Sana son sözüm, Milena

30 5 19
                                    

Artık yazamıyorum.

Parmaklarım kalem tutmayı reddediyor, Milena.

Sakın bana bu iki satırı okurken azıcık da olsa rahatlamadığını söyleme çünkü buna asla inanmam ve lütfen, mektubuma yazacağın cevapta benim için üzüldüğünle ilgili birkaç satır ekleyebileceğini düşünme. (Bu benim için -sana yazamamaktan bile!- çok daha büyük bir keder olurdu.)

Seni tanıdığım o günden beri başladığım ve benim için bir saplantı hâline gelen mektuplarımı garip karşıladığının farkındayım. Çoğu konuşmamızda geri kafalı olduğumu ima etmekten ziyade (hayır, hayır, bana hiçbir zaman geri kafalı demedin ama ben 'nostalji âşığı' ifadeni kendime yakıştıramayacak kadar çok sevdim), bundan hayıflandığını hep biliyordum.

Senin yüreğin bunu dile getirmene izin vermeyecek kadar naziktir fakat benim zihnim, senin ağzından çıkacak birkaç güzel kelimenin hedefi olamayacağımı yüzüme bağırmak için bin bir türlü yol arayacak kadar keskindir, Milena.

Bu yüzden mektuplarımdan konu açıldığındaki her tebessümün ve her kelimen birleşip bende aslında şu cümleyi oluşturuyor:

Anla artık, sana mektup yazmak ona eziyet gibi geliyor!

Şimdi beni üzdüğünle ilgili bir yanılgıya da kapılayım deme. İnan bana, bu durum hastalıklı vücudumdaki pek de sağlam olmayan beynimin bana karşı açtığı bir savaştan başka bir şey değil ve seninle hiçbir ilgisi yok. Muhtemelen sen bana dünyanın en güzel cümlesini bahşetsen bile... Milena... bana beni sevdiğini gözlerimin içine bakarak söylesen bile benim bu kafatasımın içinde taşıdığım organ, onu şu şekilde algılayacaktır: Ah, işte hasta bir adamı mutlu etmek için çabalayan yüce gönüllü bir kadın!

Hâl böyleyken bunun sana yazdığım son mektup olduğunu söylediğimde derin bir nefes vereceğini düşünmemi lütfen garip karşılama çünkü seni mektuplarıma cevap vermek gibi büyük bir külfetten kurtarmış olacağımın gayet bilincindeyim. Öte yandan, daha önce de defalarca söyledim ama yine söylemek istiyorum ki mektuplarıma hiçbir zaman cevap yazmak zorunda değildin. Bu durum elbette ki bu son mektubum için de geçerli. Hayır, gerekli.

Rica ediyorum, bu mektuba cevap yazma, Milena.

Yazarsan bu mektup son olmaktan çıkar. O zaman da senin karşında tek bir sözünü bile tutamayan aciz bir adamdan fazlası olamam ve sen bana bunu yapmayacak kadar yüce gönüllü bir kadınsın. (Belki de haklısındır. Belki de geri kafalıyımdır ve bir düzine insan beni bu çağa mahkûm edip uzaktan izlemeye başlamıştır. Deneylerinin sonucunda neyi bulmayı umuyorlardır; bilemem fakat eminim ki tüm hayatımı sana mektup yazmaya adamak için can atacağımı önceden bilselerdi beni asla kobay faresi olarak seçmezlerdi. Gerçek bir kobay faresi için bile acınası bulurlardı böyle bir hayatı ama hani, bir sorsalardı o farenin mutluluğunu!)

Ne olur, benim sana tekrar yazmak için bir bahane bulmama izin verme çünkü ben artık yazamıyorum.

Parmaklarım kalem tutmayı reddediyor, Milena. Hastalıktan değil, farkındalıktan.

Bunu yine sana yazarak anlatmak ne denli gülünç duruma sokuyor beni senin gözünde; biliyorum ama benim gibi bir insan kendini bir kere "Nasılsa bu son!" diye kederli bir bahaneyle avuttu mu, o "son"un sonu gelmesin diye elinden geleni yapar, sen de bunu bilmelisin.

Bugün yanından ayrılıp eve gelmişken- Hayır, bu olayın böylesine kısacık birkaç kelime içinde olup bitmesine izin vermeyeceğim.

Seninle geçirdiğim 4 günün ardından... diye konuşmaya devam edecektim ki yine dayanamıyorum. Bu yuvarlama zaman dilimlerinden nefret ettiğimi açıkça söylemeliyim. 4 gün değil, asla olamaz. İlk ve son günün yarısını birbirimizi beklemek ve bir de uyumak gibi bir eylemle geçirdiğimiz göz önüne alınırsa bize 4 gün bile bahşedilmemiş olurdu ve bunda isyan etmekte son derece haklı olurdum. Yine de seni sıkmamak adına yalnızca 4 gün diyeceğim.

Sana Son Sözüm, MilenaKde žijí příběhy. Začni objevovat