i will miss you

En başından başla
                                    

"Sana tokat attığım için özür dilerim."

Genç kadın geri çekilip çattığı kaşlarıyla ona baktı. "Bana tokat mı attın?"

"Zorundaydım, uyanmıyordun ve uyanman gerekiyordu."

"Sağ ol Strange!"

Stephen ise soyadının doğru söylenmesinden ilk kez memnun olmamıştı. Tanıştıkları andan beri kadının kendisine taktığı lakaba o kadar çok alışmıştı ki. Şu an bunu duymak biraz moralini bozmuştu. Belki de genç kadın ona kızgındı ki bunda çok haklı olurdu. Kendisi yüzünden başına gelmeyen kalmamıştı ve suçlu hissediyordu. Güya ona yardımcı olmak için onu buraya getirmişti ama getirdiğinden beri bir kez ölmüş, bir kez de ölümden geri dönmüştü.

"İyi misiniz Bayan Winston?"

"İyiyim, Wong. Teşekkürler. Sadece kendime gelmeye çalışıyorum, kafam patlayacak gibi."

"Tahmin edebiliyorum, sizin için bitki çayı hazırlayayım."

Wong odadan çıktığında Stephen sessizliğini koruyordu. Mavi gözlerini yere dikmiş bir şekilde zemini izliyordu. Liz onun bu haline kızdı. Suçlu hissetmesine gerek yoktu.

"Stretch?"

Adamın dudakları yukarıya kıvrılırken bakışlarını izlemekten asla sıkılmayacağını bildiği güzel yüze çevirdi. Elmacık kemiğindeki morluk veya dudağının kenarındaki yara bile bu güzelliği bozmuyordu.

"Efendim?"

"Ne düşündüğünü biliyorum ve böyle düşünmeye devam edersen yüzüne yumruğumu geçireceğim."

"Belki de geçirmelisin."

"Saçmalama! Senin hiçbir suçun yok, anladın mı beni? Adam zaten Ruh Taşı'na kafayı takmış, her türlü beni bulacaktı. Ve burada bulması çok iyi oldu ve beni kurtaracak iki kahramana sahiptim. Ya sensizken beni bulsaydı? O zaman kim kurtarırdı? Kesin eşek cennetini boylardım."

Alayla konuşup güldüğünde karşısındaki adam gayet ciddi bir şekilde ona baktı.

"Yani... biraz eşek cennetini boyladın aslında."

"Ne?"

"Sen... Mordo dikkatsizliğimden yararlanıp bana saldırdığında önüme atladın. Ve saniyeler içinde öldün."

Genç kadının ela gözleri kocaman olmuş bir şekilde adamın yüzünde geziniyordu.

"Dalga mı geçiyorsun? Be-ben öldüm mü?"

"Evet ama sorun yok. Zamanı geriye alıp o anı kurtardım."

"Ah, Strange! Zaman çizgisini bozabilirdin! Neden böyle bir şey yaptın ki?"

Adam gözlerini kaçırıp parmaklarıyla oynamaya başladı. Biraz sonra söyleyeceği şeyleri söylemek ona zor geliyordu. Hiçbir zaman birine değer verdiğini belli edecek şeyler söylemezdi çünkü.

"Ölmene izin veremezdim."

"Vermeliydin! Evrenin düzeni daha önemli, umarım bir şey olmamıştır. Tanrım! Tek bir insan için tüm dünyayı tehlikeye atamazsın!"

Belki de bu gelecek için bir uyarıydı.

Genç adam sinirlendiğini hissetti ve keskin bakışlarını onun yüzüne kenetledi.

"Siktiğimin evreni senden daha önemli değil ya! Aslında öyle ama... ölmene izin veremezdim, Liz. Tanışalı çok olmadı biliyorum ama sana değer veriyorum. Arkadaşımsın ve seni kaybetmeye göz yummazdım. Hem bir iki dakikayla tüm düzen bozulmaz değil mi?"

Liz burukça tebessüm ederken ufak elleriyle adamın büyük, bir zamanlar mükemmel işler çıkaran, herkesin hayran kaldığı elini kavradı.

"Teşekkür ederim, gerçekten. Ben de sana değer veriyorum, Stretch. Ama söz ver... eğer bir daha böyle bir durumda kalırsak diğer insanları kurtaracaksın, arkadaşın olanı değil."

"Ama-"

"Söz ver, Strange."

Ve bu söz vermesi gerektiğinin kanıtıydı. Anlaşılan genç kadın bunu duymadan rahatlamayacaktı. Doğrusunun bu olduğunu kendisi de biliyordu ama söz veremiyordu. Yine aynı şey olsa yine onu seçerdi, bunu biliyordu. Bu yanlıştı. Özellikle de dünyayı koruması gereken biri için çok yanlıştı. Ama kim her zaman doğru olanı yapardı ki?

"Söz."

"Güzel, şimdi beni kurtardığın için sana bir teşekkür sarılması vereceğim ve sonra da gidip Beyonce'un çayını içeceğiz."

Strange kahkaha attığında Liz kollarını onun boynuna doladı. Ona ne kadar teşekkür etse azdı. Hayatını kurtarmıştı.

"Teşekkürler, Stephen."

"Rica ederim, Elizabeth."

***

"Çay cidden rahatlatıyor, teşekkürler Wong."

Çekik gözlü adam içten bir şekilde gülümsedi ve çayını yudumladı.

"Kendini iyi hissediyorsan geri dönmeliyiz. Diğerleri eğitime başlamıştır."

Liz oturduğu koltukta duruşunu dikleştirdi. "Hazırım, gidebiliriz."

Stephen fincanı sehpaya bıraktı ve ayağa kalktı. Liz de onun gibi ayağa kalkmıştı. Buradan ayrılmak istemiyordu ama mecburdu. Evrenin korunduğuna emin olması için görevini yerine getirmeliydi. Thanos'u yenmeliydi. Ekibiyle birlikte.

"Geleli çok kısa bir süre oldu ama ben burayı ve seni çok sevdim, Beyonce."

"Bayan Winston." Adamın bezgin ses tonuna kahkaha attı. "Seni özleyeceğim, Beyonce." Deyip kollarını ona doladığında Stephen şaşırmıştı. Wong'un bir terslik yapacağını düşünürken onun da sarıldığını gördüğünde ağzı açık kalmıştı.

"Ben de sizi özleyeceğim, Bayan Winston. Ama merak etmeyin bir şekilde yine görüşürüz."

"Tabi ki! Şu işler bitince Stephen beni tekrar getirecek, değil mi?"

Adam kafasını evet anlamında salladıktan sonra can dostuna sarıldı. "Görüşürüz, kendine dikkat et."

"Ve sen de kendine dikkat et, Strange. Ona da dikkat etmeyi unutma." Fısıltıyla konuştuğundan Liz onu duymamıştı. Stephen sırıtarak ona baktı. "Her zaman."

"Ee gidelim o zaman."

Elini hareket ettirip evlerine gidecek portalı açtığında Liz irkilmişti. "Bu hala çok tuhaf geliyor."

"Korkma, Stark'ın evine gidiyor. Hadi tut elimi."

Bu bir bahane miydi? Yoksa sadece Liz'in korkusunu yenmesi için yapılmış bir şey miydi? Stephen Strange'in suratındaki sırıtıştan hangisi olduğunu anlayabilirdiniz sanırım.

"Hazırım, gözlerimi de kapatıyorum. Geliyoruz New York!"

Genç adam gülümsedi ve elini tuttuğu kadınla birlikte portalın içine doğru bir adım attı.

Bundan sonra hep bu olacaktı.

Strange ve Winston.

El el, her zorluğa göğüs gere gere, birbirlerine destek ola ola,

Birlikte adım atacaklardı.

Vertigo(Doctor Strange)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin