Bölüm 10: Azrail Yokuşu

Start from the beginning
                                    

Çünkü Cühenna kabilesi insanlardan nefret ederdi...

Özelikle de benim gibi soyu belli olmayanlardan...

Nereden başlayacağımı bilmeyerek etrafıma bakınmaya devam ettim. Bu çorak topraklar uçsuz bucaksız olduğu kadar tehlikeliydi ve yanınızda bir rehber olmadan ilerlemek imkansızdı. Havva'nın beni görünmez kılan tılsımların işe yarayacağını umarak kendimi toparladım. Gelmeden önce unutursam her şeyi berbat edeceğimi söylediği efsunlu sözcükleri fısıldamaya başladım.

"Ey Cühenna kabilesinin varisi Es'Ab. Seni çağırıyorum. Gel de bu puslu hava dağılsın. Gel ki sana getirdiğim habere erişesin!"

Hiçbir şey olmadı.

Ta ki arkamdan biri "Azura gerçekten de aptal bir kızmışsın!" diyene kadar.

Olduğum yerde sıçramama neden olan bu ses kudretten ve haklarında anlatılan korkunçluktan oldukça uzaktı. Toy ve neşeli sayılabilecek bu sesin sahibinin görüntüsü korkunç olamazdı ama o metruk evde karşılaştığım yaratık yüzünden ardıma bakma cesaretini gösteremedim.

Havva'nın söylediği "kudretli ol ve kanına yakıştığı gibi davran" kuralı buraya kadardı.

"Arkana dön hadi! Poponu göstermek için beni buraya çağırmadın herhalde?" derken sesinde ki muziplik, içimde büyüyen korkuya kafa tutan cinstendi.

"Ha" cidden yani. Koskocaman "Ha" dedim. Senoy, Samael ve Ahkzezeal da dahil olmak üzere kocaman bir grup cinlerin oyuncu olduklarını söylemişti ama bu Es'Ab oyuncu olmaktan ziyade küçük bir çocuk gibiydi.

Arkamı döndüğümde görmediğim bir yaşım varsa ona girdim çünkü karşımda duran kişi...

Bir çocuktu!

Es'Ab kopkoyu mavi gözlere ve esmer bir tene sahip beş yaşında bir çocuktu. Yolda gördüğünüzde "Ay sen ne kadar şirinsin ya" deyip yanaklarını sıkabileceğiniz türden bir çocuğa benziyordu. "Görünüşüm seni aldatmasın. Sadece ilk buluşmada seni korkutmak istemedim." derken bile sesinde oluşan tını çocuksu ve neşeliydi.

Cinler gerçekten de oyun oynamayı seven yaratıklardı!

"Samael nerede?" diye sorduğunda bakışlarımı yere eğip ayağımla yerdeki otları eşelemeye başladım. Bir süre ikimizde sessiz kaldıktan sonra Es'Ab "şeytanın kararını duymuşsun demek." dedi.

"Senin de bundan haberin var mı?"

Es'Ab çocuksu bir ifadeyle muzipçe gülümseyerek "Nerede olduğunun farkında mısın? Şeytanın oyun bahçesindeyiz ve burada hiçbir şey gizli kalmaz." diyerek nerede olduğumu hatırlattı.

Burası şeytanın bahçesiydi ve şeytan burada olduğumu biliyordu.

Eğer henüz öğrenmediyse bile kokumu alıp yaratıklarını başıma üşüştürmesi an meselesiydi.

"Samael ruhunda olan kilitlerden bahsetmişti ama ona inanmamıştım. Gerçekten de bunu yapan benim kabilemden biri." derken etrafımda sanki çürüğü olan bir ürünü inceler gibi dolanıyordu.

"Peki beni bu büyüyü yapan kişiye götürebilir misin?"

"Neden seni çiğ çiğ yesinler diye mi? Unutma kabilemdeki herkes benim kadar anlayışlı değil ki bu anlayışımın sebebi de sadece merak." Neredeyse tüm dişlerini göstererek sırıttı.

"Nasıl yani?" Şaşkınlığımı gizleyemedim. Beklediğim neden bu değildi.

Sorumun Es'Ab'ı şaşırtmasını bekledim ama o "önce seni güvenli bir yere kaçıralım" dedikten sonra elleriyle ritmik daireler çizmeye başladı. Elleri hızlandıkça puslu hava dağılmaya başladı. Puslu havada oluşan açıklıklardan güneş ışınları insanı kucaklamak istercesine göz kırpıyordu. Hafif bir esinti gibi vücuduma sızan yeni tomurcuklanmış çiçek kokuları içimde minik ama tuhaf bir kıpırdanmaya neden oldu. Pus tamamen dağılıp da tüm görüntü gözlerimin önüne serilince hafifçe sendeledim. Gökkuşağının bin bir tonuna bürünmüş bir bahçe, her yerde uçuşan kelebekler ve hafif meltem sayesinde nazikçe sağa sola sallanan söğüt ağaçları başımı döndürdü. Nereden bakarsam bakayım çarpıcı ve nefes kesiciydi.

HUTAME: HİDDETLİ DOĞANWhere stories live. Discover now