Minicik Hetalia Hikayeleri

By bosyapmayamigeldik

1K 35 495

Oneshotlar kitabı, yapıyorum bakalım, sonumuz hayrola... Rarepairler için fırsat doğmuş olur bana da... Her s... More

Renkler - ScotFra
Sınav Sonuçları - ScotEng[Brotp bölüm!]
Taş-Kağıt-Makas! - DenNor
Öz güven - UsUk

Konser - PrUk

71 7 109
By bosyapmayamigeldik

//uyarı; bu bölüm angst içermektedir ve kaliteli bir şeyler sunup tatmin etme ihtimalinden ben bile emin değilim. Ama medyayı her görüşümde gülümsüyorum.

Gilbert'a birkaç asır gibi gelen o uzun esaret dönemi nihayet son bulmuştu. Batıdaki kardeşine kavuşmuştu, duvar yıkılmıştı ve artık bir savaş esiri olmaktan kurtulmuştu.

Yine de ilk baştaki muradına ermişlik hissi son derece kısa ömürlü olmuştu. Ruhsuzca kalakalmıştı ortada. Prusya, artık yoktu. Yok olacak mıydı bilmiyordu. Yok olmasa bile West zaten Almanya temsilcisiydi, ülkeler birleştiğinde iki temsilciye gerek yoktu değil mi?

Kendini iyi hissetmiyordu.

Eskiden tamamen onun olan topraklar şimdi çok yabancıydı. O kadar eskide kalmıştı ki anılarındaki halleri... artık tanımaz olmuştu. Belki bunun nedeni bir vakitten sonra o esaretin sonsuzluğuna iyiden kendini inandırmasıydı kim bilir... Bir zamanlar bu oturduğu kaldırım, kendi toprağıydı. Ona verilen hafızasını yitirmiş kardeşi ile eşit konumda olduğu zamanlar...

Kardeşi Rusya'nın eline esir düşecek kadar aptal değildi. Kendisi o kadar kaybetmeme hırsıyla keskin hamlelere odaklanmıştı ki bazı şeyleri tamamen gözden kaçırmış, bedelini ise çok ağır ödemişti. Her kaybeden ülke gibi...

Artık ona Prusya ya da Almanya demiyorlardı. O Gilbert olmuştu. En azından kazanmak için çabaladığı onca kıymetli şey kardeşine gidecekti.

Oturduğu yerde aklına esir düşmenin ardından geçen günler geliyordu. Insan muamelesi bile görmediği bir hücrenin tamamen pislenmiş duvarları arasında aklını yitirmemeye çalışarak geçirdiği geceler boyunca kardeşinin iyi durumda olmasını ummuştu. Halbuki onlar ülke idiler. Insanlar kadar kolay ölemezlerdi değil mi? Yine de Ludwig kendisi ile aynı hataları yaparsa diye korkusundan ruhu üşüyordu o hücrede. En son yüzleştikleri ekonomik krizleri de hatırlayınca içi iyiden kötü oluyordu. Savaş boyu tek bilgi kaynağı güvenilmez bir alay Rus askeriyken hemde.

Dışarıdan bakan biri için kar beyazı teni ve sarılıp temizlenmiş yaraları olan adam kaldırımda ruhu çekilmiş gibi bir ifade ile oturmaktaydı yalnızca. Gözleri buğulu ve karanlık, suratı ise durgundu. Cehennemden sürünerek çıkmak için benliğini satmış gibi bir kimliksizlik vardı suratından okunan. Kim olduğunu unutacak kadar uzun süre ızdırapla baş başa kalmıştı. Yalnızca ızdırap da değildi, kendisiyle yüzleşmek zorunda da kalmıştı bir başına yattığı hücrede. Hatalarının hayat tarafından yüzüne vurulduğu bir mahzen... Ona yapılan tüm suçlamalar doğru ya da yanlış yüzüne vuruyordu. Tarih kazananları yazardı, kaybedenler ne kadar iyi ya da kazananlar ne kadar pis oynarsa oynasın değişmeyen şey gelecek kitaplarda övülenlerin kazananlar olacağı gerçeğiydi.

Donuktu. Boşluğa bakıp kendi halinin ne denli acınası olduğunu düşünüyordu. Minik sarı kuşu gagasıyla ceketinin ucunu kemirdiğinde onu dizine alıp okşamaya koyulmuştu. En azından... en azından Gilbird kaçmıyordu. Kuş hep yanındaydı.

Gilbert bile kendisine saygı duymuyordu artık. İnsanlarına onu sevgiyle karşılamalarından ötürü minnettardı, ama bunu hak edecek ne yapmıştı ki? Hiçbir şekilde sevgiyi hak etmediğini düşünüyordu.

Ludwig'i içmeye davet etmek istemiş ancak ne kadar meşgul olduğunu görünce acı ve zorlama bir tebessüm ile vazgeçmişti. Buna hakkı yoktu.

Ludwig'in kendisini sevdiğinden bile emin değildi. Kutsal Roma isimli minicik bir çocukken savaşta kaybetmiş, bununla birlikte hafızasını da kaybetmişti kardeşi. Prusya onun akrabası olduğunu biliyordu, bu her ne kadar sonradan kardeşi olduğunu anlasa da bunu öğrenmeden önce bile ona bakıp yetiştirmesi ile sonuçlanmıştı. Küçük kardeşini neden ondan sakladıklarını anlamıyordu bile, herkes Gilbert'ten o kadar nefret mi ediyordu?

Muhteşem Yüce Prusya, şu an pek de mükemmel hissetmiyordu.

Herkesin yakındığı narsistliği bile muhtemelen bir savunma mekanizmasıydı, altında yatan şey sadece mutlu olmak isteyen ve dayakla büyüyen bir çocuktu. Bir ülke olmasına rağmen tüm ülkeler gibi son derece belirgin, insani bir yöne sahipti.

Gilbert çocukluğundan beri babası Cermenya için yeterli olmaya çabalamıştı. Din konusunda üzerine diretilen baskılar olsun kazandığı zaferlerin asla taktir edilmemesi olsun bir ton neden vardı o Albino çocuğun kendisini pohpohlamak istemesinin: en kısa haliyle o biliyordu. Prusya, Gilbert Beilsmith çok iyi biliyordu ki onu kendisinden başka kimse taktir etmezdi. Kötü bir niyeti olmasa dahi solak bir albino olarak doğması o eski kafalı kiliselerin onu içindeki şeytan çıksın diye yakmaları ile sonuçlanmışken...

Gilbert asla tek acı çekenin kendisi olduğunu düşünmüyordu, her ülke ve hatta kısacık ömürlü insanların her biri her zaman acılarla yüzleşirdi, yalnızca tüm bunlardan sonra tek hatalı kendisiymiş gibi hissetmekten kendini alıkoyamıyordu. Zehirli bir düşünme şekli olabilirdi ama ondan kurtulmak için kalan son umudu da karda unutulmuş bir meşalenin alevi gibi kaybolmaya yakındı.

Kaldırıma bakıp benliğini sorgularken saatler geçmişti belki, emin olamıyordu. Varlığının değersizliği ağır gelip kalbini sıkıştırırken zamanı pek kontrol etmemişti.

Önüne kadar gelip tam orada duran bir çift ayak bile birkaç saniye sonunda ancak gözüne takılmıştı.

Yavaşça başını kaldırdığında ise karşısında gördüğünün Büyük Britanya olduğuna inanmakta zorlanmıştı.

İngiltere hep biraz serseri ruhlu olmuştu ama... tamamen punk stiliyle bütünleşmiş halini hiç bizzat görmemişti. Bir şekilde havalı bulabilirdi ama kendisini iyi hissetmiyordu bunun için. Yüzünü yana çevirmişti soğukça. İngiliz de mi yüzüne vurmaya gelmişti kaybettiklerini?

Sarışın sessizce kaldırımda onun yanına oturmuştu. Pek bir şey söylemeye niyeti yoktu. Onun yerine yalnızca uzatılan bir sigara vardı.

Gilbert tetikte olmayı çoktan bırakmış bir halle almıştı sigarayı. Nasılsa zaten şimdiye kadar ölmüş olması gerekiyordu?

"Çakmak?"

"Ha?" Gilbert ona anlamazca baktı.

"Sevgili Prusya, o elindekini çakmağım olmadan alevleyemezsin?" Tek kaşını kaldırmış ona bakıyordu İngiliz. Elinde hazır tuttuğu çakmağı ona uzatıyordu.

"Oh... tabii." Çakmağı alıp sigarayı yakmış ve İngilize devretmişti.

Kendisine onca olaydan sonra ilk kez birileri ülke olarak sesleniyordu ve bu biraz tuhaftı.

Büyük Britanya ona eski günlerden farklı bir şekilde bakmıyor muydu? Korsanlık zamanları birbirlerini veya müttefik olarak diğer ülkeleri hırpalamanın ardından yaralarını sarıp içtikleri zamanlar tekniken gerideydi. Gilbert onun da topraklarından pay isteyeceğini düşünüyordu.

Sigarasından bir fırt çekip elini anlına yaslamıştı İngiliz geriye doğru esneyip tüttürürken. Bir şekilde fazla nostaljik geliyordu. Gilbird sahibinin omzuna tünemiş izliyordu ikisini.

"Neden buradasın?"

"Ah, ülkemde punk kültürünün ortaya çıktığını biliyorsun... Doğu Almanya halkına destek göstergesi olarak düzenlenen konserlere geldim ve belki yanına içmek için birini ararsın diye düşündüm?" O lanet 'bir bok yemek istiyorum ve eğleneceğiz' sırıtışıyla bakıyordu.

Albinodan bir tepki alamayınca yüzünün onu rahatsız ettiğini düşünmüş ve yere bakmıştı.

"Salak bad touch üçlünüzden favorim sensin ayrıca..." belli belirsiz bir mırıldanma olsa da son derece doğru idi. Dörtlü çocukluktan beri tanışıyordu ve her ne kadar herkes kendi ülkesiyle meşgul olsa da Arthur her zaman kendini Alman olana daha yakın hissetmişti. Ağabeylerinden dayak yedikten sonra büyü öğrenmeyi deneyen bacak kadar bir çocukken bile zaman zaman Gilbert ile denk gelir ve biraz arkadaşlık ederlerdi. Francis gibi büyüklük taslamıyordu Gilbert. Elbette başarılarını anlatmayı sever ve biri onu övdüğünde belli etmemeye çalışarak heyecanlanır, mutlu olurdu. Arthur asla bunu Cermenya kadar sorun etmemişti çünkü eh, ülke bile olsalar hangi çocuk başarılı olduğu bir konuyu 'dinleyecek' birine anlatmak istemezdi ki? Üstelik Prusya kamufle ediyor olsa da utangaçtı.

Arthur onunla garip bir yakınlıkları olduğunu kabul ediyordu. Ki her ne kadar Almanlar sanayi devriminden sonra onu kendi oyununda yendikleri için sinir olsa da bunu saygıdeğer buluyordu.

Gilbert'in tepki vermediğini görünce içine düştüğü ufak anı bulutundan sıyrıldı ve yeniden yanındakine döndü.

"Ev sahibi olarak bana eşlik etmek ister misin?"

O söylemese de buna ihtiyacı vardı. Kendi düşüncelerinde boğulmaktan kurtulmaya ihtiyacı vardı Gilbert'in.

Tereddüt ve hevessizlik içeren beden diline rağmen biraz yukarı kıvrılmıştı Almanın kuru dudakları. Arthur sigara izmaritini atıp kalktıktan sonra ona elini uzattığında geri çevirmedi. Hem Ludwig meşguldü. Yapacak daha iyi bir şeyi mi vardı sanki?

Konser alanına girdiklerinde Gilbert tuhaf müzik tarzını fena bulmamıştı. Kendi sevdiği sert parçaları sözler bakımından anımsatan müziğin de kendine has bir ironisi vardı.

Evet, tıpkı Arthur gibi.

Çok geçmeden kendini kaptırmıştı bile. Arthur kendilerine biraz bira getirmişti. Gilbert'e de bir bardak doldurmuş ve kendisinin dozu kaçırmaması gerektiğine dair zihnindeki tüm uyarıları boşverip dikmişti kafasına.

Gilbert'in de aynısını yapması gevşemesi adına iyi bir adımdı.

"Biliyor musun... aslında cidden yanında biriyle içmek daha eğlenceli."

"Sanırım. Kendimi pek kısıtlama ihtiyacı duymuyorum."

Arthur iki bardaktan Gilbert ise ikinci şişeden sonrasını pek net hatırlamıyordu.

"O lanet olası tankların motorlarının soğukta patlamaması için bir gecede yaptığımız modifikasyonları görmen lazımdı!"

"Hadi ama! Aşırı gürültülü değiller mi?"

"Seninkinden daha verimliler!"

"Ona ne şüphe... tch..."

"Çocukken de böyle miydin sen?"

"Çocukken çoğu şey daha boktandı ama hey, kimin umurundaydı ki? O zamanlar da kendimiz idare edebiliyorduk. Ve ah... halen o tavşana benziyor olduğunu düşünüyorum..."

Masada oturan Gilbird ciklemişti.

"Neydi o..? Uçan Naneli? Heh. Bazı şeyler hiç değişmiyor..."

"Onu sen de gördün!"

"Olay benim onunla hiçbir alakam olmaması! Hem... ben hayali Tavşanına benziyorsam sen de Gilbird'e benziyorsun."

"Ha? Ne diyorsun yani?"

"Oh rozbif, anlasana, non?" Yapabileceği en koyu Fransız aksanını yapıyordu Gilbert. "Kimse benim yemeğimi geçemez! Özellikle de sen mon ami!"

Arthur bir süre donukça bakmanın ardından gülmüştü. "Que? Neden bahsediyorsun? Elbette Romano en tatlısı Pru-chan!" Ne araya bu raddeye geldiklerini bilmeseler de gülüyorlardı.

Hıçkırmalara boğulmalarının yanında neden bahsettiklerini pek bilmiyorlardı ama bir şekilde eğlenceliydi.

Tek bildikleri de zaten deli gibi eğlendikleriydi. Konserde bağıra bağıra şarkıya eşlik eden kalabalığa bir ara katılmışlardı. Fazla gaza gelmemişlerdi tabii. Bir ara Arthur birine çarpmıştı ve özür dilemişti ancak Gilbert arkasını kollamasa neredeyse bir insandan dayak yiyecekti-

Sonrasında biraz dertleşip zırladıklarını, hayatın boktanlığından şikayet ederken ardından biraz olsun alaya aldıklarını anımsayabiliyorlardı.

Gilbert ne kadar sarhoş oldukları bilinmeyen bir noktada yerdeki kumu gösterip Arthur'a kendi bayrağını çizdirmeyi denemişti ama İngiliz düz bir çizgi çekmek bir kenarıda dursun, daha takıntılı olduğu düzgün telaffuzla bile çıkaramıyordu kelimeleri. Alman onun kadar uçmasa da bunun iyi geldiğini kabul edebilirdi.

Konser bitiminde alanı terk etmeleri ardından sapanla yol üzeri çöplükteki birkaç şişeyi patlatmışlardı. Birbirlerine yaslanarak eve giderlerken soğuk yüzünden olsa gerek ki ayılır gibiydiler.

Gerçi daha sakin bir ruh haline bürünmeye başlamanın ardından, Gilbert biraz garipser bir halle bakıyordu çevreye. 1990lar pek eşcinsellerin sevildiği yıllar denemezdi. Arthur ile birbirlerini desteklerken insan olmamaları gerçeğine rağmen bu detay onu biraz geriyordu.

Kilise onu böyle görseydi eğer... hoş şeyler olmazdı. Savaşı kaybettikten sonra onu tölere edecek kimse yoktu.

Ingiliz temsilci için de farklı değildi ama ona baktığında Arthur'un tek derdinin Gilbert ona o Gilbert'e yaslanırken en son aklına takılan gitar melodisini mırıldanmaktı. Yanındaki ülkenin kazanıp kaybetmesi umurunda değildi. Yalnızca ona eşlik ederken eğlenmiş duruyordu.

Belki Prusya da umursamayabilirdi. Bu yüzden olsa gerek ki sokakta yürürken yanındaki ada ülkesinin melodisine eşlik etti.

Onun evine geldiklerinde Ingiliz sırıtıyordu, albino ilk baştaki kadar dertli görünmüyordu. Arada bir gülümsediğini ve 'yarın baş ağrısını hissedeceğim' lerini duyuyordu. Bu sırıtması için gayet de yeterli malzemeydi. "Bunu yine yapmamız gerekiyor."

"Evet tabii... sanki bu gece yeterince uçmamışız gibi."

"Yüzüne renk geldi be! Hey- Belki sen de benim ülkeme gelirsin? Publarda eminim sana da hitap edecek bira buluruz." Hafif yalpalıyordu gerçi.

"Huh? Belki."

Tekrar yapmak istemesi güzeldi.

Arthur gece yaralarını bile kontrol etmişti. Fark etmeden bir yere çarpmaktan dolayı kanayan koluna yeniden pansuman yapmıştı ki yarı ayık bir halde bile oldukça başarılıydı.

Gilbert karşı koyma gereği bile duymamıştı. Birinin çıkarı olmasa dahi ilgilenişi güzel hissettiriyordu. İngiliz hükümeti onu ahbabı gibi görmeyecek bile olsa İngiltere'nin ta kendisi görüyordu be!

Ki buna biraz olsun güvenmek bile içinde sönen bir şeyi alevlemişti.

Ertesi gün Ludwig ağabeyine neden evden ayrıldığını sormuş, yaraları için endişe ettiğini söylemişti. Gilbert sadece eğlendiğini söylediğinde Ludwig dikkatli olması inkazına rağmen pek şikayet etmemişti durumdan. Ağabeyini iyi görmek rahatlatıcıydı.

Gilbert o sabah garip bile hissettirse gülmüş ve kardeşini ağabey olanın kendisi olduğuna dair azarlamıştı.

Bir iki gün durağanlık sonrası ise İngiltere ile haberleşmeye karar verdi.

Bu iyi bir fikirdi. Çünkü geçen gece aralarında başlayan şey uzun ömürlü bir içki arkadaşlığına dönmüştü.

Bir gün yine Doğu Almanya sınırında buluşmuşlardı. Gilbert içmek için genellikle tercih ettikleri barda belirdiğinde sırıtıyordu.

Arthur ona anlamaz bir halle baksa da bu onu yalnızca keyiflendirmişti.

"Ismim artık Doğu Almanya. Bunu diğerlerine de belirtsen iyi edersin. Kimse beni öldüremez."

Arthur memnunca sırıtıp ona bir dirsek atmıştı. "Ruh budur, Doğu Almanya."

Yeni ismin Gilbert için ne denli önemli olduğunu bilip bilmemesi fark etmeksizin, Albinonun yüzünde gerçekten gözlerine ulaşan bir mutluluk vardı. Kardeşinin yanında kalabilecekti ve kimse, kimse onu silemezdi hafızalardan.

Arthur bunun önemini biliyordu. O yüzden İngiltere bir pislik de olsa destekçi bir pislik olarak bardağını kaldırdı. "Yeni doğum günün şerefine?"

"Yeni doğum günüm şerefine, punk." Bardakları tokuştururken kendisinin de punk kültürüne ait oluşuna güldü.

Ve birer yudum aldılar.

________o________
koniko_ biz de seninle birlikte çubuk kraker tüttürsek olur mu?

Evet, şey... headcanonun çok hoşuma gitmişti ve kullanmak istedim, umarım sorun yoktur!

Ve Gilbert sonuna kadar yaşayacak dostlar.

Bu kurgu epeydir bu kitabın taslak bölümlerinde idi. Ve bilmiyorum... sadece onları çok seviyorum. Ve evet bu savaş sonrası moral konserleri de yazmak için iyi bir nokta gibiydi. Human au olacaktı fakat canonverse olması gerektiğine karar verdim. Umarım tarihsel bir hata yoktur.

Beni uyarmaktan ve görüş belirtmekten çekinmeyin lütfen.

Okuyan herkese ve özellikle karıcığıma sonsuz teşekkürler.

Continue Reading

You'll Also Like

122K 328 148
bxb stories that i recommend !! none of the works are mine, credit goes to the owners
15.5K 769 44
" arey aap ayse kase bath kar sakte ho , inse lo mein paise deti hu " she while giving 20 rupees note to bus conductor . " arey aap yaha bhi , chal...
47.4K 1K 23
Isang groupo Ng kalalakihan na tagapag mana Ng ari-arian Ng mga magulang nito at groupo Ng kababaihan na anak Ng mayayamang political at may Isang da...
159K 10.8K 125
Disclaimer: I do not own this story, this is just and heavily edited MTL. Full title: Stockpiling Supplies and Raising a Child in the Post-Apocalypti...