• 7. BÖLÜM • "SİREN'' •

Start from the beginning
                                    

Bu kampta neden herkes sinir bozucuydu ki?

"Kalkmama yardımcı olduğun için sağ ol, kaburga kemiklerime oturduğun için de özür dilemene gerek yok. Hiç sorun değil." dedim yapmacık bir gülümsemeyle, zaten yüz ifademin bir önemi yoktu. Etraf aydınlık olmadığından yüzlerimize belli belirsiz vuran kırmızı ışık sayesinde birbirimizi görüyorduk. "Her neyse." dedi ve tekrar saçlarını geriye yatırarak düzeltti. "Kimsin sen? Yasak alandasın." dedi. Sorduğu soruyu geçiştirip "Arkadaşımı arıyordum." dedim. "Adı Tan, yeni geldi. Saçları bakır rengi ve uzun boylu sayılır. Genellikle somurtur. Onu gördün mü?"

Kolumdan tutup beni koridora çıkardı ama o içeride kaldı. "Arkadaşını gördüm ama sana yardım edemem, başımı belaya sokmadan git." dedi ve vücudunun yarısını kapıdan dışarı sarkıtıp bir sağa, bir sola baktı. Etrafı kolaçan ediyordu. "Yatakhanene geri dön. Seni yakalarlarsa... İyi olmaz. Anlıyorsun değil mi?" dedi. "Arkadaşımı bulmam gerek. Kapı numarasını söylesen en azından?" diye sızlandım. Az önce yaptığı gibi kapıdan tekrar etrafa bakındı. "278. Benden duymadın. Anlıyorsun değil mi?" Kapıyı yüzüme kapattı.

Koridorda koşarak ilerlerken gözlerimle 278. odayı arıyordum. "275, 277... Hah! İşte." Kendi kendime sevinirken kapıyı tıklattım. İlk tıklayışımda kapının konumunda bir değişiklik olmadığından tekrar tıklattım.

Üçüncü kez tıklatacağım sırada kapı açıldı ve şaşkınlıktan irileşen gözleriyle Tan beni karşıladı. Kolumdan tuttuğu gibi beni içeri çekti ve kapıyı kapattı. "Burada ne yapıyorsun sen?" dedi fısıldayarak, sinirlendiği belliydi. "Seni arıyordum, ne yapacağım?" dedim aynı şekilde fısıldarken. "Bir sorun mu var?" dedi, kaşları çatılmıştı. Yüzüme o kadar yakın duruyordu ki bir milim oynasam dudaklarımız birbirine değecekti. Rahatsız olarak kendimi geri çektim. Yine de beni içeri sokarken tuttuğu kolumu bırakmamıştı. "Biraz sakin ol. Bizi Lider gönderdi, yani Lider'den bahsediyoruz! Biraz yaramazlık yaptım diye öldürecek hal-" "Kes şunu Alya! Onlar POST, ölüm için yaratılmışlar. Neden geldin?"

"Biriyle tanıştım, eğitmenlerden birinin kızıymış. Beni sadece rütbelilerin girebileceği yerlere sokacakmış ve sen de geliyorsun." dedim. Fısıldarken konuşmak beni zorlamıştı. "Orada ne yapacağız?" dedi. Kapı aralığından sızarak yansıyan kırmızı ışıktan göründüğü kadarıyla çattığı kaşlarını hala gevşetmemişti. "Ne mi yapacağız? Edineceğimiz her bilgi bizim lehimize Tan. Neler çevirdiklerini bilmek istemiyor musun?"

Tuttuğu kolumu sertçe serbest bıraktı. "Ben gelmiyorum. Sen de gitmeyeceksin. Ailenle tehdit edildiğinin farkında mısın?" dedi. Az öncekinden daha hararetliydi. "Evet! Bu yüzünden yapıyorum ya." diye tısladım dişlerimin arasından. "İyi. Sen git, ben gelmeyeceğim." dediğinde tek elimle onu omzundan ittirdim. "Benimle ters düşmeye bayılıyorsun zaten!" Bu sefer iki elimle bir kez daha ittirdim. "Ne zaman benim dediğimi yaptın ki?"

Açıklama yapmasına izin vermeden kapı kolunu sertçe çevirdim ve odadan çıktım. Peşimden bakma ihtiyacı bile duymadan kapıyı arkamdan seslice kapatmıştı. Son zamanlarda sürekli huysuzdu ve nedenini anlayamıyordum. Davranışları bana halkımızın kullandığı bir deyimi çağrıştırmıştı.

"POST askeri kadar inatçı."

•••

"Heyecanlı mısın?" dedi Luna, hep yerinde olan neşesiyle. "Hadi artık." diye mızmızlandım. "Tamam tamam!" dedikten sonra beyaz kartı kapı girişindeki makinaya okuttu. Otomatik kapı ince bir cızırtıyla iki yana açılırken Luna ellerini çırpmakla meşguldü.

Beyaz led ışıklarla aydınlatılmış, tamamen maundan döşenmiş çalışma odasına gelmiştik. İçeri girerken burnuma yoğun bir vanilya kokusu dolmuştu. Maun rengi masaya işaret parmağımı sürterek odada ilerlemeye devam ettim. Elini cebine atmış, sallanan Luna gülümseyerek beni izliyordu. "Nasıl ama?" dedi sallanmaya devam ederken. "Harika." dedim doğrudan gözlerine bakarken. "Bu oda ne için var?" diye sordum.

"Harita odası diyorlar." dediğinde kaşlarım refleks olarak havaya dikilmişti. "Harita odası demek... Neyin haritası bu?" dedim. Luna'nın saflığından yararlanmak içimi gıcıklasa da, yapmak zorundaydım.

"İşgal edilecek yerlerin falan işte. Haberin olsun," ellerini dudaklarının kenarına siper ederken "Çok gizli!" diye fısıldadı. Ardından itici bir şekilde kıkırdadı. Bu hareketinden oldukça rahatsız olsam da ben de onun gibi güldüm.

Duvara yansıttıkları büyük dijital haritaya doğru ilerledim. Hedeflerinde neredeyse tüm dünya vardı. İstanbul'u aradı gözlerim, kaçıncı sırada olduğumuzu ve bir sonraki yerin neresi olduğunu bilmek istiyordum.

Elimle siyah okları takip ederek İstanbul'a ulaştım. Kırmızı daireler içine alınan şehir yirmi birinci sırada geliyordu. Biz yirmi birinciydik, hedeflerinde olan tüm şehirlerle işlerini bitirmişlerdi bile. Herkesi öldürmüşlerdi. Tüm kaynaklarını ele geçirmişlerdi.

Siyah okları takip ederek bir sonraki şehre bakındım. Duhok adlı şehirden sonra Tebriz, Zerka ve daha bir sürüsü geliyordu. Dehşete düşerek haritayı incelemeye devam ettim. Bu ne zamana kadar devam edecekti böyle? Kaç şehir vardı hedeflerinde? Haritada göründüğü kadarıyla seksen taneydi ama POST'u biraz tanıyorsam seksen şehrin kanıyla doymayacak kadar caniydi.

Ben bunlarla meşgul olurken beklenmedik bir şekilde birden bire kırmızı ışıklar yandı. Başta ışıkları Luna'nın yaktığını düşünsem de ardından gelen acı siren sesiyle bir şeylerin yolunda gitmediğini anladım. Kalp atışlarım hızlanırken içimden koşup, kaçmak geliyordu. "Sakın askerler gelmeden kıpırdama! Kıpırdadığın anda binlerce kez vurulursun." dedi Luna, siren sesinin arasında kendini duyurmak için bağırıyordu. O da benim olduğum gibi olduğu yerde kalakalmıştı.

Ayak sesleri bize yaklaşırken avuç içimle alnıma vurmak geliyordu içimden.

"Luna!" diye inledi tok bir ses. Ardından elindeki kumandayla kırmızı yanan ledleri tekrar beyaza çevirdi. Tehlikeyi atlattığını anlayan Luna "Babacığım, beni affet! O beni buna zorladı!" dedi eliyle beni işaret ederken, ardından da ağlamaya başladı. Arkadaki tüm askerler Luna'ya doğrulttukları silahları bana çevirdiler. İçinde bulunduğum durumu bir kenara itip, Luna'nın nasıl bu kadar inandırıcı yalan söyleyebiliyor oluşunu tarttım kafamda. 'Saf' diyerek hafife aldığım kız, beni elleriyle ateşe atacak kadar kurnazdı.

Şaşkınlıktan ağzım aralanırken iki POST askerinin koluma girerek beni götürmesiyle kendime geldim.

---------------------------------------------

İŞGAL/TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now