YERALTI

By ianinprensesi

1.2M 51K 4.5K

Aras Soykan, Kendi karanlığının içinde, kaybolmuş ruhunun son parçasında nefretini, öfkesiyle körükleyerek in... More

Bölüm 1: YERALTI
Bölüm 2: KARANLIK
Bölüm 3: MAHKEME
Bölüm 4: KAFES
Bölüm 5: MOTOSİKLET
Bölüm 6: AĞVA
Bölüm 7: TELEFON
Bölüm 8: ŞİRKET
Bölüm 9: VEDA
Bölüm 10: ATEŞ
Bölüm 11: SALDIRI
Bölüm 12: ANAHTAR
Bölüm 13: PLAN
Bölüm 15: ZİNCİR
Bölüm 16: BULUŞMA
Bölüm 17: KÛRA
Bölüm 18: AİLE
Bölüm 19: MESAJ
Bölüm 20: PARTİ
Bölüm 21: KAN
Bölüm 22: KAYBOLMUŞ
Bölüm 23: CEVAPLAR
Bölüm 24: TUTSAK
Bölüm 25: DÖVME
Bölüm 26: NEFRET
Geri Döndüm!
Bölüm 27: KORKU
Bölüm 28: ÇİZGİ
Bölüm 29: DOSYA
Bölüm 30: SOĞUK DENİZ ~ FİNAL
İkinci Kitap - Duyuru, Tanıtım ve Kapak

Bölüm 14: KOKU

37K 1.6K 93
By ianinprensesi

Bölüme başladığınız tarihi ve saati buraya yorum olarak bırakabilirsiniz!

Bölüm Şarkısı: Nightcore - Boulevard of Broken Dreams

***


Bölüm 14: KOKU

Öğle yemeğini Aras'la beraber şirketten uzak bir yerde yemiştik, sessiz ve sakin bir yemek olmuştu. Akhoroz ikizleri hakkında yorumlarımı dinlemiş ve bazı konularda bana açıklık kazandırmıştı. Merve'nin aile konusunda hassas olduğu için soracağı soruların çoğunu yuttuğunu söylemiş ve eğer ki onunla öğle arasına çıksaydım Aras Bey'imize göre kesinlikle her şeyi bozarmışım...

Aras'ın bu gibi göndermelerini yok sayarsak, yaşları ve özel hayatları hakkında birkaç bilgi edinmiştim. İkizler 26 yaşındaydı, Merve'nin nişanlısı vardı ve zevk uğruna nişanlısını aldattığını öğrendiğimde, içtiğim kola ineceği yeri beğenmemiş gibi burnumdan ve gözümden çıkmaya çalışmıştı. Böyle absürt tepkiler verdiğim için Aras, 'Benim yanımdayken kola içme,' demişti ve buna hiç itiraz etmemiştim çünkü ne zaman kola içsem, insanlığım ile arama kilometrelerce mesafe giriyordu.

Şirkete geri döndüğümüzde odama gelen giden olmamıştı, bazen lavaboya giderken Hande ile karşılaşıyordum fakat kadın beni gördüğü anda gözleri farklı şeylere odaklanıyor, sanki ben yokmuşum gibi davranmaya çalışıyordu ki bu hareketleri oldukça dikkatimi çekiyordu. Aras'ın ortalıklarda olmadığı bir gün bu kadının hakkımda neler bildiğini öğrenmek istiyordum her ne kadar kadının işine mâl olacak olsa bile... Çünkü tanımadığım insanların benim hakkımda bir şeyler bilmesi beni tedirgin ediyordu. Bu tedirginlik Aras, Berk, Rüya ve Mete gibileri için de geçerliydi. Hepsi benim hakkımda bir şeyler biliyorken ben sadece görünenleri biliyordum ki bu görünenlerin ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Çıkış saati gelip çattığında raflardan adını beğendiğim ve arka kapak yazılarından etkilendiğim birkaç kitabı da alarak Aras'ın odasına dalmıştım ki bu ani dalışım kapı tıklatmayı içermediği için Aras'ı uygunsuz bir anda yakalamıştım.

Bir stadyum inşaatı için anlaşma yapacağı şirket görevlisine, Mert ile birlikte bir sunum anlatıyordu. Tüm gözler beni bulduğunda, milyonlarca özrü art arda sıralayarak odadan çıkmış ve sekreter Hande'den, Berk'in odasını öğrenerek toplantı bitimini Berk'in odasında beklemeye karar vermiştim.

Son dört saatim böyle geçmişti ve günüm hâlâ aynı sıkıcılığı ile devam ediyordu. Şimdi Berk'in odasında ve bilgisayarının başında, Berk'in gözetimi altında kardeşimin sosyal ağlar üzerindeki profillerini takip ediyor ve hakkında paylaştıkları kadar bilgi ediniyordum. Böyle yapınca kendimi oğlunu kontrol eden anneler gibi hissediyordum.

Kapının açılmasıyla birlikte Berk'in sandalyesinden hızla kalkmış ve "Hah! İşte halloldu, bu kadar basit, bunu mu çözemedin ya..." diye kıvranarak yalan söyledim. Berk kaşlarını çatarak ilk önce bana sonra kapıya baktığında kapının açıldığını ve içeri giren, öfkeli bakışlarıyla neredeyse odayı ateşe verecek olan Aras'ı daha yeni fark etmiş olacak ki, "Sağ ol ya," diyerek bilgisayarı hızla kapattı.

Aras gözlerini, gözlerime dikip üstüme yürümeye başladığında derin bir nefes alıp omuzlarımı dikleştirdim ve geri basmak için çırpınan ayaklarıma bütün irademle karşı gelerek olduğum yerde umursamazca dikilmeye devam ettim.

"Sana pot kırma dedim, öyle değil mi?" diyerek, öfkesini yüzüme soluduğunda, 'öfke' adlı duygunun soyutluğunu yitirerek somut bir hale geldiğini hissetmiştim. Karşımda Aras değil de, Aras'ın şekline girmiş bir öfke yığını duruyor gibiydi.

"Peki, ben senin nereni kırayım?" dediğinde sol yumruğunu sertçe Berk'in masasına indirmişti. Berk öne atılarak, "Aras, burası yeri değil," diyerek araya girmeye çalıştığında, çeneme hâkim olamayarak, "Bir kapıyı tıklatmadım diye böyle yaygara kopartmayın Aras Bey, bu benim bir şirketteki ilk çalışma tecrübem!" diye tısladım.

Aras, Berk'i omuzundan iterek çalışma koltuğuna oturtmasıyla, iki adımda aramızdaki mesafeyi kapatarak beni de omuzlarımdan duvara yapıştırmıştı. Avuç içi omuzlarımı kavrarken parmak uçları duvara değiyordu ve bedenlerimiz arasında, nefes aldığımız sırada inip kalkan göğüslerimizin birbirine sürtünebileceği kadar mesafe vardı. Uzun boyundan dolayı kafasını aşağıya eğmesi yüzlerimiz arasındaki mesafeyi de fazlasıyla kısaltıyordu.

"Tekrar diklensene küçük hanım, neden korkmuş bir kedi yavrusu gibi bakıyorsun?" dediğinde, bu ani öfkesinin kaynağının ben olup olmadığını çözmeye çalışıyordum. Kapıyı tıklatmadan girdiğim için bana bu kadar öfkelenmiş olamazdı, yani bu basit bir boş an olayıydı. Fakat odada bulunan Mert Akhoroz bu durumu değiştiren etken olabilirdi. Kalp ritmim değişirken Aras'a dik dik bakmaya başladım ve "Neden bu kadar öfkelisin?" diye sordum.

Sorum karşısında dengesizliğini bir kez daha kanıtlayan Aras Soykan, neşeden yoksun bir halde gülerek, "Bu benim en sakin halim," dedi ve geri çekildi. Bir süre beni inceledikten sonra, "Odama bir daha sakın öyle dalma," dedi, düz bir sesle.

Başımı olumlu anlamda sallayarak, "İnsanları duvarlara yapıştırmadan da sorunları çözebiliyormuşsun, bak," dedim, elimle ilk önce onu gösterdikten sonra kendimi gösterirken. Gözlerini kıstığında daha fazla konuşmamaya karar vererek Aras'ı 'en sakin' haliyle bırakmaya karar verdim ve gülümseyerek omuzlarımı kaldırıp indirdim.

***

Yol boyunca arabaya hâkim olan sessizlik Berk'in telefonundan yükselen klasik zil seslerinden birisiyle bozulmuştu. Berk telefonu açmak yerine kapatmayı tercih etti ve mesaj yazmaya başladı, bu hali Aras'ın gözünden kaçmadığı için trafikten dolayı kilitlenmiş yola bakmayı bırakarak Berk'e döndü ve "Yine kiminle bıyık altından gülerek mesajlaşıyorsun?" dedi normal bir sesle.

Bazen bu soğukluğunun sadece bana karşı olup olmadığını düşünmeden edemiyordum. Bakışları, sesi, sözleri... Tamamıyla bana karşıymış gibi hissediyordum ve bunu sadece hissetmekle kalmıyordum, gösteriyordu da.

Onları izlemeyi bir kenara bırakarak başımı cama yasladım ve trafikteki diğer arabaların içini incelemeye koyuldum. Sıkılganca derin bir nefesi içime çektiğimde Aras dikiz aynasından bana baktı, görmedim ama bakışlarının ağırlığını üstümde hissettim. Başımı camdan kaldırıp dikiz aynasına baktığımda yanılmadığımı görerek tekrar başımı cama yasladım ve gözlerimi kapattım.

Ne kadar zaman geçtiğini fark edemeden gözlerimi araladığımda, trafik yeni yeni açılmaya başlamıştı ve sahil yoluna halen girememiştik. Yerimde gerindikten sonra Berk'in hâlâ telefonuyla uğraştığını fark ettiğimde, istemsizce oluşan bir merakla koltuğunun arkasından Berk'in telefonuna baktım.

Mesajların başında büyük harflerle yazan Rüya ismini gördüğümde, "Yerlatı'nda telefon çekiyor mu?" diye sordum. Sessizliğin içinde aniden yükselen sesimle birlikte Berk yerinde hoplayarak bana döndü. Şaşkınlıkla geri çekildiğimde, Berk kaşlarını çatarak, "Sen benim telefonuma mı bakıyorsun?" dedi. Sesi korkusunu gizlemek için sinirle yükselmişti.

"Mesajlarını okumadım, bu kadar tedirgin olma... Sadece Yeraltı'nda telefon çekiyor mu onu merak ettim," diye mırıldandım düz bir sesle ve kollarımı birbirine dolayıp sırtımı geriye yaslayarak, ön camdan trafiği izlemeye koyuldum.

Evde geçirdiğim son bir haftada Berk'le iyi anlaşmaya başlamıştık, Aras'ı bırakıp gitme sorununu atlatmıştık gibiydik ama hâlâ Berk'in aramıza koymaya çalıştığı mesafeler vardı ve rahatlıkla da koyuyordu ki bu mesafeleri koyduğu gibi kaldırması da aynı hızda gerçekleşiyordu.

Daha bir saat öncesinde bana iyi davranırken şimdi Rüya ile mesajlaştığını görmeme kızıyordu. Bunu Aras'ın varlığına yorumladım, ne zaman Aras'ın yanında olsak bana soğuk bir ifadeyle bakmaya başlıyor ve ona söylediklerimi takmıyordu. Bu durum sadece Berk için geçerli değildi, Rüya da öyleydi. Aynı ortamda gülüyorken, birden Aras'ın yanımıza gelmesiyle ikisi de beni görmezden gelmeye başlıyordu.

Omuz silkerek bu düşüncelerden sıyrıldım ve gözlerimi Aras'a kaydırdım. Oturduğum yerden sağ profili gözüküyordu. Yüzüne vuran ışıktan görebildiğim kadarıyla, sakalları hafif hafif kendini belli ediyordu, saçlarının ve göz renginin aksine açık bir teni vardı. Fazla soluktu ama ona yakışıyordu.

Öndeki arabanın hareket etmesiyle birlikte, Aras'ın hareket etmeyerek direksiyonun üstünde ritim tutmaya devam edişi Berk'in dikkatini çekmemişti. Derin bir nefes alarak, "Aras?" diye mırıldandığımda, bir rüyadan uyanmış gibi başını iki yana salladı ve bana baktı. Yüzünde anlık bir afallama barındırırken, korna seslerini duymasıyla birlikte arabayı harekete geçirdi ve önüne döndü.

İçimden iyi olup olmadığını sormak geçse de sessiz kalmayı tercih ederek sahil yoluna girişini izledim, hemen ardından sol tarafımda boylu boyunca uzanan ve uçsuz bucaksızmış gibi görünen Marmara denizini izlemeye koyuldum. Deniz yerini karanlık ve gölgeli binalara bırakırken, gözlerimi kapattım. Yaklaşık on dakika içinde eve varacaktık ve her şey aynı düzeniyle devam edecekti.

Evin garajına girdiğimizde hiç beklemeden çantamı ve şirketten yanıma aldığım birkaç kitabı da alarak hızla arabadan indim ve evin kapısına ilerledim. Düşünmeden hareket ettiğim için anahtarsız oluşuma dövünerek arabaya dönmek üzere yolun yarısında durduğumda, evin kapısı aralanmış ve bir kadın kapının kenarından başını uzatmıştı.

Kıvırcık olduğu belli olan siyah saçları tepesinde topuz yapılmış, saç diplerinde ince ince beyazlıklar çıkmaya başlamıştı. Kadın kapıyı iyice aralarken, "Hoş geldiniz!" dedi, sesi neşe doluydu. Hemen sağ tarafımdan, "Ablam, gözümüz yollarda kaldı," diye gülerek öne çıkan Berk kadına hızla sarılarak içeri geçtiğinde, ardından Aras da başıyla selam vererek içeri geçti ve kapıda kadınla baş başa kaldım.

Üstümdeki şaşkınlığı atar atmaz, gülümseyerek başımı hafifçe öne eğdim ve ben de içeriye geçtim. İçeri girer girmez, merdivenlere yöneldiğimde, arkamdan yükselen sesle holün ortasında omuzumun üstünden mutfağa bakmaya başlamıştım. Biraz önce kapıda gördüğüm kadın, "Yemek yemeyecek misiniz?" diye sordu nazikçe. Gülümseyerek, "Üstümü değiştireceğim," diye cevapladım ve hızla merdivenleri çıktım.

Kendimi odama atarak bir süre elimdekilerle yatağın başında durdum, hemen ardından elimdekileri yatağın üstüne bırakıp artık ayağımı hissizleştirmiş olan yüksek topuklu ayakkabılardan kurtularak dolabın içinden giyebileceğim bol ve rahat bir eşofman takımı çıkartarak banyoya geçtim. Elimi hızlı tutarak üstümdeki rahatsız edici kumaş takımdan kurtuldum, yerine rahat ve yumuşak olan eşofman takımını geçirdim. Omuz hizamda olan saçlarımı toplamak için başımı öne eğerek atkuyruğu yaptım ve kıyafetleri banyoda bırakıp hızlı adımlarla merdivenlere yöneldim.

Tam Aras'ın kapısının önünden geçiyordum ki, Aras odasından çıkarak, "Dur," dedi. Gel demesine fırsat bırakmadan iki adım geri atarak tam karşısında durduğumda, "Aşağıdaki kadın Sultan teyze, Yeraltı'ndan haberi yok. Ne yapacağını anlamışsındır," diyerek, cevap vermemi beklemeden yanımdan geçerek merdivenlere yöneldi.

Bir süre bıraktığı boşluğa baktıktan sonra peşinden inerek merdivenlerde ona yetiştim ve "Kim olduğumu sorarsa ne diyeyim?" diye sordum. Gözleri kısa bir anlığına bana kaydı ve merdivenleri inmeye devam etti.

"Kim olmak istersen," dediğinde, bön bön suratına baktım ardından Aras'ı denemek istercesine, "Soykan'ın eşiyim dememe ne dersin?" diye sordum. Aras'ın yüzünde yamuk bir gülümseyiş peyda olurken, "Sultan teyze burada oldukça, benim odamda, benimle, eşim olarak uyursun," dedi. Gözlerimi kısarak, "Allah'tan öyle bir şey demeyeceğim," diyerek yüzümü buruşturduğumda, Aras'ın gülümsemesi genişlemişti.

Merdivenlerden indiğimizde derin bir nefes alarak salona ilerleyen Aras'ın arkasından baktım, Berk'i salonda göremediğim için omuz silktim ve mutfağa yöneldim. Mutfağa girdiğimde, Berk ve biraz önce adını öğrendiğim Sultan teyze, gülerek bir yemek hakkında tartışıyorlardı. Berk tuzlu daha güzel olduğunu savunuyor, Sultan teyze ise az tuzun daha sağlıklı olduğunu söylüyordu. Konuşmalarına dahil olabilmek için, "Bence bir çay kaşığı kaya tuzu ile bu sorunu kökten halledersiniz," diyerek dirseklerimi masaya koydum ve çenemi avuçlarımın arasına aldım.

Berk kaşlarını kaldırıp bana döndüğünde, Sultan teyze, "Ah, bu benim aklıma nasıl gelmedi?" dedi yakınırcasına. Berk, Sultan teyzenin yanından kalkarak, karşıma geçti ve o da masaya dirseklerini koyarak bana bakmaya başladı.

Sultan teyze Berk'in bana şaşkınca bakmaya başladığını gördüğünde araya girip, "Ay çekil bakayım kızın başından," diyerek, Berk'i arkasından itekledi.

"Adın ne bakayım senin?" dedi şirin bir sesle. Cevap vermek için dudaklarımı araladığımda, "Bizim kerataların arkadaşı mısın?" diye sordu, ben daha ilk sorusuna cevap veremeden, "Hangisiyle samimisin?" diyerek üçüncü sorusunu sorduğunda, 'Acaba soruları ne zaman bitecek?' diye düşünmeye başlamıştım ki bir soru daha sordu."Artık sen de mi burada kalacaksın?"

"Evet, yani sanırım bir süre burada kalmaya devam edeceğim," diye cevapladım nazikçe fakat daha fazla soru sormaya devam ederse nazikliğimi unutacağımı hissedebiliyordum.

"Ee, kızım diğer sorularımı da cevaplasana," dediğinde, derin bir nefes aldım ve "Adım Deniz, Rüya sizin keratanız mı bilmem ama onunla arkadaşım ve onunla samimiyim," dedim, sol gözüm yalanımdan dolayı seğirmeye başlamıştı.

Berk gözlerini bana diktiğinde, 'Ne var?' dercesine omuz silktim yalanım makuldü. Bu sırada Sultan teyze tekrar soru sormaya başlamıştı, "Aa, bizim sarı kafayla mı? Civcivim bu keratalardan başka arkadaşlar da mı edinirmiş? Annen, baban burada kalmana ne diyor peki kızım?" diye sorduğunda tekrar derin bir nefes aldım.

Geçiştirmek istercesine, "Dert edeceklerini sanmıyorum," dedim ve daha fazla soru sormaması için, "Kolay gelsin," diyerek mutfaktan çıktım.

Aras'ın yanında o keskin bakışları altında ezilmek, bu sonu gelmeyen sorulara cevap düşünmekten ve yalan söylemekten daha basit kaçıyordu bu yüzden televizyonun karşısına, Aras'ın yanına oturdum. Derin bir nefesi yavaşça bıraktığımda, "Dört dakika," dedi Aras.

Gözlerim ona kayarken, "Anlamadım?" dedim sorarcasına.

O da bana dönerek, "Sultan teyze ve sorularına dayanma süren," dedi. Bön bön yüzüne bakmaya başladığımda, "Hesapladın mı?" dedim bakışlarım gibi boş bir sesle. Dudağının bir kenarı yukarı kıvrılırken içeriden Sultan teyzenin sesi geldi, "Yemekler hazır!" bunun üzerine Aras ayağa kalkarak bana baktı. Bense oturduğum yere sinmiştim, o mutfağa girip tekrar soru yağmuruna tutulmak istemiyordum.

"Yemek yerken susuyor," diyen Aras'a bir iki saniye baktıktan sonra oturduğum yerden kalkarak mutfağa ilerlemeye başladım. Korka korka mutfağa girsem de, Sultan teyzenin işine yoğunlaştığını ona bir şeyler anlatan Berk'e bile cevap vermediğini görünce, rahatlayarak masaya yerleştim.

***

Yemek faslı Aras'ın da dediği gibi sessiz geçmişti ve bu sessizlik, bana evimi hatırlatmıştı. Yüzüm birden asılırken elimdeki çatalı tabağın kenarına koyarak masadan kalktım ve "Size afiyet olsun," diyerek, sandalyeyi geriye çekip masadan uzaklaştım. Mutfaktaki sessizliği delip geçen şen şakrak Sultan teyzenin sesi alıngan çıkmıştı.

"Ne o? Yemeğimi beğenmedin mi?"

Sorusuna az kalsın göz devirecektim ki, Berk benden önce atılarak, "Benim mükemmel yemeklerimden sonra eh, yani..." dedi, ima dolu bir sesle Sultan teyzeye gönderme yaparak.

Berk'in cevabından sonra gülümseyerek Sultan teyzeye baktım ve "Yemeklerin, Berk'in yemeklerine bin basar ama midem iyi değil biraz dinlensem iyi olacak," dedim, ardından nazikçe gülümseyerek sandalyeyi masaya yaklaştırıp mutfaktan çıktım.

Merdivenleri hızla çıktığımda gergin omuzlarım rahatlayarak iki yanıma çöktü. Derin bir nefes alarak hızla, odama yöneldim ve aralık kapıyı iyice açarak odaya girdim. Kapıyı ardımdan kapattıktan sonra birkaç saniye sırtımı kapıya yaslayarak derin nefesler aldım. Hiçbir zaman sesli bir şekilde itiraf edemesem de, ailecek masada oturduğumuz günleri delicesine özlüyordum.

Başımı iki yana sallayarak bu özlem duygusundan sıyrılmak için hızla kapıdan uzaklaştım ve birkaç adım atmama kalmadan odanın kapısı birden açıldı. Camdaki yansımadan Aras'ın odaya girdiğini görünce, arkama dönerek burun buruna geldiğim Aras'ın gözlerine baktım ve "Ne yapıyorsun sen?" diye söylendim. Gözlerini, gözlerime diktiğinde otomatikman kaşlarım çatılmıştı, bir türlü Aras'ın ne istediğine anlam veremiyordum.

"Kafanı karıştıran bir şey varsa sor," dediğinde şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "İstediğimi sorabilecek miyim?" diye usulca sorduğumda, başıyla onayladı. Biraz daha geri çekilerek yatağın kenarına oturdum ve bağdaş kurdum. Aras da, odanın içindeki çalışma sandalyesine oturmuştu.

Bir süre aramızda sessiz bir bakışma alev alırken derin bir nefes alarak gözlerimi yere indirdim ve "Neden ikizlerin güvenini kazanmam gerek?" diye sordum. "Öncelikle Merve'den umudu kes, o kızın vahşiliğiyle başa çıkamayabilirsin..." dediğinde, tehditkâr bir şekilde tek kaşımı kaldırarak Aras'ın gözlerine baktım.

Tepkimi ölçerken cümlesine devam etti, "...eğer oldu da Merve'nin güvenini kazandın -ki sende o potansiyel yok- bu senin için daha iyi olabilir. Siz kızlar çok boş boğazsınız, ufak bir kız dayanışması adına birbirinize her şeyinizi anlatırsınız," dedi.

Histerik bir kahkahayla Aras'ın cümlesini böldüğümde, elimi dudaklarıma bastırarak boşta kalan elimi, pardon dercesine havada sallandırdım. Hemen dudaklarımdaki gülüşten kurtularak bana düz bakışlar atan Aras'a döndüm ve "Her kız, kız dayanışmasına inanmaz. Bazılarının yediği kazıklar onları bu kör talihe uyandırmıştır. Bende o uyanıklardanım... Birine güveneceksem tedbiri elden bırakmam. Merve'nin güvenini kazanırsam ondan ne öğreneceğim?" dedim çok fazla konuşmamaya çalışarak.

"Mete ne planlıyor? Bizden ne istiyor? Ailenle derdi ne?" Üç soru sıraladı. İlk soru onu ilgilendiren son iki soru ise beni ilgilendiren kısımdı. Bu da bir panik dalgasının bedenimi sarsmasına yol açtı, "Merve bana güvenmezse ne olacak peki?" diye sorduğumda dirseklerini, dizlerine koyarak ellerini önünde birleştirdi ve bana baktı.

"Mert'i kafalayacaksın o zaman," dedi. Kaşlarım tekrar kalktığında, "Kafalamaktan kastın ne?" diye sordum. Gözü tekrar beni tartarcasına üstümde dolandıktan sonra, "Sana güvenmesini sağla," dedi. Derin bir nefes alıp, "Hadi diyelim bana güvenmesini sağladım, pat diye de abin ne haltlar karıştırıyor diyemem ki," dedim kaşlarım iyice çatılırken.

"Öyle dersen zaten gözünü bir kapatırsın ve açtığında dizlerinin üstüne çökmüş, Mete piçine 'Bırakın beni!' diye yalvarırken bulursun kendini," dediğinde gözlerim kısıldı ve dişlerimi sıktım. "Bana güvendiğini nasıl anlarım?" dedim tıslarcasına.

Omuz silkip doğruldu ve ayağa kalktı. Eşofmanını düzelttikten sonra gözleri bana kaydı, "Güvenmesine gerek yok, yanında sarhoş olması bile yeter," diyerek kapıya yöneldi.

"Daha öncede böyle demiştin, neden yanımda sarhoş olmasın ki? Yeni nesil ya da sizin gibi zenginler içmeye meraklı değil mi?" diye sordum. Omuzunun üstünden bana baktı ve "Sarhoş olduğunda ondan istediğin şekilde yararlanabilirsin çünkü ayıldığında hiçbir şey hatırlamıyor," dedikten sonra kapıya doğru ilerlemeye devam etti. Arkasından boş boş bakarken başımı aşağı yukarı sallıyordum. Gözlerimi kısıp kendimi geriye doğru bıraktım ve sırtım yatağın yumuşaklığı ile buluşurken tavana bakmaya başladım.

Kapıdan gelen açılıp kapanma sesini umursamadan tavanla bakışmaya devam ettim. Önümde iki seçenek vardı ve ikisi de zordu ama mutlaka birini elde etmeliydim. İki kardeşten birisi bana güvenmeli ve bu iş dallanıp budaklanmadan çözülmeliydi. Hem benim için hem de Aras için en iyisi buydu.

Bacaklarımı kendime çekerek cenin pozisyonu aldım ve kollarımı etrafına dolayarak yatağın ortasında gözlerimi kapattım. Bugün keşif yapmıştım yarın ise birkaç adım ilerlemem lazımdı, zamanım var mı yok mu bilmiyordum ama ne kadar çabuk biterse o kadar iyi sonuçlanacak gibi duruyordu.

***

Gözlerimi araladığımda durumum içler acısıydı. Bacaklarım yatağın ucundan sarkmış ve kollarımda diğer yanından sarkmıştı. Bedenim çaprazlamasına yatağın köşesine takılıp kalmıştı. Gerinerek doğrulduğumda tüm kemiklerim kütürdemişti. Boynumu da kütlettikten sonra ayağa kalktım ve belimden parmak uçlarıma kadar bir kütürdetme akını başlattım. Etraflar da Ulaş olsaydı, 'Deprem oluyor kaçın,' diye bağırırdı. Kendi kendime gülerek gardırobu açtım ve düz siyah renk elbiselerden birisini seçerek yatağın üstüne bıraktım. Aynanın karşısına geçerek kendimi baştan aşağıya süzdüm ve duş almaya gerek duymadığım için yatağın üstündeki elbiseyi alıp banyoya doğru yürümeye başladım.

Elbise siyah ve düzdü. Omuzları kalın askılı, bel kısmı dar ve geniş pileliydi. Elbiseyi giymeden önce saçlarıma suyla hafif dalgalar vererek dağılmış saçlarımı düzene soktum. Elbiseyi giydikten sonraysa banyoya dizilmiş olan parfümlerden birini elime alarak önce havaya sıktım ve kokusunu içime çektim. Çiçeksi hoş bir kokusu vardı, hafifti.

Boynuma ve saçımı birkaç fıs sıktıktan sonra banyodan çıkarak odaya girdim ve bir süre öylece etrafa bakındım. Gözüm saate takılınca hızla zincir askılı siyah, sade bir çanta alarak merdivenlere yöneldim. Mutfaktan gelen çatal kaşık sesleriyle adımlarımı hızlandırdım ve mutfağa girdim. Berk ve Aras karşılıklı oturmuş muhabbet ediyorlardı, Sultan teyze ise ortalıklarda görünmüyordu. Gözlerim birkaç tur etrafı taradıktan sonra ensemi kaşındıran saçlarımı olabildiğince sağ omzuma attım. Saçlarım kısa olduğu için yarısı sırtımda kalırken diğer yarısı sağ omzumun üstünde toplanmıştı. Her zamanki yerim olan Berk'in çaprazına, Aras'ın karşısına oturdum ve onlara bakmadan kahvaltımı hızlı bir şekilde yapmaya başladım.

Aras bir süre bana baktıktan sonra Berk'e döndü ve şirketle ilgili olduğunu tahmin ettiğim bir konuşmaya daldılar. Konuşmanın içinde geçen proje, stadyum, tasarım gibi kavramlar bana dün yaptığım salaklığı hatırlattığı için konuşmalarını daha fazla dinlememeye karar verdim ve karnımın doyduğunu hissedene kadar yedim.

Kahvaltı faslı çabuk bitmişti, Aras Berk'le birlikte salona geçerlerken ben de masada kalanları dolaba kaldırma görevini üstlenmiştim. Sanırım Sultan teyze sürekli olarak gelmiyordu. Bulaşıkları ve dolaba koyulacakları ayırırken masadan gelen sesle kaşlarım çatıldı. Aras'ın telefonu masanın üstündeydi ve ekranı yanıp sönüyordu. Yavaşça telefona yaklaşıp ekrana baktım, "BÜLENT SOYKAN," ismini görünce istemsizce gerilsem de telefonu elime alıp salona geçtim ve koltuğun arkasından Aras'a uzattım. Aras, telefonu elimden aldı ve kulağına götürürken ayağa kalktı. O salondan çıkarken ben de arkasından bakıyordum.

Elbisemin eteğini düzelterek koltuğun kenarına otururken, Berk'e baktım. Berk kaşlarını kaldırıp bana baktığında ağzında bir şeyler gevelediği belli oluyordu, en azından onun mimiklerini çözebildiğim için kendimden oldukça memnundum.

"Haydi, konuş," diye onu teşvik ettiğimde bedenen bana döndü ve "Mert'in üzerine mi oynamaya karar verdin?" diye sordu. Bön bön ona bakmaya başladığımda üstümdeki elbiseyi gösterdi ve "Böyle çok... Gü-dikkat çekici olmuşsun," dedi.

"Aslında öyle bir planım yoktu elime geleni giymek gibi bir huyum var," diyerek hafifçe gülümsediğimde, Aras salona girerek, "Gidiyoruz," dedi. Omuzumun üstünden ona baktığımda, kapı pervazına yaslandığını görmüştüm. Derin bir nefes alarak, koltuktan kalktığımda, kapıya doğru ilerlemeye başlamıştım.

Kapıdan geçmek için Aras'ın önünde dikilmeye başladığımda, bana uzun uzadıya baktı ve başını hafifçe öne eğerek kısık sesle, "Annemin parfümünü kullanmışsın," dedi.

Şaşkınlığım yüzüme yansırken bir adım geriledim ve "Bilmiyordum," diyerek hızla konuştum. Neden paniklediğimi bilmiyordum, büyük ihtimal ölü bir kadının parfümünü kullandığım içindi. Gerilediğimi fark ettiği için eli kolumu kavradı ve beni kenara çekerek kapının önünden benimle birlikte çekildi ve Berk'e gitmesi için başıyla kapıyı işaret etti.

Berk kapıdan ayrılmadan önce çatık kaşlarla bize baktığında, "Çık," dedi Aras, düz bir sesle.

Kalp ritmim hızlanırken avuç içlerimde soğuk terler birikiyordu derin bir nefes alıp, "Seni rahatsız edecekse hızlı bir duş alabilirim ya da üstüne..." işaret ve orta parmağını dudaklarımın üstüne koyarak beni susturduğumda derin bir nefesi burnumdan verdim ve Aras'ın gözlerine baktım. Ya ben gereksiz yere fazla tepki veriyordum ya da Aras'ın ne yapacağını kestiremediğimden dolayı zihnim her türlü sahneyi canlandırıyordu.

Bu kısa sessizlik aramızda büyük bir gerginlik yaratırken ellerini benden çekti ve "Nereden buldun?" diye sordu. Sesi oldukça sakin ve bu sakinliği oldukça ürkütücüydü. Gözlerimi kırpıştırarak, "Banyodaydı, birkaç parfümün arasında. Rastgele seçmiştim gerçekten bilmiyorum, hem nereden bilebilirdim ki? Ben..." tekrar parmaklarını dudaklarımın üstüne koyduğunda panik halinde ne kadar saçmaladığımı yüzüme vururcasına, "Anladım, çok konuşma," dedi ve dudaklarımın üstündeki parmaklarını çekerek elini saçlarına daldırdı ardından hızlı adımlarla merdivenlere yöneldi. Merdivenleri çıktığında adımları banyoya yönelmişti.

Birkaç dakika sonra, elinde bir kutuyla merdivenleri inmeye başladı. Aramızdaki mesafeye rağmen görebildiğim öfkeli bakışlarıyla merdivenleri indiğinde tam karşımda dikildi ve "Hepsi anneme ait," dedi. Kaşlarım havaya kalkarken, gözlerim bariz bir şekilde irileşmişti. Şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken, "Ne zamandır oradalar?" diye sordu. Sorusu üzerine aniden kaşlarım çatılınca zihnime saldırı günü ve saldırıdan önce gözüme oldukça boş gelen banyonun görüntüleri düştü.

"Sanırım şeyden sonra, o adamın eve saldırmasından..." cümleyi tamamlamama gerek yoktu Aras anlamıştı ve çenesindeki kaslardan birisi seğirmişti. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra dişlerini sıkarak gözlerini açtı ve gözleri bana odaklandı.

"Gidelim," derken kutu hâlâ elindeydi, ne yapacağımı bilemeyerek evden çıkan Aras'ın peşine takılmıştım. Arabaya yaklaştığında adımlarımı hızlandırarak yolcu koltuğuna yerleştim ve arabayı çalıştırmasını bekledim.

Arabanın içindeki sessizlik, fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. Daha önceki sessizliklerden farklıydı bu sessizlik. Arabanın içindeki gerginlik soluyabileceğim kadar somutlaşmıştı.

Şirkete yaklaştığımızda gözlerimiz buluştu ve gözlerini kısarak bana baktı. Gözlerimi kaçırarak şirketin garajına girmeden emniyet kemerini çıkardım ve daha öncesinden tespit ettiğimiz kör noktada durduğumuzda arabadan inerek Aras'a baktım, "Yarım saat sonra odama gelirsin," dedi ve arabayı garaj yolundan çıkartarak şirketten uzaklaştı. Şaşkınlıkla arkasından bakakaldığımda ne yapacağımı bilemeyen adımlarla şirkete yöneldim.

Güvenlik bana kısa ve şaşkın bir bakış attıktan sonra yanıma yaklaştı ve "İyi misiniz?" diye sordu. Sahte bir gülümseyişle başımı salladım ve asansöre ilerledim. Asansöre adım attığımda arkamdan iki kişi daha asansöre binmişti. Ağır hareketlerle camdaki bakışlarımı Akhoroz ikizlerine çevirdiğimde kalp ritmim anında değişmişti. Hafifçe gülümseyerek, "Merhaba," diye mırıldandım ve tekrardan cama dönerek katları izlemeye koyuldum.

Sakinleşmek adına derin bir nefes aldığımda Merve elini omuzuma koyarak, "İyi misin fazla soluk gözüküyorsun?" diye sorarcasına başını eğdi ve mavi gözlerini gözlerime dikti. Sırtımı asansörün camına yaslayarak ona döndüm ve gülümseyerek, "İyiyim," dedim. İyi değildim ama iyi olduğumu söylemek ve gülümsemek konusunda mastır yapmıştım.

"Bugün sohbetimize kaldığımız yerden devam ederiz o zaman?" diye soran Mert'e dönerek, "Tabii ki," diye mırıldandım bu sırada, asansörün kapısı dördüncü katta açıldı. Merve asansörden inerken Mert'e göz kırpıp gülümsedi ve asansörün kapısı kapanmadan Berk asansöre bindi.

Kaşları çatık bir şekilde birkaç saniye bana baktı ve Mert'e dönerek, "Aras Bey'i gördünüz mü?" diye sordu. Nedensizce bu sorunun aslında bana sorulduğunu hissediyordum. Başımı iki yana sallayıp, "Berk Bey, sanırım size danışmam gereken bir dosya vardı. İşiniz yoksa şimdi görüşebilir miyiz?" diyerek bütün resmiyetimi ve sabırsızlığımı sesime yükledim.

Mert, "Görmedim Berk Bey," dedi ve asansörün beşinci katta açılmasıyla bana gülümseyerek asansörden indi. Derin bir nefes alıp Berk ile asansörde yalnız kaldığımızda omuzlarımı dikleştirdim ve "Beni bıraktı sonra da gitti," dediğimde kapı altıncı katta açılmıştı. Berk'le birlikte asansörden inerek Aras'ın dün bana verdiği odaya geçtik ve evde olanların hepsini Berk'e anlatmaya koyuldum.

Uzun bir sessizlik sonrasında Berk yüzünü buruşturdu ve bana baktı. "Bu kötü olmuş, gerçekten," dediğinde, Berk'i düz bir ifadeyle izlemeye başladım. Başını öne eğerek iki yana salladı ve yüzünü tekrar kaldırdığında, yüzünde bariz bir acı vardı. Oturduğu koltuktan kalkarak, "Aras'tan olabildiğince uzak dur, sana tavsiyem koku üstünden uçup gidene kadar onunla aynı odada bile bulunma," dediğinde duraksadı ve ne yapacağını bilemeyerek ellerini ceplerine soktu.

Kendime engel olamayarak, "Annesi nasıl öldü?" diye sorduğumda, Berk'in gözleri irileşti ve bana sinirle parıldayan bir bakış attı. Hafifçe yutkunarak, "Tamam, cevap vermesen de olur," diye mırıldandım ve saate baktım.

Kapıdan çıkmak üzere olan Berk'e, "Aras, 'yarım saat sonra odamda ol' demişti," dediğimde Berk kapının kenarından bana baktı ve diliyle dudaklarını nemlendirerek, "Olabildiğince ondan uzak dur ve ona ters cevaplar verme hem senin için hem de Aras için daha iyi olur," dedi ve odadan çıktı.

Büyük bir yorgunlukla çöktüğüm çalışma koltuğundan kalkarak cam kenarındaki rahat deri koltuğa ilerledim. Benim olduğum kısımdan garajın giriş çıkışı görünüyordu ve Aras'ın gelişini açık bir camın önünde beklemek, havanın sert soğukluğunu saymazsak gerekli bir çözümdü. Parfüm kokusu havaya karışıp yok olur ve Aras geldiğinde rahatlıkla odasına gidebilirdim çünkü en son isteyeceğim şey Aras Soykan'ın 'Bu benim en sakin halim,' diyerek boğazıma yapışması olurdu.

Bir an Aras'ın annesini düşündüm, Zeynep Soykan'ı... Aras, hâlâ annesinin çalışma masasının bulunduğu odadaydı ve hâlâ daha annesinin kokusunu hatırlıyordu. Bense anımsayamıyordum bile. Tek hatırladıklarım gördüklerimdi, onlarda yavaş yavaş zihnimden silinirken bir tek Ulaş'ın gözleri annemi hatırlatıyordu bana. Sıcacık bakan o yeşil gözlerinde tarifi imkânsız bir sevgi vardı. Annemin gözlerine baktıkça gülümsemeden edemiyordum ve Ulaş annemin gözlerini taşıyordu.

Derin bir nefes aldım ve bir gün annemi görebileceğimi hatırladım. Gülümseyerek bir süre camdan dışarıyı izledim.

Uzun bir süre öyle kaldığım içim yorgunlukla omuzlarım düşerken soğuyan tenim ve artık uyuşmuş olan bedenimle geriye çekilerek camdan uzaklaştım.

Zeynep Soykan ölmüştü ve bunu Aras'ı yaralamak için kullanıyorlardı. Ben de ekmeklerine yağ sürmüş ve işlerini kolaylaştırmıştım. Fark etmeliydim, o boş banyodaki fazlalıkları fark etmeliydim. Öyle olsaydı şimdi tenimde ne Zeynep Soykan'ın kokusu olurdu ne de zihnimde Aras Soykan'ın acımasız, keskin bakışları beni yaralayıp dururdu. Kollarımı çalışma masasının üstünde birleştirerek başımı kollarıma yasladım ve düşünmemeye çalıştım.

Gözlerim yavaş yavaş kapanırken kapı tıklatıldı ve açıldı. Başımı ağır ve yorgun hareketlerle kaldırdığımda kapının ardında duran Hande, çekingen bir tavırla, "Deniz Hanım, Aras Bey sizi çağırıyor," diyerek hızla kapıdan uzaklaştı. Derin bir nefesi içime çekerek bu kadının garip davranışlarını yok saydım ve elbisemin eteğini düzelterek Aras'ın odasına gitmek için ayaklandım. Kapıdan çıkmadan önce boş olan kata göz gezdirdim ve hızlı adımlarla Aras'ın odasına yöneldim. Kapıya geldiğimde, hafifçe tıklattıktan sonra giriş onayı bekledim ve Aras'ın düz sesi kulaklarıma ulaştığında kapıyı aralayıp, odaya girdim. Aras'tan uzak durmak için kapının birkaç adım önünde duruyordum.

Eliyle yaklaşmamı işaret ettiğinde başımı iki yana salladım ve gözlerimi ondan kaçırdım. "Kokuyu durduğun yerden de alabiliyorum. Allure hafif ama yoğun bir parfümdür, annemin favorilerinden. Koku ne kadar zayıf olsa da hissederim," dediğinde başımı öne eğerek masasının önündeki deri koltuklardan birine oturdum ve kolumu masasına koyarak ona döndüm. Sormak istemesem de çeneme hâkim olamayarak, "Ne zaman öldü?" diye sordum. Bakışları üstümden Zeynep Soykan'ın masasına kaydığında istemsizce tenim ürperse de geriye dönüp masaya bakmadım. "Üç yıl önce," dedi ve gözleri bana kaydı. "Annemin eşyalarını oraya Mete'nin adamı koymuş olmalı, bu da onların ne istediğine karşı merakımı daha da arttırmaya yetti," dedi ardından, dişlerini sıkıp gözlerini kıstı ve "İkimizi de tanıyor," dedi düz bir sesle. Kaşlarım şaşkınlıkla kalkarken kalbim tekledi. Aras, "İstediği her neyse onu elde etmek için tüm imkânlarını zorlayacak," diyerek devam etti.

"Yani zamanımız yok ve ben Akhoroz ikizlerinden birinin güvenini kazanmazsam iyi ya da kötü herkes zarar görecek öyle mi?" diye sordum. Sesindeki şüpheli ton, karanlığı ve vurdumduymazlığı beni panik dalgalarının önüne atıyordu. Aras'ın kaybedecek bir şeyi yoktu ama taze olan bir anne eksikliği vardı, Mete bunu kullanıyordu. Benimse kaybedecek birçok şeyim vardı. Ailemi korumak için her şeyi yapardım ve Mete'nin beni zayıf düşürmek için kullanabileceği en büyük koz da, ailem olurdu.

Aras gözlerimdeki korkuyu görmüş olacak ki, "Merak etme, senin zayıflıklarını benden başkasının kullanmasına izin vermeyeceğim," dedi, yüzündeki bilmiş gülümseme donup kalmama neden olmuştu. Gözlerim kısılırken çenemdeki kasların seğirdiğini hissediyordum. Hangisi daha kötüydü? Aras tarafından yaralanmak mı yoksa başkaları tarafından mı? Derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım. Öyle ya da böyle, ben bu oyundan zararsız kurtulamayacaktım.


~~

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve yorumlarınızı buraya bırakabilirsiniz!

Bana ulaşmak için:

Instagram: semihaakaya

Twitter: semihaakaya

Tekrar görüşmek üzere! Sizleri seviyorum, beklediğiniz için hepinize teşekkürler...

Continue Reading

You'll Also Like

292K 14.4K 78
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Ne iyiler göründüğü kadar iyi, ne kötüler göründüğü kadar kötü... × × × "Neden bu kadar sakinsin?" Gözlerime gelm...
6.8K 114 1
İSTİ'KÂF-NEYT&NEYF İmkansızlıkları yaşamak mıdır sevmek, yoksa severken imkansız mıdır yaşayabilmek? Zor mudur gözlere bakarken sevgiyi görmek, yoksa...
72.7K 6.1K 41
Azrail' in insan oluşunu anlatan mürekkep, kararırken aşkı mırıldanıyor... Kapak tasarımı; İrkeladeyna
797K 45.3K 40
Alperen: Hem senin benimle konuşmak ile alakalı o 'düşünce'lerine ne oldu? Alperen: Gerçekten yazmadığımı görünce sen mi yazmaya karar verdin? Şüheda...