1-*Canavar(Canver)*

ابدأ من البداية
                                    

Karın örttüğü toprak, onun ölü gözlerini örten ise acımasızlığı anlatıyordu.

Adı Siraç Vuslat'tı. Kavuşmak istediği tek şey ise sebebi olanları yakmak, yaktığı yerde yanmaktı.

Ölümü bekleyen, kendi ölümünü isteyen bir adamla yüz yüze gelmiş miydiniz? Derler ki öyle adamların mezarları bile hazırdır. Yine derler ki mezarın soğuk toprağı onlar için  bir yataktır.

Genç adamın da mezarı hazırdı, yatağı da. Çocukluğunun mezarına kavuşmak için gün sayıyordu. Sayılı gününü tüketmek için bugün buradaydı.

Sayılı günü geçirmek için Konya'nın bu buhranlı curcunasında, kaskatı bir çehreyle, Alaaddin Tramvay Durağı'nın en arka köşesinde ona cehennemin biletini verecek son kapısını bekliyordu.

“Bir anlaşma,” diye mırıldandı zihnindeki. Bir anahtar, diye mırıldandı kendisi. Bu anlaşma için uzun zaman sonra ilk  defa insanların içerisine karışmıştı.

Genç adam buz zihninde dönen fırtınanın hissizliğiyle etrafına bakındı. Gözleri kopkoyu, karanlığı aratmayacak kadar sert bir lacivertti. Nefretle solurken keskin hatları onu daha da korkutucu kılıyordu. Sessizdi, ölüm kadar sessizdi.

Bu anlaşma onu ilk defa karşı cinsle karşı karşıya getirecekti. Üstelik aynı zaman da bir borcu da ödeyecekti.

“Bir av,” diye mırıldandı zihnindeki. Hayır, bir av değildi genç kız ama hem minnet borcunu ödeyip  hem de ölüm yolunun kapısını açarken öyle bilse de olurdu. Çünkü öyle anlatacaktı bu hikayeyi. Öyle inandıracaktı herkesi.

“Ama en çok kurulu,” diyerek acımasız bir zevkle gülümsedi zihnindeki. Evet kurulu, çocukluğunun, çocukların katilini... Ama en çok O ’nu.

Sebebini, her şeyin sebebini. Ona yıllarca işkence eden sebebini öldürmek için bu anlaşmaya tamam demişti.

Lacivert gözleri etrafta dolandı ve her şeyden habersiz olan insan kalabalığını taradı. İçinde adamları vardı, güzel tezgahlanmış bir başlangıç için herkes yerini almıştı.

O ise bu tezgahın ortasında dikkat çeken bir yüz ve cüsse haricinde çatık kaşlarıyla, ruhsuz  bakışlarıyla ve kimsede rastlanmamış makus talihiyle, farklılığı yansıtıyordu.

Kollarını göğsünün üzerinde sımsıkı bağlamış, etrafına yaymış olduğu  tehlikeden dolayı ona tedirgin bakan herkese  karşılık vermiş olduğu sert bakışlarıyla, sessiz bir cevap veriyordu; "Bakmayın!"

"Bakmayın, görmeyin. Yıllarca bakmadınız, görmediniz, kaçtınız!” diye mırıldandı zihnindeki. Gerçekleri duyunca gazabı lacivert gözlerinde en derin bir ateş gibi yandı ama her zamanki gibi sustu. Sustu ve zamanını bekledi.

Sonra tanıdık bir ses kalabalığın ardından sıyrıldı.

"Amacın ne Siraç, niye buradayız?" diye soran kuzeninin sesini duyunca, ona doğru döndü Siraç .İnce sesi, bunca gürültüye rağmen duymuştu.

Bu sesin sahibi  Eylül'dü. Kuzeniydi. Bal rengindeki uzun saçları, bir berenin altında olmasına rağmen sert rüzgardan dolayı yüzünü kaplıyor, görüş alanını engelliyordu konuşmaya çalışırken.

MIHحيث تعيش القصص. اكتشف الآن