• 5. BÖLÜM • "ASKER"•

Start from the beginning
                                    

"Şaka yapıyorsunuz herhalde." dedim alayla gülerek. "POST askeri olmak mı? Hah! Daha komiğini duymamıştım doğrusu." Benden başka kimse gülmüyordu. Lider ve Tan yüzüme anlamsızca bakıyorlardı. Bense kahkahalarımı bastırmaya çalışıyordum. Komik bir şey olmamasına rağmen gülmekten gözlerimden yaş gelmişti.

Bir süre sonra gülmeyi bırakıp yere çökmüş ve ağlamaya başlamıştım. Bunlar gerçekleşirken kimse sesini çıkarmıyor, herkes büyük bir dikkatle beni izliyordu. Kendimi delirmiş gibi hissetmeden edemedim. Sonunda Tan yanıma gelip sırtımı sıvazlamaya başladı, o an kendimi ona sarılmaktan alamayarak aklıma estiği gibi yaptım ve kollarımı ona doladım.

•••

"Şuraya doğrultacaksın ve derin bir nefes al. Evet böyle kal, güzel bir pozisyondasın. Şimdi..." Arkamdaki rütbeli askerin bana öğrettiklerini uygulamaya çalışıyordum. Elimize kocaman silahlar tutuşturup bizi iki ayrı eğitmene yollamışlardı ve şuan kendi köyümüzde bile değildik. Eğitim için ayarlanmış özel bir yere getirilmiştik ama nerede olduğumuz hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Uçağa bindirilmiştik ve getirildiğimiz yere girmeden önce gözlerimizi bir bandajla kapamışlardı.

Eğitim aşaması basitti fakat asıl önem arz eden yer burada öğrendiklerimizi nerede kullanacağımızdı.

Askerlerin yaptıklarına bakılırsa insanlara işkence etmemiz ve buna benzer şeyler yapmamız gerekiyordu. Bende bunu yapabilecek en son insandım, yine de bunu şimdilik unutmaya çalışıp ailemi tutabildiğim kadar hayatta tutmam gerekiyordu. "Beni dinlediğinden emin misin Alya?" dedi arkamdaki asker. Bana kendi adını söylememişti bile ama o benimkini biliyordu. "Ha? Evet. Dinliyorum, devam edin." dedim. Kaşları çatılırken gözlerimin içine doğru öylece bakıyordu, daha fazla dayanamayarak gözlerimi kaçırdım.

"Bak, eğer biraz aklın varsa dediklerimi yapar ve bu aşamayı tamamlarsın. Aksi halde sana olacakları anlatmama gerek yok diye düşünüyorum." dedi sert bir ses tonuyla. Bu dediklerini sessizce dinledim. "Anlaşıldı mı?" dedi bağırarak.

Cevap vermedim.

Onu sinirlendirmiş olmalıyım ki kulağımın dibine kadar yaklaştıktan sonra, ses tellerinin aldığınca "Anlaşıldı mı dedim!" diye bağırdı. "Evet!" dedim kendimi geri çekerken. "Evet, anladım!" Benden uzaklaşırken "Güzel." dedi kendi kendine. "O zaman devam edelim, silahını tekrar kaldır ve az önceki pozisyonuna geri dön."

Dediklerini yaptıktan sonra bir dahaki hamlem için emir bekliyordum. "Şimdi ateş et!" dediğinde peş peşe ateş etmeye başladım. Hepsini vurmam elbette tesadüf değildi. POST adlı ordu her köyü işgal etmeye başlayınca babam bana ve kardeşlerime tüfek ve silah kullanmayı öğretmişti. Bir gün lazım olacağını, bilmemizde fayda olduğunu da vurgulamıştı. Eh, dediği de olmuştu.

Parçalanmamış bir şişe dahi kalmadığında silahı indirip eğitmene baktım. "Sana silahı indirebileceğini söylemedim asker." dediğinde suçlulukla silahı eski konumuna getirdim. "Şimdi indirebilirsin." dedi sinir bozucu bir tavırla.

Gözlerimi devirirken silahı indirdim. "Bir daha gözlerini de devirmeyeceksin asker, ben ne dersem onu yapmayı öğren. Anlaşıldı mı?" Dediğine karşılık sadece kafa salladım. "Anlaşıldı mı asker?" diye tekrarladı. "Anlaşıldı!" diye bağırdım. Avazım çıktığı kadar çığlık atma isteğimi bastırarak olduğum yerde dikilmeye devam ettim.

"Şimdi beni takip et." dedi arkasını dönerken. "Bunu gayet güzel anladığına göre, bir sonraki antrenmana geçebiliriz."

İlerlemeye devam ettiğimiz mekanın içi çok basıktı fakat bu tavandan kaynaklanmıyordu. Etrafta nahoş bir koku vardı ve sarı ışıklar insanın içine sıkıntı veriyordu. Duvarlara garip şeyler yazılmış ve çizilmişti. Hepsi daha çok POST askerleriyle alakalıydı, isimleri ve saçma sapan POST marşlarını uzaktan seçebiliyordum.

"Yüksekten korkar mısın asker?" diye sordu beni heyecanlandırmak ister gibi. "Hayır." diye yanıtladım ama aslında yüksekten korktuğum kadar başka bir şeyden korkmazdım. "O zaman bugün şanslı günündesin." dedikten sonra uzunca bir kapıyı iki eliyle sertçe ittirdi ve başka bir eğitim safsatasıyla uğraşacağımı bana açıkça belli etti.

Beş dakika kadar sonra, bana neyle karşı karşıya olduğumu bile anlatmadan soyunma odasına girmemi ve oradaki kıyafetleri giyip 60 saniye içerisinde yanına geri dönmemi istedi.

Askıya asılmış kıyafetleri pek fazla incelemeden giymeye başladım. Bu sefer tulum değildi ve iki parçadan oluşuyordu. Üstüme lacivert bir kısa kollu tişört giydikten sonra, altına askeri tulumun kumaşından oluşturulmuş bol pantolonu giydim. Giyecek yeni bir ayakkabı ya da bot verilmediğinden ilk seferde verilen botu tekrar ayağıma geçirdim.

Koşar adım eğitmenin yanına dönerken nefes nefese kalmıştım. Eğitmen saatine bakarken streslenmiştim. "Yaklaşık 13 saniye geciktin." dedi. Kapalı alandaydık ve etraf boş olduğundan sesi yankılanmıştı. Dediğine karşılık sessiz kaldım. "Sana ceza vermek zorundayım." dediğinde yere eğdiğim kafamı aceleyle kaldırarak yüzüne baktım. Ne tür bir cezaydı bu?

"Kurallar, asker. Onlara uyacaksın. Yere uzan ve 50 şınav çek. 15 dakikan var." dediğinde gözlerimi büyüterek ona baktım. "Ben daha önce hiç şınav çekmedim, nasıl yapılır bilmiyorum efendim." dedim mahçupça. Sakin kalmamın sebebi bana acımasını sağlamaya çalışmamdı ama şuana kadar bu çabamı boş çıkarmıştı.

"İtiraz yok asker. Başla." dediğinde yüzüne bakmaya devam ettim. "Neye bakıyorsun? Hadi!"

---------------------------------------------

İŞGAL/TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now