''Zhan buraya gel.''

Emir kipiyle konuşması sinirini bozsada sadece gözlerini devirmekle yetinmişti. Ağzını açmıyor, tek kelime bile etmeden elindeki kağıtlara tekrardan gömülmüştü.

''Zhan, Yibo'ya bu halinden bahsetmemi istemiyorsan hemen buraya gel.''

''Sen ne zamandan beri tehditle iş yapar oldun Cheng?''

Ufak bir kıkırtı çıkmıştı Cheng'in dudaklarından. Ardından toplantı masasına doğru ilerlemiş söylenmekten de vazgeçmemişti.

''İnanamıyorum Zhan benim başından beri böyle olduğumu unuttun mu? Sen birşeyler yapmazsan ben sana tehditle mutlaka yaptırırım.''

Kahkahalar dahada büyümüş, büyük odanın içinde yankılanmaya başlamıştı. Cheng üniversiteden beri yanında olduğu bu adamı öyle iyi tanıyordu ki neyi nasıl, ne şekilde yaptıracağını çok iyi biliyordu. Bunların başında da Yibo geliyordu. Adını duyduğu an elinde ne varsa bırakır hemen yapardı.

''Tehdit olarak Yibo'yu kullanmaktan vazgeç artık Cheng.''

Sitem dolu konuşmalar Zhan masaya gelene kadar sürmüştü. Gözlerini devirdiği adama ters ters bakışlar atıyor, kaşlarını anlamsız şekillere bürüyordu.

''Yibo'yu kullanmaktan asla vazgeçmeyeceğim unut bunu. En büyük kozum o benim nasıl olurda ondan vazgeçebilirim ki?''

''Cheng! Tamam yeter artık yemek yiyeceğim sende sus ne olur. Başım bu kadar fazla sesi kaldırmıyor şuanda.''

Masaya karşılıklı yerleşen iki adam birbirine bakıp gözleriyle birşeyler anlatmaya çalışırken suskunluğu bozan Zhan olmuştu.

''Cheng, üç ay önce yapılan hastane inşaatı ihalesini biliyor musun?''

Şaşkın bakışları onun gözlerini bulduğunda ne demek istediğini anlamadığını belli eden bakışlarını sunuyordu ona karşı.

''Hangi hastane?''

''Bu Tongzhou bölgesinde yapılan. Yeni inşaatına başlanılan hastane.''

Cheng uzun bir sessizliğin ardından olumsuz anlamda başını sallarken Zhan tekrardan sessizliği bozan taraf olmuştu.

''Benim için orayı araştırır mısın? Acil olarak.''

''Birşey mi buldun?''

''Emin değilim Cheng ama bazı şeyler aklımı kurcalıyor.''

''Tamam yarın bakmaya başlarım. Bu arada Yibo nasıl?''

''İyi değil Cheng hiç iyi değil. Bana belli etmemeye çalışıyor ama onun sesinin tonundan,hareketlerinden,bakışlarından anlıyorum nasıl olduğunu o yüzden onu hemen oradan çıkarmam lazım.''

Son söz bu olmuştu büyük odanın içinde yankılanan. Saatler geçmiş, yemek yedikten sonra Cheng'le tekrardan kağıtlara gömülmüşlerdi. Zhan tek kelime dahi etmeden sabaha kadar binlerce kelime okumuş,yüzlerce evraka göz atmıştı. Aralarından tek bir kağıt dikkati çekmişti.

''Cheng ihale ne zaman yapılmıştı?'

Önündeki kağıtlara tekrar bakmış, ardından iki kağıdı yan yana tutarak karşılaştırma yapmaya çalışıyordu. Zhan bulduğu şeyle gözlerinden ufakta olsa ışıltı parçası geçmiş, odakları parlamıştı.

''Cheng asıl ihale beş ay önce yapılmış.''

''İhaleyi alan kimmiş peki?''

''Wang Haoxuan''

Gözleri şaşkınlıktan sonuna kadar açılmış ne diyeceğini bilemezken, boğazında oluşan yumru yine nefes almasını zorlaştırıyordu. Sona yaklaştığını düşündükçe işler daha çok çıkmaza giriyor, daha çok karışıyordu.

''Neden iki ay sonra tekrar bir ihale daha yapılmış ki?''

''Bilmiyorum ama benim Yibo'yla görüşmem lazım.''

Sabah güneşi dağın ardından göz kırparcasına kendini belli etmeye başlamıştı. Gökyüzü karanlığını güneşin getirdiği sarı ışıklara bırakmış, mavilikle karışan ışık gözleri kamaştırıyordu. Güneşe küsen ay yıldızlarını gökyüzünden tek tek topluyor bir sonraki geceye kadar  kendine saklıyordu.

Daha fazla bekleyemedi Zhan. Gün daha yeni ağarırken arabaya bindiği gibi cezaevine gitmiş, bu saatlerde içeri giremeyeceğini bilse bile kapısında beklemişti. Sıcak arabanın içinde oturuken dışardaki soğuk havanın buğulaştırdığı camdan dışarı bakıyordu. Kocaman kapısı olan cezaevine. İlk kez bu kadar büyük görünmüştü gözüne bu mavi kapı. Daha önce birçok kez gelmesine rağmen şimdi  üstüne üstüne geliyordu.Baktıkça boğuluyor, kapının rengi nefes almasını zorlaştırıyordu. İlk kez nefret etmişti bu renkten. Gökyüzünde sevdiği mavi şimdi ona hayatının en acı dönemlerini yaşatan mavi olmuştu. Sevdiğine gidişinde önünde engeldi. Sadece bir kapıydı ama o Zhan'ın içinde sancıdan başka birşey değildi.

Ne kadar süredir boş boş o kapıyı izlediğini fark edemeden çalan telefonla kendine gelmişti. Odaklarını uzaklaştırdığı gözlerini ekrana kenetlemiş, tanımadığı numaradan gelen çağrıyı açıp açmama konusunda tereddütteydi.

''Efendim...''

Sesin gelmemesi üzerine bir kaç kez daha tekrarlamıştı  cümlesini. Karşıdan duyduğu tek şey sert esen rüzgarın telefona çarpan uğultusuydu. Cevap gelmesini beklerken kendinin de büründüğü sessizlik dakikalar sürmüş, en sonunda sinirlenip telefonu kapatacakken, kalbine ok gibi saplanan cümleler çıkmıştı karşısındakine kişiden.

''Daha fazla kurcalama. Bu Wang Yibo için iyi olmaz. Bu sana ilk ve son uyarım.''

Donup kalmış bedeni telefonun elinden düşmesiyle kendine gelebilmişti. Bilmediği bir telefondan gelen  tanımadığı bir ses kulaklarında yankılanmaya devam ederken sıkıca tuttuğu direksiyonu iyice sıkmış, parmakları sıkmaktan kırmızının en koyu tonunu almaya başlamıştı. Düşüncelerinden zorla olsa da çıkarken aklına düşen binbir senaryo aklını yitirmesine neden oluyordu.

''Yibo...''

Arabadan nasıl çıktığını, içeri gidip odanın içinde oradan oraya yürürken nefesinin kesildiğini farketmemişti. Onu görmeden rahat etmeyen kalbi şimdi aklına gelen cümleyle daha da hızlı atıyordu.

Kapıdan içeri giren bedeni görür görmez,irislerini onun irislerine kenetlemiş ardından bedeninde gezdirmeye başlamıştı. Her bir noktasında gözleri sonuna kadar açılıyor, aldığı nefesi boğazında düğümleniyordu.

''Yibo ne oldu sana böyle?''

ARE YOU KILLER [YIZHAN]✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin