0.0

109 14 24
                                    

Daima aşkı tatmak isteyen bir hayalci olduğumu düşünürdüm. Her şeyi toz pembe gören, umutsuzluğa asla kapılmayan biri gibi gelirdim kendime. Çok sonraları fark ettim yağan yağmurda içimin karardığını, başımın her zaman ağrıdığını. Gürültüye ve insanlara katlanamadığımı gerçekten uzun zaman sonra fark ettim. Benim için büyük bir yıkımdı bu, oldukça büyük bir hayal kırıklığı. Olmak istediğiniz, olduğunuzu sandığınız kişi olmadığınızı fark etmek tüm yaşantınızı baştan aşağı değiştirmenize sebep oluyordu, tek bir detayı bile atlamayarak değiştirmenize.

Elimde tuttuğum acı kahve yeni hayatıma attığım ilk adımdı, eskisi gibi sütlü değildi. Acıydı, yüzünüzü buruşturacak kadar acı ve saatlerce damağınızdan gitmeyecek kadar kötü ama ne yüzümü buruşturdum ne de damağımda kötü bir tat bıraktı. Aşina olduğum bir tat gibiydi fakat hiç içmemiştim, acılığından kaynaklı dedim kendi kendime. Bir şeylerin acı olmasına alışmış olmalıydım.

Sabahın erken saatlerinde ve son derece soğuk olan havada sahilde dolaşmamda mantık aramıyordum, herhangi bir mantığı yoktu zaten. Dört duvar arasına hapsettiğim ruhuma verdiğim kısa bir tatildi yalnızca.

Ellerimi ceplerime sokup başımı asla kaldırmadığım yerden kaldırdım nefes almak ister gibi. Tam o an kaldırmam inanmadığım kaderin oyunu muydu ya da birileri benim onu görmemi mi istiyordu bilmiyorum ama o an her şey saçmaydı. Gerçekten normal olan hiçbir şey yoktu.

Pembe saçlarının rüzgara karşı verdiği savaş, sert olmaktan çok uzakta kalan yüz hatları, rengarenk giysileri ile yakın zamanda koşarak uzaklaştığım hayalci terimine birebir uyuyordu. Denize bakan gözleri muhtemelen evrenin ne kadar muhteşem olduğuna bir kez daha şahit oluyor ve zihninde lunaparkta koşuşturuyordu, kulağında çalan şarkılar kış gününde onu bahara sürüklüyor olmalıydı.

Yüzünde asılı kalan huzurda gezdirdim gözlerimi, gerçekten bu kadar mutlu muydu ya da yalnızca kendini mutlu olduğuna mı inandırıyordu? Bunları es geçerek arkasında kalan banka attım kendimi, zamanım varken kaçırmak istemeyeceğim kadar eşsiz bir görüntüydü adını bile bilmediğim hayalci çocuk.

Ne kadar zaman geçti, kaç saat bekledim ve öylece izledim onu bilmiyorum. Yıldızlar ve gece onunla karışana kadar hareket dahi etmeden izledim. Büyüleyici mi denirdi buna bilmem fakat şikayet etmeden günlerce, haftalarca ve aylarca izlenebilirdi. Gecenin çökmesine yakın yavaşça oturdu kumlara. Gözlerini görebilmek için yalvarabilirdim, arkanı dönme bana diyebilirdim.

Kulaklıklarını yavaşça çıkarıp yanına bıraktı, müziği dışarıya verdiğinde gülümsedim ben de. "Daha kaç saat bekleyeceksiniz orada?" Başını arkaya doğru atıp bana ithafen konuştuğunda genişledi gülümsemem. "Yanınıza davet edene dek." Dedim sesini duymanın verdiği heyecanı atamamıştım henüz yüreğimden. "Buyurun, gelin öyleyse." Sesinin güzelliğinin yanına, gözlerini görecek olmanın heyecanı yayıldı tüm vücuduma. Adını bilmediğim, basit bir lakapla geçirdiğim bu çocuğun gözlerini görmeye neden böylesine büyük bir duygu yüklemiştim ki? Bilinmezdi elbet, duyguyu kime veya neye yüklediğimi umursayacak kadar iyi miydim cidden? Değildim, basit bir şekilde iyi olmanın yanından bile geçmiyordum o yüzden buna kafa yormayı bırakıp adımladım yanına. Kokusu da en az sesi ve yüz ifadeleri kadar huzurluydu.

Sandığım gibi sizi ilkbahara sürükleyecek bir parça çalmıyordu kulaklarında. Yıllar önce intihara teşvik bahanesiyle kaldırılan Gloomy Sunday şarkısını duymayı da beklemiyordum elbette, kulaklarında değil de zihninde çalan bir parça olmamasını dilemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Onun gibi ellerimi geriye yaslayarak sokuldum yanına. "Hayalci," dedim sakince, hiç garipsemedi, sanki hergün biri ona böyle sesleniyormuş gibiydi. "adın, adını söyle bana."

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Apr 10, 2022 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

atlantis, bbangnyuWhere stories live. Discover now