Gerçek olan gördüklerim miydi yoksa hissettiklerim mi...

260 4 4
                                    

Sıkkındı yine. Allah'ım sanki bütün dünyayı sırtına yüklemişlerdi. Ne yapacakları bitmek biliyordu ne de milletin isteği. Bir küfür çekti içinden sonra yeni yıkadığı çarşafları serdiği hanımeli kokulu yatağına attı kendini. Her gece saatlerce bakıp hayal kurduğu fotoğrafı almak için komodine uzandı. Ne zamandır seviyordu onu? Ya da nasıl başlamıştı onu sevmeye? Neden seviyordu ki onu, neydi onu bu kadar mükemmel kılan? Hiçbirine cevap veremeyecekti yine, dert de değildi zaten. Onu sevmek bile hayatını anlamlandırıyordu. Arkadaşları ne derse desin, isterlerse dalga geçsinler yine de umursamıyordu. İnsan zaten nedensiz sevmez miydi, öyle demiyor muydu bütün filmler, kitaplar?

İlk konseri olacaktı. Hong'u gördüğü ilk konser olacaktı. Onu belki de ilk ve son kez yakından görecek, gözlerinin derinliklerine bakacak ve parfümünü içine çekecekti. Belki I Confess şarkısında Hong uzaklara bakarken Yuki de onun baktığı yerde olmayı dileyecekti. Bütün bunlar kafasında durmadan dönüp duruyordu. Bir yandan yıllardır hayalini kurduğu anı yaşamanın mutluluğu bir yandan da tılsımlarla sarmaladığı o anların yok olmasından korkuyordu, büyüsü bozulmasın diye dua etmeleri ondandı hep. Ne kadar baktı fotoğrafa, ne kadar daldı hayallerine kulağında Hong'un sesiyle farkında değildi. Ama zaten önemsizdi saatler gece yarılarını vursa da yarın ona kavuşacaktı, hayaline dokunacaktı belki de. Gözleri yavaşça kapanmaya başladı, karanlığa büründüğünde her şey karşısındaki yine oydu, Hong'du.

Sabah 9 da ayaktaydı. Hemen aynanın karşısına attı kendini, gözlerinin altında siyah halkalar sanki kutu kutu pense oynuyorlardı döne döne, Allah'ım neden bu kadar çoklardı ki. Sırf konserde güzel görünebilmek için aldığı malzemelerin neredeyse hepsini boca etti suratına, yaptığı maskelerse cabası. Okula bile gitmeyecekti bugün, yapması gereken ödevleri varmış kim takar. Bugün vuslata erecekti, onu görecekti. Yüzüne uyguladığı yeşil çaylı maskesini bir güzel sildikten sonra mutfağa bir şeyler yemeye gitti. Onu bile düşünmüştü. Ne çok fazla yiyip göbeğinin çıkmasına izin verecekti ne de yorgun görünmesine neden olacak kadar az. Resmen bütün planlarını konsere göre endekslemişti. Günler öncesinden fan sayfalarını taramış, bütün güncellemelerini takip etmiş hatta şarkılarını ezberlemeye bile çalışmıştı.

Telefonunu titreşime almıştı, kimseyle konuşmak istemiyordu. Kimse planını bozamazdı bugün, buna izin veremezdi. Yine de merak etti, telefonunu masanın üzerinden kapıp mesajlarına baktı. Off bir sürü gelmişti yine. Neden bu kadar çok mesaj atarlardı ki sanki. Aman hep aynı şeylerdi, yok orada buluşuyoruz, yok erkek arkadaşımdan ayrıldım yine. Kusura bakmasın kimse bugünü sadece kendine ayırmıştı. Ama o da ne? Saat 4'te havaalanına ineceklermiş. Gitse miydi, dayanabilir miydi? Ya önünden geçerse ya daha konsere gidemeden onun büyüsüyle kendinden geçerse? Attı bütün bu düşünceleri kafasından, "Bu günü bekliyorsun kızım bir daha yaşayabilecek misin sanki?" diye tabir-i caizse kendi kendini gaza getirdi. Hemen kalktı yerinden günler öncesinden hazırladığı kıyafetlerini üstüne geçirdi. Aslında öyle ahım şahım değillerdi kaldı ki Yuki sevmezdi zaten renkli şeyleri. Hatta annesi lisedeyken az başının etini yememişti, kızım dolabını açınca içim kararıyor bu ne diye. Yırtık kotunun üstüne ROCK yazısı zımbalı vücudunu saran bluzunu giyip bir de koyu makyajını yapınca tam rock konser havasına bürünmüştü. Ama neredeydi bu Allah'ın cezası kuru kafalı yüzüğü. Bulmalıydı onu, Hong'la ortak noktalarından biri oydu, ne de olsa ikisi de tam bir kuru kafa delisiydi. Hah işte oradaydı, neredeyse dağınıklığı başına iş açıyordu. Parfümünü de sıkıp çantasını taktığına göre hazırdı artık. Her gördüğünde kalbini yerinden çıkaran yıldızına kavuşabilirdi.

Durakta vakit geçmek bilmiyordu sanki, ne gelmez otobüstü bu. Hoş gelenler de ağzına kadar doluydu. Benim çıkacağım zamanı beklediler sanki diye sövdü içinden ama yine de ite kaka binmek zorunda kalan önündeki otobüse. Saat 4'e çeyrek kala girdi havaalanının kapısından. O kadar kalabalıktı ki her yer. Geceden gelenler bile vardı, elleri kolları fan ürünleriyle dolu olanlar. Kendini bomboş hissetti o an Yuki. Hiçbir şey getirmemişti yanında. O an o kadar kötü olmuştu ki morali öyle ki sanki herkes ondan daha çok seviyordu Hong'u, herkes bağırıyordu, posterlerini açıp seni seviyorum diye kıkırdıyorlardı. Oysa Yuki uzaktan bakıyordu öylece, sizden daha çok seviyorum dese inanırlar mıydı ki? Önemli değildi hiç biri çünkü daha çok seviyordu o, her gece hayalini kuruyordu sol dişindeki açıklığı bile seviyordu. Bir ses düşüncelerinden uyandırdı onu, Allah'ım neydi bu gürültü? Neden itiliyorlardı ki şimdi onu? Anladı, kapıda beliren Hong'u görünce anladı. Dizlerinin bağı çözüldü sanki, karardı her şey. Aralarındaki yol aydınlanmıştı tek, sadece onlar parlıyorlardı tepelerindeki yıldızlar toprağa kavuşmak istercesine düşerken. Kulağında bir mırıltı, onun sesiydi. O kadar huzurluydu ki o anda takılıp kalmak istedi, zaman hiç geçmesin istedi.

Oradan oraya koşturan bir kız öyle bir çarptı ki Yuki'ye istese de ayakta duramazdı zaten, yere kapaklandı acı içinde. Delinen omzuna mı sinirlensin yoksa anın bozulmasına mı bilemedi. Zaten ne zaman her şey yolunda gitmişti ki? Çantasından savrulan eşyalarını toplamaya çalışırken yerdeki telefonuna uzanan bir el gördü. Utanarak kafasını kaldırdı, hatta saçma ama Hong olmasını diledi. Karşısındaki Hong'du evet ama telefonuna uzanan el ona ait değildi. O el Jonghoon'undu, her zamanki davetkar gülümsemesiyle bir şeyler söylüyordu ama o an Yuki sadece bir kızın saçını kulağının arkasına götüren Hong'u görüyordu. Hele o bakışları neden böyle bir erkeği sevmek zorundaydı ki? Neden sevdiği erkek kızlarla bu kadar samimi olmalıydı? Yoksa o mu hayallerinde yüceltmişti onu? Bir kadına bağlanamayacak kadar ne yaşamıştı hayatında bu kadar?

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Yıhyıhyıh it's gonna be dirty everywhere. 

Love WhispersWo Geschichten leben. Entdecke jetzt