[i] welcome to the place where you belong

421 26 44
                                    

Sabahlar güzel. Fakat bu, bir nebze farklı.

Haddinden fazla boyanmış gökyüzünde kan, paletteki renk tükenene dek sağa sola, rastgele ve can havliyle atılmış fırça darbeleri gibi şimdi güneşin parlak çehresi.

Maviyi göremiyorsun neredeyse.

Buna alamet derler senin yaşadığın yerdekiler. Gök yarılacak.

Uydurma masallar vardı, sen çocukken annen ağabeyin ve sana saatlerce anlatırdı.

Gök, ikiye ayrıldığında; gecenin karanlığı kızıla boyandığında galaksideki her bir yalan, yeryüzünün mavi sularına dökülecek.

Ürperiyorsun.

Lacivert perdelerini çekerken hızlıca, homurdanıyorsun.

Korkuyu unutmak için rutinine odaklanıyorsun.

Bir işin var. İnsanlar şaşırıyor ama sen, bir iş buldun. Köşe yazarlığı tam da sana göre.

Evet, gündemi takip etmek adetin değildi ama gazetede çalıştığın üç haftada buna uyum sağladın. Daha evvel çalıştığın yerlerin aksine burada kimse seni kısıtlamıyor. Konuşmanı gerektirecek bir durum yok, yalnızca yazıyorsun.

Yıllar evvel hevesle aldığın kırmızı daktilona her gün aynı heyecanla sarılabiliyorsun. Çünkü kimse bilmiyor, kimse ellerinde tuttukları o kitapların yazarını tanımıyor ama sen, onlara sunduğun ilhamını buna borçlusun.

Konuşmadıkça, göğsünde saklayıp biriktirdikçe parmaklarından daktiloya, oradan kağıda akan sözcük birliği bir karmaşadan çok zenginlik hâline geliyor.

İçindeki kaosu süzüp işleyerek insanların hayranlık duyduğu o seriyi yazdın. Ve seni tanımamaları, seni yargıladıklarında ne kadar haksız olduklarını yalnızca senin bilmen sana büyük bir ayrıcalıkmış gibi geliyor.

Belki sen olduğunu bilseler bu kadar severek okumazlar onları, belki seninle dalga geçecek bir şeyler bile bulurlar...

Buna izin vermiyorsun, vermeyeceksin. Hiç imza günü düzenlenmeyecek kitabının ama yanında rahatça kitabına övgüler yağdırdıklarında sen, içten içe gülümseyeceksin.

-

"Günaydın Daisy." diyor seni gören Erik neşeyle, koca cüssesiyle sana doğru koşuyorken o, neredeyse yer sallanıyor.

Gülümsüyorsun ve başını sallayarak selamına karşılık veriyorsun.

Adın Daisy değil, ama sana böyle sesleniyorlar burada. Sürekli saçına taktığın, kendini bildin bileli senin bir parçan olan papatyalı tokan yüzünden sana böyle hitap ediyorlar.

Hoşuna da gidiyor.

"Bu günkü yazını vermeye geldin, öyle mi?" dediğinde heyecanla başını sallıyorsun.

Elindeki kağıdı tutarken hâlâ parmak uçlarına kadar titriyorsun. Evet, üç tane kitap yazdın ve binlerce kez basıldılar. Ama sen sonsuza dek, yazdığın her şey için heyecanlanacaksın.

"Tüm yazılarını okumazsam haftam iyi geçmiyor," dediğinde bu genç adamın hayatında tanıdığın en iyi adam olduğuna karar veriyorsun tekrar. "Eminim bu da muhteşemdir."

Dudağını aşağı sarkıtarak bilmediğini anlattığında Erik kocaman bir gülümsemeyle omzunu sıvazlayıp yanından ayrılmaya niyetleniyor. Fakat aklına bir şey gelmiş olacak ki, geri dönüp konuşuyor hızlıca.

"Bay Bates'in seni beklediğini söylemeyi unuttum, odasında. Tam vaktinde gelmiş oldun."

Kaşlarını çatıyorsun. Yazılarını hep Belle'e teslim ederdin, Ulysses Bates'in seninle ne işi olur ki?

Red Chamomile : Marvel AU & OkuyucuМесто, где живут истории. Откройте их для себя