1.BÖLÜM: "DÜNYAYI TERSTEN GÖRMEK"

7.8K 292 115
                                    

Soğuk rüzgarın dokunduğu saçlarım uçuşurken sırtımı yasladım tahta bankın sert ve eski boyalı yüzeyi canımı yakıyordu. Sanırım uzun süredir hareket etmedim, üşüdüm ve kasıldım , izi sırtımda çıkmıştı olabilir. Sahilin bu havada bu kadar boğucu ve sıkıcı olmasının nedeni havanın kötü olması mı? Yoksa artık insanların dışarı çıkmaya üşenmesi mi ? Hiçbir fikrim yok. Aslında tam olarak emin olduğumu da söyleyemem. Bu gün Aralık ayının ikinci günü. Günlerden Pazar, öğlen saatlerinin sonu. Bu da hafta başından önce ki son tatil günüm demek. Aslında herkes pazarları tatil yapar, sadece bu şehrin insanları pazarı evde pinekleyerek geçiriyor. Pazartesi sendromlarından kaçamıyor insan. Hava hep olduğuna nazaran çok daha puslu ve sisli. O kadar ki şu an denizin üzerindeki büyük yük gemisini zorlukla görüyorum. Sis gece boyu kırağıya çalmış, kaldırım ve denizin dibini doldurmak için döktükleri büyük kayaların üzerleri puslanmıştı. Belki de tüm gece boyu kıyıya vuran dalgalara rağmen pus yine de tekrar tekrar kendini yinelemişti. Şimdiyse , ince bir sigara dumanı kadar zararsız ve sinsice her yerde dolanıyor. Kıyıda , kayaların üzerinde ve daha da ilerleyebildiği başka yerlere...

Gözlerimi kısarak kirpiklerimi kırpıştırdım. Ne sis ne de yerleri saran ince buz, şimdi bu sahil de olduğum kadar soğuk değil. Bazen duygularım bedenimden çekiliyor, düşüncelerimle baş başa kalıyorum. Yirmi yaşımdan beri bir aile olmak nasıldır bilmiyorum. Öncesin de dışardan bakıldığında aileydik. Öyleydik değil mi? Diye soruyorum kendi kendime. Babam işinde iyi bir narkotik amiriydi. Çok iyiydi; havalı bir adamdı. Hatırlıyorum da, çocukken beni okula bıraktığın da sanki üstün ırkmışım gibi hissederdim. O tuttuğunu koparan cinsten biriydi, bu yüzden burnunu her şeye sokup dururdu. Annem sevecen bir öğretmendi, bana durmadan çalışmam gerektiğini söyler ,hiçbir notumla tatmin olmazdı. Hep daha iyi olmalıydım. Çünkü daha iyisini hak ediyordum. Dersleri yüksek, onları gururlandıran çocuk kontenjanını da ben dolduruyordum. Her ailede sorunları olurdu. Hep olur. Bizimde vardı. Babam çok içerdi. Annem ona kızar, daha konforlu bir hayat istediği için durmadan babama yakınırdı. Ama günün sonunda aynı sofrada oturur her şeyi unuturduk. Hayatımız çok normaldi. Sonra bir anda ne varsa kaybettik. Bu bir kazaydı. Polisler öyle demişti. Babam arabayı sürerken uyuya kalmış, şarampole yuvarlanmıştık. Ama buna hiçbir zaman inanmadım. Çünkü orada bizim dışımızda biri daha vardı. Bunu onlara da söylemiştim, duyduğum bir şarkının sesinden, arabaya arkadan çarpan başka birinden , camı tekmeleyen bir ayak gördüğümden bahsettim. Anlattım ,defalarca kez; bir şey fark etmedi. Hayal gördüğümü, anın şokuyla beynimin oyunlar oynayabileceğini söylediler. Bana kimse inanmadı. Dünyayı ilk kez o zaman tersten görmüştüm. Vücudumdaki tüm kan burun deliklerime pompalanıyormuş gibi hissetmiştim. Kalbim çok sarsak atıyordu. Babam ölmüştü. Annem ölmüştü. Ecel , kapımızı çalmıştı yani , öyle mi? Bunu o kadar çok soruyorum ki aklıma; neden diyorum. Hangi ecel bir an da bütün aileyi, aynı dakikada , anı zaman da bulabilir. Ölüm böyle mi bulur insanı? Üçümüzün ölmesi gereken bir kazaydı. Ben de ölmeliydim ama ben ölmedim. Hayata tutunmak bu muydu? Bu hayat bile değil! Hiçbir zaman inanmadım buna! Çünkü hala kılağımda o şarkı çalıyor. Dilini bilmediğim hatta hiç duymadım bir şarkıydı. Bu basit bir vur kaç olayı değildi. Benim için değildi. Çünkü o şarkının melodisini bir ıslık olarak da duydum. Biliyorum kaza değildi , hayal meyal hatırladığım o siyah botlar , arka koltukta olduğumu bilen o kişinin camı tekmeleyerek kırması, bunlar hayal ürünü değildi. Hayır... Buna eminim ama ispatlayamadım. Başımıza gelenin bir komplo olduğuna adım gibi emindim. Hala öyleyim. Ama o zamanda olduğu gibi tek bir kanıtım dahi yok. Zamanla... Dışardan kendime bakmayı öğrendim. Gerçekte olanı saklamanın başka bir yolu yoktu çünkü. Uzaktan bakıldığında sıradan biri gibi görünmek ,kimsenin dikkatini çekmemek yaşamak için yegane bir amaç haline gelmişti. Ki başardım da, öylede görünüyordum. Güzel bir kadın, işinde iyi, hoş ve kibar. Bu şehirdeki her hangi insandan sadece biri... Kimse tahmin dahi edemezdi! Kim olduğumu, bir kaç saat öncesine kadar ne yaptığımı, nasıl bir yalnızlığın için de olduğumu... Kimse bilemez! İşin aslı şu ki insanlar kitapları bile hep kapaklarına göre alıyorlar. İçini umursamadan, bu insanlara olan bakış açılarında da böyledir. Dışardan iyi görünen hiçbir şeyin içinde gerçekte ne olduğu umurumuzda olmaz. Çünkü çerçevem parlak ve göz alıcı.

KAFES Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin