Kartal çayından büyük bir yudum alarak keyifle omuz silkti. Koltuğu babasından devralalı iki yılı birkaç ay geçmişti. Çoğunluğu Mithat Tunaboylu’nun akranı olan adamlara emir vermek, onlara söz geçirmek düşündüğü kadar kolay olmuyordu. Adamların her biri, teker teker iş dünyasının eski kurtlarıydı ama Kartal da yabana atılacak bir adam değildi. Öyle veya böyle, onlar üzerinde hakimiyet kurmayı başarmıştı. Üstelik bunu, soyadının sağladığı ayrıcalıkla değil, onların saygısını kazanarak yapmıştı. Şüphesiz ki Kartal, adamların çalışmaya alışık olduğu patronlar gibi değildi. Gerçekten de her yönetim kurulu toplantısına – en azından hatrı sayılır bir kısmına – yüzünün muhtelif yerlerinde en az bir yarayla katılıyordu. Boks maçlarının yüzünde kalıcı hasara neden olacak kadar set geçmesi Kartal’ın suçu değildi. Adam ekstrem sporları, birkaçını birlikte yapacak kadar çok seviyordu. Çok da iyi silah kullanırdı, arada kafa dağıtmak için poligonda atış talimi yaptığı da oluyordu. Gündelik kıyafetleri daha çok sevse de plazadan içeri bir kez bile takım elbisesiz girmemişti. Sakallarından ve sık sık toplu kullandığı uzun saçlarından ise, bir türlü vazgeçememişti.

Aynı anda Ezel’in “Bence ihtiyarlar ağabeyimi sakallı görmeye alıştıkları gün,” diye mırıldanan sesi Kartal’ın düşüncelerini haklı çıkarıyordu. “Mağlubiyeti kabul ettiler.”

“Adamlara ihtiyarlar deyip durmayın!”

Mithat Tunaboylu’nun tatlı sert bir serzenişle söylediği cümle, Kartal’ın neşeli bir kahkaha atmasına neden oldu. “Alınıyor musun yoksa baba?”

Yaşlı adam, oğlundan tarafa ters bir bakış atarken dudağının ucundaki gülüşle “Haydi oradan, hergele!” diye söylendi. “Senin gibi kaç tane yeni yetmeyi cebimden çıkarırım ben.”

Kartal yüzündeki gülümsemeyle başını sallayarak babasını onaylarken cevap ikizi Ezel’e hiç benzemeyen Feza’dan geldi. “Ağabeyimi hafife alıyorsun baba.”

“Alın, kıymetli ağabeyiniz sizin olsun kızım.”

Feza, babasının cevabı üzerine yüzünde ışıldayan saadet dolu bir gülümsemeyle başını Kartal’ın omzuna yaslarken Ezel diğerlerine göz kırparak masanın üzerinden uzanıp yaşlı adamın yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. “Kıskandın mı babacığım?”

Mithat Tunaboylu genişçe gülümseyip Ezel’in yanaklarını sıkarak karşılık verirken Defne, muzipçe Kartal’a kaçamak bir bakış attı. İkizlerin büyüğü, Kartal’ınsa küçüğüydü; yirmi dört yaşındaydı. Çalışanlarına sürekli ihtiyar demesinden de anlaşıldığı üzere şirket işleri sıkıcı geldiğinden olsa gerek, konservatuar okumuştu; balerindi. “Kıymetli ağabeyimiz...” Çayından bir yudum alarak devam etti. “...bize de kalmıyor ki babacığım.”

İkizler kıkırdarken Kartal, keyifle arkasına yaslanan Defne’ye sessizce göz devirmekle yetindi. Aynı anda, masada sürüp giden muhabbete müdahale etme ihtiyacı hissederek Nazenin Tunaboylu araya girdi. “Atıf, kahvaltıdan sonra seninle konuşmak istediğim bir konu var.”

“Olur, anne.” Kadının temkinli sesi gözlerini kısmasına neden olsa da gülerek devam etti. “Konuşalım.”

Kahvaltıdan sonra, salona geçerek karşılıklı oturduklarında merakla bakışlarını annesine dikti Kartal. Kadın derin bir nefesle omuzlarını geriye iterek konuşmaya başladı. Nilüfer’den, kızın vakfın burs verdiği öğrencilerden biri olduğundan, üniversiteyi onur derecesiyle bitirdiğinden ve son olarak da iş aradığından bahsederek gözlerini oğlunun gözlerine dikti. “Nilüfer için, şirkette uygun bir pozisyon olduğunu umut ediyorum.”

“Yok.”

Genç adamın saniye sektirmeden itiraz etmesine aldırmadan sakin bir sesle “Atıf,” diye mırıldandı. “Nilüfer’e söz verdim.”

SevdakederWhere stories live. Discover now