"Bizim güzel baharımız." deyince çenem titredi.

Biliyordu, babamı biliyordu. Onun fedakarlığını biliyordu. Nasıl gittiğini, bize nasıl bir emanet yaptığını biliyordu.

Benimle aynı renkteki gözleri doldu onun da. "Çok özledim." diye fısıldadım. Kast ettiğim en büyük kaybımızdı.

Dudaklarını birbirine sımsıkı bastırdı. Onunda benim gibi boğazı düğüm düğüm olmuştu muhtemelen.

"Bende." dedi fısıldayarak. "Bende çok özledim."

Eli yüzüme uzandı. Yanağımı sevdi usulca. "Benim güzel yadigarım." dediğinde boynum büküldü. İnsanın kaybının yarası hiç mi kapanmazdı?

Usul usul kanıyordu şimdi. Ben konuşamayınca o yine üstlendi tüm yasımızın yükünü.

"Seni de çok özledim annem. Hadi geçelim içeriye." dediğinde kolunu belime sardı. Başımı omzuna koydum, öyle ilerledik salona doğru.

Onu üzmek istememiştim. Hayatında acı kaybımız haricinde de büyük olaylar olmuştu aslında ama onu görünce hissetmiştim işte.

Yıllardır benden sakladıklarını hissetmiştim. Babamın ölüm sebebini bildiğini anlamıştım çünkü o güzel yüzünde suçlulukta vardı.

Annem buraya daha önce gelmiş olmalıydı. Beni o yönlendirdi ve gördüğüm en geniş salon odasına giriş yaptık.

Avangart stilde döşenmişti salon. Koltuklar koyu mavi renkteydi. Köşeleri ise gold kaplamaydı. Her şey o kadar abartılıydı ki her yer buram buram zenginlik kokuyordu. Manzaralı tablolar bile mavi tonlarındaydı ve altın varaklıydı her biri.

Kendimi yabancı hissederek ilerledim geniş koltuklardan birine. Koltuklar, bahçeye bakan tamamen camdan oluşan duvara göre konumlandırılmıştı.

Bahçede iki kadın koruma nöbet tutuyordu.

Annemle birlikte aynı koltuğa oturduk. Ellerimi ellerinin arasına çekti, kendi kucağında sımsıkı sardı. "Annem!" dedi o içten sesiyle. "Nasılsın?"

Gözlerim dolu bir şekilde gülümsedim. "İyiyim, sultanım. Çok iyiyim." Ellerini sıktım. "Asıl sen nasılsın?"

Tatlı tatlı tebessüm etti. "Bende iyiyim annecim." Gerçekten iyi gözüküyordu. Eğer birazcık hüznünü hissetseydim artık müdahale edecektim. Bundan sonra elim kolum bağlı değildi çünkü.

Bundan sonra susmayacaktım da yutmayacaktım da hiçbir şeyi. Artık o günler geride kalmıştı.

"Benimle görüşmek istemişsin. Levent deden geldi bana bugün sabah." dedi. "Her şeyi anlattı."

Yüzündeki tebessüm yerini tereddütlü bir ifadeye bıraktı. Muhtemelen Levent Beyi dedem olarak bahsedişindendi bu yüz ifadesi.

"Gelmedin." dedim ona kırgınlığımı hiç sakınmadan göstererek. "Düğünden beri görmedim seni. Hiç evimi ziyaret etmedin." Tebessümü tamamen soldu.

"Bende gelemezdim çünkü daha düne kadar hangi şehirde olduğunu bile bilmiyordum." Onu suçlayarak konuştuğumda kendi kalbim de acıdı ama insan kırgınlıklarını bir yere kadar saklayabiliyordu.

Affetmek bir yanaydı da dile getirmediklerimizi kimse biz söylemeden bilemezdi. Bazen kırgınlıkları da sakınmamalıydı insan. Söylemeliydi ki karşı tarafta anlasın derdini. Kimse akıl okuyamıyordu ki içimizde sarmaya çalıştığımız yaralarımızı bilebilsin.

Herkes yürek yarısı değildi ki tek bir bakışımızdan derdimizi anlasın.

"Annem!" dedi bana doğru eğilerek. "Ben..." İç çekti. Babamı da kattı sonra yanına. "Biz hiç senin kötülüğünü isteyecek bir işe evet demedik. Bu doğduğundan beri böyleydi. Ben babana sana hamile olduğumu öğrendiğim gün bir söz verdirdim." dedi.

MIHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin