Saçlarım önüme düşmüş ve saç tellerimin arasından Dixit'i izliyordum.
"Şimdilik işim bitti, elveda İlaisis."

Dixit arklasını dönüp çekip giderken elimi açıp Dixit'e doğrulttum. Dixit'in gövdesine kalın bir mızrak saplanmıştı.

"Bu kadarı yeter. Cehenneme git artık, aptal herif."

Dixit dizlerine çöktü ve kan kusmaya başladı. Yavaş adımlarla yanına gittim ve kapüşonunu çıkardım. Gördüklerimin karşısında şoka girmiştim. Aklımdan son geçen kişi bile değildi bu, bu Kral Lord İllumi'ydi.

"Bunu senden beklemezdim İllumi. Kim olduğun umrumda değil geber ve beni rahat bırak."

İllumi bana kanlar içinde olan yüzüyle öylece baktı.
"İstersen beni burada öldürebilirsin İlaisis ama bilmediğin çok fazla şey var. Sana bu bilgileri o kişi ölmeden söyleyemem ama..."

Dixit kan kusmaya devam ediyordu. Yoksa İllumi mi demeliyim?

"Bana hiçbir bahaneyle gelme, burada öleceksin. Acı çekişini ve yavaş yavaş ölmeni büyük bir zevkle izleyeceğim."

Dixit elini mızrağıma koydu.
"Üzgünüm ama öyle birşey olmayacak İlaisis"
Eliyle vücudunu delmiş olan mızrağı ve aldığı tüm yaraları saniyeler içinde kapatan İllumi kuvvetli bir şekilde havaya sıçradı ve ortadan kayboldu.

Onu elimden kaçırmamla yüzüm sinirden alev alırken aynı zamanda Dixit'in neden beni öldürmeye çalışmadığını anlayamıyordum.

Portal açıp Hawkins'in sarayına geri döndüm. Döndüğümde Hawkins'in ağzından dökülen iğrenç küfürler olduğum mesafeden bile duyuluyordu. Şaşkındım. Ne olduğunu öğrenmek için gizlice dinlemeye devam ettim.

"Ezreal nasıl olur da ölür? Daha yeni lord aldık. Kral Lord konumundan Laura ayrılalı da çok olmadı."

Hawkins'i biraz dinledikten sonra anladığım tek şey Ezreal'ın ölümüne sinirlenmesiydi. Haberi ne ara aldı diye düşünürken Hawkins balkondan seslendi.

"İlaisis, neler oldu biliyorsun değil mi?"

Duraksadım. Tabii ki de biliyordum. Olaylara bizzat şahit olmuştum. Sanırım tek bildikleri Ezreal'ın öldüğüydü ve şimdilik Dixit'in İllumi olduğunu kimseye söylememeye karar verdim. Nedenini ben bile bilmiyordum ama içimden bir ses bana sessiz kalmam için yalvarıyordu.

"Biliyorum Hawkins zaten bilmesem bile sesin az önce kulak misafiri olduğum için öğrenmiştim."

Hawkins öylece baktı.
"Bu işin sonu iyi bitmeyebilir İlaisis. Dixit'i fazla hafife aldık ve en başından beri onu araştıran sensin. Onun hakkında bildiğin başka birşey var mı?"

Sahte bir gülümseme takındım ve Hawkins'e cevap verdim.
"Üzgünüm, keşke bilseydim Hawkins. Onu en çok bulmak istiyorum biliyorsun."

En çok güvendiğim kişilerden biri olan Hawkins'e bile gözlerinin içine baka baka yalan söylemiştim. Ne uğruna olduğunu bilmeden sadece içgüdülerime güvenmiştim çünkü bana ihanet etmeyecek ve beni üzmeyeceğinden emin olduğum tek kişi yine bendim.

"Anlıyorum, sorun yok. En kısa sürede işini bitiririz."

Başımı onaylarcasına salladım. Sonunda gece olmuştu ve odama çekilip uykuya daldım.

İllumi birden gözlerimin önünde belirdi. Bir beşikteydim ve bana ciddi bir ifadeyle bakıyordu. Bebekliğimle ilgili bir şey mi görüyor olabilirdim ve rüyada olduğumu net bir şekilde anlamıştım. "İlaisis, seni korumak için herşeyi yapacağım. Unutma, lordlara ve yakın olduğunu düşündüğün kişilere asla güvenme."
Bulunduğum oda birden tutuşup yanmaya başladı. İllumi çekip gitmişti. Bebek ağlama sesleri kulağımı tırmalıyor ve etraf bulanıklaşıyordu. Birden biri gelip bebek olan beni kucağına alıp beni götürdü. Etraf o kadar bulanıklaşmıştı ki yüzü belli olmuyordu. Benle beraber saraydan çıkıp büyük bir çukurun önünde durdu. İlginç bir şekilde çukur net
olarak görünüyordu. Kapkaranlık uçsuz bucaksız ve örümcek ağlarıyla kaplıydı. Aniden birşeyler fısıldadı. "Burda geberirsen şanslısın demektir yoksa gelecekte çok çekeceksin"

Bu bir erkek sesiydi. Gördüklerimin bebeklik anısı olduğuna emindim. Sesi boğuk ve anlaşılmaz geliyordu. Beni öylece o çukura fırlattı. Düşüyordum, sırtım örümcek ağlarını delip geçerken bana yukarıdan bakıyordu. Gittikçe daha derine iniyordum. Yukarıya baktığımda güneş ışığı bile artık görünmez hâle gelmişti. Sonunda siyah, taşlık bir zemin göründü ve tam çarpmak üzereyken yataktan fırladım.

Hemen ayağa kalkıp rüyamda gördüklerimi unutmamak için bir kağıda yazdım. Kafam karışmıştı. Gördüklerim bir bebeklik anısıysa çukurdan nasıl sağ çıkmıştım? Önemli olan diğer konu ise İllumi'nin lordlara güvenmememi söylemiş olmasıydı. Kendisi lord değil mi? Üstelik kral lordlardan biri.

Ardından kafamı dağıtmak ve temiz hava almak için balkona çıktım.

Hava hâlâ karanlıktı. Rüyamda gördüğüm şeylerden sonra kafamda cevaplayamadığım çok fazla soru birikmişti. İllumi'yi görmeye gitmek istiyordum. Her ne kadar ezeli düşmanım Dixit olsa da rüyamda geçenler tek kurtarıcımın o olduğunu savunuyordu. Kendimi topladım ve kararımı verdim.

Eşyalarımla birlikte İllumi'nin yanına gidiyorum. Herşey netleşene kadar hiçbir lorda, özellikle yakın olduklarıma güvenmeyeceğim. Bu İllumi'ye güvendiğim anlamına da gelmiyordu ama ortada benim bilmediğim çok şey dönüyor gibiydi.

Çıkarken bir muhafıza artık burada kalmayacağımı ve Hawkins'e teşekkür ettiğimi iletmesini istedim. Ardından yola koyuldum. Önceki toplantı İllumi'nin bölgesinde yapıldığı için nereye gitmem gerektiğini iyi biliyordum.

Acelem olmadığı için portal açmadım ve yürümeye başladım.
Arkamdan ani bir ses yükseldi.

"Hiçbir yere gitmiyorsun İlaisis."
Hızlıca arkamı döndüm ve daha dönmeden de bu sesin Hawkins'e ait olduğunu anlamıştım.

"Bir sorun mu var Hawkins?"

Hawkins bir elini kaldırıp bana doğrulttu.
"Sanırım bilmemen gereken şeyleri öğrenmişsin."

Sadece erken saatlerde saraydan ayrılmamla nasıl anlayabilmiş olabilir diye düşünüyordum.
Hawkins savaşmaya niyetli gibiydi ve bana ihanet ettiği çok açıktı. Kaşlarım çatık bir şekilde Hawkins'e bakarken Hawkins birkaç şey daha söyledi.

"Zamanlaman inanılmaz, anlaşma tam bu saatlerde bozuluyor, seni ben öldürmesem bile başkaları öldürecek."

Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordum.
"Neler diyorsun Hawkins?"

Hawkins kahkaha atmaya başladı. Sanki karşımda bambaşka biri vardı.

"Salak kız, hâlâ her şeyden bihaber olman çok doğal gerçi. Lordlar, ünlenmiş güçlü kişiler ve bazı şeytan krallar bir anlaşma yaptı. Herkes senin peşinde. Sen doğduktan bir hafta sonradan bugün, gece saat 4:21'e kadar güvence altındaydın. Ne halt olduğunu söylemeyeceğim ama oldukça değerlisin. Şimdi herşeye elveda de."

Hawkins'in yalan söyleyebileceğinden kuşku duyuyordum. Hawkins ile yaşadığım herşeyi kenara atıp onu öldürmem gerekebilirdi. Okumu çıkardım ve nişan aldım. Hawkins'in keyfi yerinde gibiydi ve yanıma doğru sıçradı.
Kudretli bir tekme savurdu ve yer yerinden oynadı.

"İlaisis, artık söyleyebilirim sanırım. Krallığını yok eden bendim, üzgün değilim."

Sırıttım. Hawkins benden beklenmedik bir tepki almıştı ama olanlardan sonra ben ondan her şeyi bekliyordum.

Nişan almadan okumu direkt fırlattım ve Hawkins'i delip geçmesini izledim. Ardından yana atıldım, bir elimi Hawkins'e doğrulttum ve Hawkins'i karnında bir mızrak oluşturdum. Ağır yaralanıp affalayan Hawkins hâlâ tüm gücüyle saldırıyordu. Ard arda yaptığı saldırıları savurduğumda deliye dönmüş gibiydi.

Vücuduna saplanan mızrağı çıkardı ve bana fırlattı. Kendi mızrağımla hasar görmem imkansızdı, Hawkins kullanabildiği herşeyi kullanıyor gibiydi.

❀♡⚝❀♡⚝❀♡⚝❀♡⚝♡❀

Bölüm sonu...

Umarım bölümü beğenmişsinizdir.
Hepinize iyi okumalar dilerim.

Mueva : İntikam LorduWhere stories live. Discover now