Call of the Deep || Sekai

By Wu_GalaxyHun

1.7K 237 350

Bir basketbolcuya ne yakışır? Bir amigo! Ama amigonun, derinliklerde bir sırrı var. ××× Tür: Fantastik, Hayra... More

Giriş: 1. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm

2. Bölüm

310 42 81
By Wu_GalaxyHun

Oy verdiğiniz ve yorum yaptığınız taktirde gece gündüz yazmak için motive olurum.
Oy ve yorum, bizlerin motive olması için çok önemli, lütfen bunu unutmayın♥️

İlk bölümle sizleri havada bırakmak istemedim. Hemen ikinci bölüm💅🏻



"Kaptan!"

"Ya! Sehun!"

Daldığım yerden bakışlarımı çekmemi sağlayan sözlerdi bunlar.

"Efendim?" Aslında bana bağırdıkları için ayılmıştım.

"Bir sorun mu var?" Yakın arkadaşlarım yanıma gelerek sorduklarında başımı sağa sola salladım. "Gelecek maçlar hakkında düşünüyorum." Yalan. Dün gördüğüm o şey, hakkında düşünüyordum.

Neyin nesiydi o öyle? Ağlayan bir balık olamazdı değil mi? Hem o kadar renkli ve büyük bir balık var mıydı?

Düşüncelerimle ürperdim. O şey neydiyse, aklım örtülmüş gibi bir de ona doğru ilerlemiş, sonunda da koşmuştum. Zarar görebilirdim.

"Neyini düşünüyorsun?" Wook'un söylediğine karşılık ciddi bir konuşma yapasım geldi ve oturduğum yerden ayağa kalkarak soyunma odasındaki bütün arkadaşlarıma hitaben sesimi yükselttim.

"Bugünkü performansımız düşük değil miydi sizce?" Diye sorduğumda bazı mırıltılar yükseldi ve genellikle 'evet' sesleri vardı. "Ve biz şehir birincisi olmayı hedefliyoruz öyle mi?" Bir kaptan olarak takım arkadaşlarımı yüreklendirmeliydim. Çünkü koçumuzun bunu yapamadığı kesindi.

Söylediğim şeye bir tepki gelmedi. Belki de buradan nereye varacağımı anlamışlardı. Konuşmama devam edeceğim sırada soyunma odasının kapısı açılmıştı ki benimde, arkadaşlarımın da dikkatimiz kısa süreliğine dağıldı. Ancak devam ettim.

"Bakın, eğer birinci olmayı başarabilirsek hayatımız değişecek. Belki hepimiz değil ama bir çoğumuz gerçekten basketbolcu olabilecek. Finale kalanlar hakkında ne olacağını biliyorsunuz, büyük kulüplerden seçmeye gelecekler ve bunu gerçekten istiyor musunuz, yoksa sadece vakit geçirmek için mi basketbol oynuyorsunuz? Ben, Wook ve SangBum kimsenin yapamadığını yapıp, insanların vakit kaybı olarak gördüğü şeyi yaptık ve sınıfta kaldık, boşuna mı sınıfta kaldık? Hayallerimiz var ve birlikte başarmak için buradayız. Okul takımımızla birinciliğe koşalım, sonra birçoğumuzun hayatı çok güzel yerlere gelecek. Bunu isteyip istemediğiniz hakkında düşünün. Çünkü bu takıma gereçkten girmek isteyenler var..." Sakin ama kararlı konuşmamla birkaç rahatsız olmuş bakışı yakaladım ama umrum dışı. İşim karşıya geçene kadar herkesle iyi anlaşmak durumundaydım. Çünkü şu an uzun bir tahta köprünün tam ortasında sallanıyordum ve karşı tarafa geçmem için uzun bir yol vardı. Köprünün iplerini tutacak insanlara ihtiyacım vardı.

"Haklısın Kaptan!" Gülümseyerek söyleyen SangBum'du. Sonra birkaç haklısın nidası daha geldi.

"Lütfen dikkat edelim. Dinlediğiniz için teşekkür ederim." Hakkımda 'kendini beğenmiş' diye düşünen iki üç kişi bulunduğu için teşekkür etmeyi unutmadım.

Sanki sadece kendim için konuşuyorum.

Sol tarafımdaki kapı tarafına yüzümü çevirdiğimde iki, erkek amigonun bana baktığını gördüm. Bir tanesi hızla yüzünü çevirip dolabını açtı ve içinden tahminimce kıyafetlerini ayarlarken tatlı yanaklara sahip sarı saçlı ve etek giyen çocuk gülerek "iyi konuştun." dedi. "Boş bir takıma amigoluk yapmak istemeyiz."

Bu iki çocuk senenin ortasında bu okula geçmişlerdi ve çok güzel olmalarının yanı sıra amigoluk yaparken etek giyiyorlardı. Hem de etekleri kısacıktı! İlk gördüğümde oldukça şaşırsam da, okulumuz bu tür durumlara izin veren ve öğrencilerin istedikleri kimlikte yaşamalarını destekleyen bir yapıdaydı. O yüzden birçok kişi bulunduğum okula gelmek istese de elbette kontenjan sınırı var.

"Sizin kızlar soyunma odasında olmanız gerekmiyor mu?" Sangbum, kapının önüne geçip bir kolunu kapı koluna dayarken güzel çocuklara bakarak söylediğinde, benimle muhatap olan, arkadaşıma döndü. "Erkek olduğumuz için erkekler bölümündeyiz tatlım."

Hepimiz üstümüzü değişip günlük kıyafetlerimizi giyerken okul çıkışıydı ve evlere dağılacaktık. Sangbum, çoktan üstünü değişmiş kapının önünde dikiliyordu.

"Ah, tatlını yesinler. O güzel etek ve şişko butlarınla seni burada yerler." Üstümdeki sıfır kollu formayı çıkarıp tişört giydiğim sırada duyduğum şeyle herkes seslice gülerken bende çaktırmadan güldüm.

"Ne?! Ben şişko değilim."

"Şişko değilsin, etine dolgun bir beyaz çikolatasın. Sanki biraz da... ımm... Çilek parçacıkları var?" Sangbum, göz kırparak sarışın, orta boylu çocuğa söylediğinde şaşkınlıkla yerinde kala kaldı. Hâlâ altında eteği vardı.

Takım arkadaşlarımızdan biri "umarım bir homo aşkı doğmaz." Deyip gülerlerken aslında sadece dalga geçiyorlardı. Bu okuldaki kimse buna takılmazdı, kimse garipsemezdi. Belki takılan vardır ama çoğunluk umursamadığı için içlerinde yaşıyor olabilirlerdi.

Ben hangi taraftaydım? Ben umursamayan taraftaydım. Kim ne yaparsa yapsın ama kimse üzülmesin tarafında.

"Ne demek istiyorsun?" Kızlardan daha alımlı olan ve konuşkan, özgüven sahibi birine benzeyen çocuk yakın arkadaşıma sorduğunda diğeri hâlâ sessizdi. Arada demir dolabın kapağından başımı çıkarıp onlara bakıyordum ama konuşanın yanındaki kızıl saçlı çocuk bir türlü dolabından çıkmıyor, orada oyalanıyordu.

"Adın ne senin?" Sangbum onun sorusunu cevapsız bırakarak sorduğunda, sarışın olan şımarık ama sevimlice omzunu silkeleyip dolabına dönerken "Baekhyun." Dedi. Bende çoktan beyaz tişörtümün altına siyah şortumu giyip çantamı da sırtıma takmış, hem telefona bakıyor hem de olanları izliyordum.

"Bende Sangbum."

Kısa boyuna, eteğine, güzelliğine bakmadan "Eğer bir gün haremim olursa alırım seni." Dedi Baekhyun da ve herkesin şaşkın kahkahasına neden oldu. Sonra onlar da üstlerini değiştirdiğinde ben biraz daha oyalanarak göz ucuyla eteklilere bakarak kapıya çıktım. Bütün takım arkadaşlarım dağılırken iki güzel çocuğu bekliyordum.

Aslında onları tanımıyordum, doğru düzgün sohbet etmişliğim yoktu. Onları bekleme sebebim ise dün ne gördüğüm konusunda o kadar düşünüyordum ve kafam karışıktı ki, bugün o ikisinin kırmızı amigo takımlarında, krop atletlerinden açıkta kalan bellerine takılı olduğu zincirleri farketmiştim. Zincirlerinde deniz kabuklarının olması dikkatimi çekmişti. Muhtemelen alâkaları yoktu ama bu ufak ayrıntı onları tanımak istememe neden olmuştu. Özellikle geçtiğimiz iki maçta büyük bir mutlulukla gri, parlak ponponlarını sallayan kızıl saçlı esmeri merak ediyorum. Çünkü bugünkü maçta, her zamanki mutlu performansını sergilememişti. Bu da tanımak istemem için ikinci sebepti.

Bizim takımımızda amigoluk yapmadan önce, yani okulumuza gelmeden önce, geldikleri okulda kelimenin tam manasıyla nefret ettiğimiz takımın amigoluğunu yapıyorlardı. Sonra buraya gelip bizim takımımıza girmek istediklerini söylediklerinde birçoğu karşı geldi. Kaptan olarak onlara ön ayak olan bendim, eğlencesine bu işi yaptıklarını ve dans etmeyi sevdikleri için burada olmak istediklerini açıkladıklarından onlara destek oldum. Sonuç olarak ön sıradaki kızıl ve sarı saçlı iki güzel çocuk da kızların arasında tezahürat yapa yapa, kızların göz bebekleri olmuşlardı. Amigolarla konuştuğum veya içlerine girdiğim yoktu ama bir kere denk geldiğimde bu iki çocukla oldukça ilgileniyor, onları süslüyor olduklarını da görmüştüm. Sarışın olan çok tatlı biriydi. Şekerleme, çikolata, kabartma tozu, pembe ve sarıdan ortaya çıkmış bir hâli vardı. Kızıl olansa çok güzel biriydi, kelimenin tam anlamıyla ve tek bir tabirle çok güzel biri.

Herkes dağıldığında arkadaşlarıma da beni beklememeleri gerektiğini söyledim. İçeriden duyduğum normal düzeyde sohbet sesleriyle kapı açıldı. Benden kısa olan iki beden de koridora çıkarken karşılarında beni görmeyi beklemiyor olacaklar ki şaşırdılar.

"Merhaba Kaptan?" Sözü alan yine sarışın olan Baekhyun'du. Bence kızıl olan da bu kadar sessiz biri değil ama neden konuşmuyor?

"Merhaba Baekhyun, Bum'un söylediklerinden rahatsız olmamışsındır umarım." Söze böyle girmeyi uygun gördüm. O ise bunu beklemiyorcasına -ama hatırladığı şey hoşuna gitmiş gibi- gülümsedi. "Hayır, açık açık konuşması eğlenceliydi. Önemli değil."

"Aynı yerde mi yaşıyorsunuz?" Oturuyorsunuz kelimesi yerine yaşıyorsunuz daha kullanışlı geldi ve gözlerim ikisi arasında gidip gelirken sordum. Esmer olanın adı neydi bilmiyorum ama yine cevap vermeyerek sözü, sessizce arkadaşına bıraktı. "Aslında... pek sayılmaz, ama yine de birlikte gidip geliriz." Verdiği cevap işime yarayacak gibi duruyordu.

"Ama bugün ekiyorsun beni." Sonunda kızıl saçlı esmerin rahatlatıcı, yumuşak tınısını duyduğumda kaşlarımı biraz olsun kaldırdım.

"Kusura bakma, böyle olsun istemediğimi biliyorsun." İkisinin de yüzü birden düşüverirken sohbet ikisi arasında kısaca dönmeye başladı. "Önemli değil, dikkat et kendine. Haberleşelim." Dedi kızıl olan ve Baekhyun ikimize hitaben "görüşürüz çocuklar." diyerek yanımızdan ayrıldı.

Parlak esmer tenli, parlak kızıl saçlı çocuk da heralde benimle işinin olmadığını düşünecek ki arkadaşının arkasından yavaşça yola koyuldu. Hemen yanındaki yerimi aldım.

"Merhaba, ben Sehun." Söylediğimle birlikte gözlerim aşağıda kalan, açıkta gözüken beline kaydı. Krop bir tişört ve kot pantolon vardı üzerinde, dolayısıyla maç sırasında gördüğüm zinciri daha yakından görebilmiştim. Aslında demirden zincir değil, baştan başa incecik deniz kabukları ve boncuklarıyla dolu, çok güzel bir takı olduğunu o an fark ettim.

Ona selam verdiğim için bakışlarını şaşkınca bana çevirirken gözlerimi yüzüne çıkardım.

"Merhaba Kaptan, kim olduğunu biliyorum." Sesi özgüvenli değil, sessiz ve çok hoş çıkıyordu. Biraz utanır gibi bir hâli vardı. "Bende Kai." Ülkemizde duymadığım bir isim olduğundan kaşlarım yine havalandı.

"Bu ismi Beyblade de duymuştum. Kai Hiwatari." Evet, bir anime karakterinin ismiydi ve bizim kültürümüze ait değildi.

"Ah, bilmiyorum o söylediğini." Kolları göğsüne sarılmış elleri, dışarıdan kollarını tutuyordu. Bende önemli değil dercesine omuz silkerken "bir çizgi film" bildirisinde bulundum. Sesi hâlâ çekingen duruyordu ama yavaş yavaş yürüyorduk. Okul binasının kapısından çıkıp bahçeye geldiğimizde de aynıydı.

Göz ucuyla yanımdaki çocuğa baktığımda benim omzumun biraz üstünde kalan başındaki yanakları al al idi. Bir süre o şekilde yürüdük ve ben zihnimi yokladım kısa bir zamanda.

Dün ne gördüğüm hakkında hâlâ bir şaşkınlık içindeydim ama o karanlıkta görüp zihnimin seçtiği bir şeyler, bu çocukla konuşmam gerektiğini düşündürüyordu.
Özellikle kızıl saçlar.

"Şey... Benimle konuşmak istediğin bir şey mi var?" Durumumuzdan rahatsız olmuşa benziyor ki bakışlarını kısaca yüzüme çıkartıp tekrar aşağı indirdi.

"Bugün mutlu değildin, tanımıyorum seni ama her zaman gülümseyen, gülen biri olduğunu görüyordum. Merak ettim. Canını sıkan bir şey mi var?" Sorumu sorarken ikimizde durmuştuk. Şimdi birbirimize dönük, onun yüzü tekrar düşerken yere bakıyordu, bende ona.

Parmaklarımı çenesinin altına koyup nazikçe kaldırdım.

"Baksana bana. Bir sorun mu var?"

"Senlik bir şey yok ki, herkesin bir sıkıntısı var sonuçta değil mi?" Onun yüzüme bakmasını sağladığım için, uzun kirpiklerinin arasından şimdi bana bakıyor.

"Haklısın, paylaşmak da istemeyebilirsin. Ben takımımın kaptanıyım, sende bizim takımımızın amigolarının kaptanısın..." Olduğu şeyi söylediğimde tebessüm etti. "... Ortak bir yön gibi duruyordu, sohbet etmek istedim."

Belki de bu zamana kadar onlarla tanışmamamın sebebi, etraflarına -özellikle de bu kızıl saçlı- fazla insan kabul etmemelerinden kaynaklanıyordu.

"Teşekkür ederim Sehun, umarım başka zaman daha sağlıklı konuşabiliriz ama şimdi gitsem iyi olur." Bana tekrar tebessüm edip başıyla selam vererek dönüp arkasını gitti.

Bir süre arkasından nereye gittiğine baktım ama benim gideceğim istikametin tam aksi yönünde olunca bir şey yapamayacağımı düşünerek bende eve gittim. Akşam olduğunda aileme önemli bir ödevim var diyerek, ufak bir çanta içine bir kalem ve bir defter alarak dün kaçtığım kıyıya gitmek istedim ve gittim de. Bugün, pantolon yerine şort giymiştim ki, suya daha rahat girebileyim diye.

Kıyı boyunca ilerleyip sonunda tel çitlere geldiğimde bir sorun vardı. Dün gece, suların bir kısmına kadar ilerleyen çitlerin kesildiğini ve kıyıya yaklaştırıldığını düşünüyordum. Bu yüzden kolayca yasaklı bölgeye girmiştim ama bugün bir anormallik vardı. Teller, okyanusun sularını aşıyordu. Gördüğüm kayalıklar çok ötede kalmıştı.

Dünkü suyun çekilmesiyle mi alâkalıydı yani?

O kadar sinirliydim ki, hiçbir şey fark etmemişim...

Şu an neredeyse bir insan boyu olan suların olduğu yerde, dün gece kumlarda yürüyordum. Bir an korktum.

Bir süre tel örgüden karşıya nasıl geçeceğimi düşündüm ama bir yolunu bulamadım. Teller hem boydan çok uzun hem de karanlıktan okyanus sularının ortasından dolanmaya cesaret edemeyeceğim kadar enden de uzundu. Bende olduğum yere çöktüm. Ayağımdaki parmak arası terlikleri çıkarmaya gerek duymadan uzattım ve çantama koyduğum defterimle kalemimi çıkardım.

Neler olduğunu bulmak ve anlamak istiyorum. Bu yüzden elimde olan, aklımda olan her şeyi yazıp derlemeye ihtiyacım var.

22 Nisan 2023

Dün gördüklerim ve düşündüğüm:
- Zihnim, gördüğü şeyi bir deniz kızı olarak adlandırıyor.
- Büyük bir kuyruk gördüğüme eminim. Hatta renkleri, genel olarak mavi zeminliydi. Pembe ve sarı, kuyruğunun uçları bu renkteydi sanki.
- Algıda seçicilik mi yapıyorum diye düşündüm ama seçici olabileceğim hiçbir tanıdık durum yok. O yüzden gördüğüm şeyin saçı vardı. Bizler gibi siyah değil, daha canlı, farklı bir renkte duruyordu. Yüzünü kaldırdığında en belirgin şey buydu.
- Telefon flaşının çok fazla işe yarayacağını düşünmemiştim ama ona tuttuğumda balık gibi olan pulları parladı. Bunu gördüğüme eminim!
- Dün, genel olarak yasaklı bölgeden su çekildi. Evimizin ve ona yakın bölgelerde su her zamanki yerindeydi oysaki. Ancak bugün yasaklı bölgede de sular olması gerektiği gibi.
- Suların çekilmesinin ekolojik bir nedeni olduğunu düşünmüyorum. Dün gördüğüm şey ağlıyordu, tıpkı bir insan gibi. Fantastik bir düşünce olabilir ama tam olarak düşündüğüm şey şu ki; o şeyin ağlamasıyla alâkalı olabilir mi?
- Peşine düştüm ama kilometrelerce büyük olan okyanusta umarım tekrar, ona dair bir iz bulabilirim. Çünkü merak ediyorum... Çünkü saçının, başının olduğu gibi, suya dalarken kollarını da görmüş gibiyim... o hem bir insan hem de... Kuyruklu?

Amacım çıkar elde etmek değildi, eğer düşündüğüm gibi biraz insanımsıysa fantastik kişiliğimden dolayı tanımak istiyordum. Okuldan eve geldiğimden beri deniz kızlarının, sirenlerin veya ona benzer şeylerin gerçek olup olmadığı hakkında araştırma yapmıştım. Üç saat boyunca yaptığım araştırmanın sonucu, farklı görüşler olsa da genellikle böyle bir şeyin biyolojik olarak imkansızlığından söz ediyordu. Ama ben gördüğümü biliyordum, duyduğumu biliyordum.

Akşam sekizde geldiğim yerde neye beslediğimi bilmediğim bir umutla gece, neredeyse on ikiye kadar bekledim. Ama ailem aramaya başlamıştı ve bende geri döndüm.

Bir hafta boyunca, her gün yanıma başka şeyler daha ekleyerek yasaklı bölgeye gittim.

Bir gün, eğer bir şey görürsem uyduruk bir flaşla ortada kalmamak için çok iyi bir fener satın almıştım ve gemi ışığı gibi arada bir açıp kolaçan etmiştim etrafı. Her zaman açamazdım, çünkü dikkat çekerdim ve sahil güvenlik beni uyarmaya gelirdi. Daha önce başkaları için yaşanmamış şey değil.

Diğer gün, büyük bir yengeç gördüğüm için ürktüğümden belki başka bir yaratıklar gelir diye kendimi korumak amaçlı bir bıçak almıştım yanıma. Kullanamayacağım kesindi ama yine de bir güvence.

Sonra biraz atıştırmalık da almıştım. Saatlerce beklemek acıktırıyordu.

Her gün, çantam biraz daha dolu gidiyordum. Her gün okulda, 'bugün ne götürsem, ne lazım olur?' diye düşünüyordum. Sonunda gece serinleyen havaya karşı battaniye bile almıştım ama gördüğüm hiçbir şey yoktu.
Her gün biraz daha umudum kayboluyordu, sanki gördüklerim bir hayalden ibaret gibi gelmeye başlamıştı. Yaşadıklarıma dair tek inancım; Hayır, ailemle tartıştım ve sinirle evden çıktım. Hatta o tartışmanın izi hâlâ sürüyor. Annem de babam da bazenleri yine kızsalar da daha ılımlılar, telafi etmeye çalışıyorlar. Diye düşünmemdi.

Ailem ödev bahanesiyle onlardan kaçtığımı düşünmeye başlamışlar ve bana yansıtmışlardı. Onları bir şekilde ödev olduğuna ikna etsemde artık kumlara gider miydim bilmiyorum.

Bugün, en çok rekabet ettiğimiz okulla yarı final maçımız var ve onların okulundayken, misafir soyunma odasında arkadaşlarımla hazırlıklarımızı tamamlıyorduk. İçim biraz huzursuzdu. Çünkü çok önemli bir şey yaşamış gibi hissediyordum ama bilinmemezliğin içinde, sonuca ulaşamamıştım. Tamamiyle adlandıramadığım o büyük şey zihnimde havada kalmıştı.

Bugün moral konuşmasını yapan garip bir şekilde koçumuzdu. Düşündüklerimi geride bırakıp tam konsantreyle girdim maça, takım arkadaşlarımda öyle.

Küçük tribünlerin bir tarafında bizi izlemeye gelenler ve amigolarımız, diğer tarafında ise karşı takımı izlemeye gelenler ve amigoları vardı. Ayrıca maçımızı değerlendirmek üzere gelen jürilerde bulunuyordu. Karşı takımda çok da alışılagelmedik bir durum daha vardı ki, bir oyuncusu bir basketbolcuya göre kısaydı. Kaptan Jongdae. Ama iyi oynuyor, boyuna göre yüksek zıplıyordu. Hatta boyunun avantajıyla topları bazenleri çok kolay yakalayabilmesi sinir bozucuydu.

Bu şekilde ilk iki çeyreği önde bitirdiler.

Amigoların olduğu tribüne yaklaşıp hem koç hemde ben taktik değiştirdik, hep birlikte zayıf yanlarını yokladık. Bu şekilde kızların(!) çığlıklarıyla üçüncü çeyreğe başlamış olduk. Burada beraberliği kazanıp dördüncü ve son çeyrekte de öne geçemedik. Beraber olarak bitirdik maçı ve iki tarafta stresiyle, biraz moral bozukluğuyla soyunma odalarına dağılmaya başladı.

Buradan sonrası benim için dikkat çekiciydi. Çünkü benim takımım için amigoluk yapan sözde kaptan, takımımızın kropuyla, eteğiyle, ponponlarıyla karşı takımın kaptanının yanına gitti.

İki takım olarak da salondan ayrılıyorduk ama Jongdae'nin biraz önümde bir kolunu açarak Kai'nin gelmesi için işaret etmesi ve Kai'nin de biraz beklettikten sonra yavaş adımlarıyla, bir sorun olduğunu belli eden yüz ifadesiyle karşı takımın kaptanına gitmesi çok saçmaydı. Zaten bu okuldan bizim okula geçmişlerdi ve madem bu çocukla samimiyeti vardı, neden bizim takımımızdaydı ki?

Jongdae kolunu amigomuzun boynuna dolayarak, arkadaşlarıyla birlikte güle eğlene salondan ayrıldığında benim takımım olaraksa birbirimizle bakışıp durduk.

"Bu saçmalığı öğren Sehun." Diyen Dong Wook'tu.

"Maç yaptığımız kişinin kolunun altına girmek de ne demek? Umarım Baekhyun da böyle bir şey yapmaz." Diyen de SangBum.

Tribünlerde oturan en yakın arkadaşım Kyungsoo bize yaklaşıp "gördünüz mü? Çocuk karşı takımla gitti Sehun! Atın onu takımınızdan." dedi. Her zaman kestirip atardı o, önünü arkasını düşünmezdi.

"Sakin olun çocuklar, öğreneceğim." Dedim. Onlar istemesede/söylemesede öğrenecektim.

Bu yüzden herkesle anlaştım ve hızlı olup üstlerini değiştirerek terk ettiler bizim olduğumuz soyunma odasını.

Bugün Baekhyun da buralarda yoktu. Eğer olsaydı Kai'nin nerede olabileceğini sorardım. Ancak tek ihtimal veriyordum ki, bizimle karşılaşmamak için herkes çıktıktan sonra buraya gelmesiydi. Çünkü eşyaları buradaydı. Hemen yan tarafımda olmasada, yanımda bir yerde bizimle birlikte üstünü değiştirmişti. O yüzden buraya gelmeliydi.

Soyunma odasında arka taraflara geçip bekledim onu. Hemen hemen herkes dağılmıştı bence. Belkide sadece o ve ben kalmıştık. O an aklıma, o çocukla özel vakitler geçireceği gelsede öyle bir şey olmamasını umdum. Burada boşuna beklemek istemezdim. Neyseki düşüncelerimde beni haklı çıkartan bir kapı sesi geldi.

Yavaşça açılıp kapanan kapıyla birlikte bir süre sessizlik oluştu. Belki de içeride kimsenin olup olmadığını kontrol ediyordu? Bende nefesimi tuttum.

Ve bir ağlama sesi doluştu kulaklarıma...

Kalbimi gümbürdetip zihnimde bir şeyleri dürten bir sesti.

Dolapların arkasında, bir kapıyla ayrılan muslukların olduğu taraf vardı ve adım seslerinden, boğuklaşan sesinden oraya girdiğini anlamıştım. Hemen ayağa kalkıp saklandığım yerden çıktım ve bende muslukların olduğu bölmeye gittim.

Beklediğim kişi buradaydı. Yüzünü yıkamak için eğildiğinden kısacık eteğinden kalçaları gözüküyordu...

Yutkundum.

Kaşlarımı kaldırıp gözlerimi kırpıştırarak çektim bakışlarımı yasaklı bölgeden.

Kai, geldiğimi hissetmiş olacak ki başını hafifçe kaldırıp önündeki aynadan yansımama baktı. Hemen ardından panikle doğrulup bana döndü.

"İyi misin?"

Soracaklarım arasında bu yoktu ama o an için en makûl soru buydu.

"Ne oldu?" Diye sordu ağlamaktan kızarmış, ıslak yüzüyle. Şimdilik ağlaması kesilmişe benziyordu, bana yakalandığı için tabii.

"Neden karşı takımla sarmaş dolaş gittin, bunu öğrenecektim aslında. Ama birileri senin canını sıkmış... ya da yakmış. Öyle mi?" Söylediklerimle birlikte yüzü tekrar ağlayacağının haberini verircesine buruştu ve arkasını dönüp ağlamaya başlarken yüzünü de yıkamaya devam etti.

Hemen yanına adımlayıp elimi bir omzuna koydum ve kendime çevirmeye çalıştım.

"Neden ağlıyorsun?"

"Git lütfen." Ellerini musluğun kenarına dayamış ağlamaya devam ederken yalvarırca konuştu.

"Bu kadar ağladığın hâlde tamam deyip gitmemi bekleyemezsin heralde?" Ağlamaya, hıçkıra hıçkıra devam ederken tekrar yönünü bana döndü, şimdi daha sinirli duruyor.

"Ne istiyorsun benden? Bir de seninle uğraşmak istemiyorum tamam mı! Niyetin ne? Benden ne istiyorsun diyorum sana!" Açıklama yapmama izin vermeden bana saldırmasını beklemiyordum.

"Bir şey istemiyorum, sakin ol. Aynı takımda olup birbirini tanımayan iki insanız, o yüzden seni tanımak istedim." Hızlı hızlı kendimi açıklamaya çalışırken bana tekrar bir şey diyecekti ki yine hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti. "Neden onunla gittiğini sormak için buradaydım..." Suçluymuşum gibi sessiz sakin çıktı sesim. "Takım arkadaşlarımız sıkıntı çıkardı..."

Ona hesap sormayı amaçlarken, beni oldukça sinirlendirmişken şimdi sesi kısık çıkan bendim.

"Seninle gelmemi mi istiyordun? Sana mı sarılsaydım?" Hâlâ ağlamaya devam ediyordu ve sinirini benden çıkarıyordu.

"Evet... Belliki seni bu hâle getiren o, bana sarılsaydın bu hâle gelmezdin." Herhangi bir duygusal nedenden dolayı bunu söylememiştim ama bana sarılsaydı da hayır demezdim elbet. Kollarım göğsümde bağlı, neden hâlâ bu kızıla laf anlatmaya çalışıyordum ki...

"Kendi kendine çözebileceğin bir şey mi?" Diye sordum bir süre sessizliğin ardından. Daha sakinlemişe benziyordu ama arada  ağlamaya devam ediyordu ve hâlâ musluğun önündeydik.

"Bilmiyorum..." Dedi sessizce. Sesi kısılmıştı.

"Şuraya oturalım mı?" Elimle soyunma odalarındaki bankları gösterdim. Bir şey demeden yaşlarla bezenmiş yüzündeki gözlerini kaşır gibi birkaç saniye boyunca ovaladı. Sonra ellerini gözlerinden çekip üzgün suratıyla bana bakarak başını salladığında dona kaldım.

Bir gözü koyu kahve rengindeyken diğer gözü yemyeşildi ve yeşil renk oldukça canlı, gerçekçi duruyordu.

Ona nasıl baktıysam hüzünü yüzünden kayboldu, kendinden şüphe eder bir ifade ile başını yavaşça yanındaki aynaya çevirdiğinde gördüğü şeyle benim gibi dona kaldı. Ancak kısa bir süre.

"Aman Tanrım..." Sözleri çıktı bir de ağzından. Ardından hemen bana dönüp birden ittirdi beni.

"Gördüğünü unut, duydun mu beni?!" Bana bağırdıktan sonra kontrolden çıkmış gibi beni itmeye çalışıyor ve küçük ama güçlü yumruklarını indiriyordu göğsüme, kollarıma.

"Sakin ol, Kai!" Yumruklarına maruz kalırken neden bu şekilde davrandığını bile bilmiyordum. Ben onu tutmaya çalışırken birden tavırlarını değiştirip kollarımı sımsıkı tuttu ve beni sarsmaya çalıştı, "lütfen unut Sehun! Kimseye bir şey deme, yalvarırım."

Ne kadar canı yanmıştı da böyle yapıyordu ki...

Asıl soru bu değildi. Asıl soru, neden normal bir yeşil göz nedeniyle bana yalvarıyordu. Gerçi Koreli olupta renkli göze sahip olmak diye bir şey yoktu elbette. Ancak melez olduğunu söyleyebilir veya öyle olabilirdi?

"İstediğin her şeyi yaparım ama kimseye bir şey bahsetme yalvarırım."

Titrmeye ve daha çok ağlamaya başlamıştı.

Hareketleri çok keskin ve sinir krizi geçiriyora benziyordu. Ayrıca beni dinlemiyordu da.

Böyle devam edemezdi, müdahale etmeliydim. O yüzden etrafı ve beni döven kollarıyla birlikte arkasından karnına doladım kollarımı. Şimdi tamamen kıskaca alınmış bir şekildeydi ama bu sefer bacaklarını etrafa savuruyor ve onu tutmak gerçekten zor oluyordu. Bir şekilde onu banklara oturtursam daha kolay olabileceğini düşündüm.

Kollarım arasındaki kolları ve bedenini daha çok sıktım. Bu şekilde ona biraz daha yaklaşmıştım. Önümde neredeyse yan V şeklinde olduğu için üst bedenimi ona eğdim ve kulağının dibinde bağırdım.

"Kimseye bir şey demeyeceğim!" Bağırmamla birlikte daha çok sıktım bedenini. Hem söylediğimi duymuş hem de nefessiz kalmış olacak ki hareketleri neredeyse durdu.

Zaten oldukça zayıf olduğu için kollarım arasında, amiyane tabirle lokma kadar kalmıştı.

"Sakin ol, lütfen. Benden sana zarar gelmez."
Susmasından yararlanarak söylediğimde kollarım arasındaki gergin beden gevşiyordu.
Arkası bana dönüktü ve biraz olsun sakinleştiğini düşünerek kollarımı biraz daha gevşettim. Kai ise yine, sakince ağlamaya başladı bu sefer.

"Oturalım mı?" Soruma karşılık bir şey demediği için bıraksam yere düşecek bedenine yardım ederek banklara taşıdım onu. Önce onu oturttum, sonra ben oturdum yanına. Vücudu erimiş bir lastik gibiydi, bıraktığım gibi yere yapışacak hissi veriyordu.

"Daha iyi misin?" Diye sordum şefkatli bir sesle. Aynı zamanda bir kolum sırtından dolanmış belini tutuyordu. Tamamen onunla ilgili duruyordum. Sonra ağlak suratını bana çevirdi ve bir yeşil, bir kahve gözleriyle baktı bana. Soracağım çok soru vardı ama o bu hâldeyken soramazdım.

"Çok üzgünüm..." Deyip tekrar ağlamaya başladı. Birkaç iç çekişten sonra "gerçekten kimseye bir şey demeyecek misin? Beni kullanmayacak mısın?" Diye sordu masumca. Eğer kötü biri olup bu dediklerini düşünseydim bile ortadan kalkmış kaşlara ve bu üzgün, güzeller güzeli surata kıyamazdım.

"Hayır, kimse bir başkasının istemediği şeyleri yapamaz. Sınırlarını ihlal edemez." Zihnimden geçmeyen bu cümleleri sıraladıktan sonra iyi konuştuğumu düşündüm ki, bunun göstergesi olarak beklemediğim bir şey yapıp boynuma atladı. Sımsıkı sarıldı bana.

"Teşekkür ederim Sehun, çok teşekkür ederim!" Bana sımsıkı tutunuyor, başını boynum ve kafam arasında bir yerlere koyuyor... "Ve özür dilerim, vurmak istemezdim..." Tekrar ağlamaya başaldı. Daha sessizce ve içli içliydi.

Bense... ben çok şaşkınım. Az önceki saldırgan tepkilerden sonra bunu beklemiyordum.

"Özür dilerim, gerçekten vurmak istemedim. Ama çok korkuyorum Sehun..." Sessizce söylediklerinden sonra ağlamasına devam etti. Bende havada olan ellerimi beline ve sırtına sardım.

"Önemli değil... Zorbalığa mı uğradın sen?" Sorumu sormaktan çekinsem de ona yardım edebilirdim. Muhakkak bu kadar korktuğu bir şeyi biriyle paylaşmalıydı ama güvenilir biriyle.

Hâlâ boyun girintimde duruyor... Daha da sakinleşmiş gibi ve bulunduğumuz durumdan dolayı istemeden heyecanlanıyorum. Ne yapabilirim, hâlâ bir ergenim.

"Öyle mi deniliyor?" Dedi çatallaşmış sesiyle. Ağlamayı kesmişti, sadece burnunu çekiyordu.

"Evet..." Biraz durdum, uzun zamandır bakıştığım kapıyla aklıma doluşan ihtimallerle "Kai, daha fazla geçe kalmadan buradan çıksak iyi olur aslında. Dışarıda oturalım olur mu?" Sorumla birlikte önce başını, sonra kollarıyla birlikte kendisini yavaşça çekti bedenimden.

"Toparlan ve çıkalım buradan..." Yerimden kalkıp kapıya bakmak istedim. Çünkü burası spor salonuydu ve ne olacağı belli bir sonuçla karşı karşıya kalabilirdik. "... Geçe kalırsak kapıyı üstümüze kilit-..." 
Sözlerim yarıda kaldı, çünkü korktuğum başımıza geldi.

"Kapıyı üstümüze kilitlemişler..."






Kai...





Sangbum

DongWook & SangBum

Klasik exo üyeleri veya farklı idoller yerine benim bu iki oyuncu yakışıklı oppayı koyayım dedm öshfkaıcjha

Continue Reading

You'll Also Like

79.9K 9.9K 13
Yaşadığı mahallenin gözde omegası balet Taehyung, orada göreve yeni başlayan yüzbaşı alfa Jungkook'la ruh eşi çıkar.
104K 3K 65
Aşk güzeldir. Onun yanı sıra felakettir. Evet, felaket. En büyük felaket aşk... Baktığın her yönde onun yüzü vardır. Deli olmamak elde değildir. Ama...
38.1K 4.1K 21
"MİNHO EZ BENİ"
150K 13.5K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...