-26- "Acaba bu sebep Buğra olabilir mi ?"

Start from the beginning
                                    

"İzmirde okuyacaksın değil mi ?" Sesi düzdü.

"Evet," dedim yüzüme yapmacık bir somurtma eklerken. Nasıl bir tepki vereceğini merak ediyordum.

"Tamam." dedi umursamaz bir şekilde. Saçlarımı elinden kurtardım ve kafamı kaldırıp ona doğru dönerek yüzüne baktım. Tahmin ettiğim gibi yüzünde alaycı bir ifade yoktu, gayet de ciddiydi. "Bu kadar mı yani ? Sadece 'Tamam.' ?" derken 'tamam' kelimesini onun sesini taklit etmeye çalışarak söylemiştim.

Beni umursamayıp kafamı tekrardan kucağına koydu ve saçlarımı iki yana doğru serdi. "Kaldırma şu kafanı," dedi tekrardan eline bir tutam saçımı aldığında. "Saçınla oynamak hoşuma gidiyor."

Gözlerimi devirerek bir elimi kaldırıp havada salladım. Bu cevabını bekliyorum veya umursa beni temalı bir hareketti.

"Ne dememi bekliyorsun ?" diye sordu aynı umursamazlıkla.

"Aylarca ayrı kalabiliriz," dedim, gözlerimi sıkıca yumup sakin olmaya çalışırken. İki gün ayrı kaldık diye deliren Buğra'nın şimdiki tepkisi bende bir şok yaratmıştı açıkçası.

"Tüm derdin bu mu yani ?"

"Evet !" dedim gözlerimi açıp tam da onun gözlerine sabitleyerek. Saçımla oynayan elleri durmuştu.

"İs-" diyerek cümleme başlıyordum ki sözümü kesen olay Buğra'nın dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırmasıydı. "Sana ne dediğimi hatırla Hazal," dedi fısıldayarak. Nefesi her zamanki gibi tüylerimi ürpertiyordu. "Nereye gidersen git, yine sana gelirim. Hiçbir zaman seni bırakmam. Unuttun mu ? Mesafelerin bizi ayırmaya yetebileceğini mi sanıyorsun cidden ?"

Yüzüme bir tebessüm yayılıverdi. Buğra kafasını geri çekip yine umursamaz tavrıne bürünürken "İzmirde kalır mısın yani ?" diye sordum.

"Evet." dedi ve tekrardan saçımı elleri arasına aldı. "Saçların... Çok yumuşak. İpek gibi." dedi aptal sırıtışıyla. Dediklerimi umursamayıp konuyu değiştirmeye bayılıyordu. Ona saçım hakkında yaptığı illtifatlar için hiçbir şey söylemedim ve bir önceki konumuza dönerek "Kandırdım ! Tabii ki de İstanbul'a geleceğim aptal." dedim ellerimi birbirine vurup, sevinçle kendimi alkışlarken.

Sert bakışlarını yüzüme dikip kısa bir süre öylece tepkisiz durduktan sonra "Senin yanında duracak olanda kabahat zaten. Bir de ne tepki vereceğimi denemek için yalan söylüyorsun." diyerek bugünkü bilmem kaçıncı homurdanmasını da gerçekleştirmiş oldu. Dediklerini pek takmadım, şuanki sevincimi bozamazdı bile.

"Biliyor musun bilmiyorum ama, saçımla oynanmasından nefret ederim." derken bile yüzümde bir gülümseme vardı. "Ama nedense senin oynaman hoşuma gidiyor." Yine bir önceki konuya döndürmüştüm konuyu.

"Çünkü ben özelim, bebeğim." Bunu o kadar havalı bir tavırla söylemişti ki bir an kahkahamı bastıramamıştım. Kahkahamı durdurabildiğim zaman "Hadi gidelim," diyerek başımı bacaklarından kaldırdım ve ayağa kalktım.

İlk başta itiraz etse de sonradan kabullenmişti durumu. Oradan çıkıp yola indiğimizde ana caddeye gitmek için biraz yürümemiz gerekmişti. Yürüdüğümüz yolun etrafı ağaçlarla çevriliydi ve ağaçlar tüm yeşillikleriyle güzelliğini belli ediyordu. Aslında sonbahar gelince daha güzeldi burası. Sonbahar bahanesiyle turuncu yapraklarını yere döken ağaçlar daha da hoş görünürdü gözüme. Rüzgar estiğinde yaprakların çıkardığı hışırtılar ve etrafa dağılmaları... Ve ben de etraftaki o güzellik eşliğinde kulaklığımı takıp kendimi müziğe kaptırır ve dış dünyadan soyutlardım, sadece sonbahar ve ben kalırdık burada. Her şeyiyle muazzamdı sonbahar, bu yüzden de en sevdiğim mevsimdi ya zaten.

Sen Gitmeden Önce.Where stories live. Discover now