Dillendirdiğim her kelimenin ağırlığı boğazıma dizildi, bir el biçimini aldı, beni boğdu. Ağlamanın iyileştirici etkisinin eksikliğini öyle bir hissediyordum ki. İyileşemiyordum. İyileşmenin yakınından dahi geçmiyordum. Gün geçtikçe körleşiyor, kötüleşiyor, soluksuz kalıyordum. Gün geçtikçe ciğerlerimin vadesinin dolduğunu hissediyor, âdeta felaketime gün sayıyordum. Deliriyordum ve deliliğimin farkındaydım.

Tam o vakit, sözlerimi bitirmemin ardından bir dakika geçmeden, kokusu ilişti burnuma. Hayal ediyorum sandım. Sesini duyduğum vakit, hayal etmediğimin de farkına vardım.

"Söz vermiştin." dedi, öleyazdım. Başımı kaldırdım, ardımı döndüm ve Bay Kim'i gördüm. Baştan aşağı siyah giyinmişti, kızıl-kahve bukleleri darmadağındı, gözleri kızarmıştı. İnce, uzun parmaklarında tıpkı benim gibi beyaz lale soğanları tutuyordu. Yutkunamadım.

"Kendini affedeceğine dair, Jeongguk. Söz vermiştin."

Gözlerine bakamadım, huzursuzlandım, iliklerime dek titredim.

"Neden geldiniz bugün buraya?" dedim, pek soru sayılmazdı. Bay Kim cevaplamadan devam ettim:

"Benim gibi, Bella'dan özür dilemek için. Yanlış mıyım?"

Elindeki lale soğanlarını gri isim taşının önüne bıraktı. Yanımda durdu sonra.

"Yanlışsın." dedi, başımı kaldırdım, suretine baktım.

"Ben her çarşamba gelirim buraya."

İliklerime dek titredim sanki.

"Bir çarşambada öldüğü için mi?"

Bay Kim konuşmadı lakin gereği de yoktu. Biliyordum sebebini. Hep biliyordum. Ben bilerek, buraya çarşamba günleri gelmiyordum.

Öylece durduk, hiçbir şey söylemeden ve yapmadan. Dizlerim gittikçe tutmaz oldu beni, düşüverdim olduğum yere. Ellerim boğazıma, yara izimin olduğu yere çıktı. Adını soğuk bir taşın üzerinde görmek her daim olduğu gibi mahvetti beni ve fikrimi, yine de ağlayamadım lakin o gün yalnız değildim.

Eğildi, elini sırtıma koydu. O ince, uzun ve hepsinden öte sıcak parmakları sırtımı sıvazladıkça, yalnızlığımdan beni arındırdıkça soluklanabildim. Bay Kim yine ağlayabilmemi sağladı. İçin için, seslice ağladım. Bella'nın saygısından, o gün bana sarılmadı.

Ağladım, ağlamamı bekledi, sıcaklığını üzerimden çekmedi. Sakinleşmeye başladığımda seslerim dindi, soluklarım yavaşladı, başımı kaldırdım, gözlerine baktım. Yüzünden hiçbir şey okuyamadım.

"İtalya'da doğdum." dedim, gözlerine bakarken. Cümlemi bitirdiğim vakit ifadesizliği dağıldı, yerini ne aldı kavrayamadım lakin o duyguyu okumayı bilsem, okuyabilirdim. "Yaşım orada büyüdü ama fikrim hep çocuk kaldı. Apolitiktim, bir şeylerin hakları üzerine hiç düşünmezdim."

Kendimi anlattığımı kavradığı vakit gülümsedi usulca. Gözlerine daha fazla bakamadım, başımı eğdim. Bay Kim'e o gün açıldım.

"Annemin ailesi de babamın ailesi de İtalya'da ama babam hep bir ana vatan özlemi çekmiştir çocukluğumdan beri. İşini buraya taşıdığında da hiç şaşırmadım bu yüzden. Senelerce yaşadım, kendi fikirlerimi edinmeye başladım, konuşabilmeye başladım, biraz şekillendim ama biliyorsunuzdur belki, insan başında bir ailesi oldukça asla tam anlamıyla şekillenemiyor zira arkasını toplayacağına güvendiği birileri oluyor hep."

Tek kelime etmedi, onaylamadı yahut reddetmedi, yalnızca dinledi. Gözlerim önünde koca bir boşluk gibiydi, rahatladım, gittikçe gevşedim.

rüyalardaWhere stories live. Discover now