"Siz ikiniz... ya daha önceden tanışıyordunuz ya da ilk görüşte aşık oldunuz. Hangisi?"

Duyduklarıyla içtiği su boğazında kalmıştı. Öksürmeye başladığında Stephen hafifçe sırtına vurdu. Kendine geldiğinde yüzünün kırmızı olduğuna emindi Liz.

"Ortada aşk maşk yok Stark! Sadece güçlerim hakkında bana yardım edecek..."

"Hep öyle derler, Kraliçe. Peki burada mı kalacaksınız?"

"Aslında... Hong Kong'a gideceğiz."

Gözlerini pörtleterek yanındaki adama baktı. Oraya gitmeleri ve dönmeleri çok uzun sürerdi. Buradaki çalışmalara katılamazlardı.

"Ne? Nasıl gideceğiz? Bu çok uzun sürer!"

Stephen'ın dudağı kıvrılmıştı. "Beş saniye süreceğine emin olabilirsin, Liz."

"Büyücüye güven, Kraliçe. O zaman size iyi eğlenceler, hediyelik almayı unutmayın!" Tony çıktığında Steve yüzünü sıvazladı. "Kolay gelsin." Liz başıyla onu onayladı ve daha sonra Steve de mutfaktan çıktı.

"Tanrı Aşkına! Hong Kong'a nasıl gideceğiz Stephen?"

"Portalla."

"Portalla mı?"

"Evet, hazırsan gidelim mi?"

Hala duruma anlam verememiş olsa da kafasını sallayıp ayağa kalktı. "Tamam, gidelim."

"Beni takip et."

Stephen'ın peşinden gitti ve odalarının bulunduğu kata geldiler. Onun odasına yöneldiklerinde alayla konuşmuştu.

"Beni odaya mı atıyorsun Stretch?"

"Bay Stark gibi konuşuyorsun,Liz." Gülerek içeri girdiler. Oda düzenli ve temizdi. Yatak da derli topluydu. Anlaşılan Stephen düzenli bir insandı.

"Korkmana gerek yok, bu hep yaptığım bir şey. Bana güven, yeter."

"Tamam, güveniyorum."

Stephen elini salladığında turuncu ışığın çevrelediği bir yuvarlak oluşmuştu. Elizabeth şaşırırken aynı zamanda bunun harika olduğunu düşünüyordu. Stephen elini uzattığında tereddüt etmeden elini tuttu ve birlikte portalın içine doğru yürüdüler. Bir adım attığında içinde tuhaf bir his oluşmuştu.

"Kapa gözlerini."

Kendine söyleneni yaptı ve gözlerini kapattı. Kısa bir süre sonra farklı bir yerde olduğunu hissetmişti.

"Gözlerini açabilirsin, Liz."

Gözlerini yavaşça açtığında gördüğü manzarayla kirpiklerini kırpıştırdı. Şuan resmen Hong Kong'dalardı. Etraftan geçip giden insanlara baktı. Kendi çevresinde bir kez döndükten sonra yüzündeki geniş gülümsemeyle ona döndü.

"Bu... bu inanılmaz bir şey Stretch!"

"Öyle. Şimdi Hong Kong'da güzel bir kahvaltı yapalım ha ne dersin?"

"Olur!" Genç kadının heyecanlı ses tonu adamı eğlendirmişti. Birlikte yürümeye başladıklarında Liz büyülenmiş bir şekilde etrafı inceliyordu. Beş saniyede buraya gelmişti. Sadece beş saniyede... Bu mucizevi bir şeydi. Bir mekana girdiklerinde Stephen elini beline yerleştirdi ve onu bahçe tarafına doğru yönlendirdi.

"Ağzını kapatsan iyi olur Liz, yoksa sinek girecek."

"Dalga geçme Stretch! Hala bunun gerçek olduğuna inanmaya çalışıyorum."

"Neye gerçek dediğine göre değişir."

Gözlerini kısarak ona baktı. "Büyücü ağzıyla konuşma benimle, anlamıyorum."

Stephen kahkaha atıp oturması için masayı işaret etti. Liz de oturdu ve kendilerine doğru gelen garsona baktı. Nasıl anlaşacaklardı ki?

"Krep yersin değil mi? Yanında ne içersin?"

"Çay içebilirim."

"Harika."

Eşsiz gülümsemelerinden birini sunduktan sonra garsonla konuşmaya başlamıştı. Ne dediklerini anlamasa da Liz hayran bir şekilde onu izliyordu. Bu adam boşuna büyücü değildi. Gerçekten insanı büyülemeyi iyi biliyordu. Liz yaptığının ayıp olduğunu düşünüp onu izlemeyi kesti.

"Seni tanıştıracağım kişiyle tanıştırdıktan sonra ufak bir Hong Kong turu yapabiliriz."

"Cidden mi?"

"Cidden."

Biraz sohbet ettikten sonra kahvaltıları geldi ve sohbetlerine devam ederek kahvaltıları yaptılar. Kahvaltı faslı bittiğinde ödemeyi yapıp mekandan çıktılar.

"Yürümek mi istersin yoksa kısa yoldan mı gidelim?"

"Yürüyelim."

"Hay hay."

Birlikte Hong Kong sokaklarında yürürlerken Elizaeth hala inanamıyordu. Bu çılgınca bir şeydi. Daha bir saat önce New York'ta kahvesini içiyordu ve şimdi de başka bir ülkenin sokaklarında yürüyordu. Kısa bir yürüyüşten sonra büyük bir binanın önüne gelmişlerdi.

"Harika görünüyor, neresi burası?"

"Tapınağımıza hoş geldin."

Kaşlarını kaldırarak ona baktı. "Tapınak mı? Bir Tarikat üyesi misin?"

Strange kahkaha atmaktan kendini alıkoyamamıştı. "Hayır, Tarikat falan yok. Sakin ol."

"Pekiii... ama Tarikat gibi duruyor, bilgin olsun diye söylüyorum."

Adam sırıtarak kadını içeriye buyur etti. İçeriye girdiklerinde Stephen dostuna seslenmişti.

"Wong, ben geldim!"

Merdivenlerden inen adama bakmıştı Liz. Yüzündeki gülümsemeyle Stephen'a sarıldı. "Stephen, hoş geldin."

"Hoş buldum. Seni bu güzel hanım efendiyle tanıştırayım."

Wong ona bakıp elini uzattı. "Elizabeth."

"Wong." Tokalaşırken Elizabeth yadırgamadan edemedi.

"Wong? Sadece Wong mu? Adele gibi mi? Drake? Beyonce? Veya... Eminem?"

Wong gözlerini kısarak Stephen'a bakarken o da kahkahasını tutamadı. "Ben de aynen böyle söylemiştim."

"Sadece Wong, Bayan Winston."

"Soyadımı söylememiştim ama sadece Elizaeth diyebilirsin."

Wong kafasını salladığında Stephen ciddi haline geri döndü. "Ben sana kalacağın odayı göstereyim. Sonra da Wong ile meseleni konuşuruz. Eminim bir şeyler biliyordur."

Kafasını sallayıp onunla birlikte koridor boyu yürümeye başladı. "Kaç gün buradayız?"

"İki."

"İyiymiş."

"Burada kalabilirsin, benim eski odam. Kendime göre düzenlemiştim. Rahat edemem dersen misafir odası da verebiliriz. Ama orası biraz daha Hong Kong tarzı."

"Ah, sorun yok. Burada rahat ederim. Tura ne zaman çıkarız?"

"Wong ile konuşayım, seni almaya gelirim. Gerçi odada durmak zorunda değilsin, etrafı da gezebilirsin."

"Etrafı gezeyim o zaman ben."

Gülümseyerek konuştuğunda Strange de gülümsemişti. "İyi keşifler."

"Sağ ol Stretch." Göz kırpıp gülerek yürümeye başladığında Strange de arkasından gülmüştü. Sonra da Wong'u bulmak için oradan ayrıldı.

Vertigo(Doctor Strange)Where stories live. Discover now