Ve şunu da söylemem gerekiyor ki, yan profili bile güzeldi. 

Pürüzsüz bir yüzü vardı. Küçük burnu ve tam da normal boyuntunda olan dudakları...

Bir kız olarak onu kıskanıyordum. 

Ben kız olarak kıskanıyorsam erkekleri düşünemiyordum bile. Eğer erkek olsaydım, dünyada böyle bir varlığın olduğunu bile bile yaşamak biraz psikolojimi bozardı açıkçası. Bakın, 'Varlık' diyorum çünkü insan olamayacak kadar mükemmeldi. Neyse, Buğra'ya olan iltifatlarımı kenara atıyoruz ve asıl konuşmamıza dönüyoruz. 

''Eee, 1 ayın dolunca İzmir'e geri mi döneceksin yani ?''

''Eh, öyle olacak gibi görünüyor.''

Yine cevap vermedi ve tamamen yola konsantre oldu. Bu fırsattan yararlanıp telefonumu çıkardım ve geçen Kaan'dan numarasını aldığım Berk'i aradım. Üçüncü çalışında telefonunu meşgule verdi. Tam tekrardan arayacakken onun aradığını gördüm ve hemen açtım. 

Açar açmaz, ''Ben de tam bedava dakikalarımı kiminle harcayayım diye düşünüyordum.'' dedi. Ve bir kahkaha attı. 

''Pek konuşacak halim yok. Daha sonra bol bol harcarız.'' dedim ve yüzümü göremeyeceğini bilsem de gülümsedim. ''Hem benim olduğumu nereden biliyordun ?'' 

''Bilmiyordum. Şimdi öğrendim.'' 

''Her arayanla samimi bir şekilde mi konuşuyorsun sen ? Keşke seni kandırıp sapıklık falan yapsaydım.'' dedim ve bu sefer çok içten gelen bir şekilde kahkaha attım. 

''Öyle pis emellerin varsa, her zaman açık telefonum. Ara yani, çekinme.'' 

''Tamam, neyse. Buğra ile birlikte Bursa'ya doğru gittiğimizi söyleyecektim. Belki yokluğumuzu farkedip -ki bu imkansız bir şey olurdu-, bizi merak edersiniz diye.'' 

''Ne işiniz var Bursa'da ? İkiniz ?'' dedi, ikiniz kelimesinin üstüne basa basa. Ve sonra ''Buğra ile birlikte Bursa'ya gidiyorlarmış !'' diye bağırdı. Arkadan gelen kıkırdamalardan bunu bizimkilere söylediğini fark edecek kadar zekiydim. Buğra'ya bir bakış attım. Kafasını salladı. Yani onayımızı almış olduk. ''Ablası kaza geçirmiş.'' dedim hızlıca.

Duraksama. Duraksama. Ve yine bir duraksama. ''Hadi canım ! Aslı abla mı ? Durumu nasıl ?'' Bana cevap verdikten hemen sonra ''Aslı abla kaza geçirmiş.'' dediğini duydum. Yine onlara söylüyordu. 

''Naklen yayın yapmasan diyorum ? Telefonu kapattıktan sonra anlatırsın onlara.'' dedim, gözlerimi devirerek. ''Her neyse. Durumunun nasıl olduğunu bilmiyorum, oraya gidince haber veririm.'' dedikten hemen sonra Buğra'nın sabırsız bakışlarını gördüm ve ''Kapatıyorum, görüşürüz.'' deyip telefonu yüzüne kapattım. Bunun hesabını İstanbul'a geri dönünce fena soracaktı. 

''Heleşükür kapatabildin.'' Şu anki duruşu tam olarak şöyleydi ; şoför koltuğunda gayet rahat bir şekilde yayılmış ve direksiyonu da çok rahat bir şekilde tutuyor. Ve merak ediyorsanız diye söylüyorum, direksiyona karşı hiçbir şiddet eğilimi göstermemişti yaklaşık 15 dakikadır. 

''Bakıyorum da yayılmışsın hemen.'' dedim, sırıtarak oturma şekline bakarken.

Yine gözlerini yoldan ayırmadan işaret parmağını dudaklarına götürdü ve bir ''şşştt'' sesi çıkardı. Ve bu hareketi yaparken dudaklarının hafifçe yukarı kalktığından ve aşırı derecede seksi göründüğünden bahsetmeme gerek yok, değil mi ? ''Sessiz ol, Hazal. Rahatımı bozma.''

''Biliyor musun ? Bazen gerçekten de beyninin olduğu yerde fındık depoladığını düşünüyorum. Bana konuşmamı söyleyen sendin, geri zekalı.'' dedim ve tekrardan kafamı cama doğru çevirdim. Yoldan geçen arabaları seyrediyordum. Hah, neden ona yardım etmeye çalışıyorsam sanki. Ne bok yerse yesin. Umurumda değil. Yani birazcık umurumda olabilir ama birazcık yani. Her neyse.

''Özür dilerim.''

Ha ? Buğra özür mü diliyordu, yoksa bunlar beynimin bana olan oyunları mıydı ? Gözlerimi pörtleterek ona döndüm. ''Biraz önce duyduğum cümle senden mi çıktı ?'' diye sordum, gözlerimin aldığı şekli bozmadan.

''Burada bizden başka biri olmadığına göre ?'' dedi,  yine aynı umursamazlığıyla. 

''Özrün kabul edildi.'' dedim sırıtarak. 

''Öleceğiiim !'' dedim adeta bağırarak. ''Bunaldım. Daha gelmedik mi ?'' 

''Bursadayız. Babamın söylediği hastaneye 5 dakikalık yol kaldı.'' 

Oh. Heleşükür yolumuz bitmişti. Saatlerce konu bulmaya çalışmıştım. Ve bol bol da konuşmuştuk. Hayatlarımız hakkında falan filan. Aslında bu yolculuk birbirimizi daha da tanımamıza sebep oldu diyebilirim. Evet, çünkü öyle olmuştu.

Hastaneye girip, şu sekreter kadından, pardon düzeltiyorum, Buğra'ya flörtöz bakışlar atan sekreter kadından kaldığı odayı öğrendik ve asansörün oraya doğru koşturduk. 6. kata geldiğimizde, sandalyelerden birinde oturan Semih amcayı yani Buğra'nın babasını görmem pek uzun sürmemişti. Semih amca da bizi görmüştü. Ve ilk dediği şey ''Gelmenize gerek yoktu. Oğlum ben sana demedim mi 'gelme' diye?'' olmuştu. Ne de güzel bir karşılama ! 

''Orada boş boş duramazdım baba. Her neyse. Ablam nerede ? İyi mi ?''

''İyi, pek ağır bir durumu yoktu zaten. Odada dinleniyor. Milleti de ayağa kaldırmışsın resmen. Az önce Selin aradı ablanı. Durumunu öğrenmek için.'' dedi, yavaşça başını iki yana sallarken.  Tabii onlara ben haber verdiğim için Buğra da bakışlarını bana çevirmişti. Semih amcanın ''Odaya girebilirsiniz.'' demesiyle, kafasını odaya doğru çevirdi ve içeri girdik. 

Adını daha yeni öğrendiğim Aslı abla sırtını yatağın başlığına dayamıştı ve gülümsüyordu. Kaza geçirdikten sonra bile gülümseyen birini ilk defa görüyordum. Ve ah, bu arada içeride Kaan vardı. Buğra'nın anlattıklarından yola çıkarak babasının neden dışarıda beklediğini anladım. Konuşmuyorlarmış ya hani, o yüzden sanırım. 

Buğra gözlerini kısarak Kaan'a baktı ve ''Neden burada olduğunu haber vermedin ?'' diye sordu. 

''Ablam boşu boşuna endişelenmeni istemedi.'' diyerek kısa bir cevap verdi o da.

''Senin nereden haberin oldu peki ?'' Buğra bir sus lütfen. Zaten hastanelerden nefret ediyorum. Üstüme geliyormuş gibi hissediyorum ama bu çocuk hala soru soruyor ya. Ahiret soruları soruyordu sanki.

''Eh, bu ailenin en soğukkanlı ve en aklı başında olan üyesi ben olduğuma göre ? Yanında kimse yoktu ve beni çağırdı. Ama babam da dayanamayıp haber vermiş işte sana.'' 

''Salağın tekisin.'' diye mırıldandı ve ablasının yatağının yanına gitti Buğra. Ben de onları izliyordum. 

Aralarında bir şeyler konuşuyorlardı ama onları dinlemiyordum. Arabada oturmaktan popom o kadar çok ağırmıştı ki rahat bir koltuk  bulmanın sevinciyle Kaan'ın yanına oturdum. Şu anda 3,5 yıl önce yaptığı hatanın ne olduğunu sormayı o kadar çok istiyordum ki... Ama ortam müsait değildi. 

''Hazal... Ne kadar büyümüşsün sen. Buğra söylemese seni tanıyamayacaktım.'' dedi ablası, bana doğru bakarken. Beni nereden tanıyordu ki ?

Moron bakışlarımdan onu tanımadığımı anlamış olacak ki, ''Eskiden hep benimle oyun oynamak isterdin, hatırlamıyor musun ? Ah, en son sen 8 yaşındayken falan görüştüğümüz için hatırlamaman gayet normaldi aslında.'' 

O konuşurken onu incelemek için bir fırsatım da olmuştu. O da aynı kardeşleri gibi siyah saçlıydı ve diğer ikisinden daha parıltılı olan siyah gözlere sahipti. Ve evet, etrafımda gördüğüm neredeyse tüm kızlardan daha güzel olduğunu kabul ediyorum. Alnındaki çizik bile güzelliğini bozmaya yetmiyordu. Aslına bakarsanız, onu biraz hatırlıyor gibiydim. Yani aklıma bölük pörçük anılar geliyordu, o kadar. Bu arada onun 24 yaşında olduğunu söylemiş miydim ? Gelirken Buğra'dan öğrenmiştim. 

''Belki hatırlarsın, daha 7 yaşındayken seni Buğra ile sevgili yapan da bendim.'' Ve ardından bir kahkaha sesi. Benim yaptığım tek şey ise dikkatli bir şekilde Aslı ablaya bakmaktı.

Sen Gitmeden Önce.Where stories live. Discover now