• 2. BÖLÜM • "BASKIN" •

Start from the beginning
                                    

Ekmeğin tamamını yemişti, az öncekinden daha canlı görünüyordu. "Adın ne?" diye sordum çocuğa. "Kayra." diyebildi çatallı çıkan sesiyle.

"Tamam Kayra, şimdi sana tarif edeceğim eve git ve seni Alya'nın gönderdiğini söyle."

•••

Ne kadar yoksul tabaka çoğunlukta olsa da, kasabada birkaç tane zengin aile vardı ve sözleri dinlenirdi. Planım şuydu; onlardan birine gidip Tan'dan duyduğumu anlatacaktım ve herkesin çıkması için büyük bir minibüs ayarlayabilir mi diye soracaktım.

Kayra'ya giydirdiğim ceketi tekrar üstüme geçirdim ve elimdeki bardağı akıbetini düşünmeksizin yere fırlattım. Arkamdan Mila'nın çığlıklarını duysam da pek umursadığım söylenemezdi. Yoluma devam ettim.

Diğer evlere göre ihtişamlı sayılabilecek binanın önüne geldiğimde kapıyı üç kez tıklattım. Uzun elbise giymiş bir hizmetli kapıyı açmıştı. "Bu evin sahibiyle görüşmem gerekiyor." dedim kadına. Mahcup suratıyla "Ona sormadan sizi içeri alamam, biraz burada beklerseniz..." O açıklamasına devam ederken ben içeriye daldım. Evin sahibine sorduğunda asla beni evine almak istemeyecekti, bundan emindim. Hizmetli kadın peşimden koşarken ben çoktan evin sahibinin yanına gelmiştim.

Bej rengi deri koltuğa oturmuş, 50'lerinde bir adam vardı ve televizyon izleyip, kahve içiyordu.

Hareketliliği fark etmiş olacak ki, kahvesini yanındaki cam sehpaya bırakıp arkasına döndü. Hizmetli kadın üzgün olduğunu, beni engelleyemediğini açıklamaya çalışırken kabarık koltuğunda oturan adam eliyle bir işaret yapıp hizmetliyi gönderdi. "Evet genç hanım, bu aceleci ve kaba tavrınızın sebebi nedir?" diye sordu. İğneleyici sözlerini es geçtim ve gelme amacıma yöneldim.

Nefesimi toparlayıp aklıma ilk geleni söyledim. "Yardımınıza ihtiyacım var." diyerek konuya girdim. Adamın kavisli kaşları çatıldığında, iki kaşının arasında kısa bir çizgi oluşmuştu. Eliyle oturmamı işaret ederken "Lütfen." dedi. Kibarlığının onun sahte yüzü olduğunu biliyordum, eğer bu kadar kibar ve iyi kalpli olsaydı burada kahve içmek yerine evinde bulundurduğu erzak stokunu kasabaya cömertçe açabilirdi.

Hologramik televizyonu elini çırparak kapatırken bana döndü. Kemerli burnunun ucuna düşen gözlüğü çıkarıp kenara koydu, "Seni dinliyorum." dedi.

Tüm olayı baştan aşağı anlatıp, insanların kasabadan çıkışı için yardım edip edemeyeceğini sorguladım.

"Size yardım edebilirim, kasabadan üç saat uzaklıkta bir çiftliğim var ve iki traktör, bir de minibüsüm var. Sanırım yeterli olur." dedi, düşünceli bir tavırla. İnce dudakları bir şey hesaplıyormuş gibi oynadı. Heyecanımı bastıramayarak "Elbette olur." dedim. Yıldırım mavisi gözlerini duvar saatine çevirdi. "Saat daha öğlen 12, çiftlikteki oğullarımı arayıp araçlarla gelmelerini isterim. Saat öğleden sonra 3'de burada olurlar." dedi ve tebessüm etti. "Gerçekten çok teşekkür ederim, dediğiniz saatte burada olacağız." Bu kadar basit ve hızlı olması içime küçük bir şüphe düşürmüş olsa da, onu aklımın en derin köşesine gömüp şu anın gerçekliğine odaklandım.

Düzeni iç açan, güzel kokan evden huzurla ayrılıp tekrar kir ve kan kokan sokaklara döndüm.

Koşarak Tan'ın kaldığı küçük eve doğru ilerledim.

Kapıyı alacaklı gibi çalmaya başladığımın dördüncü saniyesi kapı açılmıştı. "Selam." dedi, sanki sabah tartışmamışız gibi. "Çok güzel bir şey oldu." dedim sırıtışıma engel olamayarak. "Anlat bakalım." derken eliyle içeriye girmemi işaret ediyordu.

İçeri girdim ve ileri geri sallanan koltuğa oturdum. "Bu koltuğu ne zaman aldın? Çok güzelmiş." derken sallanmaya devam ediyordum. "Neşen oldukça yerinde, ne yaptın anlat artık." dedi gülümserken. "Kasabanın zenginlerinden birine gittim ve tüm insanları çıkarması için araç ayarlayabilir mi diye sordum." dedim, hala sırıtıyordum.

"O da kabul mu etti?" dedi inanmamış gibi. "Evet!" diye ciyakladığımda dudak büzüp kafasını aşağı yukarı salladı. "İyi iş."

"Evet öyle." diye yanıtladım. "Gerçekten öyle."

•••

Saat akşam üzeri 5 olmuştu ama kasabaya ne traktör gelmişti, ne minibüs. Zengin Adam'ın evine gitmiştim ama kapıyı açan olmamıştı.

Bende ümidimi kesip dönmüştüm, şimdi de Tan'laydım ve sokağın ortasında ne yapacağımızı tartışıyorduk. O hala kimseye bir şey demeden gitmemiz gerektiğini savunuyordu. Ben de insanlara haber verdikten sonra hep beraber ormana kaçmamızı savunuyordum. "Kalabalık olursak bizi yine bulurlar, amaçları sadece sömürge edinmek değil. Nüfusu azaltıp olan kaynakları kendileri kullanmak istiyorlar." dediğinde haklı olduğunu biliyordum. Belki de onun kadar umursamaz olup, ailemi alıp gitmeliydim.

Yosun tutmuş kaldırımlardan birinin kenarına çöktüm ve dinlenmek için kendime zaman verdim. Tan'da yanıma çöktü.

Bir süre konuşmadan öylece oturduk, sonra ölü sokakları bir arabanın motor sesi inletti.

"Geldiler mi?" dedim motor sesini bastırmak için bağırırken. "Minibüs geldi, adam yalan söylememiş!"

Tan benim kadar heyecanlanmamıştı, aksine sessiz olmamı isterken oturduğum yere geri çökmem için beni çekeliyordu.

"Arabalardan biraz anlıyorsam bu ne traktör, ne de minibüs motorunun sesi." Dişlerimi birbirine bastırırken ona döndüm. "Saçmalama Tan! Başka ne olacak?" diye sormuştum. Sözle beyan yerine, bakışlarıyla sorumu cevaplamıştı.

Kulak çınlatan motor sesi bizi kurtarmak için değildi, bizi öldürmek içindi.

---------------------------------------------

İŞGAL/TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now