın?" saatlerdir içimde tuttuğum soru yağmuru üzerine yağarken bile rahatından ödün vermedi.

"Sana ne kızım. İsmimi bilmen bir şey katacak mı sana?"

Anlaşılan öküz herif dinlenmeye çekildiğinde biri soru sorarsa daha da çirkef bir hal alabiliyormuş.

🪐

"Babil Kanunlarını bilir misin?" diye sorduğumda gözlerim uykuyla savaş halindeydi. Sırf uyumamak için onunla konuşmaya ihtiyacım vardı, benim aksime o ise suskunluğun kuytu köşesine sinmişti. Akşam boyunca tuhaf bir şekilde enerjik olan adam, bir anda ölü denize dönmüştü. Yüzündeki dalgalı gülüşü tamamen solmuştu ve sadece sessizliği dinlemek istiyor gibiydi. O sessizlikte boğulurken ben inatla dalgalara karşı geliyordum.

"Bilirim," dediğinde tavana bakarak gülümsedim.

Çünkü son bir saatte ultra saçma sorular sormuştum ama beni tamamen duymazdan gelmişti. Kendi kendime konuşuyor gibiydim ve bu ilk değildi.

"Biz şu an teorik olarak hırsızız ve Babil kanunlarına göre tam da bu oda da öldürülmemiz gerekiyor."

Sessizce güldüğünü duydum. "Kalpli balayı suitinde seninle ölmek istediğime emin değilim, bu sebeple o güzel çeneni yorma ve uykuya direnmeyi bırak."

Pekâlâ... Pes etmemin vakti gelmişti.

Yanına gidip polise teslim olur gibi bileklerimi uzattım. Yattığı yerden doğrultu ve yatağın yan tarafındaki kelepçenin tekini kendi eline geçirdikten sonra diğerini bileğime takıp kilitledi. "Siktir," dedim kilit sesini duyduktan sonra.

'Ne?' der gibi kafasını kaldırıp bana baktığında tek nefeste konuştum. "Seninle aynı yatakta uyumayacağım."

"Benim de bir yastıkta kocamak gibi bir hayalim yok zaten. Ben uyumayacağım rahatça uyuyabilirsin."

Dudaklarımı sinirli bir ifadeyle dişleyerek diğer elimde saçlarımı ortadan ikiye ayrılan kısmından geriye attım. "İsmini bilmediğim bir adama kelepçelendikten sonra rahatça uyuyabileceğimi mi söylüyorsun?"

"İsmini bilmediğin yakışıklı bir adama."

Egosunu görmezden geldim. "Şöyle bir önerim var; ben yatağın ucunda uyuyayım sen de yere otur zaten uyumayacaksın."

"Önerin reddedildi, şimdi uyuyabilirsin. Rahatça ya da kabir azabı çekiyormuş gibi uyursun orası sana kalmış."

Ruhum her ne kadar onunla savaşmak istese de gözlerim yenik düşüyordu. Bu sebeple direnmeden uyumaya karar verdim. Yatağın en köşesine gitmeye kalktığımda homurdandı. "Yavaş be kızım, bileğimi unutmadan uzaklaş."

Fazla yastıklardan birini ortamıza koyup ona doğru döndüm ve hiçbir şey demeden saatlerdir direndiğim uykuya yenik düştüm.

Uyku ve uyanıklık arasında tam da tasvir ettiği gibi kabir azabı çekiyormuş gibi uyumuştum. Rahatsız edici bir uyku olduğundan ufacık bir kıpırdamada bile gözlerimi kocaman açmaya hazırdım. Uyuduğum birkaç saatlik zaman diliminde ara ara uyanmış her seferinde onu uyanık yakalamıştım.

Son uyanışım da doğrulduğunu hissettim, mumları söndürmüştü. "Saat kaç?" dedim uykulu bir şekilde.

"Saat 4.30 uyu, daha vakit var."

Kibar denilemeyecek şekilde esnedim. "Sen neden uyumuyorsun?"

"Bilmem. Geceleri uyuyamam ben."

"Bir sebebi olmalı."

"Bazen sebebi olmaz."

"Gündüzleri mi uyursun peki?"

"Çok soru soruyorsun kaçak."

"Süper kahraman falan mısın? Geceleri göreve mi çıkıyorsun?" Soru yağmurum devam ediyordu.

"Pelerinim yok," dedi kaşlarını çatarak. "Ve sen de bana unicornlu pelerin giydirmek ister gibi bir tip var."

Güldüm. "Uyumasaydım daha iyiydi, dediğin gibi kabir azabından halliceydi."

Hafifçe kolunu oynattığında inledim. Bileğim acımaya başlamıştı. "Bu daha ne kadar kalacak?"

"Bekle," dedi elini komodine uzatarak. Bir süre komodini yokladı ve anahtarı bulamayınca aniden doğruldu. Bu hareketi bileğimin acısıyla ufak bir çığlık atmama neden olurken ben de onunla birlikte kalktım.

"Anahtar yok," dedi telaşla.

"Nasıl yok?"

"Buraya koymuştum." Yere eğilip elini komodinin ve yatağın altında gezdirdi, bir yandan da telefonunu elime tutuşturdu. "Fenerini aç."

Ben kullanabildiğim tek elimle feneri tutarken o, tek eliyle anahtarı arıyordu ve ikimiz bir tam edemiyorduk. Çünkü anahtarı arama süresi baya uzamaya başladı.

"Umarım bu senin oyunun değildir, bizden başka kimse yok nereye gitmiş olabilir anahtar." Gerginlikle konuştuğumda bana çok ters bir bakışla karşılık vermesi susmama neden oldu.

"Nerede bu lanet anahtar?" diye elini gezdirdiğinde bir anda geriye çekildi. "Siktir, şunu görüyor musun?"

Dediği yere feneri tuttuğumda komodin ve yatak arasında kalan boşluktaki parkenin hasarlı olduğunu gördüm ve karanlıkta parlayan metal bir şey göze çarpıyordu. Anahtar oraya sıkışmıştı.

"Harika," dedi sinirle.

Birbirimize bağlı kaldığımıza inanmak istemiyordum. En önemlisi de o düşünce hop diye düşmüştü aklıma ve acilen kovmam gerekiyordu. Ya ikimizden birinin çişi gelirse diye düşünmeden edemiyordum. Ama aklıma ilk gelen maalesef ki bu olmuştu.

"Telefonumu ver," dedi umudunu kesip yatağa geçtiğinde. Ona bağlı olarak ben de yan tarafına yattığımda kısık sesli bir kahkaha attım. Sinirlerimin bozuk olduğunu haykıran bir kahkahaydı. Asık suratıyla yüzüme baktı ve hemen ardından o da histerik bir kahkaha attı. Çok aptaldık.

Hemen ardından rehbere girip birini aradı. Karşıdaki çok geçmeden yanıt vermişti. "Baran yarın gelirken kelepçe anahtarı getir birader."

Telefonu kapattığında ona bakıyordum. "Merak ediyorum da, belki sen ararsın diye her saat uyanık kalıp seni mi bekliyor bu Baran?"

"Bekler, ben de onu beklerim."

"Anlaşılan basit bir arkadaş değil bu Baran."

Kafasını yavaşça bana çevirdiğinde yüzlerimiz çok yakındı. "Kan kardeş," dedi sessizce.

"Ne zamandan beri?"

"Çocukluğumdan beri."

Sanki o an ne sorsam cevap verecekmiş gibiydi. Hayatla savaşırken bir anda pes etmiş, yorgun düşmüş, yenilmiş gibiydik. Hiçbir beklentimiz yokmuş gibi tavana bakıyorduk sadece.

"Senin hiç arkadaşın yok değil mi? Kesin yoktur. Sen de ruh hastası bilim insanı tipi var, sana yaklaşan insanlara başta arkadaşça yaklaşıp sonra denek yapıyormuşsun gibi geliyor."

Benimle ilgili izlenimleri gülmeme neden olurken diğer yandan şaşırmama neden olmuştu. "Çok fazla film izliyorsun Bay A, aşırı sıradan bir insanım ben."

Kafasını yine aynı yavaş hareketle bana çevirdi. "Yıldızın parlamadı demek henüz."

Kaşlarımı olumsuz anlamda yukarıya kaldırdım. "Yıldızım kaydı."

"O halde dilek tut," diye fısıldadı. "Her dileğinle birini öldür, bir yıldız daha kaysın ve bir dilek hakkın daha olsun."

Kelimeler dudaklarından dökülen katram karası bir zehir gibi kulaklarıma çarpıp ölü bir şekilde can verdiğinde ani bir hareketle ona dönmüştüm. Bu adam kafamın içini nasıl bilebilirdi? Söylediği şeyle Jülide ile yaptığım konuşmaya götürmüştü beni.

"Ben yıldız kayarken dilek tutmam, yas tutarım." Kelimeler dudaklarımdan zehrine karşılık panzehir gibi dökülmüştü.

O an 'saçmalık' der gibi alaycı bir şekilde güldü bana.  "Biri öldüğü için mi?"

"Hı hı," diyerek başımı salladığımda alaycı gülüşünün yüzünden silinmediğine emindim.

Bir süre sessiz kaldık ve konuşan o oldu. "Saat 06.00, artık gitmeliyiz."

Benden önce kalkmaya yeltendiğinde inledim. "Bu bilek bana lazım olacak."

"Bükemediğim bileği öpeyim o halde, hadi hızlan."

Hızlıca hareket edip ayağa kalktığımda vereceği komutu bekliyordum. Kelepçeyle birbirine bağlı olan ellerimizi birleştirdi ve diğer eliyle bol hırkamın kolunu indirerek kelepçeyi gizledi. "Birbirimize yapışık yürümek zorundayız. Ama sen de yolda kedi görüp kelepçeyi unutarak kediye koşacak tip var. Şimdiden uyarıyorum lütfen yapma."

Uykulu bir şekilde başımı salladığımda otelden çıkmaya hazırdık. Çıkarken hiçbir şekilde zorlanmadık çünkü lobideki görevli uyukluyordu. Yakalanmadan çıkıp otel belasından kurtulduğumuza göre, şu an sorun olan tek şey ellerimizdeki kelepçeydi.

Sahil boyunca sessizce yürüdük. Nereye gideceğimizi bile sormadım. Sorsam da cevap vermezdi, dalgalı yüz hatları ölü denize evrilmişti yine.

Valizleri bıraktığımız kafenin önüne geldiğimizde hâlâ kapalıydı.

Elini cebine atıp sigara paketini çıkardı ve kapağını açmam için bana uzattı. "Bir zahmet," dedi afalladığımda.

Açtığım paketten bir tane çıkarıp dudaklarına uzattığımda gözlerini kısarak bana bakmaya devam etti. "Cebimden çakmağı alıp yakarsan çok iyi bir yol arkadaşı olabilirsin."

Göz devirmekle yetindim. "Açlıktan midemde doğal felaketler kopuyor, sen sigara içiyorsun."

Söylenirken diğer yandan çakmağını dediği şekilde çıkarıp sigarasını yakmıştım.

"30 yıllık evli çift dırdırı bu, nerede görsem tanırım."

Kaşlarım çatık çatık ona bakmaya devam ediyordum ki o başka bir tarafa döndü. Bize doğru gelen gülümseyerek gelen bir adam ve asık suratlı bir kadın vardı.

Bay A, bize doğru gelen uzun boylu, kumral adama ters bir bakış attı. "Yalnız gel dediğimi hatırlıyorum."

"Onu suçlama, ben peşine takıldım," dedi esmer kız. Omuz hizasında dümdüz kesilmiş siyah saçları vardı. "Ek olarak biraz canını yaktım."

Baran ellerini suçsuzum der gibi iki yana açtı ve kıza döndü. "Kafama silah dayadın gerizekalı!"

"Kim bu kız?" dediğinde bakışları bana takılmıştı ve az sonra kafama silah dayacakmış gibi duruyordu. 

"Karım."

Bölüm sonu

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum <3

Bay A'yı nasıl buldunuz? Esin nasıl? Karakterleri kendinize yakın hissediyor musunuz?

Yeni bölümde görüşmek üzere! -yazarcan

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
127K 6.6K 33
Size bir gün gelip on yedi yılınızın çöp olduğunu ve çektiğiniz acıların boşa olduğunu söylüyorlar. Ne yapardınız? Kendimce en mantıklı olanı yaptım...
2M 119K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
402K 24.2K 44
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...