Kartal’ı arasa mıydı?

Karar vermeye çalışarak bakışlarını taksinin penceresinden çevirdiğinde derin bir nefesle saçlarını karıştırdı. Arasa ne diyecekti ki? Üstelik, onu beş dakika dahi beklemeye gerek görmeyen adamın ne tepki vereceğini de kestiremiyordu. İlk iş gününde moralinin bozulmasına neden olacak bir şey yaşamak istemiyordu. Şu an olanlar zaten yeterince can sıkıcıydı, bir de adam tarafından azarlanmayı kaldıramazdı. Dün adam, onu şaşırtacak kadar ilgili ve nazik davranmıştı aslında. Ama bugün yaptığı... Kafasını karıştırmıştı; geç kalmasının anlayışla karşılanacağından emin olamıyordu. Çantasının kulbunu parmaklarının arasında eğip bükerken yola diktiği bakışlarını taksinin içine çevirdi. “Biraz daha hızlı gidebilir misiniz?” diyerek şoförden rica etti. Taksinin içini dolduran melodiyle bakışlarını hızla telefonunun ekranına eğdi. Açelya arıyordu. “Efendim?” diyerek cevapladı.

“Nilüfer, nasılsın? Nasıl gidiyor ilk iş günün?”

Kaşlarını çatarak sıkıntıyla mırıldandı. “Geç kaldım.”

“Nasıl?”

Gözlerindeki yeşil rengi incecik kıran, derin bir çaresizlikle “Beş dakika,” diye sızlandı Nilüfer. “Sadece beş dakika, Açe! Ama Kartal Bey beni beklemeye gerek görmeden gitmiş.”

“Sen nereye gidiyorsun peki şimdi?”

“Şantiyeye.”

“Tamam,” diyerek Nilüfer’i sakinleştirmek istercesine yumuşak bir sesle devam etti Açelya. Kızın sıkıntıyla iç çektiğini duyarak hafifçe gülümsedi. “Sıkma canını sen. Oldu mu zeytin gözlüm?”

“Tamam. Görüşürüz.”

Telefonu kapattığında ekranda Kartal’ın ismini görerek nefesini tuttu Nilüfer. Buz kesmiş parmakları adamın isminin üzerinde beklerken derin bir nefes alarak bakışlarını kaldırdı. Adamı aramaya niyetlenmişti ki şoförün geldiklerini söyleyen sesiyle durakladı. Her ihtimale karşı adamdan beklemesini isteyerek taksiden indi. Adım atmaya çekinerek bakışlarını geniş inşaat alanında gezdirdi. Adamın nerede olduğuyla ilgili en ufak bir fikri yoktu. Daha önce hiç şantiyeye gelmemişti. Toz, toprak ve taş ile kaplı yola bakarken umutsuzca iç geçirdi. Elimdeki telefonu ve çantayı sıkıca kavrayarak küçük ve dikkatli adımlarla bekçi kulübesine doğru yürüdü. Tam adamın yanına ulaşmıştı ki ayağı taşa takılarak olduğu yerde sertçe sendeledi. Acıyla inlerken kulübeye tutunarak zor bela bir adım daha attı. Onu görünce telaşla ayaklanan güvenlik görevlisi “Abla, iyi misin?” diye sorarken içinden şansına lanet etmekle meşguldü.

“İyiyim,” dedikten sonra acısını geçirmek istercesine nefeslendi. “Kartal Bey nerede?”

“Kartal Bey sabahtan uğradı, sonra gitti.”
Göz pınarlarında biriken yaşları geri itmek için tüm gücüyle dişlerini sıkarken “Anladım,” diye mırıldandı. Ardından yoldaki tozu, toprağı umursamadan ayakkabılarını çıkararak bileğini yavaşça ovdu. Ciddi bir şey olmadığını umut ediyordu. Güvenlik görevlisinin yardımıyla taksiye bindikten sonra adamın peşinde daha fazla koşamayacağını hissederek şirkete gitmeye karar verdi. Kapıda onu bekleyen şoföre gitmek istediği yeri söyledikten sonra adamla konuşmak için dermanı kalmadığına kanaat getirerek durumu anlatan bir mesaj yazdı. Kartal Tunaboylu’nun mesajına cevap yazmasını elbette beklemiyordu ancak bu, adamın onu cevapsız bırakmasına sinirlerinin bozulmayacağı anlamına gelmiyordu. Sonunda kendini, üzerine dikilen meraklı bakışlara aldırış etmeden yeni ofisine attığında, başını geriye atarak tüm yorgunluğunu geçirmek istercesine koltuğuna yaslandı. Parmakları ayak bileğinin etrafına sarılı vaziyette, burktuğu yeri hafifçe ovalarken aralanan kapı isteksizce kafasını kaldırmasına neden oldu. Kartal’la karşılaşacağını düşünmüştü ancak karşısındaki adamı tanımıyordu. Bileğindeki parmaklarını çözmeden “Buyrun?” diye seslendi.

SevdakederWhere stories live. Discover now