A.T.▪ 11 : Kırılmaz Duvarlar

Start from the beginning
                                    

Fakat o anda, tembihlerinin umurumda olmadığını düşündüm. Aklımda bir fikir belirdi, parladı, parladı ve sonunda çeldi fikrimi...

Sabah herkesten önce kalktım ve giyindim. Elimde, Çağan'ın günlüğü vardı. Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştım fakat şimdi... Zamanı geldiğini biliyordum. Bilmem kaç kere muhabir ordusunu yarıp geçmeye çabalarken elime veya cebime 'belki sonra döneriz' diye sıkıştırılan kartlardan bir tanesine elimi atıp, numarayı tuşladım.

Öğlene doğru, konuşulduğu gibi ajans binasına giriş yaptım. Her şey hazırlandıktan hemen sonra, sunuş yapıldı. Önemli güncel başlıklar şöyle bir geçildi. Yine, ekran ve kameralar önünde lanetler okundu, reklamlarda spikerin rujunu tazelediler.

Sonunda kayda girebildiğimde, heyecandan dilim tutulmuş gibi hissediyordum. Her yerde ışıklar ve koca makineleriyle insanlar vardı. Yapay lensler bana koca canavar gözlerini andırıyordu. Yutkunup, başımı dikleştirdim.

Bir süre, herkesin bildiği konulardan konuşuldu. Ardından sıra, mahkeme kararına geldi. Onlara her şeyi açıkladım. Tek bir doğruyu bile atlamadan, tek bir sivri sözümü esirgemeden tüm öfkemi kustum hemen oracıkta. "... müsadenizle," dedim. "Kimilerince propagandacı, hain olarak anılan bu şehidin günlüğünden bir parça okumak isterim." Herkes sustu, spiker gözlerime müsaade senin dercesine bakıyordu. Boğazımı temizleyerek zaten ezberlediğim satırları, gözlerimi kırpmadan dimdik okudum kameraya.

- Ne garip işmiş şu yaşamak! Daha düne değin yaşar sanırdım kendimi. Oysa garipmiş sahiden, çok garipmiş. Yaşam, insanın merdiven çıkması gibiymiş. Her bir basamakta ayrı bir duygu, ayrı bir tecrübe vesaire... Ben bunu dün öğrendim. Öyle ki, balyoz gibi indi beynime böyle pat diye! Hani derler ya, davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş. Veyahut insan kendi başına gelene değin anlamazmış elin derdini... Dün, ilk defa şahit olduğum bir olayın şoku ile yazıyorum şimdi. Taksimde yürüyordum. Yanımda kimse yoktu, yalnızdım. Hava sıcaktı, çok sıcak. Bir yerden, soğuk bir su almak için durakladım, sonra yoluma devam ettim. O sırada bir çocuk, çantamdan çekiştirdi beni. Korkarak, biraz da refleks olacak ki, sımsıkı kavrayıp elini, kendime döndürdüm çocuğu. Gözleri bir anda kocaman açılmıştı. Esmer teni çamur, pislik içerisindeydi. Kıyafetleri desem, yırtık pırtık... Elinde taşıdığı üç dört şişe küçük su vardı. Bıraktım çocuğu, içim acıdı. Bana su alıp almayacağımı sordu, etrafa şöyle bir bakındım. İleride, bir ağacın gölgesine, gövdesini dayamış çocuğu izleyen orta yaşlı bir adam vardı. Çocuğa almayacağımı söylemiştim ama çocuk peşimi bırakmadı. Onu biraz azarladım, bu nedenle. Yüzü asık, gerisin geri döndü ağacın gölgesine. Bende bir banka oturup, soluklandım. İşte o sırada gördüm. Az önce göz göze geldiğim adam, çocuğun ensesinden kavramış sarsıyordu. Hayretle izledim, onu. Bir yandan da bağırarak beni gösterdiği dikkatimden kaçmamıştı. Adam çocuğu dövmeye başladı. Ama çocuk nasıl ağlıyor! Bir hışımla yerimden kalkıp vardım yanlarına. Adamı şöyle bir itip, çocuğun elinden tutup ardıma aldım. Birkaç yumruk yediğim doğrudur. Bu yüzden Elit çok kızdı bana, hala da kızıyor. Neyse. Etraftakiler de toplanmıştı şimdi. Onlara olayı şöyle bir anlattım, adam kaçıyordu. Çocuk ağlıyordu. Sonra anladık ki, ne adam ne de çocuk yalnızdı. Polise haber verdik, çocukları topladık... Çocuğa su aldığım büfeden çikolatayla, meyve suyu aldım. Gülse mi ağlasa mı, utansa mı bilemedi yavrucak. Yarın gidip durumlarını öğreneceğim, vicdanım bir tüy kadar hafif fakat adalet yerini buldu mu? Şüpheliyim. Sanıyorum ki bir toplumun adaletliyiz demesi için önce onu var etmesi gerekir. Adalet nasıl mı var edilir? Bilmiyorum. Ve sanırım hala bu soruyu sorabiliyorsam –sorabiliyorsak- bilmemeye devam edeceğim, -edeceğiz.-

Saat ikiyi buldu. Herkes uyumuş olsa gerek. Bir tuvalete gidip uyuyacağım şimdi. İyi uykular, sevgili günlük.

Tatlı rüyalar.

6 Haziran 2015

* * *

Hala sessiz olan sokakta yürürken kalbim adeta kulaklarımda atıyordu. İnsanların yaptıklarımı gördüklerinde ne tepki vereceklerinden dolayı heyecanlı ve meraklıydım.

Böyle bir şey daha önce yapılmış mıydı?

Hiç bilmiyordum fakat bilmiyor olmam, yapılmadığı anlamına gelmiyordu. Fransızca bilmiyor olmam Fransızca hakkında konuşmama engel değildi.

Gülümsedim ve adımlarımı hızlandırdım. Ev, soğuktu. Hatta o kadar soğuktu ki, üzerimdeki ceketi çıkarmaya korkmuştum. Annem ve babam geldiğimi fark etmemişlerdi, bu iyiydi. Gittiğimi fark etmemiş olmalarını diledim.

Odama girdiğimde, açık bıraktığım gece lambamın artık yanmadığını fark ettim. Odanın lambalarını açtım fakat içeri aydınlanmadı.

Ah, yine elektrikler kesilmişti. Bunun üzerine gözlerimi devirip sandalyenin üzerine fırlattığım geceliklerimi giydim ve yatağa girdim.

Yorgan, üzerimde olduğu halde üşüyordum ve bir yanım uykuya dalmaya çalışırken diğer yanım düşünüyordu.

Bir haftada beş elektrik kesintisi. Sular kesiliyor. Doğal gaz, kesik. Dışarı çıkma yasağı var. Bugün devletin kırılmaz duvarlarını boyadım. Savaş bunların hepsini anlattı. Savaş bunların hepsini biliyor.

Gözlerim birden bire açıldığında, kalbim adeta yerinden fırlayacak gibi oldu.

Oluyordu.

Savaş'ın anlattıkları... Gerçekleşiyordu.

Gülümsemek istedim fakat bu istediğim gibi bir gülümseme değildi. Korkmuştu.

Korkmuştum. Kimse bilmiyordu ama... oluyordu işte. Bunu engellemek ise... artık imkansızlaşıyordu.

Gözlerim, kapanırken kalp atışlarım normale döndü ve ben onu düşündüm. Sevdiğim adamı düşündüm fakat... Ah.

Gözlerimi sımsıkı yumdum ve mideme bir yumruk yediğimi hissettim. Hislerim karmakarışıktı ve biliyordum ki aşk bana göre değildi.

Sadece uyudum.

Kabuslarıma eşlik ediyordu, uykum. Gözlerimi açamıyor, sesleri duyamıyordum. Sadece bir uçurumun kıyısındaydım ve ellerimi hareket ettiremiyordum.

Ellerimin ucunda tuttuğum hayatlar gözlerimin içinde eriyorlardı. Onları önemsediğimi haykırdıkça daha da uzaklaşıyorlardı benden.

Bir tanesi siyahtı, diğeri mavi.

Bir tanesi, elimden kurtulup beyaz bir güvercin oldu ve bulutlara karıştı.

Onu yakalayamadım.

Diğeri simsiyah bir kuzgun olup omuzlarıma kondu.

Onu kovamadım.

* * *

Annem ve babam, yasaktan önce eve gelememiş, amcamlarda mahsur kalmıştı ve ana haber bültenini evde yalnız başıma izlemiştim. Çok geçmeden kapı hırsla çalınmış ve içeriye Savaş girmişti. Kızgındı, hem de çok. Kendimi bu kadar açığa çıkarmam hoşuna gitmemişti, kendince. Oysa ben kendimi açığa falan çıkarmadığımı biliyordum. Bir süre atıştık, bu süre boyunca ona bir yumruk atma girişiminde bulunduğum doğrudur. Her normal insan gibi benimde sabrımın bir sınırı vardı ve söylemleriyle bu sınırı hafifçe geçmişti, Savaş.

Yine de öyle kelimeler seçiyordu ki, içimi eritiyordu. Misal;

"Bu işte beraberiz, Elit Ajun Sağanak ve zamanı geldiğinde bunu sende kabul edeceksin." Demişti ve bende gülümsemiştim. Bunu asla kabul etmeyecektim.

"Sadece söylemek istediğim şeyleri, kimseden korkum olmadan, özgürce dile getirmek istiyorum, Savaş." Diye şikayet ettim. "Telefonda hiçbir şey konuşamıyorum, kafelerde ağzımı açamıyorum, Tanrım, bu resmen mahkumluk! Özgürlükle boyanmış koca bir mahkumluk bu!"

Gözlerinde anlık bir tebessüm görür gibi oldum fakat hemen kayboldu. Parmaklarının yüzümde dolaştığını hissettim fakat bu o kadar hızlı olmuştu, gerçekliğinden şüphe etmiştim. Yutkunup bakışlarımı gözlerine kaldırdım ve dudaklarım istediğim şeyi söylemek üzere, aralandı.

"Sizden biri olmak istiyorum." 

Aşka TapanlarWhere stories live. Discover now