4-*Azrail'in Evi*

Start from the beginning
                                    

O adam, lakabı Azrail olan o adam beni darmaduman eden cümleleri kurduktan sonra uzun bir süre bana bakmıştı.

Sessizliğim, gerçekliğine inanamadığım cümlelere karşıydı. Kelimelerim çekip gitmişti sanki. O da bunu hissetmiş gibi "Biraz düşün, konuşalım." dedikten kısa bir süre sonra yanımdan ayrıldı.

Gerçekten de ne kuracak cümlem ne de itiraz edecek sitemlerim vardı o an öylece donup kalmıştım. Çünkü gerçekliğini kavrayamamıştım.

Onu tanımıyordum ama kelimeleri o kapıyı çekip odadan çıktıktan sonra uzun bir süre benimle oturmuşlardı. Yüreğimi acıtmış bana bu adamın canımı yakacağını söylemişlerdi.

Gerçek değildi, gerçek olamazdı ne evliliğiydi? Yaşım küçüktü bir kere. Olmasa bile evlenmek istemiyordum. İstesem bile böyle bir adamı istemiyordum.

İnanmayı reddettim o an. O kimdi ki sadece annemin şefkatine boyun eğen yüreğime acı çektirecekti. O kimdi ki babam öldükten sonra bile ayağa kalkmış yüreğime kor ekecekti?

O konuşmadan kısa bir süre sonra Annem, Eylül'le birlikte içeri girdiğinde ona koşmak her şeyi anlatmak istedim bu yüzden.

Ama yüzüne baktım ve yine donup kaldım. Çünkü yüzünde öyle bir ifade vardı ki sanki yalnız benim zararıma değil, teslim oluşuna da yas tutuyordu. Neye teslim oluyordu, kime teslim oluyordu? Anlayamıyordum.

Oradaki hüznü görüp susuşum o konuşsun diyeydi. Öyle bir sessizlik çökmüştü ki dilime sanki yüzünde saklananları yüreğim hissetmişti de ben çözememiştim.

Eylül gelip kendini tanıttıktan sonra gelen telefon haberiyle televizyona baktık ve işte uyandığım andan itibaren ikinci defa ruhsal olarak büyük bir darbe almış gibi hissediyorum.

Gözlerimi tekrar açıp reklamların oynatıldığı televizyona boş gözlerle bakan anneme baktım. Beni hissetmedi uzun bir süre. O hissetmedikçe içim yandı. Bir terslik olduğuna dair hissim o bana bakmadıkça, ağırlaşan bir hastalık gibi gittikçe nüksediyordu.

En sonunda pes ettim, dayanamadım. Kurumuş dudaklarımın arasından hıçkırıklarım firar edemeyince sorularımı gönderdiler.

"Neler oluyor anne?"

Annem basit bir tebessümle bana bakıp yavaşça gülümsedi. O gülüşte sığındığım şefkati yerine korku vardı. Bunu fark etmek, korkmamak için verdiğim savaşa karşı mağlubiyetimin sebebiydi.

"Seni korumak istiyor bitanem." Sahte gülümseyişi tamamen yok oldu. Sözler bile yetmişti bunu yapmaya.

"Sen bana anlatmadın ama tanışmışsınız Siraç Bey'le. Kötülük, dostunu da düşmanını da beraberinde getirir. Senin temiz ruhuna, düşmanlarının kirli ellerinin değmesine sebep olmuş. Şimdi seni sadece kendisi kurtarabileceğini iddia ediyor." dedi. Sesinde ki inançsızlık, kaşlarımın çatılmasına sebep oldu.

O da inanmıyordu işte, bu işte başka bir iş olmalıydı. Annem nasıl bu kadar kolay kabul edebilirdi bu tuzağı?

"Ona dedemin, amcamların polis olduğunu söyleyebilirdin. Onlar beni koruyabilirler anne. Bunu sen benden daha iyi biliyorsun." dedim. Kaşlarım çatılmıştı.

Annem 'in de bana benzer şekilde kaşlarının çatıldığını görünce yüreğim yine aynı hissiyata kapıldı. Bir şeyler saklıyordu.

"Hayır, onları bulaştırmayacağız." Bana karşı çok nadir kullandığı sert bir üslupla. "Sadece uzaktan korunacaksın. Bunun sözünü bana verdi."

Sonra gözleri yumuşadı. "Bana öyle bakma, annem!" dedi gözleri tekrar dolarken. Benim de gözlerim doldu. Nasıl baktığımı bilmiyordum ama tüm dayanaklarım elimden alınmış gibi hissediyordum.

MIHWhere stories live. Discover now