İpek'in bu cevabından onun çok da rahat olmadığını anlamışlardı. Bunun üzerine daha fazla ısrar etmediler. Asıl istekleri kızın kendilerini köşke davet etmesiydi ama sıkılgan hallerinden ve anlattıklarından bunun için uygun ortam olmadığını anladılar.

Ekrem Bey, bahçedeki kamelyanın altında oturmuş, çayını içip gazetesini okuyordu. Bir ara saatine baktı, kaşları çatıldı. İpek hala gelmemişti. Bugün mezuniyet töreni vardı, anlaşılan o yüzden gecikmişlerdi. Ne hazindir ki kimsesi olmayan torununun bu önemli gününe katılmak, aklına bile gelmemişti. Zaten, kız da pek uzak davranıyordu yaşlı adama. Zaman zaman onu, gözlerinde acıyla karışık bir garezle kendisine bakarken yakalıyordu. Son günlerde biraz daha sakinleşmiş gibiydi. Yemek haricinde onun, ara sıra bahçede kitap okuduğunu görüyordu. "Annesine değil, çoğu yönü Suat'a çekmiş." Aynur'u ne kadar tanıdığı ya da tanımadığı aklına dahi gelmemişti. İpek'in ağır, olgun tavırları hoşuna gitmeye başlamıştı. Bunları düşünürken bir araba sesiyle irkildi. "Hasan, geldiniz mi?" diyerek ön kapıya seslendi.

"Evet Ekrem Bey." Arabadan çıkan şoför, koşturarak yanına gelmişti.

"İpek nerede? Karnesini bir görelim bakalım," dedi. İçinden de "Karneyi görmeyelim diye sıvıştı mı yoksa? İyi olmadığını tahmin ediyordum zaten." diye geçiriyordu. Ancak Hasan'dan duyduğu şeyle, ağzı açık kaldı.

"İçeri geçti efendim. İlk defa onu, yüzü gülerken gördüm. Ama normal tabii, insan her gün okul birincisi olmuyor." Bunu söylerken adamcağızın da yüzü gülüyordu. Sanki, birinciliği o almış gibi onore olmuş bir surat ifadesi vardı.

"Nasıl? İpek okul birincisi mi oldu?" dedi yaşlı adam, inanmaz bir ses tonuyla.

"Evet efendim, bir görseniz ne kadar alçakgönüllüydü. Müdür, öğretmenleri, hepsi çok güzel şeyler söylediler. Keşke siz de olsaydınız." Hasan'ın alttan alta laf sokmasını bile fark etmedi.

"Allah Allah! İnsan, böyle böyle; birinci olacağım, gelin demez mi yahu? Ne biçim çocuk bu, anlamadım," diye söylendi Ekrem Bey.

"Beyefendi, gördüğüm kadarıyla küçük hanım kendisiyle ilgili şeylerde çok alçakgönüllü, anlatmayı sevmiyor. Maşallah, bu zamandaki gençlerde görülmeyecek bir şey, çok terbiyeli, çok hanım..." Daha devam edecekti ki Ekrem Bey bir el işaretiyle adamı durdurdu.

"Bana, içeriden İpek'i çağırt Hasan," dedi. Odasına yeni girmiş olan İpek, dedesinin isteğiyle apar topar yanına gelmişti. Üzerinde, üç yıldır giyilmekten eskimiş okul forması vardı. Ekrem Bey, torununu göz ucuyla süzdü. "Gel İpek, yanıma otur çocuğum." dedi. "Okuldan gelir gelmez niye içeri kaçtın? İnsan, karnesini dedesine bir göstermez mi?" Bu sitemle kız, dudaklarını sıktı, sanki ağzından çıkacaklara engel olmak ister gibiydi. "Görüp ne yapacaksınız? Sıradan bir karne işte!" dedi.

"Sıradan veya değil, ben görmek istiyorum, anlaşıldı mı küçük hanım? Şimdi beni daha fazla kızdırmadan, al gel o karneyi! Benim sert yüzümü görmedin daha," dedi.

Kız, yaşlı adamın bir hindi gibi kabaran öfkesine hayretle baktı. Tam da ilgili dedeyi oynayacak zamandı yani! "Bu kadar merak eden insan, okula gelirdi." Odasına gidip aldığı karneyi, ilgisiz bir tavırla dedesine uzattı. Yaşlı adam, daha iyi görmek istermiş gibi gözlüklerini düzelterek yerinde dikleşti. Elindeki bir okul karnesi değil de dünya gizlerine vakıf, evladiyelik bir rapormuş gibi uzun uzun inceledi. "Birincilik belgen nerede kızım? Onu niye getirmedin?" diye sordu. Bu sefer şaşırma sırası İpek'te idi. Nasıl biliyordu? Ah tabii, boşboğaz Hasan Efendi koşmuş, yetiştirmişti haberi!

"İçeride," dedi kız. "Gerek var mı? Altı üstü bir belge işte..." Bu sözler üzerine, yaşlı adamın tek kaşı havaya kalkmıştı.

"Altı üstü bir belge mi?" diye söylendi. "O altı üstü dediğin şey için kimileri, gecelerini gündüzlerine katıyor; anaları babaları ne paralar akıtıyor, biliyor musun?"

"Olabilir," diyerek omuzlarını silkti kız, dedesinin lafı üzerine yorum yapmak istemiyordu. Kendisinin de annesini sevindirmek için ne kadar çok çalıştığını söylemesi karşısındakini kızdırmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Yaşlı adamın ön yargılı tavrını biliyordu. Bir süre sessizlik oldu. Neden sonra düşünceli bir sesle "Üniversite sınavlarında iyi bir yeri kazanma ihtimalin yüksek öyleyse," dedi dedesi. "Hadi hayırlısı kızım. Sen yeter ki kazan, ben yanındayım." Bu sözler kızı hem şaşırtmış hem de sevindirmişti. Geleceğe en azından umutla bakabilirdi, kim bilir belki de anneciğinin onun için istediği o güzel şeyleri yapabilirdi.

"Teşekkür ederim efendim," dedi yavaşça.

"Efendim değil, dede diyeceksin bana. Bak üç aydır bir şey demiyorum ama artık misafirlik bitti, sen de bu evin kızısın." Onun itiraz etme teşebbüsünü tek bir cümleyle noktaladı. "Rica değil bu İpek, bir emir! Sen, başka türlüsünden anlamıyorsun kızım." Böylece, dede torun muhabbeti başlamış oldu. Ekrem Bey, İpek ile ilişkisini düzeltmeye karar vermişti. Yaz tatili boyunca, gözlerinin bozulduğunu bahane ederek sık sık gazetelerini torununa okutmaya başladı. Bir süre sonra onun melodik sesi hoşuna gitmeye başlamıştı. İpek farkında olmasa da bu okuma seansları ona da iyi geliyordu. Yavaş yavaş ortama alışıyordu. Yaşlı adamın çayını veya meyvesini mutfaktan o alıp getiriyor; dede torun, sık sık kamelyanın altında bahçe sefası yapıyordu.

Bu durum, sesini çıkarmasa da Cahide Hanım'ın sinirine dokunmaya başlamıştı. "Bak sen fettana! Geldi, iki günde yerini yaptı, koskoca Ekrem Akçacızade'yi de ayarttı. Dur bakalım! Deden olmayınca ne yapacaksın? Bir ayağı çukurda! İşte o zaman, geldiğin varoşlara geri döneceksin," diyordu içinden hırsla.

Mine, annesinin olumsuz tavırlarının farkındaydı ancak bu pek umurunda değildi. İpek'i, yapayalnız kalmış bir kedi yavrusu gibi görüyordu. Hayatında, hiç kimseye böyle şefkatle yaklaşmamıştı ama bu küçük kızda, kalbinin en derin noktalarına dokunan, onu koruma ihtiyacına iten bir şeyler vardı. Birkaç defa annesini, İpek'i gereksiz yere azarlarken yakalamıştı. Kızın kolundan tutup "Hadi İpekciğim, benim odama gidelim. Sana yeni aldığım elbisemi göstereyim, beğenecek misin bakalım?" diyerek uzaklaştırmıştı. Sonuncusunda artık daha fazla dayanamamış, İpek gittikten sonra "Anne yaptığın hiç doğru değil, ne istiyorsun el kadar kızdan? Vallahi amcama söylerim, ona göre!" diyerek alttan alta Cahide Hanım'ı tehdit etmişti.

Bu tehdit, evin büyük Hanımını biraz duraklatsa da arada sırada denk geldiği İpek'e laf sokmasına engel olmamıştı. Genç kız, bunları duymamaya çalışıyordu. Evdeki pozisyonunu çok iyi anlamıştı. Dedesi bile zorunluluktan sahip çıkmıyor muydu kendisine? Yapabileceği tek şey ayaklarının üzerinde durabileceği zamana kadar dayanmak, dayanmaktı. O, annesinin kızıydı! Onu büyütürken o acıları boşuna çekmemişti. Bunu, her şeyden, herkesten önce kendisine ispatlamalıydı!

...

İpek Böceğim (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin