51/Sol yanımı alıp gidiyorsun bir anda.

Start from the beginning
                                    

Yüreği yanıyordu; yüreği, cayır cayır yanıyordu.

Alnını bir kez daha vurduğu duvara yaslarken gözlerini kapatarak yeniden fısıldadı. "No me deja." Gözlerini daha sıkı yumarak ıslak kirpiklerinin iyice birbirine karışmasına neden olurken bir kez daha tekrarladı. "Sakın bırakma beni."

Orada öylece, hiç kıpırdamadan, hatta tam anlamıyla nefes dahi alamadan ne kadar beklediğini bilmiyordu. Kıyamet gibiydi. Omuzları yorgunluğunu belirgin kılmak istercesine düşmüş, omurgası tüm dünya sırtına yüklenmiş gibi duran kambur görüntüsünü tamamlamak için bükülmüştü. Uykusuzluğun etkisiyle küçülen gözlerinin akıtmamak için büyük bir mücadele verdiği yaşlar nedeniyle kavrulduğunu hissediyordu. Saçları karmakarışıktı. Elleri, tırnakları körelmiş bir çift pençe gibi iki yanına düşmüştü. Alnı, hala yoğun bakım ünitesinin duvarına yaslıydı. Nefes alamıyordu ve Dilara da uyanmamıştı. İçeri girip çıkan doktorların yüzündeki endişe her geçen dakika daha belirgin bir hal alıyordu.

Ve Giz'in elinden hiçbir şey gelmiyordu. En kötüsü de buydu. Gözünü dahi kırpmadan tüm ömrünü yollarına sereceği kadın, onu her yanından makinelere bağlayan kabloların içinde ölüm kalım mücadelesi veriyordu ve Giz, kelimeleri bir araya getirmeye dahi güç yetiremediği için dua bile edemiyordu. Elini kalbinin üstüne bastırırken gözlerini kapatarak başını tavana kaldırdı. Mümkünse, Dilara için kendi canından vazgeçmeye razıydı. Belki böylece, varlığı bir anlam bulmuş olurdu. Aldığı nefesin yeterli olmayacağını bilse de havayı içine çekerek "Mi cielo," diye seslendi duvarın ardına. Dilara tarafından duyulmaya ihtiyacı vardı, yoksa sesini kaybedecekti. Sırf bu nedenle aklına gelen ilk şeyi anlatmaya başladı. "Öz her şeyi biliyormuş."

Efsa gerçekten de her şeyi biliyordu. O gün, anne ve babası ile Giz'in konuşmalarına şahit olduğunda onları üzmemek için söylememeye karar verdiği her şeyi anlatmıştı. Tıp fakültesinin birinci sınıfında kan grubunun, anne ve babasından farklı olduğunu fark etmesiyle başlamıştı her şey. Daha doğrusu, Nilda Üstünel'in kan grubunun ona söylediği gibi B grubu olmadığını fark etmesiyle... Zira hem annesinin hem de babasının kan grubu A idi. Bu da, Efsa eğer onların öz kızıysa kan grubunun asla B olamayacağı anlamına geliyordu ancak öyleydi. Yaşadığı şaşkınlığı ve ardı sıra gelen, bu gerçeğin saklanması nedeniyle duyduğu öfkeyi atlattığında işin aslını öğrenmek için bulduğu her ayrıntıyı değerlendirmişti. Nitekim, fazla uzağa gitmesine de gerek kalmamıştı. Doğum tarihi ve yeri aslında her şeyin anahtarıydı. Biraz daha araştırdığında, Sırp askerlerin Bosnalı kadınlara yaptıklarını öğrenmesi zor olmamıştı. Bunu atlatmak – ki hala tam olarak yapabilmiş değildi – ilki kadar kolay olmamıştı. Hakkında doğru bildiği her şey koca bir yalandan ibaretti. Dünyaya nasıl geldiğini bilmek, ruhunda derin bir sarsıntıya neden olmuştu. Ancak sonra Burak – sevgilisi – kıza bambaşka bir kapı açmıştı. Onun gibi dünyaya gelen çocuklarla iletişime geçmesini sağlamıştı. Bu sefer öğrendikleri Efsa'nın kanını dondururken bir yandan da içinde bulunduğu durum için şükretmesini sağlamıştı. Onun gibi, bu zulüm sonucunda doğan erkek çocukları babalarından intikam almak için büyütülen askerler haline gelmişti. Kızların ise çoğunun ise porno filmlerde oynayarak ya da fahişelik yaparak hayatlarını idame ettirdiğini öğrenmişti.

Tüm bunlardan sonra geceler boyu uyuyamamış, yemek yiyememişti ancak bir gerçeğin kafasına dank etmesini sağlamıştı. Eğer Nilda ve Yahya Üstünel onu evlat edinmemiş olsaydı şimdiye ya çoktan ölmüş ya da o kızlardan biri haline gelmiş olurdu. Üstünel çifti onun mucizesi olmuştu. Efsa da bu mucizeye nankörlük etmeyecekti. Yaşananlar elbette son derece ağırdı ancak kız onu seven bir ailede büyüdüğü için bile binlerce kez şükretmesi gerektiğinin farkına varmıştı. Aralarında kan bağından çok daha güçlü bir sevgi vardı.

Kağıt EvlerWhere stories live. Discover now