MIH

By _Mehsa_

7.3M 325K 182K

İntikamın kıyafetini hiç merak ettiniz mi? Peki ya bedenini? İntikam,nefretle kararmış lacivert gözlerdi. İn... More

TANITIM VE PROLOG
1-*Canavar(Canver)*
2-*Ceylan*
3-*Kuyunun Hikayesi*
4-*Azrail'in Evi*
5-*Gazap*
6-*Ezinç*
7-*Cefa-Pişe*
8-*Gönülçelen*
9-*Kaçak*
10-*Nikah*
11-*Lahza*
12-*Charlie*
13-*Kale*
14-*Şiraze*
15-*Müge*
16-*Zar*
17-*Tutulma*
18-*Figan*
19-*Hükümdar*
20- *Mecruh*
21-*Kral Payı*
22-*Billur*
23-*Hançer*
24-*Sanrı*
26-*Dildâde*
27-*Kor*
28-*Sevda*
29-*İhtilal*
30-*Bahar*
31-*Meftun*
32-*Ateşpare*
* SİRAÇ VUSLAT 19.04*
33-*Fedakar*
34-*İrade*
35-*Oda*
36-*Cambaz*
37-*Vurgun*
38-*Asil*
39-*Kırmızı*
40-*Azap*
41-*Uçurum
42-Veda
43-*Güz*
44-*Acı*
45-*Katran*
46-*Safderun*
47-*Devran*
*19.04 & Doğum Günü Özel*
48-*Anne*
49-*Baba*
50- *Bedel*
51-*Kader*
52-*Masal*
53-*Şakayık*
*Özel Bölüm*
*54- Toprak*
*21.21*- DUYURU

25 -* Raks*

127K 5.4K 4.1K
By _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ

Selamünaleyküm Mehsa'nın fedaileri! Ben geldimmmmm💃💃💃💃

Bu bölüm lafı kısa tutup modumuzu atıyorumm!💃💃💃 Çünkü geç kaldımm🤣🤣

Şuraya da nasıl olduğunuzu yazıyorsunuzzz💃😏😏

Sonra kınamızın başlangıcı olan bölüme gidiyoruzzzz!💃💃💃💃🤩🤩🤩

Sizi çok seviyorum ben. Unutmayınn! Sizin için upuzun bir bölüm buuuu!🤩💃🤩💃🤩💃

İyi okumalar dilerim😈🤩😈💃😈🤩

MÜZİK KUTUSU
(Kına Müziklerini Diğer Bölüm Koyacağım💃💃)

Fadel Chaker- Habetak

Sıla-Yan Benimle

Carmen Soliman- Lemme Teşfik Aynı


🌙Instagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

🥀🌙 Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_
🥀🌙 Twitter: mehsahikayeleri

🥀🌙Takip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺

🌌☀️🌌☀️🌌☀️

Genç adamın defalarca kana boyanmış parmakları düşmanının boynuna sarılmıştı. "Demek Güneşim, öyle mi?!" dediğinde gözü öfkeden öylesine dönmüştü ki kimse ona yaklaşmaya cesaret edemiyordu.

"Demek senin kızın, öyle mi orospu çocuğu?!" Bağırmıyordu, hayır. Ama sesinde öyle bir öfke vardı ki sanki gazap sesinin arkasında titreşiyor ve iki kişi konuşuyorlardı. Önündeki adamın yüzü yumruklarından dağılmıştı ama daha yeni başlamıştı.

Parmakları sardığı boğazı deldiğinde, "Sana ciğerini delerim, demedim mi?!"dedi.

Boynunu geriye yatırmıştı. Kuznetsov 'un nefessizlikten gözleri yuvasından fırlayacakmış gibi duruyordu. İnleyecek kadar bile nefesi yoktu.

"Demedim mi?!" diye kükrediğinde Kuznetsov son nefesini vermek üzereydi artık. Siraç ellerini serbest bıraktı ve geri çekildi. Kuznetsov öksürerek bağlandığı sandalyede hızlı hızlı nefesler almaya başladı.

Onu buraya düşüren herkese lanet ediyordu Kuznetsov. Planı kusursuzdu. Kurula güvenmişti ama birinin ihaneti ile buradaydı. Üstelik amcası hayattaydı.

O an, Azrail'in avuçlarına düştüğünü anlamıştı. Kurduğu kendi Krallığının kolonları çökmüştü. Adamlarının tereddütünü gördüğünde Vuslat'ın kızına saldırmaya çalışmıştı ama faydasızdı. Zapt edilmesi çok kısa bir zaman almıştı.

Arabayı da patlatmaya çalışmıştı ama şimdi anlıyordu, kiminle boy ölçüştüğünü düşünememişti. Onu uyarmışlardı, güvenlik duvarları olduğunu şirketinin kendi frekansında radyasyonla bütün kumandalı araçları yönetebildiğini söylemişlerdi ama onu küçümsemişti.

Şimdi tahtı elinden gitmişti. Küçümsediği ölümün elindeydi. Keşke korkudan ölebilseydi. Onun işkence mahzenine düştüğünde adını anmadığı Tanrıyı dilinden düşürmüyordu.

Ölmek istiyordu.

Azrail'in eline aldığı çatal uçlu bıçağı gördüğünde, bağlandığı sandalyeden kurtulmak için bütün kuvvetiyle çırpındı.

"Yalvarırım sana, yalvarırım öldürme beni. Ne istersen yaparım." derken bile dili yediği dayaktan dolayı kanla dolmuş ağzının içinde dönmüyordu.

"Öldürmeyeceğim." dedi Azrail üzerine gelirken. Elindeki işkence aleti soluk ışıkta parıldadı ve lacivert gözlerde kazılan mezarları , orada delirmiş bir adamın yüzünü gördü Kuznetsov.

O bir cellattı. Hisleri yoktu.

"Ama dilin bir daha ışığı anamayacak."

Bir gün sonra kurula, Kuznetsov 'un parçalara bölünmüş dili, üzerinde solmuş Aslanağzı çiçeğiyle birlikte büyük bir kutu da hediye olarak gönderilmişti.

Aslanağzı, rengarenk çiçekleriyle düzenbaz olarak adlandırılırdı. Solduğunda ise kafatasına benzeyen bu çiçek, düzenbazların sonu için muazzam bir mesajdı. Zaten üzerine yerleştirilmiş küçük notta bunu işaret ediyordu.

"Dilinize, gözlerinize ve ellerinize sahip çıkın! Af yok, sonunuzun ölüm olacak! Lütuf göstermeyeceğim..."

Kuznetsov da paketlenip amcasına gönderildiğinde, kurul ilk darbesini almıştı. Herkes bir ihanet olduğunu düşünüyor ama bunu dillendirmeye cesaret edemiyordu.

Tek açıkça konuşan kişi Çakılı 'ydı. "Bir ihanet var!" dediğinde kurul acil olarak toplanmıştı. Bu sefer yanında kızı yoktu. Eskisi gibi yüzleri gülmüyordu. Emir bile düşünceliydi.

Palalı konuştu onun ardından. "Bir ihanet olacaksa bu Kuznetsov tarafından yapılırdı. Onun da çöküşünü gördük. Geriye kalanlarımız ise neredeyse yirmi yıldır beraberiz."

O da düşünceli duruyordu. Elinde tuttuğu viski bardağını yavaşça sallıyor ve hareket eden sıvıyı izliyordu.

Emir ise hırsından sürekli oturduğu koltukta kıpırdanıyordu. Kurul birbirine düşecek diye yada Vuslat'a karşı tek kalacak diye ödü kopuyordu.

Bu düşünceyle,"İhanet düşünülemez! Aramıza nifak sokmak istiyor." dediğinde Çakılı parladı.

"Seni benim tarafımdan elinden vurdurtan o değil miydi Emir?" Emir gri gözlerini kaldırıp karşısındaki eski toprağa baktı. Kaybetmeyi hazmedemiyordu. Vahşileşmişti. Onu ele geçirmenin hırsı gözlerini karartmıştı.

Tekrar onu köle etmek istiyordu. Tekrar tasmasını ele geçirmek istiyordu.

Hırsıydı konuşan, o değil."Bilerek yaptı, bu şekilde birbirimize düşelim diye. Ama oynamasına izin veremeyiz. Devam etmeliyiz. Bu düğün ona bir kazanç getirecek. Bu bariz belli. Zaman kaybedemeyiz."

Emir'in gözünü öyle bir hırs bürümüştü ki kimse onun dediklerine itimat etmiyordu. Marliyn'e baktı Çakılı.

"Ben desteğimi çekiyorum." cümlesi gergin ortamı bıçak gibi kesti.

Emir dehşete düşmüş bir yüz ifadesiyle ona döndü. "Ne demek çekiyorum?!" diye bağırırken oturduğu sandalyeyi itti ve ayağa kalktı.

"Yoksa sen misin sahtekar ondan mı böyle davranıyorsun?! Ne demek desteğini çekmek?! Çekemezsin, o adam elimize geçecek! Geçecek!"

Çakılı İbrahim, Emir'in hep deli bir tarafı olduğunu biliyordu ama bu kör hırsının artık kurbanı olmak istemiyordu. Bu yüzden oldukça sakindi.

"Senin aksine boş saldırı ile kan kaybetmek yerine izleyip açık bulmayı tercih ederim." dediğinde yavaşça ayağa kalktı Çakılı. Elindeki kehribar tespihinin sapından tutarak onu gösterdi.

"Yoksa senin tasmalamışken bizde araya kaynayacağız."

Emir ona saldırmaya kalktığında kurulda ortalığı yatıştırmak oldukça uzun sürdü, kurul büyük bir dağılmayla karşı karşıyaydı ama Çakılı kendinden emindi. Nitekim hiç tahmin etmediği birisi ona iş birliği teklif ettiğinde açık bulabileceği inancıyla, hevesle kabul etmesinin sebebi buydu.

Ama bilmiyordu ki bu da bir oyalama taktiğiydi. Üstelik bu sefer Vuslat tarafından değildi.

⚜🔱⚜

Elif'ten:

Telaşla ayağa kalktığımda, görevli öğretmen tarafından uyarı aldım. "Sınav başlamak üzere, lütfen yerine otur."

Ama ona değil önümde soğuk soğuk terleyen ve dudakları morarmaya başlamış genç kıza bakıyordum. "Ona yardım edin." dedim önümdeki kızı göstererek.

Kafamı kaldırdığımda görevli öğretmen kafası karışmış bir şekilde önümdeki kıza bakıyordu. "Ona yardım edin." dedikten sonra koşturarak sınıftan çıktım. Sınıfa giren hocalardan birisi dönüp bana baktığında dikkat çektiğimi biliyordum.

Düşünmedim olasılıkları, tereddüt etmedim.

Bu yüzden yangın merdivenine doğru yöneldim. Normalde kilitli olması ihtimali yüksekti ama bulunduğum kattaki yangın merdivenleri normal merdiven olarak kullanıyordu. İçine girdim ve hızla aşağı inmeye başladım.

Titriyordum. Aşağı inerken aklımda önümdeki kız, Siraç 'a, dedemlere ulaşabilme ihtimalleri dolanıyordu ama bu çareleri gerçekleştirebilmek için okulun ön kısmında olan korumalarla iletişime geçmem gerekiyordu. Beni tehdit etmeye yeltenmemiş olsalar bile önüme koyulan tehdit gencecik bir kızın hayatıydı.

Riske atamazdım.

Elimde tuttuğum kalem tek silahımdı. Onu da bilinçsiz almıştım. Elbisemin koluna sakladım. Kolu lastikliydi. Tek çarem buydu. İndiğim merdivenlerde herhangi bir şey aramak bile o an ki tek çaresizliğimdi.

Merdivenleri, ayaklarımın dolanma ihtimali çok yüksek olmasına rağmen hızla inerken zemin katına ulaştım. Terliyordum. Bende o kız gibi ecel terleri döküyordum. Üstelik depo katına açılan yangın merdiveninin kapısına ulaştığımda daha da kötü oldum.

Kapının kilidinin kırıldığını görünce bununda planlandığını, gideceğim yolun bile tahmin edildiğini fark etmek beni sarsmıştı.

Aklımın küçük bir köşesine bu işin içinde Siraç'ın olup olmadığına dair şüphe düştüğünde buna tutunmadım ve kapıyı açıp bir cesaretle depo katına girdim. Tutunursam delirirdim çünkü.

Soluk bir ışıkla aydınlatılan kat soğuktu ve odalardan birisinin kapısı açık bırakılmıştı.

Genç bir kızın canı mevzu bahis olandı.

Odanın içinden koridora ışık vuruyordu. Hızlı adımlarım boş ve soğuk zeminde yankılanırken bir an bile düşünmüyordum. Düşünürsem kesinlikle her şeyi riske attığımı, büyük bir koz olarak tuzağa çekildiğimin daha çok idrakine varacaktım.

Ama benim yüzünden canıyla imtihan olan bir kız vardı. Duramazdım.

Bunun bilincinde olarak girdim o odaya. Temizlik eşyaları ve istiflenmiş bazı okul gereçlerinin olduğu bir odaydı bu.

İçinde bunlardan başka iki sandalye, bir adam vardı. Adam ayakta duruyordu.

Beni görünce başıyla hafifçe selam verdi. Elinde kehribardan tespihi, gözlerindeki yeşil zehir, nişanımda ki Siraç 'ı tehdit eden adamla karşılaşmayı beklemiyordum.

Üstelik yalnızdı da. "Senin gibi iyi niyetli bir kızın böyle acımasız bir adamla nasıl bir arada olduğunu anlayamıyorum." dedi. Kurduğu ilk cümlesinin bu olmasına şaşırmıştım. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Ama samimi değildi.

"Geldim." dedim soğuk bir sesle. Gülümseyişi genişlediğinde yüzümü inceliyordu. Boşta duran eli önündeki yeleğine gitti ve cep saatine baktı. Sonra bakışları bana yöneldi.

"Oturmaz mısın Vuslat'ın kadını?" dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım bağırmamak için. O kadar sakindi ki.

Konuştuğumda sakinliğimi korumak oldukça zordu. "O kızın iyi olmasını sağla." dediğimde omuzları yavaşça sallanarak gülmeye başladı.

Kendisi önümdeki sandalyeye oturduğunda öfkenin, endişeyle birleştiğinde ne kadar tahammülsüz olduğunu fark ediyordum. "Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan." dedi gülerken.

Dişlerimi birbirine bastırdım bağırmamak için. Sakin olmalıydım, kızın hayati tehlikesini atlatmasını sağlamalı ve amacını öğrenmeliydim.

"Bu kadar rahat olmamanız için bir uyarı sadece. O kız iyi olacak, deyin bana." Elimle sandalyeyi gösterdim. "Bende oturayım."

Aslında korumaların bir terslik olduğunu fark etmesine güveniyordum. Siraç 'ın güvenlik kameralarına önem gösterdiğini, tersliği fark edip birilerini yanıma göndermesi an meselesiydi. Ama karşımdaki adamı kışkırtmak istemiyordum.

Yaşlı adam gülmeyi bırakıp bana baktığında oldukça sakin bir yüz ifadesine sahipti. " Görevli öğretmenlerden diğeri müdahale etti. Ona içirdiği suyun içinde, okula gelmeden önce bizimle yaptığı yolculukta içirdiğimiz zehrin panzehri var. "

Ölümün soğuk nefesi ensemden uzaklaştı. Şimdi karşımdaydı ama umurumda değildi. Gözümün önünden o kızın can cekişen yüz ifadesi uzaklaştı.

Karşımdaki adam yaptıklarından bahsederken o kadar rahattı ki, sanki bahsettiği insan canları ve bunun üzerine yaptığı tehditler sadece bir oyundu. Yüzüne donuk bir ifadeyle baktığımda duraksadı. Sonra ciddileşti.

"Şimdi otur, çocuk! Buraya sana zarar vermeye gelmedim. Elimdeki imkanı böyle kullanmayacağım."

Dediğini yapmayıp ayakta kaldığımda iç çekti karşımdaki adam. Sinirlendiğini görebiliyordum ama dezavantajda olsam da başımı eğmeyecektim. Sevdiğim adam öyle duruyordu çünkü karşılarında.

"Pekala," dedi pes eder gibi. "Fazla vaktim yok. Seni karşıma almamın sebebine gelelim. Neden Vuslat'la evli olduğunu biliyor musun? " Ona bakmak yerine gözlerimi etrafta dolaştırdım. Sesindeki alaycı ton tıslar gibiydi.

"Biliyor musun?" diye sordu bir kez daha.

Hiçbir şey söylemedim ama yüzümden anladı sanki. Sessiz kaldım kısa bir süre. Yüzüne baktığımda ellerini önünde kavuşturdu. Gözlerinde zehirli yılanlar dolandı karşımdaki adamın.

"Peki onun neden bu kadar öfke dolu olduğunu biliyor musun? Ne yapmaya çalıştığını? Neden ona engel olunmaya çalışıldığını?"

Başımı olumsuz anlamda salladım sadece. Kalbim, karşımdaki adamın ruhundaki günahların çığlığında sarsılıyordu sanki.

"O genç adam bir köleydi, Vuslat'ın kadını. Gerçekten bir köleydi. Seni yakınında tutmasını bu yüzden anlamıyorum."

Bilmediklerimden dolayı gözlerimin dolduğunu hissettim. Bahsettiği köleliğin ne olduğunu bilmiyordum ama saklananların da fısıltıları olurdu. Acısını duyurmaya çalışırdı. Duyuyordum.

Duyuyordum, ağlıyordu onun olan yüreğim bu fısıltılara.

Gözlerimin içine baktı yaşlı adam. Bildikleri bataklık olan yüzeyden yavaşça sızdı. Hangi sırrı taşıyorsa en çok beni zehirleyecekti, görebiliyordum.

"Hayır, sen hiçbir şey bilmiyorsun." dedi bana bakmaya devam ederken. Sonra yavaşça ayağa kalktı. "Bilseydin bu kadar sorgularcasına bakmazdın bana. En azından bazı şeyleri biliyorsun sanmıştım. Seni koz olarak kullanacağım zaman sadece bedenin yetmez. Tuzağa düştüm."

Sinirlendiğini fark ettiğimde yerimden kıpırdamamaya dikkat ettim. Elindeki tespihi sıkıştırdı sonra bana doğru gelmeye başladı. "Bilgiye ihtiyacım var benim. Bana senin bir şeyler bildiğin söylenmişti!" dediğinde ürksem de, kalp atışım korkuyla hızlansa da yerimden kıpırdamadım.

Belindeki silahı görebiliyordum. Ben ise silahsızdım. Riske atamazdım kendimi. Koşsam da sırtımdan vurma ihtimali çok yüksekti. Alay eder bir gülümseme kapladı yüzünü. Sakinleşti birden.

"En azından artık yenilmez olmadığını bilecek. Işığının yanındayım. "Yüzüme doğru uzanan elini görünce geri çekildim. Bana doğru bir adım daha attı.

"Bunu ona da söyle olur mu küçük kız?" Acımasızlığını gördüm yüzünde. Korkmamak için kendimi zorladım. Bu sefer aniden bileğimi tuttuğunda kolumu kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi. Avucumu zorla açtı ve ortasına tespihini koydu. Elimi kapattı.

"Her şeyi bilemez. Her zaman yenemez. Ona bunu hatırlat. Ve bir daha ki sefere yanına cesedini gönderme ihtimalimi de hatırlasın. Beni artık karşısına almasın. "

Kibirle söylediği cümlelerin ardından önce saatine, sonra bana baktı. Sonra kapıya doğru ilerledi. Onun arkasından bakarken ne yaşadığımı sorguluyordum.

Tam gideceğini sanıyorken bir an duraksadı. Başını dönüp bana tekrar baktı. "Birde sor ona çocuk!" Kısık gözlerinde yeşil yılanlar zehrini son kez kusmak için duraksadı.

"Beş kurşunu, sor! Nasıl yaşayabildiğini sor? Belki o zaman yanında hep mutsuz olursun."

Beş kere vuruldum. Beş kere sırların arkasındaki acı vurdu beni.

Acımasızca sarf ettiği sözler, cevabını bilmesem bile canımı yaktı. Kalbimin ortasında hançerin acısını hissediyordum. Beş kere saplanmıştı. "O hep köleydi..." diye mırıldandı ve odadan ağır adımlarla çıktı. 

Onun ardından kapıyı kapatan kişi bir an gölgelerin arasında belirdi ama yüzünü göremeden kapı kapandı.

Olduğum yerde donup kaldım. Sanki vurulan bendim. Öylece boşluğa ,sanki karanlık bir yola bakıyordum. Ayak sesleri geliyordu. Biliyordum, geliyordu. Benim için geliyordu.

Bende yönümü kapıya dönüp dışarı çıktığımda onu gördüm.

Yüzünde ilk defa telaşlı bir ifadeyle.

Arkasında adamları ve güvenlik görevlileri. Ama en önde o. Koşmaktan dağılmış saçları ve ilk defa gözlerinde gördüğüm korku.

Ama asla o adamın dediği gibi köle olmayacak kadar dağ gibi dik duruşu.

Ona doğru ilerlediğimde ayaklarımdaki dermanın tek sebebi ona kavuşmaktı. Gövdem, dağ gibi gövdesine, kalbim asla köle olmayan kalbine, yara almış ama hep dimdik duran, hayatımda gördüğüm en sarsılmaz adama sarıldığında gözlerimi sımsıkı kapattım.

"Üşüyorum." dedim başımı göğsüne gömdüğüm de. Kolları sımsıkı sardı beni. " Günışığı!" dedi aynı telaşa sahip olan sesiyle.

"İyi olduğunu söyle bana.." Elleri gövdemde dolaştı. Yara arıyordu, biliyordum. Sonra eli yüzümü buldu. Çenemi avuçladı ve başımı kaldırmaya çalıştı. İzin vermedim. Ona sığınmak istedim. Korkmamıştım, beni sarsan sözlerdi.

Etrafımız da insanlar vardı. Koşturan ayak seslerini duyuyor, sorulan soruları bir kuyunun içinden dinliyordum ama onun sesi hariç hiçbir şey anlamıyordum.

"Bir şey mi yaptılar sana?" dedi. Sesinde gazap vardı ama onun itibarını sarsan korkuydu. Yüreğimin, yüreğinin korkusuydu.

Kalbinin üstüne dudaklarımı bastırdım. Bu kadar hızlı attığını ilk duyuşumdu. Korkudan böyle atmasın istedim.

"İyiyim." diye mırıldandım. "Ama çok üşüyorum. "

Zangır zangır titriyordum. Sesim bile titriyordu. Yüzümde duran elini tuttum ve elimdeki tespihi verdim ona. Bakmadım yüzüne ama öfkesi kulağımın altındaki kalbini cayır cayır yaktı, hissettim.

"Çakılı!" dedi hırsla, öfkeyle, ama en çok bitmek bilmez nefretiyle. "Bulun onu, hemen bulun! Uzaklaşmış olamaz." derken öfkesi yeni bilenmiş bıçak gibiydi. Dikiş tutmayacaktı.

Kollarımı gövdesine daha sıkı sardım bu yüzden. Öfkesinden korktum. "Gidelim mi?" diye kısık sesle konuştum. Onun öfkesi kükrerken benim sesimi duyulmayacak kadar kısıktı.

Ama duydu. Duydu ve eli yine yüzümü buldu. "Bana bak!" dedi. Bu sefer direnemedim, gözleri gözlerimi buldu.

Fırtına vardı gözlerinde, yakmak istedikleri vardı ama beni bulamıyordu. Yanarım diye korktuğunu gördüm ilk defa yüzünde. Endişesini saklayamıyordu.

"Bir şey mi yaptı sana?" diye sordu. Sanki bu sorunun cevabı onu delirtecekti. Öyle bir bakıyordu ki bana, gözlerim doldu.

Bana değil, sana yapmışlar, diyemedim. Buna kahroldum. Ne saklıyorsun, bir enkaz mı? Neden saklıyorsun, kaldıramam diye mi? Ben şimdi bile kaldıramıyorum, diyemedim.

Diyemedim...

Başımı yavaşça sağa sola salladım sadece. Yüzünde ki rahatlama ifadesi canımı yaktı. Canımın önüne canını koymuştu. Ama o benim canımdı, haberi yoktu.

"Ne olur gidelim.." dedim dudaklarım titrerken. Ağlamak istemiyordum. "Üşüyorum, gidelim." Gözlerimde ne gördüyse başımı tekrar gövdesine, ait olduğum yere, kalbine bastırdı. Beni kucağına aldığında beni öyle bir gövdesine bastırışı vardı ki kaybetme korkusunun ikimizi de ele geçirdiğini hissediyordum.

Yanındaki kimdi, bilmiyordum ama, "Bütün kamera kayıtları, kim hain, kim köstebek herkes bu akşam önümde olacak!" dedi dişlerinin arasından.

"Tamam efendim.." diyen Umut'un sesi bizden çoktan uzaklaşmıştı. Çünkü Siraç hareket etmişti. Adımları hızlandı. Ama beni öyle bir sarmıştı ki sarsılmıyordum bile. İnsanların sesi kulağıma ulaştı. Gözlerimi kapattım.

Hayıflanmalar, sınavı kaçırdığım için üzüntüye kapılanlar, merak edenlerin uğultusu etrafımı sardı. Oysa benim tek korkum o kızın canıydı.

Sonra kollarındaki adamın geçmişiydi. O öyle bir geçmişti ki ne yanına yaklaşabiliyor, ne duyduğum ağıtına kulak tıkayabiliyordum. Arasatta kalmıştım.

Dedemin sesini duydum. "Yadigarım!" dediğinde gözlerimi açmadım. Kimse ile yanlışlıkla da olsa göz göze gelmek istemiyordum. Cesaretimi kaybetmiştim.

Ama sonra annemin sesini duydum. "Kızım!" dediğinde sesinde öyle bir korku vardı ki gözlerimi açmak zorunda kaldım.

"İyiyim." dedim ama sesim öyle titriyordu ki ne onun gözlerindeki endişe bitti ne ben onu ikna etmeye güç bulabildim.

Neden böyle sarsıldığımı sorsalar açıklayamazdım bile. Ne diyecektim, sırf onu alt edebilmek için her seferinde bana vuruyorlar ama yine onunla. Yine onun yaralarıyla. Bu yüzden sebebini bilmediğim yaralarıyla ben mi kanıyorum?

Yine onu o hale getirmek istiyorlar. Buna sebep olmaktan korkuyorum. Sebebi olmaktan korkuyorum mu?

Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Bu yüzden güçlü gövdesine sarıldım. Dedem arabaya binmeden önce Siraç 'ın kulağına yaklaştı. Bir şeyler söyledi.

Siraç 'ın çatık kaşları, öfkeli yüz ifadesi daha da derinleşti ama kafa sallamakla yetindi. Sonra arabaya bindik. Önde annem oturuyordu.

Siraç oturduktan sonra ceketini hırçın hareketlerle çıkardı. Öfkesi kendineydi, görebiliyordum. Ona yenik olmadığını, her şeyi anlatmak istedim ama öyle titriyordum ki sadece, "O kız kurtuldu mu?" diyebildim.

Üzerime doğru eğildi ve eli yüzümü buldu. Merhameti olmadığını iddia eden gözlerindeki bana karşı merhametti. "Kaç kere dedim sana." dedi yüzümü severken.

"Koyma kendi önüne başkasının canını." Gözleri yüzümde dolandı. Sanki hala göremediği bir yaram olabilirmiş gibi bakıyordu.

"Hiç mi düşünmüyorsun, sana bir şey olsa kahrolacakları?" Biraz daha eğildi üstüme. Bir tek o kaldı dünyamda.

"Kahrolacağımı. Mahvolacağımı."

Sesi kısıldı. Sadece ben duydum serzenişini. Gözyaşlarım süzülüyordu şakaklarımdan. Engel olamıyordu. "İnsanlığımın da kalmayacağını..."

Zaten o sınırda dolandığını öyle bir hissettiriyordu ki o an önündeki tek engelin ben olduğumu fark ettim. "Öleceğimi ama her öldüğümde öldüreceğimi. "

Başımı hızla sağa sola salladım. "İyiyim, iyiyim ben. Bak bir şey olmadı. " dedim. Onu teselli etmeye çalıştım ama ikimiz de aynı korkuyu taşıdığımız için yeterli olmadı .Ben ona bir şey olacak diye korkuyordum. O da benim için aynı korkuyu taşıyordu.

Annemin sesimi duydukça başın arkaya bizim olduğumuz tarafa döndürdüğünü göz ucuyla görüyordum.

Ona da döndüm. "Valla iyiyim ben. Ben o kız için çok korktum." dedim sadece. Titremeye devam etmesem daha inandırıcı olabilirdim ama kendimi savunabilmem bile bir gelişmeydi.

"Ne dedi sana?" Siraç 'a döndüm. Ellerim ceketinin altındaydı, bu yüzden ona uzanamadım ama hafifçe gülümsedim.

Hala aklımda o adamın sözleri yankılanıyordu. O yankının altında sevdiğim adamın acı çektirilişi yatıyordu. Bunu ondan nasıl saklayabileceğimi bilmiyordum.

"Eve gidelim, ısınayım. Öyle konuşalım, olur mu?" dedim. Bu hoşuna gitmedi ama ısrar da etmedi. Kolları sımsıkı sardı beni, bende ona sarıldım.

Keşke böyle onu hep sarıp sarmalasaydım da ne geçmişi ne şimdi var olan düşmanları ona zarar veremeseydi.

Ama her istediğimiz olmuyordu işte. Bunu şu bir kaç günde çok iyi anlamıştım.

⚜🔱⚜

Eylül'ün evine geldiğimiz de buraya neden geldiğimizi sorgulayamadan Siraç beni taşıyarak eve girdi ve üst kata çıktı. Eylül muhtemelen evde değildi çünkü onu görmemiştim. Eski odama geldiğimiz de kapıyı açtı ve içeri girdi.

Yüzündeki öfkeli ifade kontrolünü kaybetmeye yakın olduğunu gösteriyordu. Eğer şuan beni bırakıp buradan giderse acımasızlık onu kör edecekti. Yakacak, yıkacak ama en çok kendisi yanacaktı.

Beni yatağa kırılacak bir hazineymişim gibi nazikçe bıraktıktan sonra üstümden ceketini aldı ve örtüyü örttü. Ama şimdi daha çok üşüyordum. Hareketleri nazikti ama teninin altındaki öfkesinin nasıl fokurdadığını görebiliyordum.

Eli bana uzanmışken örtünün üstündeki elini tuttum. "Ben böyle ısınamam." dedim buz fırtınasına düşmüş lacivert gözlerine bakarken. Yüzü gerginlikle kasılmıştı.

Başımı eğdim hafifçe. Ona bakarken muhtaç hissediyordum kendimi. "Kucağına kıvrılsam şuracıkta." dedim yatağın köşe kısmını göstererek. Hafif bir şekilde gülümsedim.

Sevimlilik yapıyordum farkında olmadan ama gitmesin istiyordum, onsuz cidden üşüyordum. Tuttuğum eline baktı. Ellerim cidden buz gibiydi. Sonra gülüşüme takıldı gözleri. Öfkesine takıldı gülüşüm. Ona engel olmak istedim.

Nitekim yüzü biraz olsun yumuşadı. "Sen çok akıllı bir kızsın, Günışığı." dedi. İçindeki savaşın galibi haykırıldı. Gülümsemem genişledi.

"Ben?" dedim ona şaşkın şaşkın bakarken. Yatağa oturdu ve sırtını başlığa yasladı.

Sonra beni kendine doğru çekti ve kucağına aldı. "Ben ne yapmışım?" dedim dudak bükerken. "Hiç bir şey yapmamışım." diye devam ettim. Gülümsüyordum.

Başımı sert göğsüne yaslandı. O kadar güvenli hissediyordum ki burada sanki sırtımı dağa yaslamışım gibi geliyordu. "Kendin hükmünü verdin zaten." dedi örtünün içindeki ellerimi alıp tek elinin içinde birleştirmeden önce.

Ellerimi de, yüreğimi de ısıtıyordu.

"Haklıyım ki verdim işte." Başımı kaldırıp kısık gözlerle ona baktım. Çenesinin sivri hatları hala gerginlikle bilenmişti. Bedeninden bana akan öyle bir enerji vardı ki sanki ateşe sarılıyor, onu zapt etmeye çalışıyordum.

Yinede hafif gülümsediğini görünce birleşmiş ellerimize baktım. Diğer eli belimi sarıp kendine daha çok çekti.

"Miniciksin, Günışığı. Kuş gibi titriyorsun üstelik." Bana doğru eğildi. Yüzüne baktım.

"Kıyamıyorum." Yüzünde bir an var olan acı, daha önce hiç yaşamamış olduğu ama benim yüzümden ikidir maruz kaldığı kaybetme acısıydı. İkinci defa yaşamıştı ve ne yapacağını bilemiyor gibi bakıyordu bana. Gülümsedim sadece ona. Beni anlamasının buruk gülümsemesiydi.

Ciddileşti yavaşça bunun üzerine. İşine gelmeyen gerçeklerle yüzleşmek istemediği gibi işine yarayacak gerçekleri ertelemek gibi bir huyu olmadığını o an fark ettim.

" Ne oldu orada? Ne dedi sana? " Avucundaki ellerimi sıktı farkında olmadan. "Ne yaptı?"

Güzel gözleri yüzümde dolandı. Gecesi açığımı aradı, solduğum bir yer var mı diye araştırdı.

"Bir şey yapmadı bana. Yukarıda o kız bana not verdiğinde tek çarem aşağıya inmekti. Kimseyi, özellikle tanımadığım ama hayalleri olan bir genç kızın hayatını tehlikeye atamazdım. "

Sözlerimi dinlerken içten içe kızdığını, bencil olmamı istediğini biliyordum ama olamazdım. Olsaydım vicdan azabından uyuyamazdım.

"Aşağı indiğimde o adam öğretmenlerden birinin panzehiri verdiğini söyledi. "Gözlerine baktım beklentiyle.

İç çekti bu halime. Bu da onun için yeniydi. Bana kıyamadığını saklayamamak onun saklayamadığı bir zaafiyetiydi. Acımasız olmadığı sürece.

"Olmadı bir şey, kız iyiydi. "Yüzüme doğru eğildi ve alnımı öptü. "Sorgulandıktan sonra ailesine sağ salim ulaştırılır merak etme ." derken soluğu yüzüme çarpıyordu.

Başımı olumlu anlamda salladığımda dip dibeydik. Gülümsemem genişledi. "Teşekkür ederim." dedim.

"Etme, benim için bencil olman gerekirdi." diye cevap verdi. "Hiç olmadı korumalardan birine ulaşabilirdin, bir silahın bile yoktu." Sesindeki öfke kendineydi, yenilgiyi mi hazmedemiyordu yoksa bana bir şey olma ihtimalini mi, bilmiyordum. Belki de her ikisi birden onu sarsıyordu.

O silahtan bahsedince elbisemin koluna sıkıştırdığım kalemi hatırladım ve sırıttım. Ben böyle gülümseyince şaşırdı ve biraz geri çekildi. Kaşları çatılmıştı. Delirdiğimi sandı muhtemelen. Pek akıl da bırakmamıştı doğrusu.

"Aslında bir silahım vardı." dedim. Ellerimi avucundan çektim ve ÖSYM'nin o meşhur kalemini kolumdan çıkardım.

Beni dikkatle izlerken gördüğü şeyle kızsa mı gülse mi bilemedi, yüzünden anladım bunu. Bu mu, dercesine bakarken, "Cidden mi Günışığı? Ne yapacaktın bununla, adama mı saplayacaktın?" dedi alay edercesine.

Umursamadım. Dişlerimi göstererek gülüyordum. "Gözü için ideal bir silahmış gibi geldi. Bir korku filminde görmüştüm. Hiç yoktan iyidir diye sakladım yanımda." dedim.

Tek kaşı kalktı. "Ha yani saplayabilirsin?" hafifçe gülümserken. Gamzeleri biraz olsun göz kırptı gülüşünün yanında.

Kafa salladım. "Yapardım." dedim hiç tereddüt etmeden. Zor yapardım, belki çok korkardım ama ileri gitseydi kurbanlık koyun gibi durmazdım. Merhametle aptallık arasında çok ince bir çizgi vardı, ben onu ayırt edebiliyordum çok şükür.

"Aferin." dedi, kalemi saran elimin üstünü öptü. Bunu öyle bir söyledi ki kendimi büyük bir iş başarmış gibi hissettim.

"Acımasız olamam ama kendimi savunmak istiyorum." dedim yüzümdeki gülümseyiş onun için samimi bir tebessüme dönüşürken. Bana karşılığını veriyordu ya gülüşümün en çok bundan mutlu oluyordum.

"Hoş, o adama kalsa bana dedi ki, kır atın ya huyundan ya suyundan. Sana benzediğimi ima etti." Ben böyle sakin sakin konuşurken soğuk sulara geri girdiğimi geçte olsa fark ettim.

"Ne konuştu seninle?" dediğinde öfke şimşekleri lacivertlerini ele geçirdi. Kaşları çatıldı ve kolları sıkılaştı. Başımı yasladığım sert göğsü öfkesinden seyiriyordu, hissedebiliyordum.

"İçeri girdiğimde o kız hakkında konuştuk ona emir verdim, bu sırada o sözü söyledi. Zarar vermeyeceğini, bu fırsatı kaçırmayacağını söyledi. Sonra sorular sormaya başladı senin hakkında." Alnında bir damar atmaya başladı. Dudakları ateş püskürtmemek için birbirine bastırılmıştı.

Yine de devam ettim. Bir kere de anlatamazsam hiç anlatamazdım. " Ben hiçbir şey söylemeyince üzerime gelir gibi oldu ama onu engelleyen bir şey olmalıydı. Sonra dedi ki;"

Gözlerimi yüzünde gezdirdim." Bunu ona söyle, her şeyi bilemez. Her zaman yenemez. Ona bunu hatırlat. Ve bir daha ki sefere yanına cesedini gönderme ihtimalimi de hatırlasın. Beni artık karşısına almasın."

Patladı sonunda öfkesi. "Siktir!" diye hırladı öfkeyle. "Onun artık alacak nefesi yok, yok!" derken ayağa kalkmaya çalıştı ama boynuna sarıldım ve hızla başımı sağa sola sallarken, "Hayır, hayır! " dedim.

"Bu kadar öfkeliyken izin vermem. Tek başına değil galiba, biri ona yardım etmiş." Boynuna doladığım ellerimi yüzünün iki yanına koydum. "Bana bak!" dedim öfkeyle hızlı hızlı solurken.

Gözleri bana doğru döndü. Cayır cayır yanıyordu. Bende ona yanıyordum ama. "Sana geri dur demeyeceğim. Desem de dinlemezsin zaten. Ama böyle gözün döndüğünde beni korkumla baş başa bırakıyorsun."

Baş parmağımla pürüzlü yanağını sevdim ve başımı hafif kaldırıp ona yaklaştım. "Seni kaybetme korkusuyla."

Bir şey söylemedi, hala öfkesiyle, gazapla savaşıyordu biliyordum ama üstümden kayan örtüyü düzeltti. Bu bile benim için bir adımdı. Sırtı hala yatağın başlığına yaslanmamıştı. Dimdik ve kaskatı duruyordu.

"Zaman geçiyor. Deliller hızlı kaybolur." dedi sert bir sesle. Elimi yüzüne bastırdım hafifçe. Sakalları avucuma battı.

"Hayır, sen delil bulmaya gitmiyordun." dediğimde gözlerimin içine baktı. Doğruyu gördüğümü ikimiz de biliyorduk. Belki bir iki plan kurardı ama başta kendi canını hiçe sayarak adamın evini basacaktı.

İki elimle yüzünü sevdim. "Sakinleş, bir şey olmadı. " derken onun adına söylenmiş cümleleri bir bir yuttum. Söyleseydim ne onu durdurabilirdim, ne de acımasızlığını. Yutmak en çok bana acı verdi çünkü acısı hala tazeydi.

Öğrenmek istiyordum ama en çok ben korkuyordum.

"Hem ben üşüyorum." dedim onu yumuşatmak için hafifçe gülümseyerek. Başımla ellerimi gösterdim. "Bak hala soğuk." Gözleri kısıldı ve beni izledi. Başımı tekrar göğsüne yasladım ve ellerim yüzündeyken alttan onu izlemeye başladım.

Çenesini başımın üstüne yasladı. "Sen," dedi kısık sesle. "Çok tehlikeli olmaya başladın. Beni parmağında oynatıyorsun." Çenesini başımın üstüne sürttü. Ona daha çok sokuldum.

Dudaklarımı büzdüm sonra. "Hiçte bile. Ben sadece mantıklı konuşuyorum. " Başını yana doğru çevirdi avucumu öptü. Ellerimi yavaşça çektim yüzünden.

"Hem," dedim onu güldürmek için. "Kızı orada olsaydı bende pek sakin olmazdım. " O adamın kızının Selvi olduğunu hatırlıyordum.

"Kalem işe yarardı." Sırıttım sonra görmedi çenesini başıma yasladığı için. "Kızıl damızlık." dedim kısık sesle. Sonra kıkırdadım. Eli yüzümü buldu.

"Delirdin mi sen?" dedi ciddi bir sesle yüzüme bakarken. Ruh halimin değişimine ayak uyduramıyordu ama ben böyleydim. Eğer sebebi bensem, üzüntünün, mutsuzluğun ilk ben değişirdim.

Omuz silktim örtünün altından pek belli olmasa da. "Yoo kocamızı da kıskanmayalım mı paşam?" dedim.

Hin hin gülümsedim sonra. İki kaşı havalandı. Alt dudağını ağzına oldu ve kısık gözlerle beni inceledi. Benim yine uçtuğumu düşünüyordu muhtemelen. Aklımla. Aynen öyle.

"Ha yani kıskandın?" dedi sonra. Tekrar omuz silktim. Kalkan kaşları indi ve gülümsedi. Öyle güzel gülümsedi ki gamzeleri iki ölümcül darbeydi. Kalbim de ona ölüyordu zaten.

Sonra eli yüzümü buldu ve burnumu sıkıştırdı.

"Ya yapma!" dedim ama düdük gibi çıkmıştı sesim. "Söyle, söyle! Senin aklından neler geçiyormuş öyle. "Bildiğin dalga geçiyordu benimle.

"Bende karımı kuşa, karıncaya bile merhamet eden birisi sanıyorum."

Yüzünde bu halimden keyif alan bir ifade vardı ve hala burnumu tutmaya devam ediyordu. "O damızlık! Damgalamışsın ya!" dedim hala düdük gibi çıkan sesimle. Sonra tekrar çırpındım kollarında. Elini geri çekti ama eli hala yüzümde duruyordu.

Yüzünde gülümseme yavaş yavaş yerini ciddiyete bıraktı ve, " O nefretin iziydi. Ben kadınlara asla dokunmam ama Eylül'e yaptıkları bir misillemeyi hak ediyordu bununla övündüyse şayet, " Alnımdan öpüp geri çekildi.

"Senin bende bıraktığın izi bilmiyor demektir." Yüzünde öyle bir ifade oluştu ki lacivertler de mezarlar saklandı, hasret ateşi dindi ve sevgisi karşısında yüreğimde binlerce çiçek açtı sanki.

Başımı hafif yana eğdim ve yüzümdeki avucuna başımı teslim ettim. Gözlerimi kapattığımda," Çok seviyorum ben seni, biliyorsun değil mi?" dedim. Yaralarımız vardı, hala tazeydi üstelik.

İçimde bir yerlerde ona kırgınlığım olsa da onun bu halini görünce üstüne örtü çekmek kolay geliyordu.

Birde bu kadar güzel sevmesi vardı. Bilmemesine rağmen bu kadar güzel sevmesi. "Benim tek müfatım. Biliyorum." dedi kısık sesle.

Sevdiğini söylemesi mühim değildi ama söyler miydi, merak ettim o an. Yine de sözleri, ruhu, dokunuşu teselli oldu ve sızlayan kalbime merhem oldu. Yaşadıklarımı unutmak ister gibi sokuldum ona.

Kolları arasındayken hafifçe boynuna doğru yaklaştırdı ve üstümdeki ince pikeyi sıkılaştırdı. Kucağına bir bebek gibi sığınmıştım.

Burnumu boynuna sürttüğümde kasıldığını hissettim ama ona sığınmak o kadar güzel hissettiriyordu ki kendimi durduramıyordum.

"Mis gibi kokuyorsun." dedim mırıldanarak. Nefesim boğazına çarptığında bir kez daha kasıldı. Uykum gelmeye başlamıştı. Halsizleşmeme rağmen hafif gülümsedim.

"Nasıl kokuyormuşum?" dedi. Sesi boğuktu, hislerini gömmeye çalıştığı bir okyanusun arkasına saklanmıştı. O konuşunca sarıldığım gövdesinde sesinin titreşimlerini hissettim. Bu benim de ürpermeme sebep oldu.

Başımı hafif çektim ve kısık gözlerimle güzel gözlerine baktım. Gülümsediğimi görünce takıldı lacivertler gülüşümün oltasına.

"Hmm.." dedim ona bakarken. Burnumu kırıştırdım, düşünüyormuş gibi yaparken. Sonra elimi yüzüne uzattım ve gözlerini kapattım.

"Kapat gözlerini şimdi. " dedim. Kirpikleri avucumun içini huylandırırken göz kapakları yavaşça aşağı indi ve kapandılar. "Aferin paşam!" dedim ellerimi geri çekerken. Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. Dudağının kenarında oluşan çöküntüye uzanıp dokundum kendimi kontrol edemeden.

"Dikkatimi dağıtma, tasvir yapacağım. " dedim gülümseyen bir sesle. Dudağının diğer kısmı da yukarı kalktığında, "Zalim!" dedim ama bana hiç acımadı.

Kollarında hafifçe salladı beni. "Tasvirine odaklan, Günışığı. Yoksa ben de senin gülüşüne odaklanacağım." dedi.

Gözleri kapalı olmasına rağmen elleri dudaklarımı buldu. "Ben odaklanırsam sen konuşamazsın."

Dudağımın kenarını baş parmağıyla sevdi. Kızardığımı hissettim ama o görmediği için boğazımı temizliyormuş gibi yaparak durumu toparladım. "Şimdi ahşaptan yapılma bir evin içine girdiğini hayal et." dedim.

Elim yüzünden çekilmemişti. Çıkmaya başlayan sakalları elime batıyordu ama bu hoşuma gidiyordu. Parmaklarımla sakallarına dokunuyordum.

"Mis gibi ağaç kokusu seni karşılıyor ve şömine de ateş yanıyor. Gerçi ben hiç şömine görmedim ama. "Kaşlarım hafifçe kalktı. Kapanmış gözlerine bakıyordum.

" Sen ona soba diyebilirsin." deyip güldüm. Kısa bir nefes aldı. Dudakları kıpırdandı. Mırıldandı sanki.

"Yemin ediyorum imtihanımsın." dediğinde gülümsemem genişledi. Onunla gülümsüyordum ben. Onun içindi.

İçim de hala kara bulutların arasında şimşekler çakıyordu ama kucağındayken o kara bulutlar yaklaşamıyordu. Bu yüzden onun için gülümsüyordum.

"Dikkatimi dağıtma." diye uyardım onu ama bana en çok da artık ne hissettiğini bilip utandığım ses tonuyla , "Son hakkın. Bir daha konuşturmam, Günışığı. Selamlaşırız." dediğinde dudaklarımı büzdüm ve ciddileşmeye çalıştım.

Şuan ikimizi de mutlu etmeye çalışıyordum aslında. O yüzden tekrar ona odaklandım. "İşte o evde bu güzel kokuların yanında öğütülmüş kahve kokusu da ekleniyor yuvama. "Sesim kısıldı cümlemin sonuna doğru. "Sen hep öyle kokuyorsun."

Yavaşça nefes alıp verdim. Gövdesi nefes alışverişimle eş zamanlı hareket etti. Dudaklarındaki tebessüm usulca geri çekildi. Sanki sığındığım yerde göğüs kafesine saklanmıştım.

"Issız olduğunu iddia etsen de...Issız bir adama göre bir yuvanın kokusu var sende."

Gözleri açıldı ve ben o yuvanın içinde yanan hasret ateşini gördüm. Öyle yoğundu ki boğulmamak için kısık sesle konuşmaya devam ettim. "Sandal Ağacı diyorum kısaca ama yeterli değil aslında. "

O ateş yandı yandı başımı hafifçe göğsüne yasladım dinsin diye. Gülümsemem genişledi. Sırnaşıyordum aslında ama farkında değildim o an. "Kokun neydi paşam?" dedim muzip bir sesle. Hasreti yavaşça söndü ve tekrar gülümsedi.

"Bilmiyorum." dedi kısık sesle. Üzerime doğru eğildi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. İşte geliyordu. "Ama sen ol istiyorum." dediğinde yüreğim titredi sanki. Ses tonunu öyle bir kullanıyordu ki böyle beynim sıvı kıvamına geliyordu.

Aklımın başından gittiğini çaktırmamak için omzuna vurdum ve, "Pislik yapma ya!" dediğimde gülümseyişi genişledi. Gamzeleri daha da belirginleşirken içim gitti bu haline. O kadar güzeldi ki. Eğilip sesli bir şekilde boynumdan öptü.

Kıkırdadım ve başımı sağa sola salladım ondan kurtulmak için. Kucağındaki gövdemi daha sıkı sardı. "Ya çekil huylanıyorum!" dediğimde yüzünü boynuma gömmüştü. Öperek yanağıma ulaştığında elim yüzünü buldu ve başını çekmeye çalıştım.

"Bak ısırırım, çekil ya!" Yanağıma da sesli bir şekilde öpücük kondurduğunda kollarında çırpınıyordum ama beni örtüyle ve kollarıyla öyle bir sarmıştı ki kundaktaki sarmalanmış bebeklerden farkım yoktu.

"Geçen sefer ki gibi ısırsan keşke de bana sebep versen." dedi başını kaldırmadan. İç çeker gibi söylemişti.

Bir an duraksadım o anı hatırlayınca kıpkırmızı oldum. Sonra ama elini koyduğu boynumu okşadı ve gülmemem gereken güldüm.

Dudaklarımdan öptüğünde gülüyordum. Gülüşümden öpmüştü. Sesli bir şekilde öptükten sonra geri çekildi "Arsızsın sen. İşin, gücün beni kızartmak." dedim dudaklarımı birbirine bastırmadan önce.

Gülümsememek için kendimi kasıyordum. Kollarında sevilmenin, ilgi görmenin hissini yaşıyordum aslında. Bu yüzden kendimi kontrol edemiyordum. Daha çok sığınasım geliyordu.

Dudaklarını yaladı. Gözlerinde gecenin okyanusu vardı. Aramızdaki çekimden dolayı ışıksızdı. Ama yunuslar oynuyordu içinde, görebiliyordum.

"Tadını da versen." dediğinde bir kez daha omuzuna vurdum. "Başka paşam?" dedim. Kaşları hafifçe kalktı. Yüzündeki ellerim gevşediğinde yerinde kalması için ellerimin üstüne ellerini bastırdı.

"Seni ver Günışığı. Bana seni ver."

Tebessümüm ona aitti. Gülümserken sevgisiyle gözlerim parıldıyordu, hissediyordum. Utanmıştım da aslında ama öyle bir hale gelmiştik ki Allah'ın bildiğini kuldan saklayacak değildim. "Ben zaten seninim." dedim sakin bir sesle. "Bunu biliyorsun, değil mi?" dediğimde yüzünde dolaştı gözlerim.

Gövdesine indiğimde duraksadım.

"Biliyorum." dedi ama cümlesinin devamı vardı, yine de ben yönümü çoktan kaybetmiştim. Gözümün önünde sızısı canlandı, acısını hatırladım tekrar. Gömleğinin iki yakasının arasından görünen teni sessiz sessiz acılarını haykırıyordu sanki.

"Siraç." dedim titrek bir sesle. Yüzüne baktığımda neyin beni bu kadar değiştirdiğine anlam veremedi ilk. "Bir şey isteyeceğim senden ama sormayacaksın sebebini. " Elim yüzünü buldu. Gözlerimde hangi acıyı bulduysa kaşları çatıldı. "Kızmayacaksın da bana."

Kaşları çatıldı direkt. O çok akıllı bir adamdı. "Bir şey saklıyorsun, değil mi?" dedi sorgularcasına.

Aslında beni çok iyi tanıyordu ama ben itiraf etmek istemiyordum. Elini omzuma koydu ve bastırarak gövdesine yasladı. Sanki göğüs kafesine benim için açık hava yeterli gelmiş gibi tekrar hapsetmek istiyordu.

"Gülümsetmeye çalışmandan anlamalıydım." dediğinde öfkesi tekrar yükseliyordu.

"Öyle değil." dedim telaşla. "Yanlış anladın."

Tekrar gitmeye niyetlendiğini hissettiğimde çenesine elimle baskı uyguladım bana baksın diye. "Bana bak."

İlk önce bakmadı. Kafasında sorguladığını aklından binlerce düşünce geçtiğini hissedebiliyordum ama vazgeçmedim çenesine nazikçe baskı uyguladığımda elimin altındaki teni yanıyordu.

Sonunda pes edip lacivertleri tekrar beni bulduğunda gazabına rağmen gülümsedim. Ben onu da sevecektim.

" Sadece yaralarını görmek istemiştim. " dedim kısık bir sesle.

Mahcup bir şekilde gülümsedim. Hala kaşları çatıktı. "Bana izin verir misin?" Elimi gömleğinin üstünden kalbine koydum.

"Görmeme," Yüzüne baktım tekrar. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. "Sevmeme. Madem sana ait olmamı istiyorsun." Kalbinin üstüne bastırdım elimi.

"Bırak önce yaralarını sarayım. Nasıl ben kollarında üşümüyorum."

Kaskatı kesildi birden. Ne yapmak istediğimi anlıyordu. Boynunda hızla atan nabzına dokundum. Yüreğim sızlıyordu aslında. "Sende yanma."

Gözlerine baktım tekrar, gördüm o yangını. Aslında amacım yaralarını saymak ve sakınmaktı ama dokunmakta istiyordum. Dokunursam belki acısı azalır düşüncesine sığınıyordum. Bunu bilerek gözlerinin içine baktım.

Güneşin ışığı sızdı pencereden içeri. Toz zerrecikleri aramızda uçuşuyordu. Ama bana değil, ona vurdu güneş. Kirpiklerine çarptı. Dişlerini birbirine bastırdığı için oynayan gergin çenesinden, yangın düşmüş lacivertlerine kadar aydınlattı. Savrulmuş koyu kumral saçlarına da vurdu, altın tozlarını parıldattı.

Bir kez daha vuruldum ona orda çünkü yaralarını sarılmaya layık görmüyordu, hissedebiliyordum.

Sadece sussunlar diye sarılıyordu bana ama iyileşmelerine izin vermiyordu, biliyordum.

Onun kollarından destek alarak dikleştim ve dizlerine oturdum. Ne yaptığımı izliyor ama tepki vermiyordu. Elim gömleğinin ilk düğmesine uzandığında, "İzin ver." diye fısıldadım.

Aslında utanmam gerekiyordu. Kızarmalıydı belki de yanaklarım, bile bile göz göre göre ona uzanan bendim ama yaralarına dokunmak istiyordum. Bu bir ihtiyaç hatta zorunluluktu o an.

İtiraz etmiyordu ama kaskatı kesilmişti. Yine de durmadım. Ben adım atmazsam o gelmiyordu. İzin de vermiyordu.

Elimi uzattım gömleğinin ilk düğmesine. Üstümdeki örtü yavaşça düşüyordu. İlk düğmesini açtığımda elim titriyordu. İç çektim. Yüzüne değil gömleğin düğmelerine bakıyordum. Bir an elimi yumruk yaptıktan sonra geri açtım. Tereddüt edersem engel olacaktı, hissediyordum.

Bu yüzden diğer düğmeleri açarken kendimden daha emindim. Düğmelerin sonuna doğru geldiğimde geri çekildi. Göz göze geldik. Dudaklarını birbirine bastırmıştı. Sanki en çok sen yanacaksın, der gibi bakıyordu. Ama umursamadım.

Elini sırtına doğru attı ve gömleğin arka yakasından tutup çıkardı. "Ne arıyorsun?" dedi kızgın bir sesle.

"Ne bulmaya çalışıyorsun?" dediğinde sesimi çıkartmadım. Parmaklarımın ucu hiç dövmesinin üstüne değdiğinde o da sustu. Dişlerinin arasından bir nefes çektiğini duydum ama durmadım ,bir yol gibi kıvrılan c harfi üzerinde gezdirdim parmaklarımı.

"Sen bir hiç değilsin." diye fısıldadım. Duydu mu, bilmiyordum ama parmaklarımın altından kasları seyirdi. Mürekkebe boyanmış teninin altında çelik vardı sanki. Bu çelik hiç soğumamış, hala ham bir şekilde yanmaya devam ediyordu.

Hiç harfinin sonundaki üç noktaya teker teker dokundum. Sonra altındaki yara izine ellerim değdi. Yarası noktalarının sonunda ince uzun bir çizgiydi. Ucu daha derindi. Sanki biri oraya bir şey sağlamış ve yana doğru kaydırmıştı.

Avucumu yara izinin üstüne bastırdım. Ve yaranın üstünde dolaştırdım. Ellerimin altındaki sert kasları kasıldı ve etrafını saran çizgileri belirginleşti. Yaranın sağ tarafındaki kurşun izini gördüm. Tam karın boşluğuna denk geliyordu.

"Bir." dedim içimden. Gözlerim doldu. Elimi bu sefer o yaranın üstünde bastırdım.

"Ne yapıyorsun, Günışığı? Derdin ne? " Sesi sona doğru daha da öfkeliydi. "Sabrımı mı sınıyorsun?"

Başımı sağa sola salladım ama yüzüne bakmadım. Yüzüne bakarsam anlardı, bu yüzden gözlerim yaraları olan gövdesinde dolandı. Sağ kolunun üstünde bir çiçek gibi açılmış ikinci kurşunu gördüm.

Üst kolunda üç tane uzun çizgi pazusunu sarmıştı. Çok belirgin değildi. Elim önce kurşun yarasına, sonra o tırtıklı yaralara dokundu. Bedeni elimin altında nefes alıyor ama yaşarken acı çekiyordu sanki.

Bir ben mi bu çığlıkları duyuyordum.

"İki." dedim içimden. Sonra kasığına yakın bir kurşun izi daha gördüm. Pantolonun kemerinin altında yok oluyordu.

Elim ona uzanırken, "Üç." diye mırıldandım hipnoz olmuş gibi ama duydu beni. Eli elimi kavradığında, "Ne dedin sen?" dedi. Sesi fırtına öncesi tehdit eden uğultulu rüzgar gibiydi.

Başımı kaldırıp ona baktım. Gülümsedim ve başımı hafif yana doğru eğdim. Ama gözlerim dolu doluydu.

Kızgındı, lacivertleri koyu bir fırtınaya kapılmış, göz bebekleri büyümüştü. "Kaç yaran var?" dedim yüzüne baka baka. "Kaç yaranın sebebi var? Niye seslerini duyuyorum Siraç?" Elimi tutan elini sardım.

"Sen susuyorsun onlar konuşuyorlar. "

Her yeri yara kaplıydı. Her yeri.

"Şifa olayım istiyorum. Kaç yaran var?" Göz yaşım şakağımdan aşağıya süzüldü.

"İyileştirebilir miyim?"

Süzülen gözyaşımı takip etti gözleri. Elimi tutan eli gevşedi. "Ne öğrendin sen?" dediğinde sesi zehirliydi.

Patlamak üzereydi, hissebiliyordum. Yüzüne bakamadım o an. Kollarına atıldım ve sarıldım.

O an gördüm sırtındaki ince uzun izleri. Daha önce de elim değmişti. Pürüzlü sırtına koydum elimi. Sonra dördüncü kurşun yarasını gördüm.

Omuz kemiğinin hemen üstündeydi. Susturamadım dilimi.

"Dört." dedim. Duysun da istedim aslında. Diğer elimi kurşun izinin üstüne koyduğumda o bana sarılmıyordu ama sesi duyduktan sonra hareket eden bedeni bir an duraksadı.

"Beşi gövdemde arama." dedi. Sesi göğsümde titredi. "Zaten beş de değil." dediğinde ben yandım, o buz kesti.

Başımı geri çektiğinde yüz ifadesi de buz kesmişti. "Bana sakın acıma. Sakın." dediğinde sesi bıçak keskinliğindeydi.

Başımı hızlı hızlı olumsuz anlamda salladım. "Ha-yır. Hayır!" dedim. Ellerimi koluna koyarak. "Ben sana asla acımıyorum."

Gözlerim gözlerini buldu. Oraya duvarlar örülmüştü. "Anlamıyor musun, ben seni seviyorum. Bileyim istiyorum yaralarının sebebini. Dindireyim istiyorum. "

Sesim yakarır gibi çıkmıştı ama görmüyordu beni. Sanki en son öğrenmem gereken şeyi ilk öğrenmişti. Kalın kolu belimi sardı ve dizlerinin üstünden kaldırıp yatağa oturttu.

"Isındın artık." Sesi buz kesmişti.

"Siraç." dedim korkuyla.

Ayağa kalktı ve köşeye koyduğu gömleğini aldı. "O piç kurusunu öldüreceğim! " dedi. Beni duymuyor, beni görmüyordu. Gözlerine buz perdesi çekilmişti sanki.

"Bilerek yaptı." dedi hırlar gibi. Tekrar seslendim ona. Duymuyor yada duymamazlıktan geliyordu. Gömleğin düğmelerin hırsla ilikledi. Ayağa kalktım ve önüne geçtim.

Omuzlarından tutana kadar yüzüme bakmamıştı ama ona dokununca gözlerinde deli parıltılarıyla bana doğru döndü.

"Hepsinin rezil bir anısı var." dedi haykırmak ister gibi. Oysa sesi yüksek bile değildi ama karşısında savruldum resmen.

"Sorma bana." dedi üzerime doğru eğilip.

"Sorma! Yoksa ben yakarım, sen üzülürsün. Ben ölüyüm ama sen benim yerime gömülürsün."

Omuzlarını ellerimden kurtardı. Yüzüme bakmadı ama bakmasına da gerek yoktu. Kalbim parçalanmak için buz kesti. "Ve ben seni kurtaramam." dedikten sonra çıkıp gitti.

Ve ben yaralarının ağıtlarıyla baş başa kaldım. Yatağa ellerimden destek alarak oturduğumda kulağımda sadece bu çığlıklar vardı.

⚜🔱⚜

Bir saat sonra anca kendimi toparlayıp aşağıya inebildim. Namaz kıldığımda da,, onun üstüne su döktüğüm camdan dışarıyı seyrederken de bir daha ağlamamıştım. Dua ederken içime dolan pişmanlığı yalnız Rabbim biliyordu.

Çok mu üstüne gitmiştim, bilmiyordum ama ona acımadığımı, sevgimden böyle davrandığımı bir türlü kabul etmiyordu.

Hatam kendimi ifşa etmekti ama saklamak istememiştim. Yine de kollarımdan kurtuluşu, bana ilk zamandan bile daha soğuk bakışını yüreğim atlatamıyordu.

Sessizce saramaz mıydım yaralarını? Olmaz mıydı, ikimiz de kanamadan atlatamaz mıydık bu imtihanı?

Bilmiyordum ama onu üzgün görmeye de dayanamıyordum. "Kırdım mı onu Allah'ım?" deyişim bu yüzdendi.

"Beni vesile kılmasan da sen onun yaralarını sar Allah'ım!" diye yalvarışım bu yüzdendi.

Kollarımı kendime sardığımda artık gövdemde onun yaraları vardı sanki. Yine de razıydım. Yeter ki biz birbirimize sımsıkı kenetlenebilelim, razıydım.

Annem de odamı ziyaret etmeyince bu yüzden aşağıya inmiştim ama alt kattaki merdivenlere ulaştığımda yükselen seslerle duraksadım.

Bu sesin sahibi Siraç 'tan başkası değildi. "Beni bunun için mi beklettiniz Mehmet bey?!" derken kendini kontrol etmeye oldukça uzak olduğunun farkındaydım.

Duraksadığım merdivenleri, daha hızlı adımlarla aştım. "İçeri geçelim." dedi dedem sakin bir sesle. Bunu duyduğumda son kısımdaki merdivenleri indim.

Sonra onu gördüm. Yanında Demir vardı. Eylül, annemin yanındaydı. Dedem ise amcamların yanında iki misafiri daha getirmişti.

Murat komiseri gördüğümde merdivenin yanındaki korkuluğa tutundum. Sarsıldım sanki. Beni ilk fark eden de o oldu. Gözleri beni bulduğunda Siraç da onun nereye baktığını fark etti ve bana doğru döndü.

Eyvah, dedim o an içimden. Zaten öfkeliydi. Dedem resmen ateşin üstüne tuz dökmüştü. "Elif yukarı çık!" dedi aynı öfkeli ses tonuyla. Lacivert gözlerinde şimşekler çakıyordu. Eylül merdivenlerden iki adım çıkıp yanıma yaklaştı.

Dedem bana baktı. Gözlerinde merhametini gördüm ama aynı zamanda bir kararlılıkta vardı. "Elif'te gelsin." dediğinde Siraç hırsla ona döndü.

"O benim karım!" dedi işaret parmağını dedeme doğru tehdit eder gibi uzatırken. "Bu adamı ona yaklaştırmam."

Murat komisere bakmamıştı bile ama yanında duran Eren komiserle birlikte onlar da öfkeli duruyordu.

Dedem bastonuna iki elini koydu ve Siraç'a yaklaştı. "O da benim torunum. Aynı zamanda benim rızam olsun diye sana olan sevgisini dile getirmekten çekinmeyen, senin için çırpınan karın. Bazı şeyleri unutuyorsun Vuslat. Ne kadar kolay bozulabileceğini de..." dediğinde araya girmezsem ortalığın daha çok kızışacağını biliyordum.

"Siraç!" dedim. Murat komiserden özellikle gözlerimi uzak tutuyordum. Bana doğru döndü. Sanki sesimi duyurduğum için bile delirmek üzereydi. Sırtının bir kısmı gözüküyordu ve gömleğinin altından gerilmiş omuzlarını görebiliyordum.

"Yanına geleyim." dedim sakin bir sesle. Dedemin karşısında, amcamların karşısında delirsin istemiyordum. Kavgamız da bizeydi, kırgınlıklarımız da bizeydi. Eğer o bana, ben ona yuva olacaksak her şey ikimiz arasında kalacaktı.

Yüzüme öfkeyle bakıyordu hala ama başımı eğdim yalvarır gibi. Dedem olmazdı, onlarla düşman olmasını kaldıramazdım. Kısa bir süre sessizlik oldu. Kendiyle savaş veriyordu, görebiliyordum ama pes etmedim.

Sonunda elini uzattığında gülümsedim. Eylül de gülümsedi.

Aşağı indim ve yüzümdeki gülümsemeyi saklayıp elini tuttum. Parmaklarını parmaklarıma kilitledi. Elimi sımsıkı saran eli, öfkeyi tenime işledi ama koluna omzumu yasladım hafifçe.

Dedem amcamlara baktı. "Geçelim içeri," dediğinde iki adamdan da ses çıkmıyordu. Neden geldiklerini, istenmedikleri halde hala neden burada durduklarını anlamıyordum ama gözlerinin bize değdiğini ve kaşlarının çatık olduğunu görmüştüm.

Önümüzde yürürken aksıyordu. Eren komiser koluna girmişti. Onun yüzünde ise silik de olsa izler vardı. Demir ile ters ters bakışıyorlardı.

Eylül'ün salonuna geçtiğimiz de Siraç ikili koltuğa ilerledi ve önce beni köşeye oturtturdu sonra kendisi oturdu. Elimi bırakmıştı ama koltuğun ucuna doğru öyle meyilli oturmuştu ki bunun sebebi bariz belliydi. Resmen cüssesiyle önümü kapatıp gözükmemi istemiyordu.

Nitekim bunu çok güzel başarmıştı. Onun tarafında olan kimse beni görmüyordu. Buna Murat komiser de dahildi. Eylül'ün sırıttığını gördüğümde bende bütün gerginliğe rağmen gülümsedim istemsizce.

Adam kıskançlığın kitabını yazıyordu birilerini tehdit olarak gördüğü anda.

Ben galiba birazcık da olsa halimden memnundum. Onu kırdığımı düşünüp içim acıyorken yine dibinde bulmuştum böyle. Aşk, yüzsüzlüktü belki de. Ya da sevgi arsızı.

"Buraya bu konunun ilelebet kapanması için ben çağırdım Murat'ı. Yiğit ve Furkan bu ortamın içerisinde, bilirler. Tatsız konuşmalar, tahmin yürütmeler dönsün, ortada yanlış anlaşılmalar olsun istemiyorum. Korkut'un orada güzel bir anısı var."

Dedem bana baktı. Yanında amcamlar da bana bakıyordu. Babamın adı geçince ikimizin, hatta üçümüzün acısı ortaktı. Anneme baktım. O da hüzünlenmişti.

İlk bu yüzden annem konuştu. "Baba benim de hatam vardı. Siraç 'la ilk zamanlar anlaşamıyorduk. Kızıma olan sevgisine güvenmiyordum. Bu yüzden bu işe Murat'ı dahil eder gibi oldum. Nişan günü ben dersimi aldım." dedi.

Dedemin kaşları çatıldı. Siraç 'ın da anneme baktığını görebiliyordum ama tabi ki neler döndüğünü anlayamıyordum.

"Ne oldu niye?" diyen dedemdi ama annem geçiştirir gibi başını salladı. Dedem de tebessüm etti. Bu da aralarında konuşulacağına işaretti.

İç çektim sıkıntıyla. Yine neler dönüyordu kim bilir.

Dedem bana da gülümsedi ama yüzündeki endişenin sabahtan kaldığını biliyordum. Bende gülümsemek zorunda kaldım bu yüzden. O endişelensin istemiyordum.

Murat komiser konuştuğunda ortam tekrar gerildi. "Bahar hanım olayın sizinle hiç alakası yok. Ben Ankara yolunda karşılaştığımda şüphelenmiştim." Konuşmakta zorluk çektiği belliydi. Yüzünü göremiyordum ama çenesinin çatlak olduğunu biliyordum.

Bunu da yanımdaki sırtıyla görüntümü engelleyen adam yapmıştı. Demir'i gördüm. Eylül'ün yanında oturuyordu ve Murat komiserin konuşamamasından resmen zevk alan bir yüz ifadesi vardı. Eylül'le göz göze geldiğimiz de Demir'i gösterdim.

O da bu halini görünce dürttü Demir'i. Demir ona bakıp sırıttı. İflah olmazdı bunlar, cidden.

Tam bu sırada, "Ben buraya Elif'ten özür dilemeye geldim." diyen Murat komiserin cümlesi ortaya bomba gibi düştü.

Siraç'a baktığımda, sesli bir şekilde yutkundum. Öyle bir ifade vardı ki yüzünde hayatımda ilk defa ürktüm ondan.

Tüm yüzüyle, küçümcersine, tane tane konuştu. Her cümlesi tekrar vurur gibiydi.

Elini kaldırıp, sen ne ayak der gibi sallarken, "Sen kimsin?! Sen kimsin de karımdan özür dileyeceksin?! Vasfın ne ki onunla iletişim kuracaksın?!" dedi.

Saldırmak üzereydi. Kolundan tuttum ve dirseğini sıktım. Bana baktığında, gerçekten sabrının son sınırında olduğunu biliyordum, bugün oldukça zorlamışlardı onu. Beni hissetmesi bile mucizeydi. "Sakin ol." dedim dudaklarımı kıpırdatarak.

İşe yaramadı belki ama ben konuşmadan önce tek çarem buydu. Murat komiserin yüzünü yarımda olsa görebiliyordum ama bakmadım.

"Ben bir özür beklemiyorum. Babamın hayatına yapmış olduğunuz güzel katkılarınız için teşekkür ederim ama bu kadar. Ben o gün size verilmesi gereken bütün cevapları verdim. Tekrar edersem, siz de bende rahatsızlık duyarız bu durumdan. "

Siraç 'ın yüzüne baktım cümlemin sonuna doğru. Onunla iletişim kurmama bile öfkeleniyordu ama sesim sertti. Bu işin artık tamamen bitmesi gerekiyordu.

Murat komiser kısık sesle, "Pekala, öyle olsun." dedi ama yüzünde nasıl bir ifade varsa Siraç 'ın ona doğru döndükten sonra tekrar yerinden huzursuzca kıpırdadığını fark ettim.

Elim hala dirseğindeydi. Bırakmadım. Dedem konuştu bu sefer. "Murat," dedi Murat komisere dönerken.

"Yiğit ve Furkan ile de konuşmuşsun ama benimle de konuşman gerekiyor. Onların evliliğine benim de rızam vardır." dedi dedem son noktayı koymak ister gibi.

"Bu yüzden vazgeç, evlat." dedi. Kast ettiği ben miydim yoksa Siraç' ın açığını bulmak için verdiği çaba mıydı, bilmiyordum ama dedeme, "Size tek bir şey soracağım Mehmet baba." dedi.

Teşkilatta olsun olmasın, onun namını bilen herkes ona böyle seslenirdi. "Daha önce biliyor muydunuz? Çünkü size ulaşmamı engellemek için başıma soruşturma açıldı." dedi.

Sesindeki öfke dizginlenemezdi ama yanımdaki adamın öfkesi yanında bir hiçti. Kalkmasın diye kolunu öyle bir tutuyordum ki eklemlerim beyazlamıştı. Kalksa sırtına atlayacakmışım gibi bir halim vardı. Bana bakmıyordu. Hedefi Murat komiserdi ve adamı gözleriyle deşiyordu. Biliyordum.

Bir an Demir'le göz göze geldik. Demir o kadar rahat görünüyordu ki, onunla göz göze geldiğimiz de ben kaşlarımı çattım.

Sırıttı tekrar ve Siraç'ı gösterdi. Dudaklarını kıpırdatarak, "Çiğ çiğ yiyecek." dedi.

Eylül aramızdaki konuşmayı görmüş olacak ki tekrar dirseğini karnına geçirdi ama canı yanmış gibi bile gözükmedi Demir.

"Bu ailevi bir durum, Murat." dedi dedem her şeyden önce üstü olduğunu hatırlatırcasına. "Soruşturmanın bu yüzden açıldığı ile ilgili kanıt bulmadan suçlayamazsın kimseyi."

Siraç konuştu bu sefer. "Belki de gerçekten soruşturma açması gerekilen bir açığı vardır, sadece üstüne örtülen örtü kaldırılmıştır." Ses tonu daha az öfkesini yansıtıyordu ama buz gibiydi. Küçümsercesineydi.

"Beni mesleğimden vuramazsınız." dedi Murat komiser. Sesi yükselmiş ve sanki yarasına dokunulmuş gibi geliyordu. Yüzünü bu sırada gördüm. Siraç'a gözlerini dikmiş, meydan okuyordu.

Siraç bu sırada konuştu. "9 Kasım 2011, ruhsatlı silahınızı kaybetmekten soruşturma..."

Siraç 'ın sözünü kesti Murat komiser. Eren komiser de öfkeyle bilenmişti. "Sakın!" dedi Murat komiser. "Sakın beni sadece benim sorumlu olduklarımla da vurma!"

Siraç 'ın verdiği tarih babamın ölüm tarihinden bir gün öncesiydi. Kalbimin üstüne bir ağırlık çöktü sanki. Murat komiser ayağa kalktı kimseden destek almadan.

"Buraya sadece Elif'ten özür dilemek için geldim. Bu kadar. Çünkü görüyorum ki herkes kendince sırlarıyla suskunluğa bürünmüş. "

Eliyle kendini gösterdi. "Benim de sırlarım var." Sonra bana baktı. Göz göze gelmek istemezdim. Yüzünde acı vardı. "Ama ben onu bunun için hiç vurmayacağım. Sadece ihtiyaç duyarsa, ben buradayım. Korkut abinin bütün dostları burada." dediğinde nefesimi tuttum.

Çünkü Siraç elimden kurtuldu, "Lan puşt! Sen kim onun yanında olmak kim?!" dediğinde araya giren iki amcamdı. Sabahtan beri ikisi de sessizdi. Dedem varken onlara konuşmanın düşmeyeceğini düşünüyorlardı ama Yiğit amcam Murat komisere döndü.

Furkan amcam iki kolunu açtı ve, "Sakin ol, küçük enişte." dedi ve Eylül ve Demir ikisi de gülmeye başladı. Gerçekten küçük enişteydi ama gülmenin hiç sırası değildi. Erkekler şu kıskandırma durumundan, olay birbirleriyle dalga geçmekse cidden zevk alıyordu.

"Aradan çekilin Furkan bey." dedi Siraç. Amcama dokunmaktan uzak duruyordu ama açık arayan bir avcı gibiydi.

Yiğit amcam Murat komisere dönüp, "Haddini aşma, genç! Hiçbir adam karısına gösterilen bu bariz ilgiyi hoş karşılamaz. Geldin, dinledin. Bizim ailemiz arasında olan bizde kalır. Buna müdahil olma. Kimseyi de karıştırmaya kalkma. Yoksa bu sefer biz karşında oluruz."

Murat komiser hiçbir şey söylemedi. Siraç 'la göz göze geldiğinde birbirlerine meydan okudular resmen.

"Siktir git evimden!" dedi Siraç. Murat komiser kimseye bakmadan yanımdan geçip odadan Eren komiserle çıktı ama duydum.

"Yuvan olmadıktan sonra..." dediğini duydum ve bir şeylerin kırılma sesi kulağımda çınladı. Kırılan Siraç 'ın sabrıydı çünkü Siraç 'ta duydu. Bende öfkelendim ilk defa. Haddini fazlaca aşmıştı.

"Yok ben bunu öldüreceğim. Öldüreceğim bu siktiğimin herifini!" dediğinde bu sefer ben gövdesine sarıldım. Onun gücü karşısında benimki bir hiçti ama iki amcamda kollarından tuttu.

"Ulan piç herif!" diye kükredi. "Kırdığım çenen yetmedi mi? İlla gelmişini geçmişini sikmek mi gerekiyor? " Murat komiser çoktan gitmişti ama Siraç peşini bırakmayacaktı, belliydi.

"Sakinleş." dedim sakinleşmesi için daha çok sarılarak. Amcamlara baktığımda ikisi de bıyık altından gülümsüyordu. Sanki çok komikti. Bilmiyorlardı Siraç 'ın huyunu.

Mizahları ıslanmış eğer gibi yamuktu bunların.

"Benim yuvam sensin, seninki de benim." dedim sesli bir şekilde. Bunu bütün ailemin önünde söylediğim için utandım ama konuşmaya devam etmem gerekiyordu. İçine asla evcilleştirelemeyen bir vahşet yatıyor sanki bedeninin altında çırpınıyordu.

"Bu tek taraflı bir şey. Sakinleş artık. Belli ki sadece ilgi değil, sizin bildiklerinize göre vicdan azabı da var."

Yüzüne baktım. Herkes ciddileşti. O da öfkeyle odanın çıkışına bakmak yerine bana döndü. "Babamın ölümüyle ilgili."

Duraksadı. "Yolum olmayacak, Siraç. " dedim. Yavaşça başımı aşağı yukarı salladım. "Olmayacak sakinleş."

Diğerlerinden daha fazla öfkelenmesinin sebebinin bu olduğunu biliyordum aslında. İçten içe yardım istememden, bir gün bütün bu olanlardan usanıp ona gitmemden korkuyordu.

En çok öfkeyle tepki verdiği kişi oydu bu yüzden. Gözlerimin içine baktı. Gövdeme değen gövdesi öfkeyle hızla inip kalkıyordu. Hala o sınırda dolanıyordu.

"Tamam," dedi. "Zarar vermeyeceğim. Bırakın." Yavaşça geri çekildim.

Amcamlar da geri çekildi. Siraç dedeme döndü. "Gerekli uyarınızı yaptığınıza göre, gidebilir miyim?" dedi sert bir sesle. Dedemin ne yapmaya çalıştığını anlamış gibi uyarır nitelikteydi ses tonu.

"Önünde engel yok, evlat." dedi dedem. Eliyle serbestsin der gibi bir hareket yaptı. Tek eliyle hala bastonunu tutuyordu. Sonra gülümsedi. "Yadigarım dışında. Ona sor bence."

Siraç bana doğru döndü. Sırlar, öfkeler, kırgınlıklar bir yanaydı da gözleri gözlerime değdiğinde tüm dünya susunca hiçbir dert kalmıyordu. Gülümsedim istemsizce. Gülüşüme baktı kısa bir an.

Sonra bana doğru eğildi ve şakağıma bir öpücük kondurduktan sonra. "Gitmeliyim." dedi. Sesinde hala öfke yanıyordu.

Gülümsemeye devam ettim. "Dikkat et kendine." dedim korkumu belli ederken.

"Ederim." dedi bana doğru son kez bakıp. Saklıyordu öfkesini, görebiliyordum ama bir şey diyemedim.

Başıyla herkese kısa bir selam verdi sonra sert adımlarla odayı terk etti. Yüreğim ağzımda, dilimde Rabbimin onu koruması için bir duayla kalakaldım arkasında.

⚜🔱⚜

Akşam kendi evimdeyken benden başka bir de Eylül vardı evimde. Eylül yapacağı eğlence için dedemleri kendi evinde misafir ediyordu ve benim onlarla konuşmama da fırsat vermemişti. Sadece anneme iyi olduğumu söyleyebilmiştim. O da araya kaynamıştı resmen.

Evde aşağı kat boşaltılmış, ses sistemleri yerleştiriliyor. Taht, fotoğraf köşesi, yiyeceklerin listesi ayarlanıyordu.

Aslında ona minnettardım. Düşünmeme izin vermemişti. Yüreğim endişelene dursun, bir dakika durmama izin vermemişti. Her şeyde fikrimi istiyordu. Kırmızı ve lacivert tonlarında olan konsept, dj kabinine kadar her şey ayarlanmıştı.

"Harika olacak!" diye diye ayaklarımda derman kalmamıştı. Ses sistemlerini bir iki kere denediğinde ev zeminden sarsılmıştı resmen. İşte o zaman ailemi neden kendi evinde ağırladığını anlamıştım. Ev yerden sallanırken amcamlarımı bu evde tutmaya utanırdım.

Hoş bizimki zaten mahalle yanarken kına yapmaktı ama ilk defa bende hiçbir şeyi umursamak istemiyordum. Yağmur ve Zeynep sınav için aradığında geçiştirmiştim. Düşünmek istemiyordum. Cidden artık üstünü örtmek için kendimi zorlayacak kadar sınırlardaydım.

O sınırda kalmam en iyisiydi. Yoksa delirecektim.

Eylül'ün odasına girdiğimde gece saat on ikiydi. Siraç daha ortalıkta gözükmüyordu. Onun için endişelenmekten kendimi alamıyordum. Aramıştım ama telefonuna ulaşılamıyordu.

"Eylül açmıyor." diye girdim odasına. Yatakta bağdaş kurmuş notebookunda bir şeyler yazıyordu Eylül. Üstünde kırmızı, üstünde beyaz benekleri olan saten bir gecelik vardı.Ben gelince notebookunu kapatıp kenara koydu.

Saçlarını salaş bir topuz yapmıştı. Ben de salık bırakmıştım. Eylül'ün verdiği yağı duş aldıktan sonra saçıma sürdüğüm için bir saat boyunca bağlamamam gerekiyordu.

Siyah saçlarım artık belime geliyordu. Kendimi bildim bileli uzundu ama bu sefer daha da uzamıştı. Eylül için biçilmiş kaftandı ama. Yarın sır gibi sakladığı elbise için çok uygundu saç boyum.

Eylül bana baktı notebookunu kenara koyduktan sonra. "Sen hala yatmadın mı? " Gözleri kısılmıştı.

"Güzelliğinden daha mı önemli kocanın gelmesi yahu! Git uyu, o seni görmeden geceyi geçiremez zaten." dedi kıkırdamadan önce.

Yatağının kenarındaki koltukların birinden kırlenti alıp ona doğru fırlattım. Omuzuna çarptığında, "Kocası kılıklı!" dedi. Sırıtmaya devam ediyordu.

"Yahu adam diyorum," dedim. Anlamıyormuş gibi tane tane anlatmaya çalışıyordum. "Sabahki olay yüzünden zaten öfkeliydi. Üstüne Murat komiser pulbiber, kara biber oldu diyorum."

Eylül deyimi değiştirmeme gülmüştü ama onun da ciddileşmeye başladığını görebiliyordum. "Gelmedi de. Merak ediyorum. Korkmam normal değil mi? Delirmek üzereydi." Her şeyden yılmış gibi yatağın üstüne kendimi bıraktım.

Benim üstümde gri bir kısa kollu vardı. Yaz iyiden iyiye geliyordu ve ilk defa kapri bir alt giymiştim. Başımı yatağa koydum. Eylül bana doğru eğildi. "Demir'i arayayım mı?" dedi yine ciddiyetini koruyamayarak.

Bende gülümsedim. "Ne oldu, sevdiceğinin sesini mi özledin?" dedim bende. Üstüne attığım kırlenti yüzüme geçirdi ama gülmeye devam ediyordum.

"Ne var, haberim yok sanma. Bugün de yan yana oturuyordunuz. Demir'in keyfi fazla yerindeydi." dedim. Yüzümdeki kırlenti attıktan sonra. Burnum acımıştı.

Elimle burnumu ovuşturdum. O ise çoktan dedikodu moduna geçmişti.

"Ay ölüm korkusu nelere kadirmiş Elif. Kapımın önünde yattı kaç gün. Bir sarılmış bana kaburgalarım iç içe geçti." dedi ama gözleri aşkla ışıldıyordu.

İçim burkuldu yaşadıklarımızı hatırlayarak ama onu üzmek istemedim, bende gülümsedim. "Yalancı! Nasıl leyla gibi gülümsüyorsun. Kendinden geçmişsin, bariz belli." dedim.

Başını, yok der gibi salladı. "Cık." dedi omuz silkerken. "Adam akıllı diz çökecek, aşığım ben sana. Mağlubum diyecek. Yok saçlarımdan öpmekmiş, yok evime gelince koltuğumda uyuyakalmış numaraları yapmakmış. Yemezler." diyerek bir bir olanları döküldü.

"Ooo!" dedim bende altta kalmayarak. "Neler yaşamışsınız siz öyle." diye onu dürttüğümde neleri söylediğini fark etmiş olacak ki birazcık olsun kızardı.

Sonra gülümseyişi samimileşti. "Çok seviyorum be Elif!" dedi elini kalbine bastırarak. "O kadar güzel uyuyordu ki 1 saat izlemişim. Sonra rol yaptığını öğrendim tabi. İt herif benimle bunun yüzünden tüm gün dalga geçti." derken yüzünü ekşitti.

Ama sonra tekrar sırıtmaya başladı. "Seninki de kollarının arasında mum oldu, bugün. Pek bir mesttin sende." dedi topu yine bana çevirerek.

"Sabah ilk defa endişelendi." dedim gülümseyişini yüzünden silmemeye çalışarak ama o anlar gözümün önünden gitmiyordu. "Gözlerinde gördüm." diye devam ettim.

Eylül'ün suratı düştü yine de. "Bir şey yaptı mı?" diye sordu korkarak.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, sadece ağzımdan laf almaya çalıştı ama benim hiçbir şeyden haberdar olmadığımı bilmiyordu." dedim.

Sonra geçiştirir gibi elimi salladım. "Her neyse. Arasana." dedim telefonu göstererek.

İtiraz etmedi bu sefer. Demir telefonu ilk çalışta açtı. Eylül hoparlöre almıştı. "Yolumu gözlüyordun değil mi?" dedi daha Demir konuşmadan.

Demir'in sesi neşeli geliyordu. "Uyurken izlemiyorum en azından bal kazanı." dediğinde Eylül'ün yanakları kızardı.

Boğazını temizler gibi yaptı. "Geri zekalı!" dedi ama hoşuna gittiğini bilecek kadar onu tanıyordum. Parmağımla dürttüm ona. Önüne attığım kırlenti kaldırdı ve tehdit eder gibi salladı. Sırıttım.

Konuyu hiç hakaret etmemiş gibi değiştirdi. Demir de alışkın olmalıydı ki bu durumdan ikisi de normal davranıyordu.

"Siraç nerede, eve gelmedi daha?" dedi. Beni tehdit ederken bir yandan da Demir'e laf yetiştiriyordu.

"Yeni bıraktım onu. Çalışma odasında olmalı." dedi Demir. Sesi biraz daha ciddileşmişti. Duyunca ayağa kalktım hemen.

Eylül benim kalktığımı fark edince, "Bir dakika dağ ayısı." dedi yine normal bir şey söylemiş gibi. Sonra aramayı beklemeye aldı.

"Bana bak, bana!" dedi eliyle kıyafetlerimi gösteriyordu.

Ne var der gibi başımı salladım. Saçlarımı toplamak için ellerim saçlarıma gittiğinde kaşları çatıldı. Hemen elimi geri çektim.

"Yavrum, canım kız kardeşim, yengecim!" dedi salağa anlatır gibi. "Senin şöyle güzel saten geceliklerin yok mu? Niye adamın yanına mahallede gece çekirdek çitleyip dedikodu yapmak için toplanan kızlar gibi gidiyorsun. " Cümlenin sonunda çemkirdi resmen. "Evli değil misiniz siz yahu?!"

Kızardığımı hissettim. Koltukta duran diğer kırlenti de ona attım ama bu sefer tuttu ve sırıttı. "Sanane acaba? İstersem tamirci çırağı gibi giyinir giderim. Derdim o mu benim?" dedim.

Sırıtması genişledi. "Belli ,belli derdin o değil senin. Belli ki aklın onda kalmış. "Kaşlarını kaldırıp indirdi muzip bir şekilde. "Aklını almayaaa gidiyorsun!"

Kalan son yastığı da ona fırlattım. "Demir'e ilk sen seni seviyorum dersin inşAllah!" dediğimde gözleri dehşetle büyüdü.

"Kız tövbe de!" dedi kapıyı açtığımda. Korkmuştu resmen. "Tövbe de, duan tutar şimdi." dediğinde kıkırdadım ve kapıyı kapatmadan önce yönümü ona dönüp elimi amin dedikten sonra yüzüme sürdüm.

Üstüme kırlent fırlattı ama tam zamanında kapıyı kapatmıştım.

Yüzümde gülümsemeye aşağı kata indim ve Siraç 'ın çalışma odasının önünde durdum. Kapıyı iki kere tıklattığımda önce ses gelmedi.

Sonra her zamanki hissiz ses tonuyla, "Gel!" dediğinde tereddüt etsem de kapıyı açtım.

Kapıyı yarım araladıktan sonra başımı uzattım. Başımı eğdiğim için saçlarım yana doğru sarkmıştı. "Müsaade var mıdır?" dedim masanının başında oturan sevdiğime tam bakmadan önce.

Sonra göz göze geldik. Sabah üstünden çıkarttırdığım gömleğinin kolları katlanmıştı. Her zamanki gibi kravatı ortalıkta yoktu. Gömleğinin üç düğmesi açılmıştı. Odasının soluk aydınlatması onu gölgelere saklamıştı. Yüz ifadesini göremiyordum ama geniş omuzları hala gergindi, artık fark edebiliyordum.

"Sana müsaitim, Günışığı. " derken masaya doğru eğildiğinde yüzü gölgelerden sıyrıldı. Sesi de beni çağırdığından daha az sert çıkmıştı.

Gülümsedim, kalbim kıpır kıpır olmuştu. Beni odadan bırakıp gittiği gibi olacak sanıyordum ama hala gergin olsa da soğuk davranmıyordu. İçeriye minik adımlarla girdim.

Çalışma masasının iki yanında duran koltukların ortasında durdum. Beni izliyordu. Gözleri bir an açık saçlarıma takıldı. Baştan aşağıya incelendiğimi fark ettiğimde bir an üstümde Eylül büyü yaptı da istediği geceliklerden biri mi var diye üstüme bakmak istedim çünkü ben yaklaştıkça aydınlanan yüzünde hislerinin karanlığı çöktü bu sefer.

Ellerimi nereye koyacağımı şaşırarak önümde birleştirdim. Sonra, "Yeni mi geldin?" diye sordum. Önünde siyah bir dosya vardı ve telefonunun ışığı kapanmamıştı. Muhtemelen yine bir telefon konuşması yapıyordu.

Bana cevap vermedi. Durduğum yere kaşlarını çattı ve, "Orada durma." dedi. Sandalyesini geriye kaydırdı. "Yanıma gel, yanıma." dediğinde boş boş baktım ona.

Sabah git, diyordu. Sorma, diyordu. Şimdi de yanına çağırıyordu. Bir şey mi kaçırdım diye sorguladım bir an. Hiçte çekinmeden yanına fıtı fıtı gittim bu sırada. Bende normal değildim hani.

"Uykum geldi benim." dedim yanına ulaştığımda. "Gelecek misin?" diye sordum üstüne birde yüzsüz yüzsüz ama bu gece sabahki korkumdan sonra hiç imkanı yoktu kabussuz uyuyamazdım. Onunla uyurken rahat olduğumu, ona alıştığımı da inkar etmiyordum zaten.

Ben böyle uysal bir şekilde önüne geldiğimde ne hoşuna gittiyse gülümsedi ve gamzeleri soluk ışıkta titreşti. Sanki ışıldayan onlardı.

Belimden tutup bacaklarının arasına çektiğinde dengemi kaybettim ve ellerim geniş omuzlarını buldu.

Şimdi ona tepeden bakıyordum. O kadar güzeldi ki. Bende gülümsedim ona. "Biraz daha işim var ama geleceğim." dedi. Lacivertleri gülüşüme doğru yavaş yavaş kayarken.

"Lafı dolandırmak sende bir sanat olmaya başladı, biliyorsun değil mi Günışığı?" diye devam etti.

Ne demek istediğini anladım ama anlamazlıktan geldim, tıpkı gözlerinin nerede olduğunu bilip bilmezlikten geldiğim gibi. Hoş gözleri tekrar gözlerimi buldu ama başka bir hikaye anlatmaya devam ediyorlardı.

Omuz silktim ve, "İyi gideyim ben o zaman." dedim. Tek kaşı kalktı. Yüzünde benimle uğraşırken ki yüz ifadesi vardı.

"İyi git o zaman." dedi. "Nasıl olsa istediğini aldın." Halime gülümsüyordu.

Bende şebek gibi gülümsedim valla. Almıştım çünkü. "Yaptım öyle şeyler." dedim ve ellerimi omuzlarına teselli etmek için iki kere vurdum.

"Oldu o zaman. Sana iyi çalışmalar, paşam." derken o, beni dinlerken başını sallıyordu. Gözleri kısılmıştı.

Kollarımı çektiğimde belimden tutup kendine doğru çekti. "Oldu." dedi, başını boynuma gömdü. Öptü koklayarak.

Başını çekmeyip boynumda solurken konuştu. "Kolaydı öyle istediğini alıp gitmen zaten." dedi. Biliyordum kolay değildi. Hatta yanaklarımda ısınmıştı ama buz gibi olmasındansa bu halini tercih ederdim.

Saçlarına zaafım olduğunu da bilmiyordu mesela ama ben biliyordum. Saçlarından öptüm ve hep yapmak istediğim gibi saçlarını karıştırdım.

Ellerim saçlarındayken başını kaldırdı. Sırıtıyordum. "Değildi, biliyoruz herhalde." dedim. Onu şaşırtmak kolay değildi ama çok yakınımda olan güzel gözlerinde şaşkınlık vardı. Birde ışıl ışıl yıldızlar.

"Sen az önce saçlarımdan mı öptün Günışığı?" dedi. Gülümserken başımla onayladım. "Yaptım öyle şeyler." dedim. Sonra kendimi kollarından kurtarmak için omzuna bastırarak kendimi ittim.

İzin vermedi. "Gel buraya, senin suyun kaynadı." dediğinde gülüyordum. Arsız da olmuştum baya ben. Adamı şaşırtıyordum, kışkırtıyordum utanacağımı bile bile. Birde üstüne gülüyordum.

"Ya bırak, yarın bir sürü işim var." dedim omuzlarından itmeye çalışarak.

"Hayır, gel buraya." dedi.

Bilerek uğraşıyordu. Gücüm yoktu aslında çekseydi bir güzel de istediğini yapardı ama o kadar olan olaydan sonra normal davranmak ikimizin de işine geliyordu. Belki onun da farklı sebepleri vardı ama yüzünde gülümseme görünce mutlu olmuştum. Kalbim kıpır kıpırdı.

"Yarın kınam var benim. Güzel güzel giyinip eğleneceğim, bırak şimdi."

"Bana mı giyineceksin Günışığı?"

Kızardığımı hissettim. Kollarında kurtulmak için de hala onu itiyordum. "Tabi ki kendim için. Şimdi bırak beni. " dedim ama beni dinlemedi.

Eğilip ben onu öptüm bu yüzden. Onu da yaptım yani. Buseydi belki ama adamı yine şaşırttım mı, şaşırttım. Bir an duraksadı da bende kollarından bir güzel çıkabildim. Yoksa daha çok uğraşırdı.

Bana baktı sonra. Yüzü ciddileşmişti. Göz bebeklerinin tekrar büyüdüğünü gördüğümde sessiz kaldım. Utanmak kısmını geçersek ben düşünce olarak değişiyordum. Özellikle temas edilmesini sevmemesi, yaralarının olması ama bende iyileşmesi, her hissini bu kadar güzel yansıtması ona karşı duvar örmemi, engeller koymamı engelliyordu. Onun sevdiği kadar bende ona kendimi teslim etmek istiyordum. Bunu yeni yeni fark ediyordum.

"Az kaldı, biliyorsun değil mi?" dediğinde aramızdaki çekim, gerilmiş bir telin üstünde cızırdıyordu sanki.

Hiçbir şey söylemeden yanaklarım kızarmış bir şekilde çıktım odadan ama gitmeden önce ona gülümsemiştim. Eğer bu bir kışkırtmaysa ben artık onun son seviyesindeydim.

Bunun üstüne de onun geleceğini bilerek, bütün korkulara, yaşanılanlara, her şeye rağmen susturduğum yaralarıyla gözlerimi kapattım güne. Hemen uykuya daldım. Kısa bir süre sonra geldiğini hissettiğimde ise göğsüne kıvrılıp geceye karıştım.

Kabussuz, onunla.

⚜🔱⚜

"Nankör, sevdim ama değmezsin.

Nankör, kıymet nedir bilmezsin."

Sabah sabah Murat Başaran'ın sesi, tepemde dans eden Eylül ile uyandım. Bir yandan da şarkıya eşlik ediyordu. Bir nankör diye bağırışı vardı, sanırdınız büyük ihanete uğramıştı.

"Seni Demir alsın, Eylül. Sal beni!" dedim yatağın Siraç tarafındaki yastığına başımı gömdükten sonra ama tabi ki beni dinlemedi. Kulağımın dibine, "Nankör!" diye bağırdıktan sonra başımın altından yastığı çekti.

"Kalk yeni gelin. Çok fena gaza geliyorum ben bu şarkıyla. Demir'i arayıp bağıra bağıra bu şarkıyı söyleyesim geliyor." Tek gözümü açtım ve onun sırıtıp başımın üstünde elinde tuttuğu yastıkla dans edişine baktım.

"Sen Demet Akalın değilsin ,kendine gel." dedim ama sırtıma yastığı geçirdi. Bir yandan da gerdan kıvırıyordu.

"Körsün kör, seni seveni göremedin

Boş ver, zaten hiç hak etmedin!"

Eliyle şarkının geldiği yönü gösterdi. Aslında amacı sözlerine dikkat çekmekti. "Bak gördün mü? Nasıl güzel bir giydirmektir bu ya Rabbim! Oynaya oynaya sövüyorsun."

Yastığa söver gibi şarkı söylemesi boşuna değildi zaten. "Allah sabır versin." dedim yataktan kalkmadan önce. "Allah Demir'e sabır versin!" dediğimde yüzünü buruşturdu.

"Beter olsun!" dedikten sonra şarkıya eşlik etti. Umurunda bile değildi. Zaten beter etmişti adamı.

Sabahleyin bu şarkıdan aldığı gazdan mıdır, nedir - ki en az on kere dinlemiştik- gram nefes almamıza izin vermedi. Sabahleyin Yağmur ile Zeynep gelmişti.

Onları aşağı kattaki hazırlıklara beni yemek kısmına postaladı. Müzik sistemi hiç susmuyordu zaten.

"Konseptim 90'lar ve 2000'ler kızlarım. Bugün tabanlarınızı hissetmeyeceksiniz." dedi. Yağmur dünden razıydı zaten. Onun en büyük eşlikçisi oydu. Biz Zeynep'le 40 yıldır kurtlarını dökmemiş gibi kapı gıcırtısına oynayan kızlara bakıyorduk.

Gerçi benim içim de kıpır kıpır olmuştu ama ben o kurdu dökmek için akşamı bekliyordum.

Kızlar okuldan çağrılacak listeyi benimle birlikte hazırlamış, okula gidip bizzat vermişlerdi. Bu gece 25 kişiydik toplam. Güzel bir eğlence olacaktı.

Öğle namazını kıldıktan sonra Eylül yukarı çekiştirdi, bende mecburen tıpış tıpış gittim arkasından ama odama girdiğimde şokun en büyüğüyle karşı karşıyaydım.

"Gir kanıma!

Hani bekarlık sultanlık derdin.

Yetti canıma !

Yaşarım ben senle gir kanıma."

Harun Kolçak arkada çalan müzikle sevdiğine bir güzel yürürken ben açık olan kına elbiseme doğru yürüyen Eylül'e bakıyordum. Odamdaki dolaba asılmış elbise şeffaf kılıftaydı.

"Yok, hayır." dedim inanamıyormuş gibi. Çiçeklerle bezenmiş yakut rengindeki elbiseye bakarken bu kadarını da beklemiyordum. Elbise yerlere kadar uzanıyor yunan stilinde dökümlü iniyordu ama göğüs kısmında, iki göğsün arasından inen, bana göre fazla olan bir dekolte vardı. Ortasında ince bir tül olsa da bana göre çok derindi.

Ve rengi. Kan renginde, o kadar büyüleyici gözüküyordu ki hayatım boyunca bu tarzın yanına yaklaşmamışken cesaret edemezdim.

"Eylül bu olmaz." dedim Eylül elbisenin yanına ulaştığında. Korkmuştum resmen elbiseden. Elbisenin üstünde elini dolaştırdı. Bir yandan da şarkıyı mırıldanıyordu. Sanki beni duymamış gibiydi.

"Vazgeçmem, geçemem seni ne zor buldum ben.

Düşlerim çıkmasa da yine."

İç çekti ve bana baktı sonra. Hala yüzünde hülyalı bir ifade vardı.

"Ben o kadar uğraşmışken, bu şaheseri Paris'ten getirttirmek için iki haftadır bekliyorken, benim için de mi giymezsin? Bak senin için karnına kadar olan dekolteyi biraz kaldırttık." dedi.

Yüzünde hüzünlü bir ifade vardı, bildiğin vicdanıma oynuyordu. Tam o sırada Yağmur içeri girdi ve her zamanki muazzam tepkisi verdi.

"Oha! Bu ne?" dedi. Bende kıyafeti gösterdim. "Ya ben bunu nasıl giyerim?" dedim isyan eder gibi.

Yağmur da tereddütte düşmüş görünüyordu. "Çok değil aslında mahremiyeti de çok aşmıyor gibi .Zaten kız kızayız ama işte biz alışkın değiliz." dedi.

İkimiz de tereddütte düşünce Zeynep'i çağırdık ama o da bizim gibi düşünüyordu. Kısa bir süre tartıştık.

Eylül bu sefer cidden gözlerini doldurduğunda, yine pes eden ben oldum. Kaç gündür benim için uğraşıyordu, her şeyle ilgileniyor üstümdeki yükleri elinden geldiğince almaya çalışıyordu. Ona bunu yapamazdım.

"Neyse, tamam giyerim. Nasıl olsa taşıyamayacağım." dedim ama Eylül birden gülümserken, "Göreceğiz bakalım." dedi.

İki dakika içerisinde göz doluluğu da gitmişti maşallah.

Makyöz geldiğinde Mustafa Sandal eşliğinde hazırlanmaya başlamıştık.

"Çeyizi düzmüş.

Kimi bekler?

Köşede durmuş.

Dönmek ister!"

Etrafımdaki herkes mutlu olunca istemsizce bende mutlu oluyordum. Kızlar resmen şakıyorlardı çünkü gerçekten görülmemiş bir eğlence olacaktı. Akşam yengemler de gelecekti eğlenmek için.

Gözlerime far sürülüyorken, Zeynep şarkının sözlerine ithafen, "Bu şarkı senden enişteye gelsin." dedi ve hep beraber güldüler. Hala Mustafa Sandal'ın aynı şarkısı çalıyordu.

"Bu kız beni beni görmeli,

Bana kazak örmeli,

Yalnız beni sevmeli artık!"

Burnumu kırıştırdım. "Bugün derdiniz benimle uğraşmak sizin. Anca eğlenceniz bu zaten. Sıra size de gelecek." dedim. Hiçbirinin umurunda değildi ama ben inanıyordum. Bende bir gün onlarla eğlenecektim ve o gün sorunlarının üstü örtülmüş biri değil de evliliği artık oturmuş, evli bir kadın olmayı istiyordum Allah'tan.

⚜🔱⚜

"Erik dalı gevrektir,

Erik dalı gevrektir.

Amanın basmaya gelmez,

Haydi basmaya gelmez!"

Konya'nın hatta ülkemizin tamamının vazgeçilmezi erik dalı çalarken konuklar yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Ben içerisi soğuk olduğundan mı ,bana göre yarı çıplak olduğumdan mı titriyordum.

Yanımda duran Asya yengem ikidir suratıma doğru okuyup okuyup üflüyordu.

"O kadar güzel olmuşsun ki bakmaya kıyamıyorum." dedi. Ben aynaya bakmaya utanmıştım aslına bakılırsa ama çok farklı olduğumun farkındaydım.

Saçlarım bukle bukle yapılmış sırt dekoltemi kapatıyordu. Pırlantadan başıma bir taç yerleştirilmişti. Bu halimi görünce küçükken dinlediğim prenses masallarında hissetmiştim kendimi. Makyajı çok yoğun istememiştim ama iki tercih sunulmuştu bana. Ya göz makyajım ağır olacaktı ya da dudak.

Dudağı seçmiştim saf saf ama dudağımdaki kırmızı mat ruju görünce bin pişman olmuştum ama yine de hazırlandıktan sonra giydiğim elbiseyle ,içimde oluşan o kıpır kıpır eden sevincin sebebi her kız çocuğunun bir kere hayatının baş rolünde, bir prenses kadar güzel olmak istemesinden kaynaklı olduğunu biliyordum.

Beni utandıran elbisenin sandığımın aksine çok güzel oturmasıydı. Elim sürekli göğüs dekolteme gidiyordu.

Karşımda duran Zeynep ve Yağmur da arada gözlerini dekolteme kaydırıp ıslık çalıyor, kaş göz yapıyorlardı.

"Eller oynasın eller

Diller gaynasın diller

Eller ne derse desinler

O dillerini yesinler."

Onlarda, biri mor biri zümrüt yeşili uzun elbiseler giymiş, çok güzel olmuşlardı. Salonun camları karartılmış. Getirtilen aydınlatılmalar açılmıştı. Konulan masalar, fotoğraf çekilme bölümü, şimdiden dolmak üzereydi. Girişte telefonlar alınıyordu. Herkesin mahremiyetine saygı duymak için bir önlemdi sadece ama kimse şikayetçi değildi.

Ben okuldayken herkesle arkadaştım ama kimse beni zengin olarak bilmezdi. Şimdi şaşkın bakışlar, hayret nidaları, inceleyen ve sorgulayan bakışlara maruz kalıyordum. Gecenin ilerleyen saatlerinde sorular da olacaktı ama şimdiden bu sorunu halletmezsem ileri de sıkıntı yaşayacağımı biliyordum. Siraç izin verdiyse sakınmam diye, düşünüyordum. Nişanıma da gelinmişti. Bu ilk bu lüks ile karşılaşmaları değildi.

Hoş ben daha alışmış değildim ya, o da ayrı bir meseleydi.

Yine de bütün bu hazırlıklara rağmen ben daha eğlenme kısmına geçememiştim. Eylül yanıma geldiğinde sürekli yerimden kıpırdanıyordum.

"Kırmızılım sana yandı canım!" dedi bana doğru ilerlerken. Toz pembe vücudunu saran, ip askılı bir elbise giymişti. Sade bir fön yaptırmasına rağmen aşırı güzel görünüyordu.

"Eylül, aşırı gerildim ben ya." dedim. Yengem sırtıma destek oluyordu. Annem ile Yasemin yengem daha hazırlanamamıştı.

"Gerilme, gerilme. Çok güzelsin, görene okutuyorum. Nazar değmesin, yâri çok şanslı onun, diyorum." dedi. Parmaklarını şıklatıp bir iki kez yerinde salındı.

İstemsizce gülümsedim ama omuzuna hafif geçirdim. "Uğraşma benimle." dedim.

Omuz silkti. "Asya abla, bu var ya bütün hazinesini gizliyormuş." Baştan aşağıya beni süzdü. Gözleri üst kısımda biraz daha dolandı. Islıkla bitirdi süzmesini.

Yengem makas aldı yanağımdan. "Benim fındık hırsızım hep güzeldi zaten." dedi ama ben surat asıyordum. Utanmıştım çok fazla.

"Yapmayın artık ya!" dedim isyan ederek. Arkalarında olan Yağmur ile Zeynep de dahil güldüler. Gösterecektim ben onlara da.

Eylül bana zerre acımasa da en sonun da gülmeyi bıraktı ve, "Tamam yeni gelin, kızarma. Şu malzeme odası olarak kullandığımız oda da misafirlere vereceğimiz süsleri bulamadım bir türlü. Seninle birlikte koymuştuk. Birde sen bakar mısın? Ben yerine dururum." dedi.

Canıma minnetti benim. Hemen atladım. "Ben bakarım şimdi. " dedim ve koşar adım salondan çıktım. Ayağımdaki topuklularla merdivenleri çıkmak hiç kolay değildi ama asansör de malzeme taşınıyordu. Bu yüzden mecbur kalmıştım. İkinci kata ulaştığımda nefes nefese kalmıştım.

Koridoru hızla geçip Siraç 'ın spor odası olarak kullandığı odanın yanındaki diğer kapıyı açtım ve malzemelerin olduğu odanın ışığı içeri girdiğimde otomatik olarak aydınlandı.

Tam o sırada Tarkan'ın şarkısı çalmaya başladı arkada. İstemsizce olduğum yerde hafif sallandım. Çok severdim bu şarkıyı. İçimde çalıyordu müzik sanki.

"Ah nihayet, aşk kapımı araladı

Usul usul, yanıma sokulup

Özüme daldı."

Masanın üstüne konulmuş kına malzemelerini karıştırdım. Aradığım süsler bileğe takılan çiçeklerdi. Poşetleri karıştırıyor bir yandan da hafifçe omuzlarımı sallıyordum.

"Sen daha önceleri, nerelerdeydin?"

Demlendim kollarında

Ateşinde!"

Kısa bir süre daha aradım ama bulamadım. Hafif hafif oynamaya devam ediyordum. Sonra kapı açıldı. Bende Eylül'ün geldiğini düşünüp, "Eylül bulamıyorum bende bu süsleri ama." diyerek arkamı döndüm.

"Bu aşk bizi yola getirmeli

Ölürüm sana oof, ölürüm sana.

Ölürüm sana ölürüm. Şşşt zilli!"

Onunla göz göze geldik. Kapı ardından tanıdık bir el tarafından kapandı. O elin sahibini boğacaktım. Pembe elbisesini görmüştüm.

Ama sonra sebebime kapıldım tekrar. Gözlerinin ağına düştüm ona bakınca. Yavaş yavaş aşağı inen gözleri ile olduğum yerde çakılı kaldım.

"Yaktın beni hain!"

Simsiyah giyinmişti. Siyah onda dehşetti, ben onun karşısında dehşetteydim. Siyah gömleğinin yakasından görünen boğazı sesli yutkunuşuyla titreşti. Gözleri dekoltemin orada durduğunda kaşları havalandı. Dudakları farklı bir gerilimle birbirine bastırılmıştı.

"Tiryakin oldum yârim!"

Titredim bakışlarının altında. Gözleri tekrar harekete geçti ve hafif yan durduğum için sırt dekoltemi de gördü. Sonra aşağı doğru indi. Dişlerinin arasından bir soluk aldı ve ince bir ıslık sesi sessiz odada yankılandı.

İndikçe karardı lacivertler. Gün geceye, gece zifiri bir okyanusa döndü.

"Çaldın beni benden."

Tekrar yutkundu ve karşısında havaya doğru süzüldüğümü hissettim. Gözleri gözlerimi bulduğunda ikimiz de sarsıldık.

"Düştüm ağına zalim."

Onu bundan önce böyle gördüğümü sanıyorsam bile yanılıyordum. "Sanırım bunu benim için giydin." dedi boğuk bir sesle.

İçerisi sıcak değildi ama ensemden bir damla ter yavaşça süzüldü. Bakışlarında yangın vardı. Öyle bir yangındı ki bendim pervane olan.

"Dokunursam yok olacak mısın ışığın kızı?" dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan.

"Sanki beni yakacak gibisin." dedi bana doğru bir adım attığında.

Zaten aramızda iki adımlık mesafe vardı. Onu kısalttı ama kapatmadı. Elini uzattığında, "Gözlerin o kadar karanlık ki." dedim kısık sesle ama beni duymadı, ya da es geçti.

Elinin tersi boğazıma dokundu yavaşça. "Yakutlar için Kraliçeler savaş çıkarırmış." Eli yavaşça aşağı indi. İndikçe yandı.

"Senin için savaş çıkarırlardı." Eli göğüs oluğumda durduğunda kalbim elinin altında sarsılıyordu. Soluklarım öyle hızlanmıştı ki.

"Ama ben seni çoktan kendim için çalmış olurdum." Diğer eli de bana doğru uzandığında yüzü bana doğru eğildi.

Kısık sesle, "Ben senin hazine olduğunu çoktan biliyordum." dedi. Önümde duran saçlarımı omuzumdan arkaya doğru itti ama o eli de rahat durmadı.

Sırtıma dokunduğunda, gözlerimi kapattım. Dün çalışma odasından çıkmadan önceki elektrik artık gökyüzünü titretiyordu aramızda.

"Bundan beğendiğin sonucunu çıkartacağım ama," gözlerimi açtım. "Öyle bir bakıyorsun ki konuşamıyorum." dedim gittikçe yok olan sesimle.

Gözleri gözlerimi buldu. "Bu tutku mu?" diye sordum. Bilmiyordum, hiç yaşamamıştım ki. "Kalbim sana çarpıyor, çok heyecanlanıyorum. Buna mı deniliyor?" dedim. Sesim titriyordu ama korkudan değildi.

Hafifçe gülümsedi ama gözlerindeki karanlık, aramızda çarpışan akım gittikçe yükseliyordu. "Bu hasret." diye fısıldadı.

"Ölü bedenime, senin tenin sanki nefes." Eli boynumu buldu ve alnımı alnına yaklaştırdı. "O kadar güzelsin ki." dedi.

Sanki bu bir günah gibiydi. Öyle söylemişti. "Ben bazen kör oluyorum. Her şeye. Sen hariç her şeye."

Göğüs oluğumda olan eli daha da aşağıya indi. Soluğum kesintiye uğradı. "Ne yapıyorsun?" dedi yakınır gibi. "Sen bana ne yapıyorsun?"

Bende bilmiyordum ne yaptığımı ama o bana ne yapıyordu? Elleri altında eriyordum sanki.

Soluğu soluğuma karışıyordu. "Sen büyücüsün." dedi. Göz göze geldik. Çarpıştı toprakla gece. Karıştı birbirine gündüzle gece. Sırtımdaki eli kaydı ve parmakları perde gibi açıldı. Sırtıma değen eliyle başımı yana doğru çevirdim. Nefes alamıyordum sanki.

Eğildiğini hissetim. "Tenin," dedi dokunarak.

"Kokun," dedi başı göğüs oluğuma doğru eğilmişti. Utançtan yanaklarımda ki kan tüm bedenime yayılıyordu.

Tam orayı öptü. Sesli bir soluk aldım. Dokunduğu yerde tenim alev aldı.

"Sesin," dedi boşta kalan elini boğazıma koydu. Baş parmağıyla okşadı ince deriyi.

"Sen büyücüsün. Ben tiksinirdim insan bedeninden." Kalbim cümleleri idrak ediyor, bu yangının arasında kanıyordu. Öperek yavaşça yukarı çıktı ve dudakları her tenimle bulaştığında omurgamdan başlayan bir ürperti bütün dermanımı kesti.

Ona çekiliyordum. "Ben nerden bilirdim ki tutkuyu?"

Sanki kendini kaybetmişti. Köprücük kemiğime ulaştığında dilini değdirdi ve dudaklarının arasına alıp yavaşça emdi. Ellerimle kolunu tuttum istemsizce. Boğazımdan boğuk bir inleme çıktı. Engel olamadım. Tenime değen elleri kasıldı.

Başını kaldırdı ve aşağıdan baktı bana. "Niye senin tenin siren şarkılarını söylüyor?" dedi bu ihtiyaç karşısında çaresizmiş gibi. Sanki yenikti. "Niye seninle bir bütün olmazsam ölecekmiş gibiyim."

Son cümleyi kurduğunda yıktı aramızda ki bütün duvarları. "Neden çağırıyorsun beni?" Sanki acı çekiyordu bundan. Dindirmek istedim acısını.

Elim ensesindeki saçlarına gitti. Ben çektim onu. Dudaklarımız birbiriyle buluştuğunda bütün müzikler sustu. Ağzıma doğru inlediğinde ehilleştirilmemiş bir tutkuyla öpüyordu beni.

Dudaklarımız selamlaştı. Tüm bedenimi kendine bastırdı. Titriyordum kollarında, elleri sırtımdan bastırıyor ayakları ise hareket ederek beni sürüklüyordu. Ona karşılık veriyordum. Çok sevdiğim saçlarını çekiştirerek kendime daha fazla çekmeye çalışıyordum onu.

Dudaklarım aralandığında nefeslerimiz selamlaştı ve bahsettiğim ateş alev aldı. Duvara yaslandığımı hissettiğimde dili bulduğu açıktan içeri doğru sızdı.

Bu sadece cinsel çekim değildi sanki. Öyle bir hissiyattı ki sanki büyük bir ihtiyaçtı. Ona cevap vermezsem ölecekmişim gibi hissediyordum.

Elleri tüm bedenimde dolandı. Ellerim saçlarını asıldı ve ensesinde asılı kaldı. Tüm vücudundan ki gerilimi, ihtiyacı bedenime akıyor, bedenim sarsıntılarla düzenli olarak sarsılıyordu.

Sanki hasretini dindirmeye çalışıyor, bu çağrının sebebini öğrenmek ister gibi öpüyordu beni. Ben ise çaresizce ona karşılık veriyordum.

Onun da ihtiyacını hissederken bedenim bir nabız gibi atıyordu. Alt dudağımı ağzına alıp emdi ve ısırarak nefes nefese geri çekildi. Benim nefesim kalmamıştı.

Eğer tutmuyor olsaydı düşerdim.

Ama hala bitmemişti. Olay sadece öpüşmek değildi işte. Tüm bedeni bedenime yaslanmıştı. İhtiyacını hissediyordum. Ona olan muhtaçlığımı ise utanç örtüyordu.

"Dindiririm." diye fısıldadım nefes nefese. Dinen hiçbir şey yoktu ama bu vaatti. Eğildi ve yine soluğumun kesildiği yerden öptü. Saçlarından tutup geri çektim onu. Yanıyordum sanki. Bu yüzden dayanamamıştım.

Başını kaldırdı tekrar. O zaman dudaklarını gördüm. İstemsizce kıkırdadım bu haline. Hiç gülünmeyecek bir anda güldüm.

Kırk yılın başında bir ruj sürmüştüm o da onun tarafından silinmiş olmalıydı. Üstelik yüzüne bulanmıştı.

Kim bilir ben ne haldeydim. İlk önce anlamadı bu halimi. "Sana kırmızı daha çok yakıştı bence paşam." dedim.

O an fark etti kendi dudaklarıyla silmiş olduğu rujumu. Eli dudaklarına gitti ve elinin tersiyle sildi ama yutkunduğunu gördüm. Sanki tadımı alıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım bu haline ama fark etmemişti.

O da gülümsedi bütün hasretiyle bu anda. "Senden çaldığım sürece, şeref duyarım Günışığı." dediğinde tekrar gülümsedim.

O benden hep çaldığını iddia ediyordu ama iki parça olan bir yapboz birleşmek için hep diğerinin parçasına ihtiyaç duyardı. Ben onunla, o da benimle bir bütün oluyorduk

Bu çalmak değil, bir olmaktı.

⚜🔱⚜

Hadi yine iyisiniz,geçen bölüm çok isyan ettiniz. Bu bölüm çok fena bir yerde bitecekken kıyamadım size.🤣💃💃

Diğer bölüm kınaya devam edeceğiz,bol bol coşacağız.🤩💃😈😎

O zamana kadar kendinize çok iyi bakın. Allah'a emanet olun güzellerim!🤩💃

Continue Reading

You'll Also Like

37.6K 2.1K 27
Yaşadığı bir olay yüzünden sesini kaybeden bir kız. Annesinin yeni evliliği yüzünden mecbur İtalyaya taşınır, italyada yeni arkadaş edinen kız, arkad...
1M 30.6K 31
Mahallenin yaptığı yardımları ile dilinden düşmeyen, bütün kızların deli divane olup peşinden koştuğu, ağırbaşlı, yardımsever ve bir o kadar da sert...
101K 325 14
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
2.1M 33.6K 54
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...