"Dur," dedi Yoongi, ileri bir adım atarak. Ayağını bastığı zeminin etrafındaki elektrik alandan dolayı irkildi.

Etrafı mor bir renk sarmıştı, gölgeleri, yağmuru, Hayalet'in ellerindeki çatırdayan enerjiyi.

"Lütfen sadece dur."

Işıklar seyreldi, hafifçe geri çekildi, ama hala eğer isterse Yoongi'yi kağıttan bir kukla gibi ezebilecek kadar güçlüydü. Üstlerindeki gök gürüldedi. Yoongi fırtınanın gürültüsünü damarlarından yankılanmasıyla duyabiliyordu.

Öne ilerledi, ağzı kuru, vücudu titreyerek. Tek elini vahşi bir hayvana yaklaşıyormuşçasına öne kaldırdı. Seokjin arkalardan ilerlememesi için uyarıcı bir ses çıkardı. Oysa Hayalet'in avucundan çıkan cızırtıların arasında duyulmamıştı bile.

"Benim," dedi Yoongi, ve şimdi onu görebilecek kadar yaklaşmıştı, göz yaşları tenine değer değmez sıcakla buharlaşıyordu. Hayalet'in bakışları kocamandı, kan çanağına dönmüş yuvarlaklar suratına göre fazla büyük kalıyordu. Nostalji filmlerdeki gibi sönük bir ışıkla parıldamaya başlamıştı.

Yoongi kendini ona dokunabileceği kadar yaklaşmış halde buldu. Etrafındaki güç ağının ve yanık şeker kokan havanın farkındaydı elbette. Sıcak onu sarmalıyor, genzini yakıyor, tenine diken diken batıyordu. Nefes almak bile güçleşmişti, ve paniklemeye başlıyordu, ama durmadı.

Durabileceğini düşünmedi, her ne olursa olsun.

"Sadece benim," dedi tekrar. "Artık durabilirsin."

Bazı insanlar mucizelere inanırdı. Yoongi onları hiç anlamazdı. Oysa şimdi burada dikilmiş, elindeki binlerce olasılıktan birinin gerçekleşmesini umuyordu.

Şaşırtıcı bir şekilde, dilediği gerçekleşti. Şimşek topu söndü. Yağmur yavaşladı. Aniden önündeki kişi tehlikeli bir suçlu değildi artık –sadece küçük, kafası öne eğik, gözleri sımsıkı kapalı bir figürdü.

"Yoongi," dedi Seokjin, uyarıcı bir tonla.

Yoongi umursamadı. Bu Taehyung, diye düşündü, ve Taehyung ona zarar veremezdi. Ona zarar vermezdi. Hiçbir şey mantıklı değildi –ne çakan şimşekler, ne onun Hayalet olması, ne de gerçekten hayatta, yaşıyor olması. Buradaki hiçbir şeyi aklı almıyordu, ama Yoongi Taehyung'un ona zarar vermeyeceğinden emindi.

Yanılıyordu.

Bir adım ilerlediğinde Taehyung yavaşça ve yabanice gülümsedi, gözlerinde ışıklar titreşti. Sırıttığında dişleri ortaya çıktı, ve bir an sonra yumruğu ağır bir güçle patladı. Yoongi kendini kenara atarken çatırdayan enerji topu saçına değerek dibinden geçti.

"Sikeyim!—" Seokjin bağırdı, ve sonra sıcak şimşek topu üzerine gelince kenara çekildi.

Yoongi nefesini çekti, yerdeki akımdan dolayı elleri acıyordu, başı dönüyordu. Dünya ışık fraktalları ve karanlık gökyüzü parçalarıyla karmaşık bir şekle bürünmüştü. Kaldırımdaki beton parçaları çığlığa benzer sesler çıkararek kopmaya ve ölümcül dikenler halinde yerden yükselmeye başladı. Taehyung'un arkasından depo duvarlarının bükülüp üstüne meteor düşmüş gibi yerle bir olduğu gözüküyordu.

Seokjin silahını kaldırdı ve aynı saniye içinde silah elinden uçup havaya fırlatıldı.

Yoongi'nin kanı kulaklarında kükrüyordu. Küçük şimşek parçaları ellerinden tırmanmaya başladığında geriye doğru emekledi, acıyla gözlerini sımsıkı kapattı, dudaklarını ısırıp kanattı.

Hiç—hiç—hiç anlamıyordu.

Şimşekler. Elementler. Telekinezi.

Bu imkansızdı. Kimse bu kadar gücü bir arada bulundurmamalıydı, sanki cebinden minik kartlar çıkarıyormuş gibi her seferinde farklı bir gücü ortaya çıkıyordu. Kimsenin böyle bir cephanesi olmamalıydı. Her bir yeteneği bir öncekinden daha güçlüydü.

Murmuration | taegiminWhere stories live. Discover now