On İkinci Bölüm

13.2K 1K 1.1K
                                    

Selam!

Biz geldik.

Geçen bölüm yorumlar diğer bölümlere nazaran az gelmişti ve bu beni bir tık düşürdü. Bu bölüm biraz daha olaylı ve bence daha heyecanlı. O sebepten daha fazla yorum bekliyorum, fikirlerinizi duygularınızı okumak için meraklanıyorum :)

Fazla uzatmadan sizi baş başa bırakayım efendim; karşısınızda:

'On İkinci Bölüm'

Selvi yanlarına etekleri tutuşmuş gibi çırpına çırpına, koşa sıçraya geldiğinde; Leyla ve ikizler kumdan kale yapma oyunlarının tam birinci saatini dolduruyorlardı. Uzunca bir zamandır bozuk havalı olan; ya kurşuni renkteki göğe doğru ağaçları hoyratça savuran rüzgarla ya da iri damlalı güz yağmurlarıyla günlerini geçiren Kınalıtepe bugün güneşliydi. Hava sıcaktı. Bunu gören çocuklar kahvaltıdan sonra soluğu Leyla’nın yamacında almış ve bahçeye çıkıp dün geceye kadar aralıksız bir haftadır yağan yağmurun çamurlarıyla, kaleler yapmak içim yalvarmışlardı.

  Hakikatte, yalvarmalarına asla gerek yoktu. Çünkü Leyla da bu güzel günü onları mutlu ederek geçirme kararını sabah odasının perdelerini aralayıp güneşi gördüğü an almıştı. O yüzden ilk söyleyişlerinde kabul etmişti.

Şimdi arka bahçenin çamurlu kısmındalardı. Kovalara küreklerle çamuru doldurup sıkıştırıyor, kuleler, surlar, kaleler yapıyorlardı. Şerare güzel güzel süslüyordu hepsini, hatta küçük bir kağıda üçünün baş harfini; L-Ş-D harflerini taşıyan bir bayrak çiziyordu. Deniz ise bir inşaat mühendisi gibi işin hesaplama kısmındaydı. Ciddi ciddi bir maket yapıyorlarmış gibi kalelerin surları arasındaki mesafeyi, yükseltilerini ince ince ve bir yetişkin dikkatiyle hesaplıyordu.

Leyla onlara dalıp dalıp gidiyor, sonra heyecanlanıp onlarla beraber oynamaya başlıyordu. Arada bir espriler patlatarak onların o tatlı kahkahalarını duyuyor ve içi bahara, yaza kesiyordu.

  Günlerdir böylelerdi. Seha gittikten sonra çocuklar vakitlerinin çoğunu Leyla’nın odasında geçiriyorlar, ödevlerini bile orada yapıyorlardı. Birbirlerine an be an alışıp güvenmelerini, sevmelerini hissetmek ve bunu birbirlerinin gözlerinde görmek o kadar güzel bir şeydi ki...
  Sonra Leyla’nın eli ayağı iyileşmiş, odasından çıkıp aşağı inebilmeye başlamıştı. Cümbüş o zaman başlamıştı işte. Beraber öyle şeyler yapıyorlardı ki Telli Hanım onlara eli yüreğinde bakıyordu. Allah'tan Leyla aklı başında kızdı. Gelen giden, geçmiş olsun ziyaretinde bulunan olduğunda hemen hanım hanımcık kadın kimliğine bürünüyor ve çocukların gazını da güzelce bir alıp misafirleri atlatıyordu.

  Leyla çok mutluydu. Ufaklıklar ona Leyla abla dedikçe, gelip dertlerini anlattıkça, bıcır bıcır konuştukça ondan mutlusu yoktu. Her gün şükür namazı kılıyordu, öyle mutluydu..!

Fakat bu mutluluğun yanında... içinde bir de eksiklik vardı. Tıpkı konaktaki, Kınalıtepe'deki eksiklik gibi. Kocaman bir eksiklik.

Seha eksikliği.

Leyla bunu pek düşünmek istemiyordu ama durum buydu. Onun eksikliğini hissediyordu. Yatakta sağ tatafındaki boşlukta hissediyordu. Seha’nın sabah kahvaltısından önce oturup gazete okuduğu tekli koltukta hissediyordu. Kahvaltı sofrasında, en baştaki büyük sandalyede de öyle. Evin içindeki sağlam merdivenler, ağır bir vücudun kuvvetli adımlarıyla haftalardır gıcırdamıyordu. Turbay haftalardır dışarıya çıkarılmıyordu. Evde bir ruhsuzluk, çocukların sesi artmasına rağmen bir sessizlik vardı. Seha yokken çocuklar daha bir hareketliydi, eğer çok şımaracak olurlarsa Telli hemen babalarını aramakla tehdit ediyor ve onları dizginliyordu. Adamın yüzlerce kilometre öteden bile çocuklarına çeki düzen verebilecek bir otoritesi vardı. Leyla da onları bir yolunu bulup, sakinleştirdiğini belli etmeden sakinleştiriyordu. Yani sadece onlarla birlikte deliriyor değildi, arada Telli'ye yardımı da oluyordu.

Leyla ile KarabağırlıDove le storie prendono vita. Scoprilo ora