GÖLGE KANI

By yzrperest12

240K 21K 12K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR
S2- BÖLÜM 29: BAŞLANGIÇLAR
S2- FİNAL: KAN YOLDAŞLARI

BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ

7.7K 562 103
By yzrperest12


Herkese merhabaaa!

Nasılsınız?

Umarım iyisinizdirrrr!

Evde olmadığım için bölümde akşama olduuu! Özür dilerimm!

LÜTFEN OY VE YORUMLARINIZI ESİRGEMEYİİİİİİN!

İyi okumalar dilerimm!

🌜🌚🌛

"Beyaz ölümü, siyah kusuru saklar. Sence hangisi daha masum?"

🌜🌚🌛

Dudağımın içini kemirirken üzerinde parıltılar olan geceye baktım. Bugün ilk iş günümdü ve bu beni gerçek anlamda tedirgin ediyordu. Burada daha yeniydim ve çevre hakkında da pek bir bilgim olduğu söylenemezdi. Üstelik oldukça da gergindim. İnsanlar genelde beni pek sevmezlerdi. İçime derin bir soluk çektim. Gitmem gerekiyordu. Bakışlarımı pencereden alıp yatağımdaki siyah, askılı çantayı aldım. Kapıya doğru yönelip odadan çıktım. Merdivenlerden inerken tek isteğim ona gözükmeden bu evden çıkmaktı. Bir de onun sorgulamasını çekemezdim.

Salonda olmadığını görünce rahatça dış kapıya yöneldim. Tam kapıyı aralamış dışarı çıkacaktım ki o ses kulaklarımda yankılandı. "Eleanor nereye gidiyorsun?"

"Uzaylılarla buluşmaya." dedim alayla arkamı dönerken. Bana onaylamaz bakışlar atarken başımı dikleştirdim. Güçlü olmalıydım.

"Alaya vurma!" Kaşlarım öyle mi dercesine havaya kalktı.

"Alaya vurduğumu da nereden çıkardın? Ben bir deliyim. Hatırla." Açık bıraktığım saçımı arkaya attırırken, "Şimdi izninle gideceğim. Hatta izin istemiyorum, gidiyorum." dedim keskin bir ses tonuyla. Tam adımlayıp dışarı çıkıyordum ki sesi yine kulaklarımı çınlattı.

"Sakın. Nereye gideceğini söylemeden bu evden çıkamazsın." Emir veriyordu. Yine. Ben emirlerden hoşlanmazdım.

"Nereye gideceğimi söylemeyeceğim ama bu evde de durmayacağım." dedim sahte bir gülümseme eklerken yüzüme. Gözlerinin içine baktım. "Sakın arkamdan gelme." dedim ona karşı oldukça az kullandığım emir kipiyle. Gözleri ardına kadar büyürken gözlerinin en içine baktım.

Anında arkamı dönüp kapıyı kapattım. Arkamdan gelen kırılma sesiyle yüzümü ekşittim. Kuruyan dudaklarımı yalayıp bara doğru adımladım. Vücudumu delip geçen bir ürperme hissettim. Güçlü durmalıydım.

🌜🌚🌛

Mikrofonu elime alıp geç kaldığım için işittiğim azarı bir kenara atıp en sevdiklerim arasına girebilecek ama çok az bilinen bir şarkı olan Elvana Gjata - Me Tana'yı söylemeye başladım.

Şarkıyı söylesem de pek havamda değildim. Kalbim sanki bir el tarfından sıkılıyordu. Benim ise bir tepki vermeye dahi hakkım yoktu. Her şey içimde birikiyordu ve ben bu yükleri taşıyabilecek kadar güçlüydüm. Ama zaman çok kötü bir düşmandı. Her gün içimdeki yüklerin arttığını hissedebiliyordum. Hissetmek istemiyordum.

Şarkı bittiğinde gözlerimi açtım ve etrafta beni takan bir kişinin bile olmadığını gördüm. O zaman biraz hüzünlenebilirdim. En azından içimde olup bitenleri aktarabilirdim.

Gözlerimi kapattım ve kendimi şarkının güvenliğine bıraktım.

Ooh-ooh-ooh, ooh-ooh, ooh-ooh

Duncan Laurence'den Arcade. Sevdiğim bir şarkıydı.

A broken heart is all that's left./ Kalan tek şey kırık bir kalp.

I'm still fixing all the cracks./ Hâlâ bütün kırkları tamir ediyorum.

Ben hâlâ kırıktım. Çaresizce oradan oraya sürükleniyordum. Canım yanıyordu. Yaşanan her şey, her kopan parçamda bir hayatım daha alınıyordu sanki elimden. Nefesim boğazımda takılıyordu, akciğerlerime inmek istemiyordu. Sanki bu hayatta gülmemi isteyen tek kişi bendim ve aldığım nefes dahi buna engeldi.

Hayatımdaki tek kişi de bütün bunların üstüne canımı daha da çok yakıyordu. Ben zaten hayatımda var olan her şeyi kaybetmiştim. Her parçam elimden kayıp yere düşüyordu. Onları tutarken zaten yeterince zorlanıyordum. O bana yardım edebilecek tek kişiyken neden her şeyi daha da zorlaştırıyordu ki?

I'm afraid of all I am./ Olabileceğim her şeyden korkuyorum.

My mind feels like a foreign land./ Aklım yabancı bir ülke gibi geliyor.

Hâlâ geçmişle bugün arasında sıkışıp kalmış bir çocuktum ben. Anne ve babasını aklından atamayan, güçlü olmak için çabalayan, aklını kaybetmemek için kendini zorlayan bir çocuktum. Şimdi ise o çocuğu küçükken ayağa kaldıran çocuk büyümüş ve o çocuğu örseliyordu. Ne yapmalıydım ben?

I've spent all of the love I saved./ Kurtardığım, sakladığım bütün aşkı harcadım.

We were always a losing game./ Biz her zaman kaybedilen bir oyunduk.

Bana ailemden geriye sadece hatıralarım kalmıştı. Sadece bir avuç kahkaha, sadece bir avuç oyun. Şimdi ise onları yaşatmakta dahi güçlük çekiyordum. Bunu neden kimse göremiyordu? Caleb bile...

Şarkı bittiğinde bana bakan bir tek kişi gördüm. Ki o da tam olarak gördüm olarak sayılmıyordu. Adam başına siyah kapşonunu geçirmiş, kolları masasının üzerinde, oturduğu sandalyede bana doğru dönmüştü. Hatta bana bakmıyor bile olabilirdi. Kimse bana bakmıyordu. Ve bu bana daha da değersizmişim gibi hissettiriyordu. Özgür hissettirmesi gerekiyordu.

Yutkunup sırayla yanımdaki adını daha buraya geldiğimde öğrendiğim Veronica ve Shaun'ın istediği şarkıları söyledim. 1 saate 10 dakika aralıklarla şarkı söyledim. Saat sabaha yakın 4 civarlarında bardaki herkes çıkmıştı. Nefesimi verip bar tezgâhının yanına gittim. Küçük, dönebilen sandalyeye oturup karşımdaki Veronica'ya baktım. Bana bira bardağıyla su uzattı. "Bu tempoya alışabileceğine emin misin? 8 saate yaklaşık bir değerde şarkı söylemek oldukça yorucudur." dedi bana anlayışla bakarak. Kahverengi saçlarını geriye atıp arkasındaki biraları kontrol etti. Yansıyan ışık esmer tenini aydınlatıyordu. Burnuma dolan terle karışık bira kokusu yüzünden yüzümü ekşittim.

"Asıl yorucu olan, durmadan bu iğrenç kokuyu soluyacak olmam. Kokusu bile iğrençken bunu nasıl içebiliyorsunuz hiç anlamıyorum." Bardağı dudaklarıma doğru götürdüm. Çeşme suyu olmamasının tadına vararak bardağın yarısına kadar içtim. Boğazım ağrıyordu. Hayatımda bu kadar fazla şarkı söylediğimi hatırlamıyordum. Dudaklarımda kalan su parçacıklarını yalayıp ayağa kalktım. "Ben gitmeliyim. En azından 4 saatçik uyumak istiyorum." Beni kafasıyla onayladı.

“Görüşürüz.” deyip tekrar işine döndü. Sakince dışarı doğru adımlamaya başladım. Bardan en fazla birkaç metre uzaklaşmışken birden kıyafetimden tutulup çekilmem ile ağzım çığlık atmak için aralandı ama dudaklarımı sertçe kapatan el buna engel oldu.

Barın arka duvarına sertçe
yapıştırılmam ile sırtımda bir sızı gezindi. Yüzümü buruşturup gözlerimi kıstım. Karşımdaki kişiye baktığımda... Bir dakika kişiye değil, kişilere! Burada ne haltlar dönüyordu?! Yanımdan gelen inilti ile gözlerim yanımdaki kızı buldu. Sarışın bir kızın boynuna gömülmüş bir erkek vardı. Beyaz bluza bulaşan kanı görmem ile gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Nefeslerim hızlandı. Gözlerimi kırpıştırdım. Gözbebeklerim adrenalin ile büyümüştü.

Yutkunup karşımdaki siyah kapşonlu kişiye baktım. Eli hâlâ ağzımdayken diğer eli ile kapşonunu açtı. Bana bakan açık kahverengi gözlerin sahibi gözlerime bakıp gözlerini büyüttü. "Susacaksın. Hiç sesin çıkmayacak." Ses tonu eğlenir çıkıyordu. Dudağını bükerek bana baktı. "Belki seninle sadece eğlenirim."

"Ciddi misin? O sadece bir av." dedi arkadaki teni hariç her yeri geceye karışan kız. "Karnını doyur da gidelim artık, Knox. Yokluğumuzu anlamaları an meselesi." dedi kız bıkkınlıkla. Çocuk göz devirip kahverengi gözlerini tekrar bana dikti. Gözleri açlıkla boynumda dolandı. Burun delikleri genişledi.

"Kokusu çok hoş. Senin de istediğine eminim. Belki beraber tüketiriz. Bize izin verir misin tatlı kız?" Çocuğun yüzünde çarpık bir gülümse yayıldı. "Sus. Çığlık atma." Öylece durup gözlerine baktım. Panik yapmanın alemi yoktu. Sonuçta deli olmadığımı öğreniyordum. Hay içine... Lanet olsun! Ben birazdan ölecektim!

Çocuk elini yavaşça ağzımdan çekti. Ağzını açıp koca azı dişlerini gösterdi. Boynuma gömüleceği sıra hızla karnına tekme attım. İşe yaramaması gerekirken çocuk karnını tutup hızla bir küfür savurdu. Üzerime gelen ,tam olarak göremesem de, siyah beyaz karışımı şey ile hızla eğilip dizimi kırıp karşımdaki siyahlara tekme attım. Lanet olsun! Ben ne yapıyordum?! Evet, bir insan olarak bir vampiri tekmeleyebiliyorum!

Bir anda saçıma asılması ve yerle bir olmam bir oldu. Yerde 1.90 yatarken kız yakamdan tuttu. Dişlerini gösterirken göz altının altındaki damarlar belli oldu. Boynuma gömüleceği sırada anında yana doğru kıvrıldım. Hızla ayağa kalkarken ne yapacağımı bilemeyerek etrafıma bakındım. Hayır. Aynı sonu ben yaşamayacaktım. Gördüğüm odun parçasını elime aldım. Ormanın yanında olmanın avantajı buydu galiba. Ormanın yanında olmanın fazla dezavantajları da vardı.

Karşımdaki dört kişiyi baktım. Nefes nefeseydim. Kız histerik bir kahkaha attı. Korkuyordum. Kafayı şu an yememeliydim. Nasıl olsa gerçekte var olduklarını biliyordum. Lanet olsun! Gerçeklerdi! "Cidden dört vampire küçük bir odun parçasıyla mı saldıracaksın? Bu tam bir aptallık." Dışarı titrek bir nefes verdim. Sesli olarak söylemişti. Bu gerçekti. Karşımdaydılar. Tam olarak karşımdaydılar. Hayatımda onların varlığını savunduğum için dışlandığım varlıklar karşımdaydı. İçime derin bir nefes çektim. Kaderim anne babamla aynı olmayacaktı.

Kaşlarım havalandı. Yutkunup ağzımı araladım. Sakin olmalıydım. "Vampir olmanıza inandım. Bu mu abes kaçtı?" Yanındaki çocuk genişçe güldü. Tanrı’m ben ne saçmalıyorum!

"Bu kızı sevdim." Genişçe gülümsedim. İçimdeki korku damarlarımda canlanıyordu. Ama onları damarlarımda tutmayı becerebildim. Onun da kokusunu almıyorlardı umarım!

"Aa, şansa gel! Beni seni hiç sevmedim." Bana doğru atılıyordu ki insan üstü bir hızla sadece arkasını görebildiğim biri geldi.

"Knox geriye. Kızı rahat bırak." Çocuk karşısındaki kişiye nefret ile baktı. Kalbimin atışlarını duyabildiklerini biliyordum. Elim titriyordu. Titrememesini tercih ederdim.

"Soyumuzla beraber gücümüz de tükeniyor. Ve bizler vampir olarak kanla güçleniriz." Ne güzel beni yiyebilecek başka birileri daha gelmişti!

"İnsanları bununla cezalandıramayız. Kendi cezamızı biz çekmeliyiz." Bir anda biri yanımda bitti. Boynumu kokladı. Korkudan yerimden dahi oynayamazken gözümün önüne görüntüler gelip gidiyordu.

"Bu kızda bir gariplik var. Onu etkilemem işe yaramadı." Bunu demesinin üzerine içim titredi. Hani şu vampir dizilerinde olan etkileme miydi bu?  "Dahası beni kendinden uzaklaştırabildi. İnsan olarak."

"Bu gayet normal." dedi otoriter ses. Kız yanımdan uzaklaştı. "O müfettişimizin oyuncağı." Kaşlarım çatıldı. Başım direkt olarak sağa çevrildi. Bu bana onun karşısında çimmişim gibi bakan çocuktu. Bu durumda müfettiş de...

"Bir dakika! Ben kimsenin oyuncağı falan değilim! Ağzını topla!" dedim hiddetle. Ne yaptığımı bilmiyordum ama anne ve babamın başlarının dik olduğunu biliyordum. Başımı dikleştirip yanındakileri inceledim. Normalde benimle tanışmalarından memnun olmayan şahsiyetler hariç yanlarında 2 kişi daha vardı. Biri kızken biri erkekti.

"Tatlı Kız, hiçbir kurt adam yanında bir insanı çıkarı dışında tutmaz. Yani kesinlikle oyuncağısın." Bakışlarımı keskinleştirdim. Onlara dik dik baktım. Cesur olmak zorundaydım. Buradan başka şekilde kurtulabileceğimi sanmıyordum. Kaşlarım sonradan havalandı.
"Yani Caleb bir kurt adam! Öyle mi?" Yüzümde küfür yemişim gibi bir ifade canlandı. Elimdeki odun düştü. Ağzım aralandı. Elimin tuttuğuna emin değildim. Bana deli demişti. Bana deli demişti! Beni onların var olmadığına inandırmıştı! Bir kurt adam olarak! "Onun kafasını uçuracağım!" L

"Senin gibi biri için bu oldukça zor." dedi soğuk sesiyle Alissa. Kaşlarım çatıldı. Mücadeleci bakışlarım yüzümde belirdi. "Sonuçta basit bir insansın. Sinirleniyordum. Lanet olsun ki sinirlendiğim kişi bir olağanüstü varlıktı.

"Ben basit falan değilim." Omuzlarımı dikleştirdim. Bana doğru yürümeye başladı. Kimse onu durdurmadı. Bense gerilemedim. Bir kurt adama veya ne haltsa ona kafa tuttum! İnsan olarak.
Tam olarak bir salak olduğumu hiç söylemiş miydim?

"Öyle mi dersin? Zira hızlanan kalp atışların buraya kadar geliyor." Gözlerimi büyüttüm. Haklıydı. Ağzım sanki daha her şeyi daha yeni yeni anlıyormuşum gibi aralandı. Geriledim. Kafayı sıyırmıştım. Kesinlikle!

"Siz manyak mısınız?!" dedim bir anda yükselerek. Lanet olsun! Lanet olsun! Lanet olsun!

"Ben de aklı ne zaman başına gelecek diye bekliyordum." dedi Alissa kollarını göğsünde kavuşturarak. Aklım kesinlikle yerinde değildi.

"Kurt adam ve vampir! Ben bunca zamandır boşuna mı deli damgası yedim!?" dedim şok olmuş bir sesle. Adım koca bir eyalette yankılanmıştı. Bu haksızlıktı. Hepsi bana şaşkınca baktı.

"Bu kızın deliliğinin bizimle bir alakası yok." dedi arkadaki Lauren. Derince soludum. Rüyada olmalıydım. Caleb’a kırgındım ve bilinçaltım bunun gibi saçma şeylerle alakadardı. Yorulmuştum ve bar tezgâhının üstünde uyuyakalmıştım. Başka bir açıklaması olamazdı.

"Eleanor.?" dedi arkadan gelen Caleb. Ona gözlerimi kısarak baktım. "İyi misin?"

"Çok iyiyim." dedim sahte bir gülümseme ile. "Kurt adam ve vampirlerin gerçek olduğunu öğrendim. En önemlisi; Senin bana deli demeye hiç hakkın olmadığını öğrendim." dedim gayet normal bir şeymiş gibi. Ama elim titriyordu ve ayaklarımdaki gücün yavaş yavaş çekildiğini hissedebiliyordum. “Az önce bir canavar tarafından emiliyordum! Ve o canavar karşı koyabildim!” Kahkaham kendi kulağımda çınladı. Kesinlikle rüya görüyordum. Ben bir canavarı yenemezdim. ”Bilirsin, böyle şeylere çok alışığımdır.” Lanet olsun! Ben ne yaşıyordum?!

"Sakin olmalısın Eleanor." dedi bana yavaş yavaş yaklaşarak.

"Sakinim.” dedim gülerek. “Bu zaten bir rüya. Neden sakin kalamayayım? Senin yüzünden hatıralarım gün yüzüne çıktı ve bu yüzden bu saçma sapan şeyi görüyorum.” Dilimle kuruyan dudağımı yaladım. “Sana çok kırıldım. Tüm nedeni bu. Sen demiştin bana onlar yok diye. Sen inandırmıştın beni.  Yoksa bana neden söylemeyesin, değil mi?” Titreyen ellerime baktım.

“Güzelim...”
“Çok gerçek.” dedim kaşlarımı çatarak. Yüzümdeki gülümseme düştü.

“İyi değil.” diyen sert sesi duydum ama takmadım.

“Benim hayal gücüm bu kadar mükemmel bir ortam yaratamaz.”

“Çok ilginç.” dedi alaylı erkek sesi. “Kendi kendine delirdi ve kendi kendine akıllandı.”

“Gerçek.” deyip gözlerimi deniz mavisi gözlerine doğru çıkardım. “Beni inandırdın!” diye bağırdım bir anda. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyordu. “Sen bana...” deyip ona doğru ilk adımı attım. Ama daha bir adım atmaya kalmadan yer ayaklarımın altından kayıp gitti. Gözlerim yavaşça kapanırken belimde el hissettim.

🌜🌚🌛

Başıma saplanan ağrı ile gözlerimi açtım. Gözlerimi sıkarken boğazımdaki kuruluk yüzünden hafifçe öksürdüm. Gözlerimi kırpıştırarak açarken olan her şey tek tek aklıma geldi. Kanımda derin bir sızı geziniyordu. Her an patlayacak bir yanardağ gibiydi. Dudağımı dişlerken etrafıma bakındım. Odamda olduğumu görünce kaşlarım çatıldı. Bir de yüzsüzce beni buraya mı getirmişlerdi?! Derin nefesler almaya başlarken ayağa kalktım. Sendelerken yüzümü buruşturup yanımdaki duvara tutundum. Banyoya doğru ilerleyip lavoboya tutunup yüzüme baktım.

İnanması zordu. Ama aynı zamanda kolaydı da. Yine mi deli olacaktım yoksa? Yüzüme bu gerçek vuruldu. Ürperdim. Bunu kime söylersem söyleyeyim yine Kaçık Eleanor Parker olacaktım. Yine eyaletin en tanınan ismi olacaktım. Yine deliliği ile haberlere çıkacak kişi olacaktım. Aynadan kendime baktım. Hayır, var olsalar bile kimseye bunu söyleyemezdim. Kimseye ben deliyim diye haykıramazdım.

Ben artık bir kız çocuğu değildim.

Ya da öyleydim.

Musluğu açıp yüzüme suyu çarptım. Nefes aldım. Sakindim. Onlar vardı. Hiçbiri rüya ya da kâbus değildi. Aklımın bana oynadığı bir oyun da değildi. Hepsi gerçekti. Ve bu sefer bunun peşine düşecektim. Bu sefer gerçekten delilik yapıp gerçeği bağırmayacaktım. Ailemin gerçek katilleri onların arasındaydı. Derin bir nefes alırken boşa akan musluğu kapattım. Dikleşip ela gözlerime baktım. Caleb bana yalan söylemişti. Bana hayatımın yalanını söylemişti.

Gözlerimi kırpıştırdım. Onun da haklı sebepleri vardı ne de olsa değil mi? Kimliklerini gizli tutmak zorundalardı. Bana yalan söylemek zorundaydı. Aksi hâlde onu da öldürebilirlerdi. Onu da benden alabilirlerdi. Ona bu yüzden kızamazdım. Ben bir kişiyi daha kaybedemezdim.

Ama o daha çocuktu. Biz tanıştığımızda ikimiz de çocuktuk. Bu nasıl olabilirdi? Daha çocukken kurt adam olduğunu bilemezdi öyle değil mi? Tamam, sonradan ya da ailesi ölmeden önce biliyor olabilirdi. Korkmuş olmalıydı.
Banyodan çıkıp boy aynasından kendime baktım. Üzerimde hâlâ aynı kıyafetler vardı. Pencereden dışarı baktığımda havanın karanlık olduğunu gördüm. Ay’ın olduğu yere baktığımda daha tam tepeye ulaşamadığını gördüm. Dolunay yaklaşıyordu. En sevdiğim evre yaklaşıyordu. Bu iyi miydi kötü müydü tam olarak kestiremiyordum. Sonuç olarak kurt adamlar dolunayda dönüşürlerdi. Bu fazla ürkütücüydü. Filmlerde izlemek çok daha kolaydı. Gerçekten görmek, gerçekten onlarca kemiğinin tek tek kırılması... Çok acı verici olmalıydı.

Gözlerimi çalan kapı ile pencereden alıp kapıya yönelttim. Eve sesler dolmaya başladı. "Hâlâ uyanmadı mı?" dedi sert kız sesi, Alissa.

"Büyüyü gereğinden sert yapmışsın, Alissa. Eminim ki ufak bir büyü ile de unutabilirdi." Caleb'ın sesi sıkıntılı geliyordu. Sanki içinde ona batan onlarca cam kırıntısı vardı.

"Tabii ki de. Oldukça zayıf. Bunu ben de biliyorum. Ama elimin ayarı belli olmuyor." Tamam, anladık beni sevmiyorsun. Ama neden?

"Sizi bilmem ama kendisi benim en iyi öğrencilerimle dövüşürken öyle gözükmüyordu." dedi alaylı ses tonu. "Oldukça etkileyiciydi. Üstelik farklı bir enerjisi olduğu da yadırganamaz. Ciddi bir farklı enerjisi. Parker soyadını da merak etmiyor değilim."

"Yani, olacak o kadar. Sonuçta benim öğrencim." dedi kibirli ses tonuyla Caleb. Göz devirdim. Beni duymasalar ne güzel olurdu.

Birisi konuştu ancak ben duyamadım. Derin bir nefes alıp hafifçe kapıyı araladım. Tek bir gıcırtı bile çıkarmadan hafifçe kapıdan geçtim. Merdivenin oradaki duvara yaslanırken gözlerimle aşağıya baktım. Işıktan dolayı gözüm kamaşırken bir şey göremedim.
Böyle olmayacağını kestirince biraz gerileyip hafifçe öksürüp adımladım. Gözlerimi kısıp ışığa karşı kırpıştırırken görüntü netleşti. Karşımda tamamı fantastik dünyadan çıkan ekibi görünce dikleştim. Konuştuklarına göre bana unutma büyüsü yapmışlardı. Peki ben neden unutmamıştım? Lanet olsun bana büyü yapmışlardı!

Dudaklarımı yalarken kaşlarımı hafiften çatarak Caleb'a baktım. Kalbimin hızı bedenimi aşıyordu. Kendimi titrememek için zor tutuyordum."Cidden beni takip mi ettin? Sana dememe rağmen." dedim ona öfkeyle bakarken. Derin soluklarımı ve hızlı atan kalbimi buna bağlamak niyetindeydim. Sonra arkadaşlarını daha yeni görüyormuşum hepsinin bambaşka bir evren geldiğini düşündüğüm gruba baktım. "Neyse bunu sonra konuşalım. Arkadaşların var. Ve arkadaşların da gün geçtikçe çoğalıyor. Kıskanmaya başlayacağım." dedim hafiften gülerek. Merdivenlerden aşağı inerken yeni gelen üç kişiyi inceledim. Bir kız vardı. Kelimenin tam anlamıyla kumraldı. Saçları, teni ve gözü. Gerçi gözleri kahverengiydi. Gözleri beni hissizce süzdü. Sert yüz hatları onu daha ruhsuz gösteriyordu. Ürpermeden edemedim. Merdivenler bittiğinde ona doğru yürüdüm. Elimi uzatıp, "Ben Eleanor. Zaten namım benden önce gelmiştir kulağınıza." dedim Caleb'a göz atarak. Soğuk eli elimi kavrarken ürperdim. Kardan adam gibiydi. Benim sıcaklığım karşısında eriyecek falan zannedebilirdim. Evet, kendime iltifat ediyorum. Ne var bunda?

"Blanca." dedi teninden daha soğuk bir sesle. Hafifçe gülümseyip sarışın çocuğa baktım. Kumrala çalan sarı saçları vardı. Gri gözleri kendine hayran bırakacak kadar güzeldi. Boyu benden taş çatlasa 10 santim falan uzundu. Dudakları kiraz rengindeydi. Benden en fazla 2-3 yaş büyüktü. Kesinlikle inkâr edilemez bir yakışıklılığı vardı. O da siyah giyinmişti. Ortamdaki herkes gibi. Bu rengin kendi dünyalarını yansıttığını düşünüyorlardı galiba. Gülümseyip elimi uzattım.

"Matthew." dedi gülümseyerek. O da elimi sıktı. Ama bu diğerlerine göre daha sıcak bir karşılamaydı. Ama bu sadece mecazda kalıyordu. Çünkü o da oldukça soğuktu. Ürperip elimi geri çektim. Vampir doğası.

"Ciddi anlamda çok soğuksunuz. Elin donmuş gibi. Ev o kadarda soğuk değil aslında." Her ne kadar tepkilerimi kontrol altına alsam da kalbimin atışı için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Başımı Caleb'a çevirdim. "Arkadaşın donuyor ve sen hâlâ ona sıcak bir içecek ikram etmiyorsun. Böyle misafir ağırlanmaz Caleb." dedim kızar bir ses tonuyla. Diğer çocuğa baktım. Kahverengi saçları ve kahverengi gözleri ile oldukça sempatik duruyordu. "Merhaba. Ortamda en sıcak duran kişi sen gibisin." dedim karşımdaki çocuğa hitaben.

"Beni unutuyorsun ama." dedi Watson. Yüzünde sahte ve gerçek arasında sekteye uğramış bir gülümseme ile bana bakıyordu. Gülümseyip yanındaki kişiye baktım. Sayın Çim Biçme Makinası!

"Aa, Çim Biçme Makinası da buradaymış." Bu dediğim üzerine siyah, hafif kıvrıma sahip siyah kaşları çatıldı. "Sen hâlâ bana öyle bakıyorsun.” Ah, onların soyu benim ailemi katletmişti. Sözler tutulmak için vardı.  “Lütfen, kibir iyi bir şey değildir. Eşitiz."

"Çim Biçme Makinası mı?" dedi Matthew gülerek. "İyi bir takma isim. Ben çok beğendim. Değil mi, Marcus?" dedi alayla. Bir anda etraftaki eşyaların yer değiştirmesi ile sendeledim. Daha ne olduğunu anlayamadan yere serildim. Ağzımdan hafif bir inleme çıkarken ayağımı hırsla yere vurdum. Lante olsun gayet havalı gidiyordum!

Gülme sesinin gelmesiyle düşerken kapadığım gözlerimi açtım. Caleb ayakta bana gülerek bakıyordu. Ben de gülmeye başladım. Ben neler yaşıyordum?! Şu an ona küs kalma zamanı değildi. En azından beni bu şeylerden koruyabilirdi.

Sakinleşmek adına tavana baktım. Temizdi. "Caleb." dedim gülerek. "Sen tavandaki böceklere ne yaptın?" Bana uzattığı eli tutup ayağa kalktım. Aklıma gelen düşünce ile yüzümü buruşturdum. "Yoksa gece gelip ömrümüz boyunca yediğimiz 10 ile 70 böcek arasına mı girdiler?" Eğer sürekli olarak onların ne olduğunu düşünürsem yüksek kalp atışlarım yüzünden kalp krizi geçirebilirdim.

Caleb bana garip garip baktı. "Ara sıra sendeki kafayı bana taksınlar istiyorum, Eleanor." Omuz silkip güldüm. Bana mavi gözlerini büyüterek baktı. Bu onun beni kandırma yöntemiydi. "Özür dilerim. Ben sana öyle demek istememiştim. Sadece gergindim ve sana patladım.” Göğsü yavaşça aşağı inerken omuzları çöktü. “Barıştık mı?" dedi bana elini uzatarak. Şeytan diyor al şunun kafasına bir vazo geçir. Neyse ki ben şeytana uymazdım. Düşünür gibi gözlerimi yukarı kaldırdım.

Gülümseyip elini tuttum. "Benden sana bir kıyak olsun. Deli kıyağı." deyip göz kırptım. Gülüp bana sarıldı.

"Anlaşıldı bu hep yüzüme vurulacak."

"Tabii ki de." dedim gülerek.

Saçlarımı dağıttığında, "Bu stil sana daha çok yakışıyor." dedi alaylı gülme ses tonuyla.

Ben tam ağzımı açıp ona cevap verecekken, "Gidin ve flörtünüzü başka yerde yapın." dedi sert ses tonu ile Alissa. Caleb'dan yüzümden eksilen gülümseme ile ayrılıp kıza hafif kaşlarımı çatarak baktım.

"Sence de fazla gıcık değil misin? Çünkü ben sana gıcık oluyorum." Kızın sinirlendiği gözlerinden belli olurken başını dikleştirdi.

"Olsan ne olur? Kendini fazla büyütmüyor musun bir deli olarak?" dedi canımı acıtmak istercesine. Galiba öyle düşünüyordu. "Sonuçta anne ve babasının ölümünü kurt adam ve vampirlere bağlayan birisin." Sinir kat sayım artarken gözlerimi kapatıp sakinleşmeyi denedim. Beni tanımadan bana yargı kesiyordu. Herkes böyle yapardı. Herkes.

"Bana karşı tavırlarını düzelt." dedim sertçe. İster kurt adam ister vampir olsun bana böyle davranamazdı. Benim sonum annem ve babam gibi olmayacaktı. "Yoksa bir delinin neler yapabileceğine şahit olursun." Dişlerimi birbirine geçirdim. Tamam, belki bir kurt adama sinirleniyor olabilirdim ama Caleb da kurt adamdı ve beni korurdu. Bundan ne olursa olsun şüphem yoktu. Onu tanıyordum. Gözüm Caleb'a kayarken Alissa'ya garip bir şekilde bakıyordu. Alissa'ya baktığımda kızgındı. Ben Caleb ile sarıldım diye. "Ne?!" dedim şaşkınlığımı gizlemeden. "Ne ara?" Öfkem bir anda balon gibi sönmüştü.  "Alissacım sen şey etme. Biz bayağa yakın arkadaşız." dedim gülerek. Caleb beni cimciklerken ona, "Canımı yaktın!" bakışı attım. Başını iki yana salladı.

"Yansın." dedi. Ona bana hakaret etmişçesine baktım.

"Senin yansın!"

"Pardon ama burada biz de varız. Açıkça konuşun." Omuz silkip Alissa'nın yanından mutfağa doğru gittim. Su ısıtıcıya su koyarken arkama baktım. Biraz oyundan zarar gelmezdi.

"Kaç kişi üşüyor şu an?"

"Bu kızı bulmak için çok uğraştın mı Caleb?" dedi Çim Biçme Makinası. Arkası dönük durduğundan yüzünü göremiyordum.

"Hayır, aslında çocukluğumuzdan beri arkadaşız. Bunu bir iltifat olarak alıyorum." dedim gülerek. Onlar olağanüstü şeylerdi. Oyun oynamayı severler miydi bilmiyorum ama küçükken Caleb ile hep oynardık.

"Sen nesin?" dedi bana doğru dönerken. Kaşları çatılmıştı. İki kaşının ortasında oluşan mezar çukuru belirginleşmişti. “Soyadın Parker. Gelirken de seni duymadım. Bu imkânsız.”

"İnsan. Hayvan olamayacağıma göre bir tek o seçenek kalıyor. Bu ne kadar saçma bir soru." dedim alay katmadığım sesimle.

"O ne Caleb?" dedi bu sefer Matthew. “Ben de onu duymadım. Soyadını Parker olması ise daha cezbedici.” Kaşlarım havalanırken göz devirip omuz silktim.

"İnsan. Başka ne olabilir?" dedi Caleb sadece benim anlayabileceğim gergin bir ses tonuyla.

"Dediğimi nasıl duydu o zaman?"

"Konuştun." dedim en basitinden. "Genel olarak konuşarak anlaşırız biz. Siz çim biçme makinalarını bilmem ama."

"Sana soru sormadım." dedi Çim Biçme Makinası. Sesi dişlerinin arasından geliyordu. Her an bir sorun açacakmış gibi.

Ciddileşip tek kaşımı kaldırdım. "Benim hakkımda konuşuyorsun. O yüzden bana sorup sormamanı pek takmıyorum. Tekrarlıyorum; Eşitiz. Bana böyle bakamaz, emir veremezsin." Genişçe gülümseyip, "Şimdi izninle arkadaşlarına sıcak bir şeyler hazırlamak istiyorum. Üstelik oturabilirsiniz. Ayakta kaldınız. Yorulmuşsunuzdur." Su ısıtıcısınca gelen sesle onlara arkamı dönüp üç tane kupa çıkardım. Çekmeceyi açıp sıcak çikolata tozunu bardaklara döktüm. Üstlerine suyu ekleyip tepsi çıkardım. Hepsini üzerine koyup oturan Matthew, Blanca ve hâlâ adını bilmediğim adama doğru uzattım.

"Hâlâ adını öğrenemedim." dedim gülerek çocuğa. O da hafifçe gülümserken uzattığım sıcak çikolatayı aldı. Bu ortamdan pek etkilenmişe benzemiyordu.

"Carlos." dedi sıcak ses tonuyla. Mathew'a da uzattım. Nazikçe tepsideki kupayı aldı.

Blanca'ya geldiğimde, "Herkesin siyah giymesine rağmen hepsinden daha fazla siyaha bürünmüş gibisin. Bu yas mı yoksa renkliliğinin işareti mi?"

"Siyah ne kadar renkli olabilirse..." dedi soğukça. Yanındaki boşluğa, yani Sayın Çim Biçme Makinası'nın yanına oturdum.

"Aslında bakarsan siyah beyaza nazaran çok daha güzel ve masum bir renk."

"Siyah mı?" dedi histerik bir sesle. "Herkesin karanlığı olan renk."

"Aynı zamanda gece olan renk. Herkesi saklayan. Renkleri bile. Beyaza nazaran. Beyaz renkleri yansıtır, istemez. Ama siyah kabullenir. Ve bu yüzden beyaz bencil bir renk. İçine kabul ettiği tek şey ölüm. Siyah diye andığımız ölüm." dedim buruk bir gülümsemeyle.

Kız bana hayret içinde bakarken, "Yani masum olan siyah öyle mi? Her kötülüğü içinde barındıran renk." Başımla onayladım.

"Beyaz ölümü, siyah kusuru saklar. Sence hangisi daha masum?" Yüzünde bir gülümseme açtı. Neyi sormak istediğimi anlamamıştı.

"Seni sevdim." Genişçe gülümsedim. "Değişik bir düşünme tarzı."

"İltifat için teşekkür ederim." dedim arkama yaslanırken. "Ee, siz neden buradasınız. Hadi ben okumaya geldim. Peki ya siz?" Etrafta sessizlik olurken hepsine değişik bir bakış attım. Neler döndürüyorsunuz? "Lütfen bana işsiz olduğunuzu söylemeyin."

Yanımdaki Marcus ayağa kalktı birden. "Biz gidiyoruz." dedikten sonra Caleb'a baktı. "Sabaha sakladığımız çok şey var." Kaşlarım havalandı.

"Seni de kullanan birileri olduğunu biliyorsun değil mi?" dedim sakince. Bu kibirli hâlleri hiç hoş değildi. İleri gitmemeliydim. Caleb'ın da beni koruyabileceği bir sınır vardı.

Koyu hareleri beni buldu. İçinde siyahtan çok ölümü taşıyan hareleri vardı. "Sen ne diyorsun?"

"Yani diyorum ki çim biçme makinasını de kullanan kişiler vardır. Çim biçme makinaları tek başlarına çalışmazlar. Ya hiç çalışma ya da kibrinin kölesi olma." Bir ıslık sesi geldi. Bana kararan hareleri ile bakan Marcus'tan gözlerimi kaçırmadım. Beni parçalayabilecek birinden gözlerimi kaçırmadım. Hatta fena bir şekilde laf soktum.

"Bence artık gitmelisiniz." dedi Caleb. Herkes ayağa kalkarken ben de kalktım. Onlar giderken Marcus son kez bana bir bakış attı.

Nedendir bilmem bu gözler bana korku aşılamıyorlardı.

🌜🌚🌛

Caleb 2 gündür yanımdan ayrılmasa da sürekli odasında duruyordu. Bu da beni sıkıyordu. Tabii işten de kovulmuştum. Okul ise yarın başlıyordu. Ve hiçbir şekilde bir şeyler olmuyordu. Bir şeyler bulmak istiyordum. Ailemin sır ölümünü aydınlatmak istiyordum. Dün gece Caleb'ı dışarı çıkmak için ikna etmeye çalışsam da bu çabalarım boşa gitmişti. Geceleri dışarısının benim gibi bir kız için çok tehlikeli olduğunu söylemişti. Tabii geceleri bir tek benim için değil insanlar için tehlikeliydi.

Açıkçası Caleb'ın kurt adam olma düşüncesi bana kurt adamların olmasından çok daha ütopik geliyordu. Bana bir şey yapmazdı. Biliyordum. Bu vakte kadar eline bunun için birçok fırsat geçmiştir eminim ki. Üstelik onun gücü karşısında benim gücüm bir hiçti. Beni seviyordu. Buna emindim. Bana başka konularda da yalan söylemezdi. O zorunluluğu olmadıkça bana yalan söylemezdi. Onu tanıyordum. "Eleanor ben çıkıyorum." dedi koridordan bağırarak.

Anında ayağa fırladım. Kapıyı açıp oldukça iyi görünen Caleb'a gözlerimi kısıp baktım. "Nereye?" dedim onu süzerken. Altına mavi bir kot pantolon giyerken üzerine beyaz bir kısa kollu giymişti. Üzerine de deri, siyah bir ceket almıştı. Saçlarını yukarı doğru şekillendirmişti. Neydi bu havalı ama sade giyinişin sebebi?

"Arkadaşlarımla buluşacağım." Genişçe gülümsedim. "Hayır." dedi tek nefeste.

"Evet." dedim sinsice. "5 dakikaya hazırım." Daha ağzını açamadan içeri girip hazırlanmaya başladım. Bu benim için onlar hakkında bilgi toplamam için bir fırsattı. Ve ben bu fırsatı kesinlikle kaçırmayacaktım. Bakalım onlar etrafa hangi ışığı yayıyorlardı. Siyah mı beyaz mı?

🌜🌚🌛

Herkese yeniden merhabaaa!

Bölümü nasıl buldunuz?

Sizce olaylar nasıl gelişecek?

Caleb ve Eleanor ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Eleanor'un diğerlerine yaklaşımı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şu ana kadar en sevdiğiniz karakter hangi karakter olduu?

LÜTFEN OY VE YORUMLARINIZI EKSİK ETMEYİNNN!

Sağlıklı huzurlu ve mutlu günler dilerimmmm!

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 27.1K 65
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
21.8K 3.4K 7
abilerim kurgusu, erkek versiyon. Bu kurgu reenkarnasyon içerir! 🐈⬛ Deniz'in, Egemen olarak yeniden doğduktan sonra hayalinde ki resme kavuşma hikay...
3K 756 28
Eski Veliaht Guan'ın kızı olan Lidena, babasını öldürmüş olan amcası Zeord tarafından sürgünden çağırılır. Ancak İmparator Zeord'un oğlu veliaht Gabl...
4.1M 251K 75
Mühür taşı gerçek mührüne kavuştuğunda kıyamet kopmalıdır. Her kıyametin sonunda, yitirilen hayatlar olur. Bu şeref hangimize ait? •Parmağımı...