"Geç kaldım mı öğretmenim?" Rıfat'ın elini tutan kardeşi arkasına sığınmış, Gülilzar'a ürkekçe bakıyordu. Gülilzar ilk öğrencilerine içinde bastıramadığı sevinçle,

"Sıraya girin de marşımızı, ardından da andımızı okuyalım," dediğinde Rıfat kardeşini de sürükleyip okulun tam karşısına konuşlandı. Gülilzar, çocuklara eşlik ederek eli ile orkestra şefi gibi yönlendiriyordu onları. Rıfat ise arada tuhaf sesler çıkaran kardeşinin sesini bastırarak yüksek sesle marşı söylüyor, göğsünü kabartıyordu.

Marş bittiğinde Gülilzar, Rıfat'ı yanına alarak andı söylemesini buyurdu. Böylece Rıfat'ın küçük kız kardeşinin sesi de duyulmuş oldu. Rıfat kelimeleri bağırıyor, kardeşi tekrar ediyordu. Şimdilik iki öğrencisi ile gurur duyan Gülilzar sırayla onları içeri geçirdi. Çizgi çalışması yaptırdı, resim çizdirdi. Zaman öylece akıp giderken meraklı gözler de katıldı onlara. Çok az göz, Gülilzar'ı gönülgücü yitik görmeyi beklerken neşeli hali kaş çatmalarına sebep oluyordu. Diğerleri ise Gülilzar'ın bu mutluluk saçan çavutuna girmek için hareketlendi.

Gülilzar'ın sekizi küçük, akşamüzeri öğrenim görmek üzere de iki hanım talebesi vardı artık. Hanımlardan biri, otuz iki yaşında, Kadir Bey'in çalışanlarındandı. Onu Murat göndermişti ve Gülilzar bunu duyduğunda bahtiyar olmuştu. Bir diğeri ise on altı yaşında henüz evlenmiş gencecik bir kadındı. Eşi askere gittiğinden kayınvalidesinde kalıyor, eşinden gelen mektupları okuyamadığından yakınıyordu. Kocası öğrendiyse o da öğrenmeliydi ve Gülilzar bu istekli küçük kadını takdir ediyordu.

Günün sonunda mutluluk ile dolup taşan Gülilzar köyün hanımlarından aldığı erzakları dolaba yerleştirip muhafaza etti. Kendi odasında aş için ayrılan bölmede ateşi yakıp yemek yaparken de huzurluydu bir başına yaptıklarını yerken de. Lakin ne zaman ki kapı yumruklanırcasına çalındı o zaman Gülilzar'ın da erinci son buldu. Kapı, ardındaki ile Gülilzar'ı ayırmak için inat gibi açılmayınca Gülilzar o zarif omzunu kapıya dayayıp hafifçe kendine doğru çekti. Nihayet kapı açıldığında öfkeli bir kadın paldır küldür daldı sınıfa.

"Sen benim gelinime ne edecekmişsin? Uzak dur gelinimden, o bana Mehmet'imin emaneti." Parmağını öfkeyle sallayan bu kadın, Gülilzar'ı zerre kadar korkutmadı. Kollarını göğsünde bağlayıp dik duruşunu sergiledi.

"Önce bir destur deyin hele!" Yemenisini çenesinde tutturmuş olan bu kadın Gülilzar'ın bu sakin haline daha çok sinirlenmiş gibi kükredi. Elini havada sallayarak,

"Sen destur dedin mi sepirdek!" dediğinde Gülilzar anlamını bilmediği bu kelime ile afalladı. Kalkan kaşlarıyla birlikte şaşkınca bir ifadeye büründü yüzü.

"Anlamadım. Ne demek istediniz?" Kadın daha fazla dayanamazmış gibi pes bir ses çıkarıp geriledi.

"Benim gelinim, Halime, buraya gelmeyecek, o kadar!"

"O neden Hafsa Ana?" Gülilzar ile adı Hafsa olan kadın, sesin geldiği yöne baktığında elinde cıngıl taşıyan Murat'la karşılaştılar. Murat, başında kasket, ayağında çizme, üstünde yelek ve üst düğmeleri açık gömleğiyle çalıştığını söylüyordu adeta. Hafsa Ana, çatılı kaşlarla cevapladı onu.

"İşime karışayım deme Murat. Ben, babanın uşağı değilim!" Ardından Murat'ı itekleyerek çekti gitti. Gülilzar başından aşağıya boşanan kaynar su ile kalakalmışken Murat yanına yaklaşıp yoğurt dolu cıngılı sıralardan birine bıraktı.

"Validem gönderdi, taze yoğurt. Afiyetle ye." Gülilzar bu incelik karşısında göğsündeki daralmayı kulak ardı edip tebessümünü sundu. Murat Gülilzar'ın durumunun farkında olarak onu neşelendirmeyi denedi. "Bugün mektebe gelen bayağı talebe varmış. İlk gün bereketiyle gelmiş." Gülilzar surat asarak,

"Sadece sekiz çocuk ve iki kadın..." İç çekince o kargıma korse tekrar battı vücuduna. "Gerçi kadınlardan biri gelemeyecek." Elini kaldırıp kapıyı gösterdikten sonra güçsüz düşmüşçesine indi bacağına eli.

"Okuması gereken kaç çocuk var?" Gülilzar, Murat'ın bu meraklı halini şüpheyle karşıladı. Lakin yine de söylemekten geri durmadı.

"Yirmi iki çocuk..." Murat omuz silkip tembelce gülümsedi.

"Eh, yarın bütünü tastamam mektepte olur. İlk günün günahı olmasın Gülilzar." Genç kadın başını, Murat'ı geçiştirircesine salladı. Ardından aklına gelen şeyi döküverdi dili.

"Sepirdek ne demek Murat?" Murat dudak bükerek,

"Benli demek," dediğinde Gülilzar, Murat'ın bu cevabı ardından elini sol yanağına götürüp kapattı. Genç adam bu hal karşısında, "Neden sordun?" diye merakına yenildiğinde Gülilzar eli ile örttüğü yanağı münhal edip gösterdi ona. Murat, Gülilzar'ın ne demek istediğini anlayınca genişçe sırıttı. "Latife etmişler. Bana kalırsa yüzündeki bu nişan, daha bir hoş kılmış..." Gülilzar, bir kaşını kaldırıp dudak büktü.

"Tezyif ediyorsun." Ardından kıkırdadı. "Nazım yüzümdeki benleri yıldıza benzetirdi." Söylediğinden pişmanlık duyarak suskunluğa bürüdü dudaklarını. Murat anlayışlı çıkarak ne Nazım'ı sordu ne de başka bir sual ile sıktı canını. İyi günler dileyip yanından ayrılmaya kalkıştığında genç kadın onu uğurladı. Bu arada Murat yayan giderken evine Gülilzar'ın bilmediği bir araç yanaştı mektebin çorak bahçesine. Murat da Gülilzar da merakla sürücüyü bekledi.

Gelen Gülilzar'ın yüreğini sıkarken Murat'ı öfkelendirdi. Gelense Murat'ı es geçip bagajına yöneldi. Bir süre orada oyalanıp da kollarında kutularla çıktığında neşeyle Gülilzar'a doğru attı adımını.

"Yeni bir öğrenim yılına kitap ve defter gerekiyordu değil mi Gülilzar Hanım?" Yanına daha fazla yaklaşıp göz kırpınca Gülilzar ellerini nereye koyacağını bilemedi. Doktor şevkle, "İtibarım için iyi bir başlangıç bence," dediğindeyse kendi itibarını düşünmeden edemedi. Zira bu saatten sonra saygınlığını kendi eli ile lekeleyecekti. Bu, kaçınılmaz olandı.

GÜLİLZAR Where stories live. Discover now