if i was next to you // chen...

بواسطة ceinosekai

4.9K 524 1.4K

Park Jisung; beş senelik dostu, Gryffindor'un altın çocuğu. Yıllardır hayatının önemli bir yerini kaplıyor, f... المزيد

açıklamalar&karakterler
𝘪. 𝘪𝘧 𝘪 𝘭𝘰𝘴𝘦 𝘸𝘩𝘢𝘵 𝘪𝘴 𝘭𝘰𝘷𝘦𝘥
𝘪𝘪𝘪. 𝘪𝘧 𝘺𝘰𝘶 𝘰𝘯𝘭𝘺 𝘭𝘰𝘷𝘦 𝘵𝘰 𝘩𝘢𝘵𝘦 𝘮𝘦
𝘪𝘷. 𝘪'𝘭𝘭 𝘨𝘦𝘵 𝘶𝘴𝘦𝘥 𝘵𝘰 𝘪𝘵 𝘭𝘪𝘬𝘦 𝘤𝘢𝘵𝘤𝘩𝘪𝘯𝘨 𝘢 𝘤𝘰𝘭𝘥 𝘢𝘨𝘢𝘪𝘯
𝘷. 𝘪𝘧 𝘺𝘰𝘶 𝘸𝘢𝘯𝘯𝘢 𝘨𝘰 𝘵𝘩𝘦𝘯 𝘪'𝘭𝘭 𝘣𝘦 𝘴𝘰 𝘭𝘰𝘯𝘦𝘭𝘺
𝘷𝘪. 𝘪𝘧 𝘪 𝘸𝘢𝘴 𝘯𝘦𝘹𝘵 𝘵𝘰 𝘺𝘰𝘶
𝘷𝘪𝘪. 𝘪𝘵'𝘴 𝘣𝘦𝘵𝘵𝘵𝘦𝘳 𝘵𝘰 𝘧𝘦𝘦𝘭 𝘵𝘩𝘦 𝘱𝘢𝘪𝘯 𝘰𝘧 𝘮𝘪𝘴𝘴𝘪𝘯𝘨 𝘺𝘰𝘶
𝘷𝘪𝘪𝘪. 𝘺𝘰𝘶'𝘳𝘦 𝘢𝘭𝘭 𝘪 𝘵𝘩𝘪𝘯𝘬 𝘢𝘣𝘰𝘶𝘵
𝘪𝘹. 𝘸𝘦 𝘤𝘢𝘯'𝘵 𝘳𝘦𝘢𝘤𝘩 𝘦𝘢𝘤𝘩 𝘰𝘵𝘩𝘦𝘳𝘴 𝘩𝘦𝘢𝘳𝘵
𝘹. 𝘪 𝘸𝘢𝘯𝘵 𝘵𝘰 𝘣𝘦 𝘩𝘶𝘳𝘵 𝘳𝘢𝘵𝘩𝘦𝘳 𝘵𝘩𝘢𝘯 𝘭𝘦𝘵𝘵𝘪𝘯𝘨 𝘺𝘰𝘶 𝘣𝘦 𝘩𝘶𝘳𝘵
𝘹𝘪. 𝘵𝘰𝘰 𝘴𝘩𝘺 𝘵𝘰 𝘴𝘢𝘺 𝘣𝘶𝘵 𝘪 𝘩𝘰𝘱𝘦 𝘺𝘰𝘶 𝘴𝘵𝘢𝘺 (𝘧𝘪𝘯𝘪𝘵𝘦 𝘪𝘯𝘤𝘢𝘯𝘵𝘢𝘵𝘦𝘮)

𝘪𝘪. 𝘺𝘰𝘶'𝘳𝘦 𝘴𝘵𝘶𝘤𝘬 𝘪𝘯 𝘮𝘺 𝘩𝘦𝘢𝘥

369 44 96
بواسطة ceinosekai

iyi akşamlar ve keyifli okumalar! yorum yapmaktan çekinmeyiniz heheh


Chenle, birkaç gün sonra akşam yemeği çıkışında Sungchan'ın ısrarıyla birlikte kendisini kütüphanede bulmuştu. Hogsmade'de geçirdikleri günden sonra araları daha yakın bir hâle gelmişti. Sungchan'ı boş zamanlarında yakalayabiliyorsa sohbet ediyor, bazenleri de böyle sözde ders çalışmak için türlü yerlere gidiyorlardı. Ders çalışmaktan çok cüppelerinin ceplerine sakladıkları şekerlerden yiyor ve sessizce akıllarına gelen her şeyden konuşuyorlardı. Beş senedir çoğu dersi beraber alıyor olsalar bile seneler sonrasında tam anlamıyla yakınlaşmalarına vesile olan, ironik bir şekilde Chenle'nun sözde en yakın arkadaşı Jisung'dı.

Chenle, önüne tılsım kitabını açmış bir elindeki tüy kalemle not alırken öbür elindeki asasıyla çalışan Sungchan'ı izlerken düşüncelerine dalmış bir şekilde ara sıra ağzına şeker atıyordu. Öyle dalmıştı ki Sungchan'ın uzun süredir bir şeylerden bahsetmediğini, aksine gerçekten ders çalıştığını fark etmesi zaman almıştı. Şaşkınca kendine gelirken Sungchan mırıldanarak büyüleri tekrarlıyor ve asasını sallıyordu, aynı anda gözleri önündeki kitapta geziniyordu.

"Seni hiç bu kadar çalışkan görmemiştim." Sungchan bakışlarını ona çevirirken yüzüne hülyalı bir ifade yerleşmişti. Farkında mıdır bilinmez, elindeki asasını ve tüy kalemini kitabının ortasına bırakıvermiş, ardından ellerini yanaklarına yaslamıştı.

"Ah Chenle, neler oldu bir bilsen." Chenle bakışlarını yakalamaya çalışırken boğazını temizledi ve aynı onun gibi yanaklarına yasladı ellerini.

"Anlatırsan bilebilirim." Sungchan sessizce gülerek etraflarını kontrol etmiş, duvar kenarındaki ufak bir masada oturdukları için diğer kişilerin yakınlarında olmamasıyla tekrardan Chenle'ya dönmüştü.

"Geçen gün Quidditch antremanındayken," Ravenclaw ile karşılaşmalarına birkaç gün kaldığı için çalışma sıklıkları artmıştı. "Altıncı sınıflardan bir kız antremanı izlemeye geldi. Adı Marinette'miş." Gözleri heyecanla parlıyordu. "İkinci ve üçüncü senesinde benimle aynı pozisyonda oynamış. Ben hatırlamıyorum gerçi, kaç sene geçti üstünden. Ama o kadar güzel oynuyormuşum ki canı tekrar oynamak istemiş, öyle söyledi." Yüzündeki gülümseme gittikçe büyüyordu ve Chenle kendine hakim olamadan kıkır kıkır gülüyordu bu hâline.

"Bir görsen, o kadar güzel ki. Diğer Hogsmade gezisinde beraber gitmeyi teklif edeceğim." O anda gerçek hayata dönmüş gibi bakışlarını tekrar Chenle'ya çevirdi ve iç çekerek avcunu uzattı. Chenle cebindeki paketten birkaç tane şeker alıp avcuna bıraktıktan sonra birkaç tanesini ağzına attı.

"Öte yandan, annem U'dan düşük not alırsam beni Quidditch takımından aldıracağını babama kabul ettirmiş. Malum, S.B.D'ler yaklaşıyor diye iyice sıkıyorlar. Bugün sabah bir mektup yollamış bununla ilgili. Durum böyle olunca..." Son şekeri de ağzına atarken iç çekti. "Ders çalışmam lazım yani."

Bu durum Chenle'nun da tadını kaçırmışçasına ağzındaki şekeri yavaşça çiğnemesine sebep olmuştu. Şimdi ikisinin de omuzları düşmüş, bakışları önlerinde açık olan kitaplara dönmüştü. Chenle önündeki iksir kitabına boş bakışlar atıyorken Sungchan asasını tekrar eline almıştı. Omuzlarını yorgunca hareket ettirdikten sonra asasını birkaç metre ötelerindeki boş masasın üstündeki tüy kaleme doğrulttu.

"Accio tüy kalem!" O kadar yorgun ve bıkkın bir şekilde söylemişti ki masanın üstündeki tüy kalem bir an titreyerek havalanmış, ardından tekrar yerine konmuştu. Sungchan oflayarak başını kitabına yaslarken Chenle'nun dikkati kütüphanenin kapısının açılmasıyla dağılmış ve bakışları, sessizce kendi aralarında gülüşerek kütüphaneye giren üçlüye takılmıştı: Renjun, Xiaojun ve elbette ki Jisung.

Üstlerindeki kıyafetlere bakılırsa yemekten sonra kulelere uğramışlardı. Koltuk altlarına sıkıştırdıkları kitaplar ile Chenle'nun onlara attıkları bakışların farkında olmadan boş bir masa arayışıyla yürüyorlardı. Chenle kaşlarını çattı ve elini cüppesinin cebine daldırarak bir miktar şeker aldı. Sinirle hepsini ağzına atıp öfkesini çıkarmak istercesine çiğnerken Sungchan durumu fark etmiş ve ses etmeden bakışlarını onlara çevirmişti. Ardından gergince dudaklarını dişleyerek Chenle'ya dönünce gözlerini kısmış bir şekilde izlemeye devam ettiğini gördü. Bu, onlar oturana ve önlerine açtıkları kitaplara dalana kadar geçen birkaç dakika boyunca devam etmişti.

"Bir fikrim var," Gözlerindeki muzip cesaret parıltıları ve yüzünün her yerine yayılmış alay dolu gülümsemesiyle Sungchan'a döndüğünde oğlan, gerilmesine engel olamamıştı.

"İyi bir fikir olduğuna emin misin?" Chenle onun dediğini umursamadan kitabının yanında duran asasını eline alıp direkt olarak onların masasına doğrultunca Sungchan gergince irileşen gözleriyle bileğini tutup indirmeye çalışsa bile Chenle dediğim dedikti.

"Accio kitap!" diye söylendi ve bunu söylediği anda Jisung'ın önündeki kitap havalanarak onlara doğru geldi ve masaya indi.

Chenle kitaba bakarak neşeyle gülümserken Sungchan donmuş bir şekilde bileğini tutmaya devam ediyor ve kitaba bakıyor, Jisung ile beraber Renjun ve Xiaojun ise kafa karışıklığı ile kitabın indiği masaya bakıyorlardı.

"Gördün ya Sungchan? İşte böyle çağırmalısın!" Şen bir şekilde şakırdayarak söyledikten sonra bakışlarını Jisung'a çevirmiş ve kocaman gülümsemişti. "Kusura bakmazsın, değil mi Jisung? Ders çalışıyorduk." Jisung şaşkınca bakmaya devam etse de başını iki yana salladı. Chenle asasını tekrar kitaba doğrultarak "Wingardium leviosa." diye mırıldandı ve onu Jisung'ın önüne geri yolladı. Dördünün de şaşkın bakışlarını umursamamış gibi önündeki iksir kitabına geri dönerken ağzına bir şeker daha atmıştı.

*

"Yarın Hufflepuff'ın Quidditch antremanı varmış kahvaltıdan sonra." Şöminenin önüne yayılmış bir şekilde günün yorgunluğunu atmaya çalışan Gryffindor çocuklarının uykulu sessizliğini bölen Jaemin olmuştu. Bakışları yaşıtı ve binalarının Quidditch takımında yer alan Mark, Yangyang ve Jeno'nun arasında gidip geliyordu. "Gidip izlemeyi planlıyorum, gelsenize siz de."

"Cumartesi günümü Huffypuffylerin antremanını izleyerek geçirmek ister miyim diye düşünmem lazım." Jeno deneyerek konuşunca Yangyang ona bakıp gülmüştü.

"Ben gelirim." Mark önündeki kitabı bıkkın bir yorgunlukla kapatırken cevapladı.

"Ben de." Yangyang da atlayarak söyledi. Ayaklanıp üstten üstten Jeno'ya bakarken dil çıkardı. "Sen de nazlanma da oyunculuğunu bil. Strateji denir buna oğlum."

"Ben de gelmek istiyorum." Chenle kendine çektiği dizlerinin üstüne başını yaslamış bir şekilde konuşunca dördü de ona dönmüştü şaşkınca. Omuz silkti. "Sungchan'ı izleyeceğim." Daha çok Marinette denen kız gelirse Sungchan'ın nasıl davranacağını izlemek vardı aklında. Bu düşüncesi onu güldürse bile kendine sakladı.

"Sen uzun zamandır bizim antremanlarımızı bile izlemiyorsun!" Jeno dehşete düşmüş bir şekilde söyleyince Chenle sırıttı.

"Güzel oynayabilseydiniz izlemeye gelirdim. İki senedir kupayı alamıyorsunuz, bilmem farkında mısınız?" Bu dediği ortak salondaki üç Quidditch oyuncusunun kaşlarını çatmasına sebep olsa da haklı olduğunu bildikleri için ses çıkarmamışlardı. Sadece bir süre tepkili kalmış, ardından iç çekerek kabullenmişlerdi.

"Öyle de söylenmez ama." Jaemin içten içe gülmek istese bile azarlarcasına konuştu. "Böyle yaparsan maç sunarken daha da kinlenirim, McGonagall kapı dışarı ediverir beni. Yerimi Lee Donghyuck'a verir diye ödüm kopuyor!" Bozguna uğramış bir şekilde söylendikten sonra gözleri öfkeyle kısılmıştı. "Adi Slytherin."

"Boş boş konuşma. Bir gün bir bakıyoruz birbirinizi gördüğünüz yerde lanetleyeceksiniz-"

"Düello kulübünü saymıyoruz bile." Yangyang'ın sözünü Mark bölmüştü.

"Korkarım ki yersiz küstahlığınız, Gryffindor'dan 10 puan demek Mr. Lee." Jeno ses tonunu düşürerek konuşurken hepsi kahkaha atmaya başlamıştı.

"Dediğim gibi, gördüğünüz yerde lanetleyecekken birbirinizi ertesi gün bir bakıyoruz; can ciğer kuzu sarması! Tuhaf bir ilişkiniz var." Jaemin omuz silkti.

"Kafa çocuk, yalan yok. Ama bu gözü yerimde olan adi bir Slytherin olduğunu ve düşmanlık duyabileceğim gerçeğini değiştirmiyor." Jaemin boğazını temizleyerek son noktayı koyunca kıkırdamaları sessizleşmişti. "Hepiniz geliyorsunuz o zaman yarın izlemeye?" Üçü başını salladıktan sonra bakışlarını Chenle'ya çevirdi. "Ve sen de Sungchan'ı izlemeye?" Chenle ayaklanırken gülerek başını salladı.

"Aynen, Sungchan'ı izlemeye." Esnerken gerindi. "Ben yatmaya gidiyorum."

"Sabah görüşürüz."

"Öğlene kadar yatarsan kaldırmam, biricik Sungchan'ını da kaçırırsın." Chenle, Jeno'nun attığı lafa gözlerini devirse de el salladı ve son kez iyi geceler dileyerek erkeklerin yatakhanesine giden merdivenlere yöneldi. Ağır adımlarla dönen merdivenleri çıktıktan ve taş duvarların arasından geçtikten sonra kendi dönemindekiler ve Jisung ile birlikte kaldığı odaya girmişti. Saat gece yarısını geçmişti, bu yüzden üç yatağın perdesi çekili olsa bile Jisung'ınki açıktı. Üstelik Jisung da yatağında oturmuş, direkt olarak ona bakıyordu.

Chenle algılamaya çalışarak kaşlarını çatarken kapıyı arkasından itti ve yatağına doğru ilerledi. Jisung'ın bakışları hâlâ üstündeyken rahatsız bir şekilde yastığını kabarttı ve komodindeki şişesinden birkaç yudum su içtikten sonra yorganını açarak içine girdi. Diğer tarafa döndüğünde ise Jisung'ın bakışlarıyla karşılaşmak zorunda kalmıştı.

"Kitabını accioladığım için bir şey mi diyeceksin?" Şaşkınca sorsa bile Jisung sakince başını iki yana sallayınca şaşkınlığı daha da artmıştı. "Ne o zaman?"

"Yarın," diye sessizce mırıldandı. Pencerelerden içeri süzülen ay ışığından başka içeriyi aydınlatan bir şey yoktu. Ay ışığı buğday tenini aydınlatsa bile yüzüne gölge düşürüyordu. Bu yüzden Chenle yüz ifadesini görmekte güçlük çekiyordu, gözlerini kıstı.

"Yarın?"

"Sungchan'ı mı izlemeye gideceksin yani? Sen Quidditch sevmezsin bile." Bir anda sertçe söylediği cümleler Chenle'nun şaşkınca kalakalmasına yol açmış olsa bile oldukça kısa sürede içine buram buram yayılmaya çalışan memnuniyet ve tatmin hissiyle gülümsemesini bastırmaya çalışması oldukça zor gelmişti. Doğrusu, Jisung'ın duyduğunu bile bilmiyordu. Ya da konuşurlarken onun ortak salonda olduğunu.

"Sevmem," dedi omuz silkerek. "Ama arkadaşımı izlemek istemem çok normal değil mi, hazır boş vakit bulmuşken? Senin de antremanlarına geldim kaç kere. O zaman da sevmiyordum."

"Boş vakit? S.B.D'ler yaklaşıyor, hâlâ doğru düzgün çalışmıyorsun. Kalıp ders çalışman gerekmez mi?" Jisung iç çekerek söylese bile Chenle'nun onu dinlemeyeceğinin bal gibi farkındaydı.

"Çalıştığımı görmüyorsun." Chenle tatlı tatlı söylese bile meydan okur bir hâli vardı. "Doğru düzgün buraya gelmiyorsun zaten, görmemen normal. Ama bu çalışmadığım anlamına gelmez. Ayrıca arkadaşlarım benim için derslerimden daha ön planda, kaç senedir bir bunu öğrenemedin." Yorganı üzerine çekerken zehirli oku attığının bilincinde kayıtsızca omuz silkti. Jisung'ın sıkkın ifadesini görmüyordu.

"Sen bir Quidditch oyuncusu olarak kal, ders çalış istersen. Ama senin yerinde olsam izlemeye giderdim. Sungchan'ın da bir kovalayıcı olduğunu, önümüzdeki hafta biricik arkadaşına karşı oynayacağını ve kovalayıcılar olarak bir maçta karşı karşıya geleceğinizi düşünürsek... Sen bilirsin tabii." Omuz silkerek doğruldu ve perdelerin kenarlarını tuttu.

"İyi geceler Jisung." Onun kırgın bir şaşkınlıkla kaplı ifadesine bakarken kocaman gülümseyip söyledi. Ardından perdeleri çekti ve yüzündeki gülümsemesi silinirken üzüntüsü gün yüzüne çıkmış bir şekilde uyumaya çalıştı, diğerinin de aynını yaptığından habersiz.

*

Ertesi gün, diğer günlere göre oldukça açıktı. Gökyüzünde hakimiyet kurmuş kara bulutlar gitmiş, yerini parlayan bir Güneş ve masmavi sema almıştı. Havanın soğuğu ve ayazı olduğu gibi dururken erimeye başlamış karlar buz tutmuş, bahçedeki genç büyücülerin ellerindeki asalarını önlerine tutarak buzları erite erite yürüdükleri görüntülere sebep olmuştu. Saat on bire geliyorken Gryffindor Quidditch takımından bahsi geçenler ve yanlarındaki Chenle ve Jaemin; aynı diğerleri gibi bir adım ötelerindeki buzları erite erite Quidditch sahasının yolunu tutmuşlardı. Üzerlerindeki kabanlarına sıkıca sarınmış, gevşekçe bağlanmış Gryffindor atkılarının soğuk kış ayazıyla uçuşmasına aldırmadan paytak paytak yürüyorlardı. Bir ellerinde de kahvaltıdan aşırdıkları, dumanı tüten sıcak köz patatesler vardı.

Diğer üçü saçma sapan bir konudan muhabbet ederlerken Chenle ağzının yanmasına rağmen ısrarla ara vermeden patatesini yiyen Jaemin'e önceki gün Jisung ile olanları anlatıyordu. Diğerleri sohbetlerine öylesine dalmış ve öylesine yüksek sesle gülüşüyorlardı ki, onları duymuyorlardı.

"Tuhaf." Ağzındaki lokmasının beyaz buharı havada dağılırken söylendi. "Kendisi başlatmadı mı? Daha geçen hafta kendisi dedi git başkasıyla gez diye. Şimdi böyle yapması cidden tuhaf."

"Kabullenemiyor gibi geldi bana." dedi Chenle düşünceli bir şekilde elindeki patatesten bir ısırık alırken. "Hep sadece o yakın arkadaşım olacakmış gibi bir hissiyat verdim sanırım, bende de aptallık yok değil. Ama sonuçta o da gitti başkalarıyla yakınlık kurdu ve ben bundan hoşlanmasam bile bir şey demedim?" Jaemin ona manidar bir bakış atınca omuz silkti. "Tamam, birkaç şey demiş olabilirim ama onun gibi suçlayıcı bir şekilde konuşmadım, öyle değil mi? Bu hareketini haklı çıkaracak bir şey yapmadım sonuçta."

"Bilmiyorum cidden," Jaemin lokmasını yuttuktan sonra Quidditch sahasına girerlerken söylendi. "Ne zaman fark edecek merakla bekliyorum. Sizi birlikte görmeye alıştım, aranızın bozuk kalmasını istemem cidden."

"Onun dışında herkes önemsiyor gibi meseleyi ama o farkında bile değil." Alayla söylense bile Jaemin nasıl hissettiğini biliyordu. Omzunu sıktırdı ve tribünlere gitmeye yeltenirken Sungchan'ın Chenle'ya seslenmesiyle ona doğru ittirdi hafifçe.

Chenle sahadaki buzların öncesinde eritilmiş olmasıyla asasını kabanının cebine koydu ve patatesinin kalanını ağzına atarak Quidditch formasını giymiş Sungchan'ın yanına ilerledi. Arkadaşı kocaman gülümsüyordu.

"Gelmiş!" diye fısıldadı heyecanla. Chenle, modu anında yükselmiş bir şekilde Sungchan'la eğlenmenin fırsatını kaçırmamak için hızla bakışlarını tribünlere çevirdi. Tek tük gelmiş kişinin arasında kısa bir arayışın ardından sarı, uzun saçlarını sıkı bir şekilde örüp iki yanından bırakmış, başı ve omuzlarına attırmış olduğu polar şala sarılmış bir hâlde önündeki kitabı okuyan kızı fark etmişti. Sungchan heyecanla tepkisini beklerken ona döndü ve keyifle sırıttı.

"Güzel kız." dedi ardından. Sungchan onaylanmanın keyfiyle başını salladı.

"Değil mi ama? Şimdiden böylesine aklıma girmesi hiç iyi değil ama neyse." Elini kalbinin hizasına koymuş bir şekilde konuşurken Chenle dudaklarını birbirine bastırdı. Bu hâli çok hoşuna gitmişti.

"Bekle," Ellerini Sungchan'ın saçlarına çıkarıp biraz oynadı. Ardından bir şekle sokmayı başarmış bir şekilde geri çekildi ve gururla gülümsedi. Ardından desteklercesine omzunu pat patladı.

"Hadi, bekletme." dediğinde Sungchan heyecanla yerinde zıpladı birkaç kez ve ardından koşturarak süpürge odasına girdi.

Chenle gülerek girmesini isterken rahatlamış ve önceki gün olanları umursamayı bırakmış bir şekilde ellerini kabanının ceplerine koyup derin bir iç geçirdi. Arkasını dönüp tribünlere ilerleyecekken fark ettiği ilk şey Jisung'ın sert bakışları olmuştu.

Şaşkınca olduğu yerde kalakalırken gülümsemesi sönmüştü bir anda. Kalbindeki hüzün kendini göstermeye başlarken hiçbir şey olmamış gibi gülümsedi ve el salladı.

"Gelmişsin!" Ona seslenirken Jaemin olanları fark etmiş gibi bakışlarını ikisi arasında gezdiriyordu. Jisung onun tribünlere çıkmasını izlerken başını salladı hafifçe ve ardından Mark'ın yanına oturdu. Chenle da Jaemin'in yanına yerleşmişti. Jaemin öncesinde yaptığı gibi omzunu sıktırdı.

"Bu iyiye işaret değil mi?" Chenle ellerini ceplerine sokup arkasına yaslanıpomuz silkerken arkalarından alaycı bir ses yükselmişti.

"Vay vay vay, şu kediciklere de bakın hele!" Jaemin'in abartılı bir şekilde göz devirdiğini görünce sesin geldiği yöne dönmüştü, Slytherin'li Lee Donghyuck'tan başkası değildi.

Havanın berraklığına zıt; simsiyah giyinmiş ve onların aksine koyu gri kabanının üstüne Slytherin atkısını düzgünce bağlamıştı. Elleri kabanının ceplerinde, yüzündeki alaycı gülüşle dikiliyordu. Birkaç saniye sonrasında yanına aynı dönemden arkadaşı Hendery de gelmişti. Donghyuck'un aksine yüzünde belli bir duygu yoktu fakat yine de yanında duruyor, bakışlarını sırayla hepsinde gezdiriyordu. Chenle da gözlerini devirmekten kendisini alamadı.

"Ne derdin var Lee?" Jaemin bıkkınca söylenince Donghyuck bakışlarını diğer Gryffindorlar'dan çekerek ona dönmüştü. Yüzündeki gülümseme büyürken "Ah Nana," diye şakıdı. "Sadece sizi burada görünce şaşırdım. Her zaman bana biricik arkadaşlarının ne kadar iyi olduğundan ve taktiğe ihtiyaçları olmadığından bahsedip durursun. Özellikle maç esnasında," Bu sefer Hendery de gülmüştü. "Ama iki senedir kupayı alamadığınızdan dolayı değişikliklere gittiniz sanırım." Bakışları Chenle'da durmuş ve gülümsemesi büyümüştü.

"Jung'ı izlemeye gelmişsin diye duydum, zevklisin." Dişleri görünecek kadar genişlemişti gülümsemesi, Chenle şaşkınlığı artarken bakakalmıştı öylece. "Ama onun kulvarında değilsin, üzülme diye söylüyorum." Hendery'ye ufak bir baş hareketi yaptı. Gitmeden önce tekrardan hepsini süzdü keyifle ve Jaemin'e öpücük attı. Jaemin'in suratını ekşittiğini görünce Chenle istemsizce sırıtmıştı.

"Eh, bol şans." Hendery de onunla birlikte ilerlemeye başlarken Donghyuck tekrardan duraksamış ve Mark'a bakmış, ardından göz kırpmıştı. Mark'ın şok olmuş yüz ifadesini izlerken Donghyuck ve Hendery arkalarını dönüp gitmiş ve birkaç sıra öteye kurulmuşlardı.

"Bana göz mü kırptı o?" Mark dehşete düşmüş bir şekilde sorarken hepsi Donghyuck'un söylediklerinin doğası gereği normal olduğunun bilincinde kahkaha atmışlardı. Jaemin dışında, eh bir de Jisung.

"Sungchan'dan mı hoşlanıyorsun?" Jisung sessizce sorsa bile hepsi duymuş gibiydi. Bir anda gülücükleri kesilirken aralarını bir sessizlik kaplamıştı. Jisung Chenle'ya sertçe bakıyor, Chenle şoka uğramış bir şekilde tek kelime edemiyordu. Sonrasında kaşlarını çattı.

"Ne?"

"Duydun, tekrarlamama gerek var mı?" Chenle daha şaşırırken Jisung'ın ifadesi de paralel olarak sertleşiyordu.

"Saçmalama istersen Jisung, bana Lee Donghyuck'un söylediklerini ciddiye aldığını söyleme sakın-"

"Az önce saçlarıyla oynayan sen değil miydin? Dün gece de sadece Sungchan'ı izlemek için gideceğim diyordun!" Bir anda çıkışması Chenle dahil diğerlerini de şaşırtırken bakışları yerinde doğrulmuş ve bozguna uğramış gibi görünürken içindeki öfkeyi döken Jisung'da toplanmıştı. "Neden reddediyorsun? Bal gibi ortada değil mi?"

"Saçmalıyorsun." Chenle, dehşete düşmüş bir şekilde ne diyeceğini bilemeyerek mırıldandı. Jisung alayla kaşlarını kaldırmıştı.

"Saçmalıyorum, öyle mi? Haftalardır benimle konuşmuyorsun bile. Sürekli onunlasın. Tanrı aşkına Chenle, sen ders bile çalışmazsın ama bir bakıyorum onunla kütüphanedesin. Ders araları sürekli onun yanındasın, derslerde onunla bakışıp gülüşüyorsun. Şimdi bana saçmaladığımı söyleme. Her şey ortadayken-"

"Kes sesini." Chenle kırgınlığına ve öfkesine hakim olmaya çalışarak tısladı. Sanki hava tekrardan kara bulutlarla kaplanmış, sıcaklık onlarca derece düşmüştü. Etraflarında yüzlerce Ruh Emici varmış gibi bir hissiyat veriyordu ortamın gerginliği.

"Sadece, kes kesini." Jisung tekrar konuşacak gibi olunca sinirle kasılan çenesi eşliğinde saldırır gibi izin vermedi.

"Sesimi keseyim, öyle mi yani? Bir de benim, en yakın arkadaşın olduğumu söylüyorsun ama bakıyorum sana istediğin ilgiyi verecek birini bulunca bana ihtiyacın da kalmamış, kaç senelik arkadaşından-"

"KES SESİNİ DEDİM!" Birden ayaklanması ve sahayı inletircesine bağırması Jisung'ın dehşetle susmasına yol açmıştı. Chenle, sinirden hızla soluklanıyorken kırgınlığını unutmuş, gözüne baktığınızda bile kolayca okuyabildiğiniz saf öfkesiyle Jisung'ı parçalamak ister gibi bakıyordu. Jaemin tedirgince koluna uzansa bile Chenle'nun, eline vurup onu engellemesiyle elini tekrardan kendine doğru çekmiş, eski pozisyonuna dönmüştü.

"Hiçbir şeyin farkında bile değilsin ve burada gelmiş her şeyin sorumlusu benmişim gibi konuşuyorsun. Benimle doğru düzgün iletişim kurmaktan, aynı ortamda bulunmaktan bile kaçınıyorsun ama her zamanki gibi beni suçlayacak bir şeyler bulabiliyorsun." Tıslarcasına konuşurken nefret dolu gözlerle sadece Jisung'a bakıyordu. "İnanılmazsın gerçekten! Nefesimi harcamama bile değmezsin sen. Bundan sonra ne düşünürsen düşün umursama çizgime bile yaklaşamazsın. Sürekli böyle davranmaya devam edeceksen de sadece beni rahat bırak, tamam mı? Sıktın artık."

Bir şey olmamış gibi arkasını dönüp giderken etrafındakilerden habersizdi. Sahaya çıkmış Hufflepuff Quidditch takımının şaşkın bakışları, ileride oturan Donghyuck ve Hendery'nin alaydan yer kalmamış ifadeleri, diğer tribünlerde oturan tek tük büyücünün merakla onları izlemeleri... Hiçbirinin farkında olamayacak kadar canı sıkkındı ve sadece içine dönüktü. Hızla Quidditch sahasından çıkarken sahadaki Sungchan süpürgesini atarcasına bıraktıktan sonra koşarak peşine düşmüştü. Gitmeden önce Jisung'a öfkeli bir şekilde bakmayı da ihmal etmemişti.

Chenle adımları göle yönelirken kendini durdurmadı. Elindeki asasını sert bir şekilde sallarken büyü mırıldanıyor ve yolunu açıyor, bir yandan da sinirden her yerinin titrediğini hissediyordu. O an önüne biri çıksa hiç kendine hakim olma gereği duymadan lanetleyebilirdi. Daha önce hiç bu kadar kötü hissettiğini hatırlamıyordu ve Jisung ile olan beş senelik arkadaşlıklarının gerçek anlamda bitmeye başladığını ilk kez o kadar kesin bir şekilde hissetmişti. Son senelerinde aralarına girmiş o soğuklukları bile görmezden gelebilirdi ama o an daha fazla yapamayacağını fark etmişti sanki. Bunun getirisiyle nefes alışverişleri gittikçe hızlanıyor, içindeki öfke ve hüzün sonu gelmez bir düelloya girişmişlerdi.

"Chenle!" Sungchan nefes nefese ona yetişince gölün kenarındaki ağaçlardan birinin gövdesine bağırarak tekme atmakla meşguldü. Elinde sıkıca tuttuğu asasını kullanmamak için kendini zor tutuyorken sinirini ağaçtan çıkarıyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra durup ona döndüğünde hızla koştuğu ve üzerinde sadece ince Quidditch forması bulunduğu için yüzü kızarmış olduğunu gördü. Yumuşar gibi olduğunu hissedince asasını cebine koydu.

"Gelmemeliydin, aptal." diye homurdandı. Atkısını çıkarıp omuzlarına bıraktıktan sonra tekrar arkasını dönmüştü. Ağaca az önce tekmeler savuran o değilmiş gibi sakince dibine oturdu.

"Ne oldu?" diye sordu Sungchan onun gibi ağacın dibine otururken. Chenle o an öfkesinin bastırdığı kırgınlığının gün yüzüne çıkmasıyla herkesten kaçmak istedi. Sungchan'dan, tanıdığı en iyi niyetli kişi olsa bile, o an ondan da kaçmak istiyordu.

Üşüdüğü için mi, yoksa sinirli olduğu için mi, ya da aslında ağlamak üzere olduğu için midir bilinmez dudakları titriyordu. Kendine engel olmaya çalışıyordu, içten içe ağlamana değmez diye kendisine hatırlatsa bile gözyaşları doluyordu bir kere. Nafileydi.

Sungchan hâlini fark edince dudaklarını dişledi. Ne yapması, ne söylemesi gerektiğini bilememişti. Ardından omuzlarından tutarak göğsüne yasladı ve kollarıyla omuzlarını sardı. Chenle bir an şaşkınca donakalsa bile bu hareket daha da moralini bozmuş gibi kendini tutamamış, sessizce gözyaşlarını akıtmaya başlamıştı.

Hiç ses çıkarmıyordu. Sungchan ıslanan formasını hissetmese ağladığını bile fark etmezdi. Sanki başka kimse üzüntüsünü bilmemeli, görmemeliymiş gibi kendi içine ve Sungchan'ın kendisini sardığı kollarına gömüyordu. Sessiz sedasız bir süre, düşünceleri arasında kaybolmuş bir şekilde gözyaşlarını akıttı. Aptal Jisung. Tek düşündüğü buydu. Aptal Jisung, hepsi senin yüzünden.

Bir süre sonra Jaemin gelmişti yanlarına. Sungchan eliyle hallettiğini ve gelmesine gerek olmadığını anlatan birkaç işaret yaptıktan sonra Jaemin biraz da olsa rahatlamış bir şekilde başını sallayıp sessizce dönmüştü. Birkaç saniye sonrasında da Chenle agresifçe başını kaldırmıştı. Yüzünde gözyaşlarıyla ıslanmış alaylı bir gülümseme vardı.

"Bana senden hoşlandığımı söyledi." Sungchan şaşkınca donakalmıştı.

"Ne?" Chenle onay verircesine başını sallasa bile ifadesi aynıydı. "Ne söyledi dedin?"

"Senden hoşlandığımı söyledi!"

"Ben- Ne yani? Sen gerçekten-"

"Hayır aptal!" Chenle hiddetle çıkışınca Sungchan şaşkınca başını sallamıştı.

"Senden hoşlandığım için haftalardır onu ihmal ediyormuşum. Sen ders çalışmazsın ki Chenle, sen Quidditch'ten hoşlanmazsın ki Chenle, bla bla." Az önce ağlayan o değilmiş gibi sinirle söylenirken göz deviriyordu. "Chenle'nun onun için daha öncesinde yaptıklarının kıymetini şimdi anladı, baksana şuna. Bir de bir senedir ne kadar değiştiğinin, aramıza nasıl duvar ördüğünün farkında değilmiş gibi konuşması yok mu? Beni günah keçisi yaparak vicdanını rahatlatmaya çalışıyor aklınca. O Ravenclawları en yakın arkadaşları yapmasını bile sineye çektim, şimdi ben onun dışında yakın bir arkadaş edinince suçlu oldum. Bir de hoşlanıyorsun diyor, öyle olsa ne yazar? Bunun ona olan sevgimi azaltacağını mı düşünüyor? Aramızın soğuk olmasının sebebinin benim birinden hoşlanmam olduğunu mu düşünüyor gerçekten? Bir de zekiyim der ama mantıklı davrandığı da yok. Kibri gözünü bürümüş." Agresifçe konuşmaya başlasa bile ses tonu gittikçe sakinleşiyor, öfkesinin yerini tekrardan üzüntüsü alıyordu. Omuzları düşmüş, başı ağacın gövdesine yaslı bir şekilde gölü izliyordu. Sungchan ise sesini çıkarmadan onu dinliyordu.

"Eğer gelseydi ve deseydi ki," Kesik bir nefes aldı. "Eğer deseydi Chenle, ben seni eskisi gibi yakın göremiyorum, ben onu anlardım." Bakışlarını tekrar Sungchan'a çevirdi. "Üzülürdüm, kahrolurdum ama anlardım. Kendimi suçlardım, bağırır çağırırdım ama anlardım." Ses tonu gittikçe kısılııyor, gözleri tekrardan doluyordu. "Gerçekten anlardım. Keşke söyleseydi öyle, keşke isteklerini söyleseydi. Anlardım... Daha acı verici olurdu o an belki ama en azından onu suçlamazdım." Onay almak ister gibi bakıyordu. "Keşke gerçekten dediği gibi olsaydı da onu suçlamama gerek kalmasaydı."

*

"Bu neydi şimdi?" Mark, şaşkınlığını üstünden atamamış bir şekilde Chenle'nun az evvel bağırdığı yere bakarken şok içinde konuştu. Yanına tekrardan oturan Jisung'a döndüğünde sinirli fakat aynı zamanda oradan kaybolmak istiyormuş gibi yerine sindiğini görmüştü. Kaşları çatıktı, fakat iyice bakarsanız nasıl da kırgın olduğunu görürdünüz.

"Bir soru sordum." Mark kendine gelircesine kaşlarını çatmıştı. Direkt olarak Jisung'ın gözlerinin içine bakarken ses tonu sertti. Diğer taraflarında oturan Jaemin, Yangyang ve Jeno'nun da en az onun kadar meraklı olduğunun farkındaydı.

"Saçmalıyor." Jisung nefesinin altından homurdandığında Jaemin kendine engel olamayarak sesli bir kahkaha salıvermişti.

"Saçmalıyor, ha? Asıl saçmalayanın kim olduğunun farkında değilsin." Yangyang ve Jeno sessizliklerini korusalar da Jaemin, aralarında gelişenlere tanık olmuş kişi olarak sessiz kalmamayı tercih etmişti. Oturduğu yerde tamamen ona dönerken yüzünde alay dolu bir gülümseme vardı fakat ona sorarsanız sinirimden gülüyorum, derdi.

"Sungchan senin aksine onun yanında duruyor." diye tısladı tükürürcesine. "Aynı odayı paylaştığın, sözde en yakın arkadaşım dediğin çocuk hakkında bir şey bilmiyorsun, bir de gelip onu suçluyorsun. Ne kadar değiştiğini göremiyor musun Jisung?" Ses tonu çaresizdi. Anlamayacağını biliyordu fakat yine de konuşmaya devam ediyordu. Jisung'ın tıpkı Chenle gibi ne kadar dediğim dedik olduğunu bilmeyen yoktu, bunun bilincinde olmanın çaresizliği vardı.

"Sungchan'dan hoşlandığı falan yok, aptal mısın sen? Neden seninle konuşmadığını anlamak yerine saçma sapan şeyler uydurup kıskançlık yapıyorsun. Onu ne kadar üzdüğünün farkında değilsin." Ayaklanırken kaşlarını çatmıştı tekrardan. "Böyle davranmaya devam edeceksen sadece ondan değil, mümkünse benden de uzak dur." Arkasını dönüp koşturarak gitmeden önce son kez tıslarcasına konuştu. Jisung duyduklarının şaşkınlığıyla tepki bile veremezken önünden geçen Lee Donghyuck gözlerini kısarak laf atmıştı.

"Neden Jung'ı seçtiği belli oluyor."

O ve Hendery de sahayı terk ederken diğer Gryffindor oğlanları da tek tek gitmiş, onu orada tek başlarına bırakmışlardı.

*

"Sessizlik lütfen," Profesör McGonagall, yemekten önce her zamanki asilliği üzerinde bir şekilde çatalıyla bardağına vurmuş, dikkatleri üzerine çekmişti. "Müdür beyin söylemek istediği birkaç şey var."

Profesör Dumbledore gülümseyerek teşekkür ettikten sonra ağır bir şekilde ayağa kalkmış ve bakışlarını salonda gezdirmişti.

"İyi akşamlar," Tatlı bir şekilde selamladı. "Yemeğe başlamadan önce hepinizi mutlu edeceğine inandığım bir duyuruda bulunmak istiyorum.

"Bildiğiniz gibi bu yılki Üç Büyücü Turnuvası her ne kadar okulumuzda yapılmıyor olsa bile geçtiğimiz yıl hepinizin, özellikle Noel Balosu'ndan oldukça keyif aldığı ve bu sene de düzenlense ne kadar güzel olacağı hakkında konuştuğunuz duyumlarını aldım." Yarım ay şeklindeki gözlüklerinin üzerinden sırayla duyumların habercisi bina başkanlarına sıcak bakışlar attıktan sonra gülümsedi.

"Sınavlarınızdan sonra Noel tatili için ayrılmadan önce biraz eğlencenin kimse için bir zararı olmayacağı hakkında profesörleriniz ile ortak bir görüşte buluştuk. 24 Aralık Cuma akşamı, Noel arifesinde, sadece Hogwarts öğrencileri ve öğretmenleri için bir Noel Balosu düzenlediğimizi duyurmaktan mutluluk duyarım!" Salonda heyecan dolu gürültülü naralar yankılanırken alkış sesleri eşlik ediyordu. Chenle'nun yanında oturan Jaemin, onun moralini yükseltmek için dirseğiyle kolunu dürtüyor ve türlü şaklabanlıklar yapıyordu. Chenle ise karşılığını verebilmek için ufacık bir gülümseme sunmuştu.

"Sınavlarınıza odaklanmayı unutmayın! Neticede önce eğitim, ardından eğlence gelmekte. Sizler için oldukça güzel şeyler hazırlamamızın karşılığını üstün başarınızla taçlandıracağınıza gönlümden inanıyorum. Şimdi, yumulun."

Önlerindeki tabaklar yemeklerle dolarken herkes kendi arasında heyecanla konuşuyordu.

"Süper olay ama kime teklif etmeli?" Yangyang eline bir tavuk butu alırken heyecanla etrafına bakındı. Mark, Jeno ve Jaemin gülerek onu izlerken Chenle hâlâ düşüncelere dalmış bir şekilde boş tabağına bakıyordu. Diğerleri üzerine gitmek istemedikleri için ona karışmıyorlardı.

"Geçen sene yalnız kalmıştım ya, bu sene buna izin veremem." Jeno iç çekerek söyleyince Mark kahkaha atmıştı.

"Quidditch oyuncularının yüz karası." diye dalga geçen Jaemin'e salata tabağından kaptığı bir zeytini fırlattı. Jaemin son anda başını çevirmişti.

"İki hafta var, birini buluruz herhalde." Yangyang en sonunda yemeğinin daha önemli olduğuma karar vererek önüne dönmüştü. O sırada Chenle'nun yanına biri pat diye oturuvermişti.

"Burada otursam sıkıntı olmaz değil mi?" Sungchan kibarca gülümserken diğerleri olmayacağını söyleyerek onu selamlamışlardı. Chenle başını ona çevirdi.

"Hogsmade'i beklemene gerek kalmayacak." Masaya oturduklarından beri tek kelime etmemişti. Bu yüzden diğerleri heyecanla ona dönerken ne dediğini sadece Sungchan anlamış ve kocaman sırıtmıştı.

"Evet ya! Kabul eder mi sence? Sormayı çok istiyorum ama emin değilim."

"Ne oluyor?" Mark lokmasını çiğnerken merakla sorunca Sungchan'ın yüzü hülyalı bir ifadeyle dolmuştu.

"Bir kız var da." diye mırıldandıktan sonra anında bunu söylemesine pişman olacağı şekilde yanlarındakilerden ultra yüksek sesli tepkiler gelince çekingence yerinde kıpırdamıştı. O sırada yemeğe inen Jisung ise bu görüntüyü görmesiyle kapıda kalakalmıştı.

"Kabul eder tabii, erkek güzeli! Kendinin farkında ol biraz." Jaemin cesaretlendirircesine söylerken Sungchan utanarak kahkaha atmıştı.

"Sus ya!"

"Utandı, ne şeker." Kendi aralarında gülüyorlarken Chenle Sungchan'a dönmüştü.

"Keşke bugün antrenmana dönseydin, konuşurdunuz." Suçlu bir şekilde mırıldanınca Sungchan ona döndü ve hafifçe kafasına vurdu.

"Hâlâ orada mısın sen? Yemeğini yesene bunu düşüneceğine!" Diğerleri de Sungchan'a uyarak onaylarlarken Chenle'nun tabağına bir şeyler doldurmaya başlamışlardı.

"Tamam, tamam. Yeter! Durun, kendim alabilirim herhalde!"

"Sungchan diyene kadar boş boş bakmakla yetiniyordun." Jeno azarlarcasına söylerken Chenle'nun tabağına salata dolduruyordu. "Yemen lazım."

Chenle'nun moralinin biraz da olsa düzelmesiyle aralarındaki sohbet daha keyifli bir hâl alırken Jisung hışımla Büyük Salon'dan çıkmıştı.

Üzgündü, acımasız davrandığının bilincindeydi. Arkadaşının mutluluğunun onu üzmemesi gerektiğinin farkındaydı. Ama onun yüzünden üzülüp, bir başkasıyla mutlu olabilmesi kalbini kırıyordu. Hızlı adımlarla boş koridorlarda ilerlerken oldukça çaresiz hissediyordu. Avluya çıkmaya yeltendiğinde arkasında duyduğu adım sesleri ve isminin seslenilmesi durmasına sebep olmuştu.

"Jisung!" Renjun hızlı adımlarla yanına ilerlerken yüzünde endişeli bir ifade vardı.

"Renjun?" Jisung şaşkındı çünkü kimsenin onu görmediğini düşünüyordu, fakat belli ki yanılmıştı. "Ne işin var burada?"

"Sence?" Renjun nefeslendikten sonra arkasındaki sütuna yaslanıp kollarını göğsünde birleştirirken sorgular bir şekilde sordu. Jisung iç çekti ve onun gibi avluya dönük bir şekilde arkasındaki sütuna yaslandı. Akşamın serin havası yüzünü yalarken derin bir nefes aldı.

"O ortama giremezdim." diye mırıldandı. Bir sessizlik oluşmuştu aralarında. Ardından başını Renjun'a çevirdi. "İstenmediğim çok belliydi."

"Neden böyle düşünüyorsun? Bana sadece eğleniyorlar gibi geldi." Renjun olanlardan bihaberdi tabii. Jisung hafifçe güldü, yapmacıklığı Renjun'un kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. Gülüyordu ama gözleri doldu dolacak gibi bakıyordu.

"Çünkü eğleniyorlardı." diye cevapladı çaresizce. "Ben yanlarına oturursam eğlenceleri kaçacaktı, hepsi öfkeli öfkeli bana bakacaktı. Muhtemelen Chenle da kalkıp şu Sungchan denen oğlanla gidip başka bir yere oturacaktı. Sonrasında Jaemin yine sanki her şey benim suçummuş gibi beni azarlayacak, diğerleri de bir şey söylemeseler bile tavırlarıyla onu destekleyeceklerdi. Anlamıyor musun Renjun, istenmiyorum işte. Bu kadar belli!" Titreyen ellerini yumruk yaparak bakışlarını kaçırdı. Renjun ise şimdi tedirgin bir merakla bakıyordu.

"Jisung, ne oldu? Bir süredir bir haller var zaten sende. Anlatacak mısın artık?"

Konuşmak istemiyordu. Renjun'un ya da Dejun'un da diğerleri gibi tavırlanmasını istemiyordu ama yalnızlık hissini uzun zamandır hiç bu kadar net yaşamamışken içinde birilerine sığınmak için yanıp tutuşan bir parça vardı. Birinin ona yalnız değilsin Jisung, demesine çok ihtiyacı vardı. Aynı önceki senelerde eve gitmediği hüzünlü tatillerde Chenle'nun erkenden dönmesi ve yatakhane sadece ikisine kalmışken önüne bir kupa sıcak çikolata koyduktan sonra kendi ballı sütünü yudumlarken gülümseyerek söylemesi gibi. Yalnız değilsin Jisung, ben varım işte! Aptal aptal konuşmayı kes.

Dudaklarını sertçe dişlerken, içinde bağırarak ağlamak istemesine sebep olacak dürtüleri bastırmaya çalışıyordu. Bir süre sessizce avluyu izledikten sonra "Biraz yürüyelim mi?" diye mırıldandı boğazındaki yumrudan dolayı zorla. Renjun ses etmeden başını salladıktan sonra ağır adımlarla avluya çıkmış ve yürümeye başlamışlardı.

"Chenle dün gece öyle konuşunca bugün kahvaltıdan sonra antremanlarını izlemeye gittim işte." diye anlatmaya başladı. "Bizim takımdakilerle oturuyorduk, bir de Chenle ve Jaemin'le. Jaemin zaten zaman buldukça herkesin antremanını izliyor, biliyorsun. Ama Chenle başkalarını bırak, uzun süredir bizim antremanlarımızı bile izlemiyordu. Dün gece söylediklerinden sonra bir de bugün onu Sungchan'ın saçıyla oynarken ve onunla gülüşürken görünce... Sinirlendim. Üstüne Lee Donghyuck Jung'ı izlemeye gelmişsin diye duydum, zevklisin dediğinde ne düşünebilirdim? O anki sinirime yenik düşünce düşündüklerimi söyledim tabii. Sungchan'la nasıl da yakın olduğunu ve beni nasıl da görmezden geldiğini, normalde ders bile çalışmazken onunla kütüphaneye gitmesini, Sungchan istediği ilgiliyi verince kaç senelik arkadaşını nasıl da sildiğini..." Kırgınlığı ve öfkesi içinde sonu gelmeyen bir yarış içerisindeyken sessizleşti. Elleri ceplerinde, ayağının dibindeki toprağı eşeliyordu agresifçe. Başını kaldırıp Renjun'a bakmaya çekiniyordu çünkü ağladı ağlayacak hâlini görmesini istemiyordu.

"Bu seni neden bu kadar rahatsız ediyor?" diye sordu Renjun sakince. Jisung toprağı eşelemeyi bırakmış, gözyaşlarının kontrolünü sağlamış bir şekilde başını kaldırmıştı. Algılamaya çalışır gibi bakarken Renjun omuz silkti. "Neden seni bu kadar rahatsız ediyor Sungchan'la arasında herhangi bir şey olması?"

"Herkese kolayca güveniyor!" Jisung inanamamazlıkla bağırdı. "Herkese hemen güveniyor ve sonrasında zarar görüyor! Aramıza soğukluk girse bile sonunda kırılınca dönüp dolaşıp geldiği kişi ben oluyorum. Onun için endişeleniyorum fakat bana onu sıktığımı söylüyor! Bencilliğine dayanamıyorum artık. Sürekli böyle olacaksa incelediği yerden kopsun. Yoruldum." Sesini yükseltmiş bir şekilde söyleniyorken sonunda güçsüzce mırıldanmaya başlamıştı. Konuşmaya kendisini zorluyormuş gibiydi sanki. Kırgınlığını saklama gereği duymamıştı, sonrasında da çünkü bir damla yaş çoktan firar etmişti bile.

Renjun, elleri cebinde, onun duygularını dökmesini izledikten sonra bir süre sessiz kalarak cümlelerini toparlamaya çalıştı. Jisung da döktüğü tek damla yaşı hızla silerek hiçbir şey olmamış gibi toprağı eşelemeye geri dönmüştü.

"Her durumu kendi bakış açımızdan yargılayamayız." Onun toprağı eşelemesini izlerken ortamın sessizliğine uygun bir tonda konuştu en sonunda. "Bir başkasının iyiliğini umursadığını düşünmek, bazenleri gerçeği saklamak için başvuracağın en muazzam duvar olabilir." Jisung kaşlarını çatmıştı.

"Ne demeye çalışıyorsun Renjun?"

"Kendi düşüncelerinden emin değilsin diyorum." Hiç alınmadan konuşmaya devam etmişti. "Düşüncelerin bencilce olsa bile onları olduğu gibi kabul etmen, süsleyip ahlakına uygun bir hâle getirmenden daha sağlıklıdır. Kendini kandırma."

"Öyle bir şey yaptığım yok." Jisung dehşetle kendini savunurken Renjun tavrından ödün vermeden kaşlarını kaldırdı.

"Bilemem. Bana gösterdiğin ve seni okuyabildiğim kadarını biliyorum. Biraz kendine zaman vererek düşünürsen, kabul etmesi zor olsa bile asıl düşüncelerine ve hislerine ulaşırsın. O zaman her şey daha kolay hâle gelir. Şu an yaptığın sadece, içten içe bencil sebeplerin olduğunu bildiğin için kendini aklamaya çalışmak."

"Ben bencil falan değilim-"

"Hayır, öylesin." Renjun, sözünü bıçak gibi keserken Jisung inanamaz bir şekilde ona bakıyordu. Desteğini beklerken ona laf edeceğini düşünmemişti.

"Bir insansan bencilsindir, Jisung. Doğamız böyle. Nasıl mutlu, üzgün veya yorgun olduğunda şaşırmıyorsan bu da seni şaşırtmamalı. Zihnimiz böyle çalışıyor. Her ne kadar kalbin başkalarını kendinden önce tutmaya itse bile seni, beynin bir yerden sonra buna müsaade etmez. Kalbimiz ve beynimiz Yin-Yang'a ne kadar da çok benziyor, öyle değil mi?" Kendi kendine düşüncelere dalmış gibi bir hâli olsa bile Jisung arkadaşının bu duruşuna alışkındı. O yüzden sessizce dinlemeye devam etti. "İyiliğin içinde kötülük ve kötülüğün içinde iyilik... Hayatın her aşaması insanlarla dolu olduğu için şaşmamak gerek. Fakat demeye çalıştığım şey, her ne kadar içimizde kötülük de bulunsa bile bunu bastırmak için uğraşmamamız gerektiği. Onu söküp atamazsın, bastıramazsın çünkü hiç ummadığın bir anda ortaya çıkmak için saklanmış bir hâlde bekliyor olur sadece. Onu nasıl yöneteceğini öğrenmen lazım. Bunu sadece bu konu için söylemiyorum, her zaman ve her şey için." Bakışlarını tekrar Jisung'a çevirdi.

"O yüzden kendine zaman tanımalısın. Ne istediğini anlamak ve kendini tanımak için."

"Sonra ne olacak?" Jisung çaresizce söylendiğinde Renjun hafifçe gülümsedi.

"Sonrası sonra."

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

Fugitivies بواسطة elara

قصص المراهقين

1K 168 5
"Ben acıktım hadi yemek yiyelim sonra uyuyacağım yorgunum." "Tamam ben de sana yardım edeyim." "Git buzdolabını aç bir şeyler olacak yemekleri ısıt y...
473K 54.8K 33
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
spine breaker بواسطة &

قصص الهواة

1.2K 127 6
Bir bel bükensin sen, ailenin bel bükeni. ↪hopekook
97.9K 5.5K 21
2015.7.4 Çift:SeKai ° Tanıtım ° Aşk,hiçbir zaman masum olmamıştı... Sevgiye muhtaç kalmamıştı, çilek pembesi saçlar... Aşka esir kalmamıştı , çikola...