"Bir...Adam, öldürmek için yaşıyor." Ardından arkasına yaslandı. "İki...Acı çektirmekten zevk alan bir manyak." Bakışlarını bana çevirdiğinde ürperdiğimi hissettim. "Eserlerinden biri yanımızda oturuyor, Jack. Görüyor musun?"

Jack sessizliğe gömüldüğünde Jane kocaman olmuş gözleriyle Percy'i izliyordu. "Ve biz de burada oturup bunun olmasına izin verdik." diye ekledi Percy. "Alexandra'yı yalnız bıraktık."

"Gitmek isteyen oydu." dedi Jane ürkek bir ses tonuyla. "Bizi peşinden gitmememiz için uyaran da sendin." Cümlesini bitirdiğinde salonda derin bir sessizlik kol gezmeye başladı. Herkes bunun doğru olduğunu biliyordu.

Saatlerdir oturduğum tekli koltuktan kalkıp yavaş adımlarla yukarı çıktım. Teo olmadığı için evin en sessiz kısmı burası sayılırdı ve biraz da olsa yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.

Bomboş koridorun duvarlarına dokunup soğuğu parmak uçlarımda hissederek yürürken Teo'nun çalışma odasının kapısının ardına kadar açık olduğunu fark ettim.

Buradan görebildiğim tek şey ceviz ağacından yapılmış masa ve kitaplığın bir kısmıydı. Ancak masanın üzerinde duran şeyin ne olduğunu çok iyi biliyordum.

Teo'nun günlüğü. Aylar önce birkaç sayfasını okumayı başardığım günlük.

Bunun yanlış olduğunu bilsem de kendimi çalışma odasında buluverdim. İçimde, tüm günlüğü okumak konusunda büyük bir istek vardı. Birkaç gün sonra buradan gidecek ve onları sonsuza dek görmeyecek olmama bakılırsa bunu yapmamda bir sakınca yoktu.

Masanın üzerinden uzanıp deri kaplı defteri parmaklarımın arasına aldığımda "Sende kalabilir." diye bir ses duydum ve defteri saniyesinde bıraktım. Teo, kapının girişine yaslanmış beni izliyordu.

Yüzümdeki ifadeye hafifçe gülüp içeriye adım attığında kalbim ağzımdan fırlayacak gibi çarpıyordu. Nefes alıp verişimi düzene sokmaya çalışırken "Özür dilerim." diye mırıldandım. Söyleyebileceğim başka bir şey olduğunu sanmıyordum çünkü yakalanmıştım.

Teo ceketini çıkarıp sandalyeye özenle astı ve kendisine bir bardak viski doldurdu. Ardından bana kaçamak bir bakış atıp "Günlüğümü daha önce de okuduğunu biliyorum." dedi ve beni ikinci kez şoka sokmuş oldu.

Gözlerimi patlatıp ona bakmaya devam ettim fakat o oldukça sakin görünüyordu. Öfkelenmesini beklerken böyle bir tepkiyle karşılaşmak tuhaf gelmişti.

Tekli koltuklardan birine yerleşip karşısındaki koltuğu işaret ettiğinde bacaklarımı harekete geçirmeyi başardım ve gösterdiği yere oturdum. Şimdi tam olarak karşı karşıyaydık ve buz mavisi gözlerini üzerimde hissediyordum.

"Kardeşimle aranda olanları biliyorum." dedi Teo normal bir ses tonuyla. "Merak etme, Alex fazla detay vermedi. Pek tarzı değildir." Kanımın yanaklarımda toplanmaya başladığını hissediyordum.

"Öyleyse sen de beni suçluyor olmalısın." diye mırıldandım. Herkesin yaptığı buydu. Teo bardağındaki viskiyi bir dikişte bitirip boş bardağı aramızdaki ufak sehpaya bıraktı. "Hayır, suçlamıyorum."

Bakışlarımı ona çevirip kaşlarımı yukarı kaldırdım. Teo, ona inanmadığımı fark edince hafifçe gülümsedi. "Bunun bir gün olacağını biliyordum."

Ona karşı suçlu hissediyordum. Bana olan ilgisini -üstelik bunu dile getirmişti- biliyordum. Ve şimdi karşısına geçmiş onunla, kardeşiyle birlikte oluşumu konuşuyordum. Bu, doğru değildi.

"Özür dilerim." diye mırıldandım. Bunu söylemek aklımdan geçmemişti fakat sözcükler bir anda serbest kalmıştı. Teo hafifçe kaşlarını çatıp "Neden?" diye sorduğunda derin bir nefes aldım.

İçgüdüWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu