-44- Hazan vakası.

Start from the beginning
                                    

"Seni öldürdükten sonra helva yaparım diye düşünmüştüm, hata mı etmişim ?" dedim, gözlerimi kısmış bir şekilde ona bakarken. Neden bilmiyorum ama şu cümleleri de önüne sermeden rahat edememişti içim : "Üstelik asıl gereksiz kıskançlığı yapan kişi o. Sırf Doruk'un doğum gününü hatırlıyorum diye sabahtan beri atarlı penguenler gibi dolanıyor etrafta."

"Ay, sen tescilli salaksın." deyip derin bir nefes aldı, acaba salak olduğumu yüzüme karşı belirtmeyen biri kalmış mıydı ? "O anki tepkinin nasıl olduğunu tahmin edebiliyorum. Kesin heyecanlı bir şekilde demişsindir, yanlış mı ?"

"Birazcık öyle olmuş olabilir yani," dedim ve bakışlarımı yüzünden çekip başka bir yere yönlendirdim. Haklı olmasından nefret ediyordum.

"Eski sevgilinle aynı ortamda bulunmanda bile kıskanılacak bir yer bulabilen Buğra'nın, sanki çok önemli bir şeymiş gibi Doruk'un doğum günü için heyecanlanmana bu atarlanmaları bile az bence. Haline şükret o yüzden."

Dediklerinin gerçeklik payını kendi çapımda değerlendirmemle birlikte, oturduğum yere kendimi gömmek istemem bir olmuştu.

Tamam, sanırım bu kadar uyuz davrandığım için hatalı olan bendim. Ve özür dilemesi gereken kişi de bendim.

Ama... dilemeyecektim.

Bugün o kızın yanına gitmemesi konusundaki kararımı umursamamış olması benim yaptığımdan binlerce kat kötüydü ve bu durumda şartlar değişmiş oluyordu. Yani özrü dileyen kişi Buğra olmalıydı.

Ama yine de olayı başlatan kişi ben olduğum ve bunu ne olursa olsun binlerce kez Buğra'nın yüzüne çarpacağım için özür dileyecek kişi ben olacaktım.

"Hadi kalk," dedim Tuğba'ya, ona laf yetiştirmeye çalışırken yataktan iniyordum. Ayaklarımı yerle kavuşturduğum an, şortumu düzelttim ve Tuğba'ya bir açıklama daha yaptım : "Buğra'ya minik bir sürprizim var."

Odadan çıktıktan hemen sonra, merdivenlerden inmeye üşenip asansöre doğru ilerlemiştik. Asansörden sonra ise meydana. Kesinlikle oradalardı, bunu tahmin etmek pek de zor bir şey değildi hani. Asıl zor olan yol boyunca Tuğba'nın çenesine katlanmaktı.

"Hala o konuda saçma sapan kıskançlıklar yapmayı planlamıyorsun değil mi ?"

Cevap vermedim.

"Yani Buğra bana bile bakmadıysa başka kimseye bakmaz, emin ol."

O, bir kahkaha koyverirken ben de bunun, onunla benim aramda olan kaç bininci fark olduğunu hesaplamaya çalışıyordum. O, egoistin tekiydi. Ben ise değildim. Ben kendimi şu ana kadar hiç beğendiğimi bile hatırlamıyordum hatta.

Her gün, insanların "Güzelsin," veya "Saçın da çok iyi bugün," demesine rağmen aynı şu şekildeydim :

"Ya, dibinden keseceğim en sonunda şu saçlarımı. Şaha kalkmış ata benziyorlar resmen, bu ne kabarıklık be !"

Ama Tuğba kesinlikle tam tersimdi. "Kahretsin, bugün de çok güzelim." triplerinde dolanırdı genellikle.

Neyse ki birbirimize huy olarak benzemiyorduk.

Sonuç olarak, ona cevap vermeyip suskun kalmayı tercih etmiştim ve  meydana ulaştığımızda da tahminimin ne kadar doğru olduğuna kanaat getirmiştim. Oradalardı.

İlk gözüme takılan kişi tabii ki de Buğra'ydı, sigarasının dumanını dışarı verdikten hemen sonra benim geldiğimi fark etmiş olacak ki, bakışları bana doğru çevrildi.

Gamzesinin, beni gördüğü an büründüğü halini seviyordum en çok.

Bana ne kadar sinirli veya kızgın olursa olsun beni gördüğü zaman, dudak uçları yukarı doğru kıvrılıyor ve sağ yanağındaki gamze kendini belli etmek istercesine ortaya çıkıyordu.

Sen Gitmeden Önce.Where stories live. Discover now