Golden Boy and Princess // Sl...

By BelieveAndBeHappy

13.3K 1.5K 3.2K

More

b i r
i k i
ü ç
d ö r t
a l t ı
y e d i
s e k i z
d o k u z
o n
o n b i r
o n i k i
o n ü ç
o n d ö r t
o n b e ş
o n a l t ı
o n y e d i
o n s e k i z
o n d o k u z

b e ş

627 87 90
By BelieveAndBeHappy

Önümdeki ete bakarken Bay Ormar ile babamın kahkahasını dinledim. Tekrar saate baktım ancak en son kontrol ettiğimden beri yalnızca on beş dakika geçmişti. En azından iki saattir buradaydık ancak babam ile Bay Ormar arasındaki politik ve sakin tartışma bitecek gibi görünmüyordu.

"İlk kez bir Muggle doğumlu bakanlığın başına geldi. Yüzyıllardır olan düzeni kökünden değiştiriyor."

"Yapma, Martino. Granger iki yıldır her şeyi çok iyi idare ediyor. Bana sorarsan safkanlardan bile daha çok şey biliyor, Büyü Dünyası hakkında."

Marcus da önündeki tabağı izlemekten başka bir şey yapmıyordu. Zaten asla konuşmuyordu da. Yalnızca babam ona sorular yönelttiğinde, cevaplıyordu ancak bunu yaparken de Bay Ormar'ın elinin hep omzunda fazla sertçe sıkarak durduğunu görüyordum. Oturduğu yerde rahatsız, gergin ve rahat olmadığı her halinden belli oluyordu.

"Ee," dedi sonunda Bay Ormar tıpkı oğlu gibi siyah gözlerini bana çevirince tüm bedenim donar gibi oldu. Bana karşı her zaman kibar ve güleryüzlü olsa da ondan hep çekinirdim. Marcus'tan çekindiğim gibi değil, onunla tanıştığım ilk andan beri beni geren bir enerji yayıyordu. "Geleceğin Bayan Ormar'ından bahsedelim biraz da."

Az daha yemek boğazımda kalıyordu. Yutkunması birden en imkansız şeye dönüşmüştü bu minicik havuç tanesi. Sanki büyümüş, büyümüş beni boğmak istiyordu.

Marcus da şaşkınlıkla babasına bakıyordu. Anlaşılan bu ikisi arasında da geçmiş bir sohbete benzemiyordu. "Geleceğin kiminden bahsedelim?"

"Marcus," dedi Bay Ormar sert bir sesle ama hala yüzünde zorladığı gülümseme vardı. "Sana söz hakkı gelene kadar konuşmama konusunda ne demiştim?"

Marcus muhtemelen bahsi geçen hayatın kendisininki olduğunu fark ettiğinden elbette ki konuşmak istiyordu. Ancak babası ile tekrar göz göze geldiklerinde sustu. Yine de içinde delice alevlenmiş bir öfke olduğunu oturduğum yerden bile okuyabiliyordum.

"Bunları konuşmak için çok erken," dedi babam bu havadaki gerginliği fark etmemiş görünüyordu. Kırlaşan saçların alnını yalarken çatalıyla Marcus'u gösterdi. "Genç adamı henüz bu yaştayken korkutmamak lazım. Kızlar arasında çok popüler olduğunu duydum, Marcus."

Marcus bir şey söylemedi. Gözlerini diktiği boşluğa odaklanmıştı. Kaşları çatık, dudakları dümdüz incecik bir çizgi halini almıştı. Babamı duyduğundan dahi emin değildim. Sinirden titreyen ayağı belli belirsiz bir ses çıkarıyordu. Bu kızgınlığının yalnızca şimdiyle alakalı olmadığını anlamak için Marcus'u çok iyi tanımaya ihtiyacı yoktu kimsenin. Babasının üstünde kurduğu baskıya her zaman boyun eğip, kendini bastırması gerekiyordu. Bu yüzden hem babası tarafından eziliyor, bir de kendini eziyordu.

Marcus'tan nefret etmem milyonlarca sebep vardı. Tanıdığım en çekilmez insan olabilirdi fakat kendimi yerine koydukça düşünmeden edemiyordum. Kendimden nefret edilerek büyütülseydim, sonunda onun gibi herkesten kaçmaz mıydım? Belki. Belki de kendi hayatı yine de olduğu kişiye bir bahane olmamalıydı. Marcus hiçbir zaman kolay çözebileceğim ya da davranışlarının arkasındaki nedeni anlayabileceğim biri olmamıştı.

Bay Ormar da babamın gülmesine eşlik ederken Marcus'un eğdiği ensesine elini koydu. Dışarıdan bakan biri bunun yalnızca babacan bir tavır olduğunu düşünebilirdi. Fakat tırnaklarının etine gömülüp, etrafının kızardığını görebiliyordum. "Marcus. Bay Tenebris'e yanıt vermeyecek misin?"

Marcus sonunda beklediğim patlamayı gösterdi. Bir anda sertçe yumruğunu masaya vurunca babamla beraber irkildik. Gözlerinden adeta ateşler fırlıyor, babasına bakıyordu. Dişlerini birbirine öyle bastırıyordu ki çene hattındaki kemik bile yerinde zor kalıyora benziyordu. "Böyle bir şey olmayacak," dedi. "Sen de biliyorsun o kadar uzun yaşamayacak bile."

Sessizlik yine geri döndü. Bay Ormar şaşkın görünmekten çok Marcus'tan sıkılmış, onun bu hırçınlığından yine bıkmış gibi görünüyordu. Beni yüz ifadesi endişelendiren tek kişi babamdı.

Disiplinli ve kuralcı bir baba olmasına karşılık beni bir gün kaybedebileceği gerçeği yüzüne ne zaman çarpsa sarsılıyordu.

  "Tenebris," dedi Bay Ormar mahçup bir edayla babama doğru eğildi. "Çok çok üzgünüm. Böyle yap—"

"Sorun değil," dedi babam genzini temizlerken. İçkisinden bir yerine iki yudumu art arda alınca göstermek istediği kadar sorun değil olmadığını anladım. "Geç oluyor. Belki de çocukların Hogwarts'a dönme vakti gelmiştir."

Marcus aniden ayağa kalktı. Hiçbir şey söylemeden ilerlerken asasıyla ceketini işaret edip, kumaş eline havada uçarken kaptı. Kapıdan dışarıya bakınca üçümüz de tuhaf bir havayla baş başa kaldık. Marcus Ormar ve dramatik çıkışları. Bir klasik.

"Yemek için teşekkürler," dedim. Marcus'u bulmak için aceleyle restoranı terk edip, okula cisimlenirken az daha köprüden düşüyordum. Hogsmeade ve Hogwarts kadar birbirine yakın mesafelerde bile hala bu konuda çok becerikli olamıyordum. Üstelik şu mide bulandıran ve baş döndüren his belki de günlerce üstümden gitmek bilmiyordu. Neyse ki Marcus'u ana holden aşağıya, zindanlıklara inerken yakaladım.

"Mark" dedim onu durdurmak için elini tutmaya çalıştım fakat avucu tutuşumdan kayarken bana hışımla döndü. Gözleri aynı alevler gibi, kızgınlıkla titriyorlardı. İşaret parmağını yüzüme salladı.

"Bana bir daha asla böyle seslenme."

Kelimeleri söylerken bile kendinden atmak ister gibi, sanki kendi sesinden bile nefret ediyormuş da onu kendinden uzaklaştırmaya çalışıyormuşça söylemişti. Benden çok kendine kızgındı. Onun için hep durum buydu sanırım. Her gün en çok kendinden nefret ederek yaşıyordu.

"Tamam," dedim neden ona böyle seslenmemden hoşlanmadığını anlayamazken. Çok eskiden, küçücük birer çocukken ona böyle seslenilmesini sorun etmezdi. Adının kısaltılmasının bile canını sıkacak evreye geldiğini bilmiyordum. "Baban konusunda üzgünüm. Söyledikleri korkunçtu. Belki seni anlayamam ama yanınd—"

"Hayır," diye böldü beni. Göğsü hızlıca inip kalkıyordu. Çenesini öyle sıkmıştı ki boynundaki bir damar beliriyordu. "Anlayamazsın. Beni rahat bırak, Sukie."

"Marcus, en azından arkadaşım değil misin? Neden—"

"Hayır, Sukie! Arkadaşım değilsin. Kimse arkadaşım değil. Yalnız büyüdüm. Yalnızım. Ve yalnız olacağım. Bu benim çok uzun süre kabul ettiğim bir gerçek. Senin acımana ihtiyacım yok— çünkü senin için acınacak durum benim için olağan. Hepimizin sırf istediği oyuncağı alamayıp, ağlayınca onu teselli eden bir babası yok."

Alay eder gibi bilekliğime bakıp güldü. Sesi çatallanınca simsiyah gözlerine baktım. Kemikli ve zayıf yüzü iyice içine çökmüştü. Koyu kahverengi bir saç tutamı gözlerine giriyordu ancak çekmekle uğraşmadı.

Marcus'u suçlamaktan kaçamadığım her an için yine pişman oldum. Mark'tan neden hoşlanmadığını az çok çözmüştüm şimdi. Annesi ona Mark derdi. Onu kaybetmeden önce.

Yalnız büyüdüğü kısmı da doğruydu. Marcus küçük bir çocukken çok farklı olsa da, hep içine kapanık büyümüştü. Annesini hastanede ziyaretten her döndüğünde biraz daha üzgün olurdu yüzü. Pek arkadaşı olmazdı. Çocukların onu oyunlarına davet etmediği de yoktu, yalnızca hep yalnızdı. Kardeşi de yoktu. Annesi gibi, babası da yanında olmamıştı.

Ama Marcus'a ulaşmak o kadar imkansızdı ki. Ne zaman bir duvarına yaklaşacak olsam beni metrelerce öteye atıyordu. Orada kalacağımdan da emin olmak istiyordu. Bunu herkese yapıyordu daha doğrusu. Birinin içeriye girmesine izin vermek bir yana, yaklaşmasına tahammülü yoktu.

"Yanında olmak istiyorum. Yardım etmek istiyorum."

"Hayır, Sukie. İstemiyorsun, Tanrım. Nasıl bu kadar kör olabilirsin? Beni hiçbir zaman istemedin. Sen yalnızca yalnızlıktan deli gibi korkan, küçük bir kızsın. Yalnız kalmaktansa, sana kendini iğrenç hissettiren bir çocukla beraber olmayı bile tercih edersin."

"Marcus, bunu nasıl söylersin?"

"Duymasının zor olması, doğru olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kimse beni istemiyor, kimsenin bana ihtiyacı yok. Bu da benim için sorun değil. Ben bu gerçekle yüzleştim. Artık senin de yüzleşmen gerek. Lütfen beni rahat bırak. Hep olduğum gibi. Bunları sana bir daha söylemeyeceğim. Yalnız olmak benim için hiçbir zaman sorun teşkil etmedi çünkü bildiğim tek şey bu. Sakın, yanımda olmaya çalışma. Özellikle de benim için yanımda olmak istemezken. Çoktan kendine yeni bir denet faresi buldun değil mi? Gidebilirsin. Vicdanını susturmak için de artık iyi arkadaş rolü yapma, Sukie. İkimiz de seni tanıyoruz. Kötü hissetme." Soluk soluğa konuşunca durmak zorunda kaldı. Parmaklarını saçlarına geçirip mırıldandı. "Gidebilirsin. Herkes gider."

Donmuş gibiydim. Marcus'un sözleri hiçbir zaman çok kibar ve candan olmazdı belki ama bu kadar gerçekçi konuştuğuna da kolay kolay şahit olmazdım.

Saniyeler boyunca uzun, karanlık koridorda birbirimize baktık. Bir an için neredeyse üzgün göründü. Ama çabucak toparlandı. Bir küfür savurup, dar koridorda omzuma çarpıp olduğu yerden ayrıldı.

Continue Reading

You'll Also Like

81.6K 6.5K 38
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
156K 16.5K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
69.7K 5.2K 30
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...
31.4K 2.8K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !