1

6.8K 377 64
                                    

✶ Catelin Dorcey 

Büyük bir krallıkta yaşamak, sizi ayrıcalıklı yapmaz. Özellikle krallığın yoksul kesimindeyseniz. Ölene kadar ödediğiniz vergiler, yemek bulmak için avlanmak, asil olanların evinde hizmetçilik yapmak. Hayatımız bundan ibaretti, kıt kanaat geçinmek ve ölmemek için yiyecek bulmak. 

''Cat, el bezlerini getir'' yer silme işlemini bitirdim ve kirlenmiş elbisemin etek uçlarını tutup elime geçen bezi alıp ablama götürdüm. ''Acıktım'' iç çekti ve yüzünü bana çevirdi, bıkkın bir bakış attı. Temizlik için geldiğimiz asillerin evinde hayatımız da göremeyeceğimiz yemekler bulunurdu. Bu yüzden avlanmak yada diğer işler yerine asillerin evine temizliğe gelmeyi daha çok seviyordum. Eğer insaflı asillere denk gelirseniz, size eve götürmeniz için akşam yemeği bile veriyorlardı. 

Ablam yerden doğruldu, ıslak ellerini eteğine sildi ve bana kafası ile mutfağı işaret etti. ''Hadi gidip bay Claydee bizim için neler hazırlamış bakalım.'' Ellerimi sevinçle birbirine çırpınca, ablamın göz kenarları tebessüm ile kırıştı. 

''Ama, bu sefer cebine kurabiye atmak yok'' kaşlarımı çattım, en son temizliğe gittiğimiz evin asillerin mutfağından bir kaç parça kurabiye çalmıştım, ama bunu hak etmişlerdi. Bize kuru ekmekten başka hiç bir şey vermemişlerdi ve bu çok kaba bir davranıştı, sonuçta tüm gün o pis evlerini temizlemiştik. ''Bunu neden yaptığımı unutuyorsun ama, hem kötü mü yaptım Enrique ne kadar mutlu olmuştu, hatırlasana.'' Ablama gözlerimi kocaman açıp baktım. Başını iki yana sallayıp mutfağa yürümeye başladı. 

Mutfağa giriş yaptığımız da, bay Claydee koca kazanın başında bir şeyler karıştırıyordu. Ayrıca yanında ki çalışanlara emirler yağdırıp duruyor ve ağzına bir şeyler tıkıyordu. O kocaman göbeği ile tüm dünyayı yemiş gibi duruyordu, ama bu onun pamuk gibi bir kalbi olduğunu değiştirmiyordu. Ne zaman buraya gelsek, bay Claydee bize asillere pişirilen yemeklerden verirdi. Hatta, enfes pasta ve kurabiyeler ile taze sıkılmış meyve suyu da verirdi. 

Ağzım sulanarak, mutfak kapısından girdim. Bir kaç saat sonra akşam yemeğiydi ve içerisi çok karışık görünüyordu. Bay Claydee beni görünce kocaman gülümsedi. ''Cat, buraya gel ve yeni keşfettiğim pastamın tadına bak'' heyecanla oraya doğru yöneldiğim de ablam bileğimi tuttu ve gitmemi engelledi. ''Claydee, sadece biraz yemek yiyeceğiz. Sonra işimize dönmemiz gerek.'' Bay Claydee, önemsiz olduğunu belli edip konuşmaya başladı. ''Bırak onu da gelip bu enfes çikolatalı pastanın tadına baksın. Onun damak tadı çok iyi'' gülümsedim ve ablama baktım. İç çekti ve kolumu bıraktı. Claydee'nin gösterdiği yere gittiğim de kocaman bir pasta dilimi gördüm. Kalbim hızla çarparken, ellerimi birbirine kenetleyip, pasta aşk dolu bir bakış attım. ''Cat, biraz yemek ye. Daha sonra pastaya aşk ilan edersin, ilk onu yersen miden rahatsızlanabilir.'' Ablamı duymadım, pastayı ve taze sıkılmış meyve suyunu alıp, tezgaha geçtim. Claydee bana bir çatal verdi ve hiç düşünmeden çatalı pastaya saplayıp böldüm. O kadar lezzetli görünüyordu ki ağzım sulanmıştı. Çatalın ucunda ki dilimi ağzıma attım ve çiğnemeye başladım. Adeta bir çikolata şöleniydi ve beni daha fazlası için teşvik ediyordu. 

Bir kaç dakika sonra pasta ve meyve suyunu bitirmiştim. Ablam başını iki yana sallayıp tebessüm ediyordu. Claydee yanına gittim ve tombul yanağına büyük bir öpücük bıraktım. ''Pasta çok lezzetliydi, sen hayatımda görüp, görebileceğim en iyi aşçısın Claydee'' Claydee güldü ve omzumu sıvazladı. ''Sende, benim renksiz hayatımın tüm renklersin güzel kızım Cat'' ona dişlerimi göstererek güldüm ve kapı eşiğinde bekleyen ablama yürüdüm. Kapıdan çıkmadan önce Calydee el sallayıp mutfaktan çıktım. 

En üst katta ki merdivenleri bitirip, sonunda asillerin yatak odasına geçiş yapmıştım. Burada fazla iş yoktu, aynaları silecek ve çıkacaktım. 

Dakikalar sonra aynalar da bittiğinde, midem bir bulantı ile çalkalandı. Hem ağrıyor hemde midemde ki her şey beni dışarı çıkma tehlikesi ile karşı karşıya bırakıyordu. Sanırım ablam haklıydı, yemekten önce pastayı yemek kötü fikirdi. Aşağıda ki banyoya inemezdim, muhtemelen inene kadar beyaz fayansları kusmuk ile kaplardım ve bu iğrençti. Mecburen, bu katta bulunan asillerin banyosunu kullanacaktım. Hem zaten şu an kimse yoktu burada, kimse fark etmeden işimi halledebilirdim.

Banyoya koştum ve klozete başımı eğip içimdeki her şeyi çıkarmaya başladım. Aynı zamanda gözlerim yaşlarla dolmuştu, karnım çok kötü ağrıyordu. O an bir daha ablamı dinlemem gerektiğini anladım, o büyüktü ve görmüş geçirmişti. 

Midemde çıkmayacak bir şey kalana kadar orada başım tuvalete eğik bekledim, sonra lavaboya yöneldim ve ağzıma su doldurup çalkaladım. Yüzüme su vurdum ve ayna da kendime baktım. Rengim atmıştı ve gözlerim hafif çökmüştü. Saçlarımda ki tokayı çıkardım ve saçlarımı en tepeden at kuyruğu yaptım. Tekrar yüzüme su çarptım ve kuruladım. Çıkmadan önce aynalı dolabın kapağını açtım ve şık bir kutunun içindeki gül kokulu kremden yüzüme sürdüm. Asiller her yönden şanslıydı, bizim böyle şeyler bulmamız imkansızdı. Ama gittiğim çoğu evler de bunlardan vardı ve ben mutlaka hepsinden sürerdim. Tabii ablam korkak olduğu için bana kızardı ve yakalanırsak, çok fena şekilde cezalandıralacağımızı söyleyip dururdu. Kimin umurunda ki, bende genç bir bayandım. Bakım benimde hakkımdı ve hakkımı kullanıyordum. ayna da kendime baktım ve cildimin eski rengine kavuştuğunu gördüm. Aynalı dolabın içinde dudak renklendiricisi de bulunuyordu. Onu da aldım ve dudaklarıma sürdüm. Tadı bal gibiydi, ama kokusu çilek gibiydi. Dudak renklendiricisini de yerine koyup kapağını kapadım.

Banyodan çıktım ve şarkı söylemeye başladım. Eğer bu ülkenin en sevdiğim şeyi ney diye soracak olurlarsa, kesinlikle eğlenceleriydi. Köylerde ayda bir kendi aramızda eğlence düzenler ve herkes elindeki tüm yiyecek içecekleri paylaşırdı. 

Hem şarkı söyleyip, hem kendi kendi kendime dans etmeye başladım. Sesimi biraz daha yükselttim ve deliler gibi dans etmeye başladım. Etek uçlarımı tuttum ve kalçalarımı sallamaya başladım. 

Sonra birisinin boğazını temizlediğini duydum. Birden durdum ve arkamı döndüm, asillere uygun giyinmiş ama daha ihtişamlı bir görüntü olan muhtemelen 23-25 yaşlarında ki biriydi. Esmerdi, ellerini arkaya atmıştı. Saçları arkaya taramış bir tutamı gözlerine düşüyordu, siyah bir takım giymişti. Ama onu diğer asillerden ayıran özelliği siyah kraliyet cübbesiydi. Yutkundum ve başımı öne eğdim.

''Leydim, eğlencenizi böldüğüm için bağışlayın. Ama yolumu kaybettim sanırım, yemek salonu nerede acaba?'' Kibar sesi, koridoru kapladı. Sanırım kıyafetlerimi fark etmemişti, bana leydim demişti. Dudaklarım titredi ve doğru cümleyi bulmaya çalıştım. Adımlarını işittiğim de bir yerlere kaçmamak için kendimi tuttum.

''En alt kat efendim, sağda ki üçüncü salon'' tam önümde durdu ve omuzlarımdan tutup ona bakmamı sağladı. Yüzüne bakamazdım, o kraliyettendi ve bir prens olabilirdi, yada kral.

''Bana adınızı bağışlar mısınız, leydim'' leydim? Tamam ya hala anlamamıştı yada gerçekten çok beyefendi birisiydi. ''Catelin efendim'' 

''Catelin'' tekrarladığın da sadece öyle durdum. ''Yardımlarınız için teşekkürler'' bir şey demedim. Arkasını döndü ve hızla yürümeye başladı. Başımı kaldırdım ve arkasından öylece bakakalmıştım. Tanrım ablama bunları anlatmam gerekliydi, muhtemelen bana inanmayacak veya gülecekti. Ama önemi yoktu, kraliyetten biri ile karşılaşmıştım ve bana 'Leydim' demişti.

Selam, ilk bölüm ile karşınızdayım:))

Dilerim beğendiğiniz bir bölüm olmuştur. Lütfen yorum ve oylarınızı eksik etmeyin.

Keyifli okumalar.

Competition/ zmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin