Tam arkamı dönüp görevimi tamamladığım için galibiyet çığlıklarını içimden atacaktım ki... "Bekle," diye bir ses duydum. Öylece durdum. "Camira?" Daha çok küçük bir çocuğa seslenir gibiydi. Topuğumda döndüm, dişlerim birbirine girdiği için çenem kasılmıştı. "Tavrın bana mı özel?"

Göz bile kırpmadım. Ağzımdan tek kelime çıkmadı.

Çenem dikti, yüzüm asalete bulanmıştı. "Bu evet demek olmalı." dedi Greg beni işaret edip.

Zade'e değil, ona sordum. "Ona ettiğim yemin ne anlama geliyor?" Çıt çıkmadı. "Kan eşi tam olarak ne demek?" Yine çıt çıkmadı. "Onun oyuncağı mı oldum yani?" Hayır... sadece nefes sesi. Zade'e döndüm. "Çukur'da yan. Kan eşiymiş, ruhmuş... Uzak dur benden. Bilgisizliğimle seni eğlendirmeyeceğim Zadreean."

Gözleri kısıldı, bu eğlenceli bir izleyiş değildi. Bardağı tutan parmakları sıkılaştı.

Tam çıkıyordum ki Shade'in sesi fısıltı gibi geldi. "Jeffrey, Mira dilinden anlayamıyorum. Şunu bana açıklar mısın?"

"Sabah tersinden kalkmış." dedi Jeff. Halbuki üzerine düşünüp sinirimi on katına çıkardığımı biliyordu.

Daha fazla dinlemedim, artık bildiğim koridorlardan dönüp hemen odama çıktım.

Yatağımın ortasına çöktüm, tepemden güneş son ışıklarını yollarken kollarımı kavuşturup bekledim. Kızıl bulutların yerini kasvetli bir hal aldı ve sonra penceremdeki görüntü kendisini yıldızlara bıraktı. Gece yarısını geçti, sesler kesildi ama odamdaki o ses asla durmadı.

Karnım öylesine gurulduyordu ki midem bağımsızlığını ilan edecek, Cooper'ı bulacak ve bir dilim ekmek için yalvaracaktı. O kadar hızlı ve az yemek hiç mantıklı değildi. Hele ki döndükten sonra ağzıma tek lokma atmakta zorlandığımı düşünürsem... o masada on dakika oturmalıydım.

Doğruldum, karnıma avucumu yasladım ve onu susturmaya çalıştım fakat kendimi tanıyordum, yemek ulaşabileceğim bir yerdeyse açken gözümü kırpamazdım. Bu malikanede bir yerlerde ekmek olmalıydı. Belki de bir meyve. Şarap bile kabul edilebilirdi.

Tanrılar yine beni dürtükledi ama bu kez çevreyi araştırmak için değil, mutfağı bulmak için odadan çıktım. Koridorun kapısını yavaşça kapadım, Zade'in odasının önünden usulca geçtim. Terliklerimin içinde ayaklarım kıvrılıyor, gecenin bu saatinde onu görmek istemediğim için kasılıyordum.

Alt kata inmeyi başardım. Cooper'ı veya başka birisini aradım ama malikaneden çıt çıkmıyordu. Yemek odasının önünden geçerken aklıma kazınan ve boş olduğunu bildiğim odalardan geçtim, hiçbirine uğramadım. Mutfak aşağıda olmalıydı, Cooper'ın nereye gittiğini birkaç kez görmüştüm. İzi takip ettim, akşam yemeğinden kalan kokuyu leşçi gibi izledim.

Önüme dev bir eşik çıktı, kapısını ittirdim ve işte... koca bir kazan ve bıçakların yanında da Shade'in her gün yemeden geçemediği taze ekmekler duruyordu. Omuzlarım rahatlamayla düştü, ekmeğe doğru uykulu bir halde giderken koca tezgahın ve çöplerin yanından terliklerimden ses çıkararak ilerledim.

Tam ileri uzanacağım sırada ayağıma çöp çarptı ve sonra kendimi boşlukta buldum.

Bağırdım.

Bir kapağa takılıp kalçalarımın üzerine düştükten sonra aşağı kaymaya başladım. Uzun bir kaydırağa yapıştım, kapkaranlık bir çukura doğru süzülürken tanrılar canımı aldı diye düşünüp çığlık atmaya başladım. Geceliğim tepeme düşme hızıyla çıktı, bağırırken parmaklarımı gözlerime kapadım. Kalçalarım yandı, bacaklarıma bir şeyler çarptı. Düştüm, düştüm... ve sonunda bir çuvalın tepesine oturdum.

ÖTEKİWhere stories live. Discover now