Golden Boy and Princess // Sl...

By BelieveAndBeHappy

13.5K 1.6K 3.2K

More

b i r
i k i
ü ç
d ö r t
b e ş
a l t ı
y e d i
s e k i z
d o k u z
o n
o n b i r
o n i k i
o n ü ç
o n d ö r t
o n b e ş
o n a l t ı
o n y e d i
o n d o k u z

o n s e k i z

526 71 192
By BelieveAndBeHappy

Peter ve ailesi Londra'nın merkezinde, iki katlı bir apartman dairesinde yaşıyorlardı. Annesinin neredeyse kahin denebilecek kadar yüksek altıncı hisleri olduğu söylese de, sonuçta o bir Muggle'dı. Yine de, evinin bir büyüyle alakasız birine ait olduğunu söylemek için fazla hareketliydi.

Durmadan konuşan çiçekler, gazete okuyan kediler ve ocağın üstünde tava olmadan hava durup pişen krepler ile kendi evimi aratmıyordu.

"Anne," Peter içeri girip bağırdı. Çıkardığım bez ayakkabılarımı yerden alıp, kendilerinkiyle birlikte kenara koydu. Belki gördüğüm en geniş ev değildi ama krem renkli duvarları, kahverengi yumuşak mobilyaları ve biraz dağınık havasıyla en az Peter kadar güven vericiydi. Tahmin ettiğimden çok da farklı bir şey görmemiştim şimdiye kadar. Yalnızca gerginliğimi bastırmaya çalışıyordum. Pek fazla Muggle tanımamıştım. Yanlarında nasıl davranan gerektiğini bilmiyordum ve özellikle Peter'ın ailesinin benden hoşlanmalarını isterken annesinin benden nefret etmeyeceğini ummaktan başka bir şey de elimden gelmiyordu.

Peter'ın annesiydi sonuçta, değil mi? Ne kadar korkunç biri olabilirdi ki? Hogwarts binalarından haberi var mıydı? Muhtemelen. Slytherinler'den nefret ediyor muydu acaba? Eh, kocası ve oğlu birer büyücü olduklarına göre az buz büyü tarihine ve korkunç genellemelere kulak kabartmış olmalıydı en azından.

Bayan Pendragon bir anda önüme çıkınca az daha yerimde zıplıyordum. Peter'a göre öyle ufak tefekti ki neredeyse benim boyuma yakındı. Ancak- muhtemelen- hazırladığı bitsikel yemekler sayesinde fazlasıyla incecik aynı zamanda da çok güçlü görünüyordu. Kahverengi saçlarını yeşil bir bandana ile kemikli yüzüne düşmemesi için sarmıştı. Uzun eteği halıyı süpürüyor, gülüşü ise adeta ülkenin en kuzeyinden bile görünüyordu muhtemelen.

"Sen Sukie olmalısın!" Elindeki kaktüsleri yere bırakıp bana sıkıca sarıldı. Kollarımı sıkıp Peter'ınkiler gibi gür kirpikli gözleriyle beni inceledi. "Sukie, değil mi? Ne kadar tatlı bir kız." Bir saç tutamını omzumdan aşağı atıp Peter'a baktı. "Yolculuk nasıldı? Yorgun musun hayatım? Çay ister misin? Ya da kahve? Aç mısınız? Peter genelde eve pek misafir getirmez. Ama geldiğine o kadar sevindim ki! Hem de Noel'de! Seni eve davet etme cesaretini gösterebildiğine göre Peter konusunda çok sabırlı olmalısın. Çünkü genelde onu kon--"

"Anne," dedi Peter gerim gerim gerilirken onu durdurmak için. Annesiyle pek benzemiyorlardı demek ki ama bu annesinin de onun kadar tatlı biri olmadığı anlamına gelmiyordu. "Hayat hikayeme başlamadan önce Sukie'nin nefes almasına izin verelim, olur mu?"

Annesi ona sarılırken, Peter da ona sıkıca karşılık verdi. Bu, Peter'ın birine sarılırken ve yakınında dururken kendinden en emin olduğunu ve rahat hissettiğini gördüğüm zamandı. Hatta annesini çok özlediğini, Bayan Pendragon saçlarının üstünü öpmesi için eğilirken daha da sıkı sarınca anladım.

Neden bu sahneye bu kadar şaşırdığımı çözememiştim. Yalnızca Peter'ın karakterinden değil, böylesine bir anne ilişkisine sahip olan pek kimseyi görme şansım olmadığındandı da sanıyordum ki. Belki de Muggle olmasındandı. Ya da Peter'ın uysallığından. Belki de sadece kendi annemle hiçbir zaman böyle bir ilişkiye sahip olamayacağımı bilmek, dışarıdakiler için de benzer bir izlenim edinmeme neden olmuştu. Oysa herkes Bayan Tenebris değildi. Bazıları sükse edinmek üzerine kurulu bir hayat değil, yalnızca canlarının istediği ve sevgiyle ilerleyen bir hayat yaşıyorlardı.

"Sen Sukie'nin bavullarına yardım et-- ve hayır. Asa falan yok ciddiyim. Baban yeterince başımıza iş açıyor."

"Peki," derken son heceyi uzattı. Beklediğim gibi evde de kurallara uyuyor, annesinin dediklerini muhtemelen tekrarlatmıyordu bile. Gerçi Bayan Pendragon da çok kural koyan, sert birine benzemiyordu. Peter'ı merdivenlerde takip ettim. Odasının kapısını dolu elleriyle, omzu yardımıyla deneyince hızlıca kapının kolunu çevirdim. Ben bir yardım eli uzatmasaydım bununla akşama kadar uğraşacaktı herhalde.

"Odam biraz dağınık olabilir," dedi içeri geçecekken araya girdi bir anda. "Ki nedeni dağınık biri olmam değil. Yemin ederim, değilimdir. Sadece Mia, ben yokken odamda o kalıyor. Her yeri karıştırmayı seviyor."

"Evet, bunu söylediğin iyi oldu. Tam da Mia'yı sorguya almayı düşünüyordum çünkü." Peter bavulları yatağının üstüne bıraktı. Mia'ya bakındım ama onu ancak ayaklarımı yalayan ıslak ve sıcak hisle aşağıya bakınca görebildim. Hah. Gerçekten de Hogwarts'taki Mia'ya benziyordu. Elbette Peter döndüğü için durmadan onun etrafında dönüp, sevinçle havlarken zamanını bana ayırması zor oluyordu.

Duvarlarının orman yeşili rengi ve her yerdeki bitkiler yüzünden bir odadan daha çok kendimi parkta hissettim. Kocaman, yerden tavanına kadar uzanan camından içeri batan güneş giriyor tüm odayı turuncu bir renge boyuyordu. Sönmek üzere olan birkaç tütsünün kokusu yumuşak halıya basar basmaz insanı sakinleştiriyordu. Muggle'lara ait kitaplar ve hiçbir zaman nasıl çalıştığını anlayamadığım elektronik eşyaları çalışma masasının üstünde duruyordu. Ailemizde Mugglelar da olduğunu biliyordum ama annem de babam da büyücü oldukları için bana çok yabancıydı her şey. Peter ise çift hayatlı gibiydi. Zamanının çoğunu Muggle'lar ile geçiriyordu sanırım. Kitap kulüplerinden ya da diğer Muggle-vari çalışmalarından bir sürü bildirimi var gibi görünüyordu.

Mia ise çoktan bana olan ilgisini kaybetmiş; geniş mi geniş, duvarlar ile aynı renkteki yatağına yatmıştı bile. Gerinip tırnaklarını yastıklardan birine geçirdi.

"Güzel oda," dedim mavi renkte, huni şeklini andıran bir ışık süzmesinin önünde durdum. İçindeki baloncuklar ayrılıyor, inceliyor ve ayrı toplara ayrılıyorlardı. Su mavi ışığın içinde hareket ederken bunun Mugglelar'a ait bir şey olmadığına yemin edebilirdim. Ancak diğer her şey gibi bu da uzun siyah bir kabloyla, duvardaki minik terlere bağlıydı. Yere oturup daha yakından inceleyebilmek için parmağımı camına koydum. Sıcaktı ancak elimi de yakmamıştı.

Peter ilgimi çektiğini anlayınca o da yanıma oturdu. Ben gözümü dahi kırpmadan bu içindeki hareketli ve hamurumsu şekli izlerken onun da beni izlediğini yakaladım. Gülüp, yanındaki siyah düğmeyi söndürdü.

Bir anda mavi ışık söndü ve hamurumsu şekil de yavaşta aşağıya düşmeye başladı.

"Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinde zehirleri saniyesinde etkisiz hale getirip, böcürtleri savuşturuyorsun ama lava lambasında mı nutkun tutuluyor?"

Önce uzun zaman önce aldığım bu dersi hatırlamasına şaşırdım ama Peter çok daha gözlemci biriydi düşününce de. Benim yaptığımı dahi hatırlamadığım birçok şeyi hatırlıyor olmalıydı. Ya da diğer insanların. Kaşlarımı çatıp tekrar, hala sıcak cam yüzeyine dokundum. "Lava... lambası mı?"

Başını sallayıp tekrar düğmeyi çevirdi. Yüzüm yeniden mavi ışıkla aydınlanıp, hamur ayrılmaya başladı. "Ama bu... lava değil. Olamaz, değil mi? Muggle'ların yanıcı nesnelerle çok iyi anlaşamadığını söylemiştin."

Mavi ışık onun kızarık, buğday tenini aydınlatıyordu. Kolayca renkten renge giren yeşil gözleri şimdi bu ışıklarla aynı tonda görünüyorlardı. Oturuyor olmasına rağmen benden hala epeyce uzundu. Başını kaldırıp en küçük baloncuğun ayrılmasını izlerken ayrık bir kakül tutamı kaşına düştü. Ne kadar geriye atmaya çalışırsa çalışsın, serbest saç kesimi yüzünden yine yüzünü buluyorlardı. Uzun süre önce berbere gitmekten vazgeçtiğini söylemişti. Eh, fena bir karar da değildi sanırım şimdiki halini görünce.

"Hayır," dedi sorularıma karşı tekrar güldü. Muggle dünyası onun için çok kolay görünüyor olabilirdi fakat benim için fazlasıyla kafa karıştırıcıydı. "Mecazen lava."

"O halde o ne?"

Başını çevirip birbiriyle yarışan toplara baktı. Alt dudağını büktü. "Muhtemelen balmumu. Ama yoğunluğunu arttırmak için karbon tetraklorür kullanmış olabilirler. Organik bileşen."

"Dokunabilir miyim?" Sorumla birlikte gözlerini belertti.

"Tabii ki de hayır. Zehirlidir. Özellikle karaciğerin için. Muhtemelen senin gibi o minik burnunu her işe sokan cadılar için bile." Burnumun ucunu dürtünce hapşırdım. O da her an lava lambasını içip, bir intihar teşebbüsünde bulunabilirmişim gibi lambayı kapatıp beni de oradan uzaklaştırdı. "Ve biraz da tozlu."

"Çok şey biliyorsun," dedim yatağına oturup. Mia çıplak ayaklarımın üstüne uzandı. Yatağı tahminimden bile daha yumuşaktı.

"Yalnızca Muggle Dünyası'nda," o da yanıma oturup Mia'yı okşadı. Uzun parmakları ile eli neredeyse köpeği kadar büyüktü. "Büyükbabam ve büyükannem öğretmenler. Annem de okumayı çok sever. Hala birçok konu hakkında epey bilgisizim."

Gözlerimi devirdim. Yine şu sinir bozucu alçakgönüllülüğü. Kendimi yumuşak yatağına bırakınca tavanındaki asılı yıldızlara baktım. Karanlık bastırdıkça kaybolmak yerine, sanki ışık saçıyorlarmış gibi parlıyorlardı. Peter, "fosfor" dedi benim aklımı okumuş gibi. Ya da kafası karışmış ifademi kolayca çıkarmıştı. Doğrusu Muggle'lar büyüden uzak olmalarına rağmen, kendi dünyalarında büyü yaratma konusunda epey beceriklilerdi. Her şey ilginç, işleyişleri hayret verici ve kafa karıştırıcıydı.

"Hiç Muggle'lar ile yaşamayı düşündün mü?"

Sol dirseğini yastığına koyup, kolunun üstüne uzandı. Benim başım yastığına yaslıyken üstten bana bakıyordu. "Zaten Muggle'lar ile yaşıyorum Sukie."

"Evet ama demek istediğim bu değil. Yani Muggle bir işte çalışmak gibi. Ya da Muggle biriyle evlenmek. Çocuklarının Muggle olması."

Parmaklarını birbirine geçirip, gözlerini elinde tutarken gülümsedi. "Büyüsüz bir hayat senin için o kadar korkutucu mu? Tam bir Slytherin klişesisin."

"Hayır," dedim dikkatini kazanmak için eline vurdum. Gözlerini tekrar bana çevirip, yanağını omzuna yaslayarak başını yana yatırdı. Saçları da o tarafa döküldü. "Elbette böyle düşünmediğimi biliyorsun. Yalnızca ne düşündüğünü merak ediyorum."

"Hmm," gözlerini kısıp bir süre düşünürken gömleğimin önündeki kuşakla oynadı. Bana karşı yakınlıktan artık o kadar da çekinmiyor olması beni her zaman daha da çok sevindiriyordu. Bana yalnızca sözel olarak yakın olmasını değil, fiziksel olarak da yakın durmasını seviyordum. Güven veriyordu. Ve onun da güvenini kazandığımı hissettiriyordu. "Hayır. Hep büyüyle iç içe olacağım."

"Ama Muggle arkadaşların var." Masasının üstündeki çerçeveyi gösterdim.

"Ne olmuş onlara?"

"Hepsini geride bırakacak mısın?"

"Hayır. Elbette ki hayır. Bir tarafı seçmek zorunda değilsin, Sukie. Onları hala görebilirim."

Masasının yanında duran fotoğrafı gösterdim. Ayağa kalkıp, yalnızca az önce fark ettiğim fotoğrafların hepsine baktım. Çerçevelenmemiş ya da asılmamıştı ancak öylecek duruyordu işte. Benim alışık olduğum fotoğrafların aksine hareket etmiyordu. Ama fotoğraftaki kişiler bir cadı ve bir büyücüydü. Daha dikkatle bakınca kim olduğunu çıkardım. Ve biraz sürpriz oldu da. Celine'in mektuplarla gönderdiği bir fotoğraftı.

Pff. Mektuplarla kendi fotoğrafını göndermenin üstünden yüzyıl geçmemiş miydi? Kim arkadaşına yazdığı mektupta fotoğrafını gönderirdi ki? Peter'ın onu hatırlayamayacak kadar aptal olduğunu mu düşünüyordu? Fotoğraf hareket etmediği için merakla arkasındaki yazıya baktım. Adres Muggleların kalabalık olduğu bir kasabaya ait olduğundan Celine'in ailesinin Muggle olduğunu düşündüm.

"Ya Celine? Ya o Muggle dünyasında kalmak isterse? Onunla kalmak istersen? Muggle dünyasında? O bir Muggle doğumlu sonuçta, değil mi? Ya burayı tercih ederse?"

Peter kaşlarını çatıp bana birkaç saniye boş boş baktı. Sonunda görmeyeceğimi düşündüğü fakat haksız olduğu fotoğrafı gördüğümü anladı. Yanakları biraz kızardı. "Oh," dedi yavaşça. "Olay buydu demek. Celine için kalacağımdan mı korkuyorsun?"

Söylediğiyle ona dik dik baktım yalnızca. Burada kalacağından korkmak mı? Bir süredir arkadaştık yalnızca. Ve arkadaşlığından da çok keyif alıyordum. Onun hep yanımda olmasını istediğim türden bir dosttu benim için. Şu ana kadar hiç arkadaşım olmadığını onunla tanıştıktan sonra anlamıştım. Peter gerçek bir arkadaştı. Benim için fedakarlık yapıyor, dinliyor, sorunlarımı önemsiyor ve hep yemeğini paylaşıyordu. Daha iyi bir arkadaş isteyebileceğimi düşünmüyordum.

Ama Celine onun uzun süredir arkadaşıydı. Ve epey açıktı ki aralarında dostluktan öte bir enerji de vardı. Kör değildim, Celine'in yalnızca Peter'a bakışından ve yanında gördüğü ilk kızı tanımadan bile nefret hedefi almasından anlamıştım. Celine'i de suçlamıyordum aslında. Tamamen. Sonuçta ondan hoşlanıyordu. Yani bu durumda, benim Peter'ı yanımda istemem bencillik olurdu. Bunu istediğim de yoktu ki, öyle bir şey dememiştim. Sadece yalnız kalmaktan hoşlanmadığımı biliyordu.

Ben sessiz kalıp, yatağın ucuna oturunca o da doğrulup yanıma oturdu."Biri ayağımı Big Ben'e bağlayıp tüm güçlerimi elimden alsa bile senin arkadaşın olmayı kesmeyeceğim, Sukie. Sen en iyi arkadaşımsın."

Karnımı mantıksız bir şekilde düğüm düğüm eden ama her düğümünde de tüm bedenime tatlı bir ürpeeti bırakan bir his yayıldı. Ne zaman geldiğini fark bile etmediğim gülümseme yanaklarımı acıtırken buldum.

Ki bu hissin tadını çıkaramadan başka bir gerçek de yüzüme çarptı. Peter'ın söylediği cümle tamamen iyi bir arkadaş olduğunun simgesiyken, benim için benzer duyguların sınırlarını zorlayan bir şeyleri de uyandırmıştı.

Gülümsememi silip, gergince yerimde kıpırdandım. Bu histen bir an önce kurtulmaya çalıştım. Hassas bir dönemdesin ve biri sana karşı çok iyi davranıyor. Hepsi bu. Tamamen içgüdü. Bir arkadaşlığı daha mahvetmeyeceksin. Genzimi temizleyip konuyu değiştirmeye çalıştım.

"Ya Celine?"

"Celine," diye başladı ama kendi kendini kesti. Gözlerini sıkıca yumup açtı. "Neden onun için hayatımdan vazgeçeyim? Tamam, eskide iyi bir arkadaş olmuş olabilir ama hepsi bu. Ne o, ne de ben birbirimizi arkadaştan ötede görüyoruz. Üstelik onun Muggle hayatını seçeceğini bile bilmiyorum. O kadar da yakın değiliz."

"O zaman neden hala fotoğrafını saklıyorsun?"

Onun için söylemesi kolaydı. Herkese kendini yalnızca saniyeler içinde sevdirebilen, gittiği her yerde dost edinen kendisiydi. Beni onun kadar iyi anlayan, bana onun kadar sabredebilen, beni onun kadar alttan alan bir arkadaş bulmam münkün olamazdı. Fakat onun bir başka sinir bozucu Sukie bulmakta zorluk çekmeyeceğinden emindim.

Celine onun için önemliydi. Tüm Muggle işlerini bilen, zeki ve onu uzun zamandır tanıyan Celine. Her zaman Peter'a yakın olacak Celine.

"Orada kalmış işte," dedi ama sorularım gittikçe onu daha da güldürüyor gibiydi. Bense komik olan hiçbir şey görmüyordum ortada. O bilmiyordu ya da farkında değildi ama ben Celine'in Peter için ne düşündüğünü anlamakta onun kadar fikirsiz değildim. Anastasia ile Marcus'un arasında bir şeyler olduğunu benden saklamaktan vazgeçtiklerinde öğrenmemiştim. Anastasia'nın, Marcus'a karşı olan tavrı çok açıktı. Aptal değildim.

"Komik olan bir şey mi var?"

"Hayır," dedi ama başını iki yana sallarken gülümsemesini görmemem için kucağına çevirmişti şimdi başını. "Çok meraklısın."

Söylediğine bir süre ben karşılık veremeyince yanlış bir şey söylediğinden korkarak bana baktı hemen. Celine'in fotoğrafını zarar görmesini umursamadan masaya attım. "Bu bir sorun mu? Celine benden nefret ederken, onu daha iyi tanımak istiyorum sadece."

"Senden nefret etmiyor. Biraz... süslü kelimeler kullanmadan, cümleleri şekerlemeden konuşman onu çekindiriyor sadece."

"Ben kaba değilim."

"Hmm," dedi Peter beni onaylamaktan ya da onaylamamaktan kaçarken. Mia'nın parlayan tüylerinin arasında parmaklarını gezdirdi. Mia durmadan onu yalamaya çalışıp, eve döndüğü için sevinçle etrafında dönerken Peter'a tekrar baktım. Etrafında olan bitenden bu kadar habersiz olması onu omuzlarından tutup, sıkıca silkmek istememe neden oluyordu.

"Kaba olduğumu düşünüyor musun?"

Sesimin tonu, onu söylediğine pişman etmiş gibi kaşları çatıldı. "Hayır, hayır. En azından bana karşı değilsin. Ya da Nick'e. Ama Celine'e karşı..."

Cümlesini bitirmeye meydan okuyabilecek mi diye kaşlarımı kaldırdım. Sırf huzuru bozmaktan çekiniyor diye korkaklık etmesi ona benden nefret etme hakkını vermiyordu. Peter'a olan hislerini, bana duyduğu öfkeyi ve beni neden etrafta istemediğine dair pasif agresif tavrını koruyor ama asla açıklamıyordu.

"Celine sadece seni kendine istediği için bana ters olan kendisiydi."

Peter'ın kafası karışmış görünüyordu. Aslında onu böyle yakalmak çok da zor değildi. Genellikle parçaları yerine oturtmakta güçlük çekiyor gibi görünüyordu ne zaman ona ilişkiler hakkında bir şey söylesem. Celine'in ondan hoşlandığını göremeyecek kadar kör olduğuna inanamıyordum ama buna rağmen bile. Kendi kendine gülünce ona döndüm.

"Ne?"

"Hiç. Sadece merak ediyordum."

"Neyi?"

"Önemli bir şey değil. Hey, misafir odasını henüz görm—"

"Seni camdan sarkıtabilirim, biliyorsun."

Neyse ki peşini bırakmayacağımı anlayınca pes ettiğini gösteren iç çekişini duydum. Söylemekle söylememek arasında kararsızdı ama gözlerimin ondan bir saniye bile ayrılmadan diyeceğini ısrarla beklediğimi görünce konuştu.

"Diğer arkadaşlarına da bunu yapıyor musun?"

"Neyi?"

"Senin dışında arkadaşları olmasından hoşlanmıyor musun?"

Yüzünü daha iyi görebilmek, söylediğini daha iyi kavrayabilmek için biraz uzaklaştım ondan. "Hayır. Elbette, hayır. Celine'i çok daha uzun süredir tanıyorsun. Senden asla böyle bir şeyi istemem." Peter da başını bana onay vermek için hızlı hızlı salladı. "Yalnızca senden hoşlandığı için benden pek haz etmediğini düşünüyorum hepsi bu."

"Sukie... Celine'in pek tipi olduğumu düşünmüyorum. Celine herkese karşı böyledir. Nick'e ve diğer dostlarına da. Yalnızca senin hakkındaki duyduklarından dolayı endişeli. Benim hiçbirini umursamadığım söylentilerden."

Celine demek yalnızca masumane bir kıskançlığın kurbanı değildi. Benden gerçekten de hoşlanmıyordu. Ne duymuş olabileceğini tahmin edebiliyordum sanırım. Kimse için günahsızlık resmi oluşturmuyordum demek ki. Ama herkesin böyle düşünmesine neden olacak kadar beter ne yapmış olabilirdim ki? İnsanların benden hoşlanmaları için fazladan bir çaba ortaya koyacak değildim ama benden nefret etmelerini tamamen umursamayacak kadar gözüpek olduğumu söylemek de güçtü.

"Ne söylüyorlar?"

Peter yaptığı hatanın farkına varınca tüm rengi gitti. "Bilmiyorum. Ehm, öyle bir şeyler işte. Önemsizdir muhtemelen." Dünyadaki en kötü yalancıydı.

"Hayır, sadece merak ediyorum."

"Sana söylemeyeceğim. Ya odayı göz yaşlarınla dolduracaksın ya da birilerinin kafalarını Quidditch çemberlerine geçireceksin."

"Hah! Yani benim hakkımda kötü şeyler söylendiğini kabul ediyorsun?"

"Ne? Hayır, hayır. Yani— kötüyü ele aldığın prensiplere bağlı olduğunu söyleyelim. Üstelik kimin umurunda? İnsanlar konuşurlar. Her zaman. Benim hakkımda da konuşurlardı. Hem de direkt yüzüme. Ve söylemek zorundayım ki küçük çocuklar şaşırtıcı bir şekilde ergenlere nazaran çok kaba olabiliyorlar."

Peter'ın adeta duvarlaran duvara çarpan çabasıyla beni vazgeçiremeye çalıştığını görünce ben de pes ettim. Bunca zamanımı zaten Klaire, Marcus ve diğerleri için harcamışken bir de hayatımda bile olmayan insanların düşüncelerinin belki de uzun zamandır ilk kez huzurla sahip olabileceğim bir tatilde arama girmesine izin vermeyecektim. Peter'ın söylediği ya da beklediği gibi aşırı bir tepki vermekten kaçındım. Benimle uğraşmaktan belki de sonunda yorulmuştu. Birçoğuna olduğu gibi.

"Üzgünüm. Seni Klaire, Anastasia ve Marcus draması içine çekmek istememiştim."

Peter omuz silkti. Bu omuz silkiş öylesine değildi ama. "Sukie... senin ruh hastası, psikopat arkadaşlarını umursayacak son insanla konuşuyorsun. Ben senin arkadaşınım. Onların değil. Hepsini üç başlı köpekbalıklarına atmak istediğini söylesen bile sana destek olurum. Tamam, biraz beni korkuttuğundan da dolayı ama arkadaş olduğumuzu söyleyen sendin." Açık kumral saçlarına vuran ışıkların altında gölge oluşup, açık renkli kirpik uçlarına geçti. "Celine konusuna gelirsek... O da arkadaşım. Evet. Ama ikimiz gibi değil."

Gözlerimin refleksle açılıp kapanma isteğini dahi görmezden geldim. Peter'ın bir anda okulda göründüğünden... daha iyi göründüğünü düşündüm. Belki kendi evinde olduğundan daha rahat ve kendine güvenen duruşu, belki de üstünde "Nasıl Bir Tohum Ekeceğinizi Öğrenin" tişörtü yüzündendi. Soluk pembe rengi tenine çok yakışıyordu. Benim gibi sarılı, altınlı bronz teni değil pembe tonlarıyla sağlıklı olduğunu gösterecek şekilde güneşten yanıp, kızaran cildi vardı. Bu denli yağmurlu bir yerde yaşamamıza rağmen bunu da muhtemelen serasına ve yazı başka bir yerde geçirmiş olabileceğine bağlıyordum.

Bileğimi tutup, parmaklarıma doladığım saçlarımdan elimi uzaklaştırdı. Ne zamandır yapıyor olduğumun bile farkında değildim ama kafa derimi acıtmaya başlamıştı. Tüm bedenim bana ait olmasına rağmen benden bile önce Peter'ın fark etmesine gülmeden edemedim.

"Saçını çekiyorsun," dedi tekrar o tanıdık neredeyse tişörtüyle aynı renge dönen yüzü geri gelince.

Ben yine bir şey diyemeden onu incelerken ne yapacağını bilemeyerek genzini temizledi. Ben de ne denli rahatsız edici olabileceğini sonunda anlayarak onu sorguya çeken bir seherbaz gibi süzmeyi kestim hızla. "Acıktım," dedim başka bir konuya geçebileceğimizi umarken. Oysa pek aç da değildim. Kafam karışmıştı. Ama neden? Marcus ve Klaire yeterince sarsıcı bir darbe olmuşken beklediğimden çok daha umursamazdım hepsine karşı. Endişelendiğim başka bir kişi vardı ve bu da Peter'dı.

"Aa, tamam. Doğru, evet. Beni burada bekle. Geleceğim. Ama çok da hızlı dönemem. Annem evde sihir kullanmaya karşı. O yüzden— bekle yani sadece. Rahatına bak."

Ayağa kalkarken hiçbir yere kıpırdamadığımdan emin olmak için beni birkaç kez kontrol etti. Nereye gidebileceğimi düşündüğünden emin değildim. Burada sadece onu tanıyordum ve bana karşı çok ama çok uzun zamandır ilk kez bu denli kibar olan bir ailedan neden kaçmak isteyeceğimi anlayamıyordum.

Peter sonunda odasını terk edince istediği gibi yatağında oturmaya devam ettim. Tam olarak üç dakikalığına. Sonra çalışma masasındaki defter ve kitaplar dikkatimi çekti. Sonra da kabanlarını ve ceketlerini astığı, dolabının yanında duran elbise askılığı. Neredeyse benim ayakkarıma bile olabilecek kadar küçük olan ayakkabıların yanında, devasa, muhtemelen şu anda giydiği numaradaki ayakkabıları da ne kadar hızlı ve aniden büyüdüğünü gösteren başka bir detay oldu. Bayan Pendragon her ne yapıyorduysa kesinlikle işe yaramıştı.

Peter fazlasıyla sıradan ama bir o kadar eşsiz biriydi. Onun gibi birine kaç milyonda bir rastlanırdı bilemiyordum. Klaire'in ihaneti belki de bu yüzden düşündüğüm kadar derinden yaralayamamıştı beni. Peter varken gerçekten umurumda mıydı? Bu kadar kısa sürede nasıl her şeyi değiştiriyordu? Hem de yalnızca olduğu yerde durup, sakar, sosyal anlamda beceriksiz ve kurallara uymayı severek yapıyordu.

İnsanların benim hakkımda söylediklerini gerçekten de umursamayacak kadar saf olduğuna inanmak istiyordum. Ama umursasa bile bana göstermezdi. Kaba olmak yerine ruhunu karşılıksız vermeye hazır olurdu çünkü. Hayır, paranoyayı bırak. O ne Klaire, ne Malo, ne de Marcus. Kötü hiçbir şey olmayacak.

Ben kendi ellerimle arkadaşlığımızı mahvetmediğim sürece her şey yolunda gidecekti. Peter arkadaşımdı. Öyle kaldığından da emin olmak istiyordum. Hiçbir şeyin araya girmesine izin vermek istemiyordum. Kafamı karıştıran, anlamsız ve tuhaf düşüncelerin bile.

Continue Reading

You'll Also Like

16.6K 2.5K 17
birlikte çok iyi olabilirdik.
23.8K 2.2K 47
Eğlenmek için yazıyorum, eğlenmek isteyenleri hikâyeme bekliyorum🖤
11.5K 1.5K 28
"Olmuyor, yapamıyorum sensiz. Aklımı karıştırıyorsun."
110K 12.8K 33
değişiyorsun, dayanamıyorum