Şaşkınlığını daha fazla gizleyemeyen Esra konuştu, içeri girmeden önce.

"Bu kuşlarda neyin nesi?" 

Kısa kakülleri, ela gözlerini ve şüphe içerisinde havalanan kaşlarını gölgeledi. Rüzgar saçlarını usulca savurdu. Kollarını birbirine bağladı Esra. Korkunç görünmeye çalışsa da küçük bir kızdan farksızdı görüntüsü.

Kapıyı açan adam içeri girmeden önce maskesinin altından sırıttı. Derin bir nefes alarak arkasını döndü. Çelikten yapılmış maskesine uzandı eli ve usulca kaydırdı. Yüzündeki yaralar ağır ağır ortaya çıktı. Ağzı, burnu, gözleri... her yeri kan içindeydi. Parçalanmış et parçalarından birkaçı yere düşecek gibiydi. Ölmüş ve çürümeye yüz tutmuş bir adamdı bu.

Onu gören gençlerden üçü kustu. Arkadaşlarının tutumundan ibret alan diğerleri bakmaya cesaret edemedi. Birkaç kişi başını eğdi. Homurdandı. Kötü söylemlerde bulundu. 

Adam yine sırıttı. Boğazında günlerdir hüküm süren hırıltı ile öksürdü ve ayakkabısının dibine kan tükürdü. Kırık dişlerinin altından konuşmaya başladığında az evvelki üç kişiye dört kişi daha eşlik etmişti.

"Asperatus bekçilerinin nefesinde cayır cayır yanmak istemiyorsanız ne yaşarsanız yaşayın asla kaçmayı denemeyin."

Gençlerin gözleri dehşet içinde büyüdü. Nefeslerini tuttular. O sırada kapı çoktan açılmış ve içeri neredeyse koşuşmaya başlamışlardı.

Kendilerine yönelen koyu yeşil devasa bir kuşun çığlıklarını duyarak gözleri büyüdü Arden'in. Kuş ağzındaki mavi alevlerle onlara doğru yaklaşıyordu. Attığı çığlıklar kalbinde yankı yapmış, yüreği korku ile dolmuştu. Ne zaman yanına ulaştığını anlamadığı Mehir'i hızla içeri çekiştirerek derin bir nefes aldı ve etrafını incelemeyi akıl etmeden daha yeni tanıdığı kızı paylamaya başladı.

"Ona yem olmak mı istiyorsun? Aklından ne geçiyor senin?"

Sesindeki sitem etraftakilerin dikkatini çekse de Mehir pek de aldırmış görünmüyordu. Genç kızın sağ kolunu tutan ellerini fark etti. Bir buzdan daha soğuk olan bakışlar kendisine nefretle bakıyordu. Yutkundu. Karşısındaki kızın gözlerinde yakaladığı karartı ile bir süre donakaldı. Ardından gözlerini kapayarak başını salladı. Nefes aldı. Hayal gördüğünü düşünüp kendini avuttu.

Ah. Hayır. Heyecandan aklı karışmış olmalıydı.

Saçmaladığını fark ederek kendi kendine gülümsedi Arden. Başını kaldırmayı akıl edip çevresine ela gözlerini dikti ve o an yüzündeki gülümseme yerini derin bir karanlığa bıraktı. 

Burası teknoloji şehri değil miydi? Hani şu korktukları yüce Asperatus! O halde bir savaş alanını andıran bu alanda neyin nesiydi? Etraftaki yaralı insanlar, tanklar, belli belirsiz hasır rengi çadırlar ve taş duvardan örülmüş geniş binalar, kanlı bir harekatın izlerini anımsatan derin çukurlar, asker kadar resmi kıyafetlerin içine girmiş garip insanlar...

Burası, 28. Bölge'den de berbattı. Oysa onlara anlatılan o büyüleyici şehir bambaşkaydı. Devasa binalar, binaların arasından geçen yüksek yollar, hızlı trenler, alışveriş merkezleri... Neredeydi tüm bunlar? Anlatılanların hepsi bir oyun muydu? Arkadaşlarına çevirdi, korku ile başını. Onlarda en az kendisi kadar şaşkındı. Böyle bir şeyi beklemedikleri aşikardı. Kimisi etrafına, gelecekteki kötü anıların sessiz tınılarını hücrelerinde hissederek bakıyor, kimisi ise bardaktan boşalırcasına terliyordu?

Nereye düşmüşlerdi böyle?

Genç kurbanların bakışları önlerinde duran yanık yüzlü adama kayarken yavaşça çekilen bir kılıç sesi duyuldu. Ses adamın hemen arkasından geliyordu. Çürük yüzlü maskeli adamın kopyasını andıran bir başka adam arkasında belirdi ve gözünü bile kırpmadan gençlerin önünde elindeki kılıcı havaya kaldırarak karşısındaki adamın kellesini uçurdu. Başı bedeninden ayrılan adam elleri üzerinde yere düşerken kanlar çoktan kuru toprağı hedef almıştı. O sırada genç kızlardan birkaçı çığlıklarını nemsiz havaya koyverdi. Titreyen elleri dudaklarında şoka girenler de çoğunluktaydı.

Asperatus Nevm ✓Donde viven las historias. Descúbrelo ahora